Gölge Oyunu

-
Aa
+
a
a
a

Serdar Bilgili’nin ve yönetiminin malum maç sonrasında, taraftarın kendisine yönelik tepkisini protesto etmek için, istifa etmesi memleket futbolunun son dönemdeki gölge oyunu performansına iyi bir örnektir. Başta belirtelim, kendisine yapılanlar büyük haksızlık ve ayıptır. Öte yandan, her türlü centilmence çıkışlarına rağmen, kendisinin de parçası olduğu Neo-Beşiktaş’ın, yarattığı yeni ruh halinden daha farklı bir tepki mi bekliyordu acaba? Taraftarın efsane başkanlardan Süleyman Seba’yı “Ahmet dursun Seba gitsin” tarzı nahif sloganlarla protesto ederken, Serdar Bilgili’yi küfürlerle yolcu etmesi bu süreçten çok bağımsız olabilir mi?

Özellikle son iki senelik performanslarıyla Beşiktaş’ın kimyasını endüstriye (yerel kodları da ciddiye alarak) eşleme çabalarının bir yerde patlayacağı belliydi. Transferlerde, menajer tercihinde, maç öncesi ve sonrası yapılan yorumlarda, statlarının dönüşümlerinde, yönetim tercihlerinde, taraftarlar arası muhabbetlerde tutulan yol diğer taraftarların geçmişte Beşiktaş’a imrenmesine neden olan tavırdan çok farklıydı. Yeni durum ise zaten hiç birimizin yabancısı olmadığı durumdu. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarı şu psiko-sosyo-ekonomik temele oturur yönlü hamasi nutuklara mıhlanacak değiliz. Öte yandan aralarında tarihsel ve yönetimsel gelenekler açısından bazı farklılıklar olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu başka bir yazının konusudur.

Geçen sezondan, Açık Radyo’daki programımızda belirtmiştik Beşiktaş ne nihayet zaman ayak uydurmuştu ne de iyiye gidiyordu.Yaygın kabulün aksine kabuk değiştirmiyor, zaten var olan başka bir elbiseyi üstüne geçiriyordu. Sözün kısası yönetimsel olarak “Fenerleşiyordu”. Tıpkı sportif olarak Galatasaray’da olduğu gibi.

Ve bir zelzelede yıkılıveriyorlardı. Lakin şu unutuluyordu: Bu memleket sadece bir Fenerbahçe’yi kaldırabilir ve yaşanan bunca depremle sadece Fenerbahçe baş edebilirdi.

“Fenerbahçe nedir?” sorusuna verilecek yığınla cevaba en yakın seçeneklerden biri olan “Fener Türkiye’dir” cevabına ek olarak herhalde “Fener Türk ekonomisinin kayıt dışı halidir.” de diyebiliriz.

“Beşiktaş fenomeni” kendisine zerk edilen bu “yeni zamanlar” aşısına bütün bünyesi ile oldukça asabi bir tepki vermiştir. Yoksa sahada ve tribünlerde yaşanan, bu gerginlik nasıl açıklanabilir. En azından şunu söylemek kahinlik olmayacaktır; Beşiktaş’ı bu hastalıktan kurtaracak olan “Fenerleşme” sürecinin devamı değil, kendine dönmek olacaktır. Her ne kadar bu kendine dönme çabası nostaljiden farklı bir katkıya ihtiyaç duysa da...

Bir not da Sinan Engin’e; Galatasaray maçı sonrasında, Bülent’in hareketlerine yönelik olarak, “O arkadaş hareketlerine dikkat edecek, burası İnönü, buradan çıkış yok.” diye demeç veren Engin, birine çıkışı kapatma fikrinin sonunda kendisine uygulanabileceğini unutmamalıdır.

Bir not da Lucescu’ya; Kendi isteği dışında, varlığı hep antitezler üzerine kurulmuş bu ayrıksı futbol kişiliğinin (mimiklerinin ve bakışının direnişine rağmen), bizleşme süreci oldukça manidardır. Keşke kendisi Schopenhauer dışında, biraz Marks’a da meyletseydi. Öyle bütün külliyata da girmesine de gerek yok, sadece 11. teze göz atması yeterli olacaktı.. Böylece her maçtan sonra yorumlamaya bu kadar zaman ayıracağına değiştirmekle daha fazla meşgul olurdu.

 

(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayınlandığı yayını belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)