Gırgır Okumanın Adabı

-
Aa
+
a
a
a

Gecenin en geç vapuruydu. Ya ona yetişeceksin ya sabaha kadar Avrupa yakasında aylaklık edeceksin. Aslında bir çözüm daha var ama daha o kadar büyümemişiz.

 

Taksiye binmek.

 

Köprü açılalı nerden bakarsan bak üç yıl olmuş. Belki de dört. Yoksa beş miydi yahu? Bırakalım bu konuyu. Yaşımız çıkacak ortaya.

 

Eh bizim cebimizde bir simit alacak para, bir vapura binecek para, bir çay içecek para, bir de baskıdan taze çıkmış sıcak sıcak bir Gırgır alacak para var. Perşembe gecesi ya. İşte ondan. Büyük ayrıcalık bu. Tüm İstanbul Gırgır’ı Cuma günü okuyacak ve hatta Ankara ve diğer bölgeler Cumartesi günü okuyacak ama bu naçiz kulunuz Perşembe gecesinden gülmelere başlayacak. Yoksa Çarşamba gecesi miydi be! Yaşlandık anasını satayım. Her şey unutuluyor.

 

Aslında Gırgır'ı alma kararı yaşamsal öneme sahip bir karar. Yarın vapura tekrar binip Avrupa yakasına geçiş paramızı o dergiye yatıracağız. Neyse yahu!

 

Yarına Allah kerim. Buluruz bir çıkış yolu.

 

Karaköy’de vapur girişinde bir akşam gazetesi satıcıları bir de Gırgır satıcıları var. Yoksa sadece bir tane Gırgır satıcısı mı vardı? Bak orası hayal meyal gözümde. Yahu hatırlar mısınız bir Gırgır ver dediğimiz zaman sanki Batı'nın en hızlı tabancasını çeker gibi gazete kılıfı içinden, kolalı gömlek gibi, yani kısacası çakı gibi ütülü duran o Gırgır'ı bir çekerdi o satıcı ve de “şrrrakkk” diye bir ses çıkardı ki deme gitsin be! Sırf o sesi duymak için bile insan bir Gırgır alabilirdi.

 

Siz eski gazete satıcılarının yani kısacası “gastecilerin” içine gazeteleri ve de dergileri koydukları kılıfları bilir misiniz? kabartma kabartma gazete baskılarının negatifi kartonlarıydı onlar. Önce gazete satıcılarının kılıfı olur, sonra da ayakkabı boyacılarının çorabınız boyanmasın diye yarım yuvarlak şeklinde kestikleri garip aletler haline dönerlerdi.

 

Eskiden her şey işe yarardı. hem de bir çok kez.

 

Yok yok biraz da yalan söylemişim. Şimdi hatırladım. Aslında kötü niyetten değil. Gene unutkanlıktan büyük ihtimalle. Birkaç kuruşumuz daha var. Her şeyimiz tekmil tamam ya, o eksik kalmasın.

 

Lükste oturacağız. Yirmi beş kuruş fark vermek lazım. Yoksa elli kuruş muydu? Onu da unuttuk.

 

Nasıl denk getirirdik, nasıl becerirdik hiç hatırlamıyorum. Ya Ayhan’la ya Bülent’le karşıdan dönüyor olurduk. Hani parasızlıktan filan bahsediyorum ya? Pek de aldırmayın bana. Muhtemelen bir de Çiçek Pasajı’nda kafa çekmiş olurduk. Gerçi o zamanlar bu söylediklerim üç otuz paraya yapılan işler, ama yine de demek ki o kadar paramız var. Benim akıl sır erdiremediğim tek şey cebimizde son dakikada sadece bir vapur, bir simit, bir çay, bir Lüks Mevkii ve de bir de taze çıkmış sıcak sıcak Gırgır alacak kadar para kalmasını nasıl hep becerdiğimiz.

 

Sonunda attık kendimizi Lüks Mevkii'nin hasır koltuklarına. Ayhan koltuğunu karşıdan yanıma çekti ki Gırgır'a zarar vermeden beraberce okuyalım. Acilen çay siparişini verip simitleri de masaya yatırdık. Her şey ameliyata hazır hale geldi. Çaycı da zaten nasıl çay sevdiğimizi ezberlemiş, onun için dönüp bir daha aman çok demli olmasın dememize gerek de yok.

 

Koyduk Gırgır'ı önümüze. Gırgır okumanın bir adabı, bir raconu var. En sevdiğin bölümden başlamak ayıp. Oğuz Abi nasıl istiyorsa öyle okuyacaksın. Yüz tane Gırgır okuyucusu alsan önüne doksan sekizi bu adabı bilir.

 

İlk önce kapağa bakacaksın. Patlıcan satıcıları küfenin üstüne en iyilerini alta da mostralıkları koyarlar ya bu Gırgır'da tam tersi. Genelde en boktan karikatür kapağa koydukları karikatür. İçeri girdikçe, yani ilerledikçe esprinin dozu artar. Yani güldürme yavaştan başlar, hızla yükselir ve en sonunda Avni'ye vardığında hal bırakmaz adamda.

 

Kapaktan bir adım sonrası ikinci sayfanın ortasına yakın bölümlerdeki ''lüzumsuz tarama yapmayın ulan!'' ana fikrine sahip, amatörleri fırçalama bölümü. İlla önce onlar okunacak. Sonraki ilk adım geçen haftadan nasıl bıraktığımızı önce birbirimize hatırlattığımız, Utanmaz Adam Şeref ile Kamil Korna'nın maceralarının ara vermeden okunması.

 

Eh başladık biz de aldığımız terbiye icabınca Gırgır'ı okumaya. Vapur da kalkmıştı. Çaylar sıcak, simitler sıcak, Gırgır sıcak, hava sıcak ama vapurun Lüks Mevkii'nin kapalı bölümündeyiz çünkü rüzgârdan Gırgır'ı adam gibi okuyamayız. Üstelik dışarıda aydınlatma da iyi değil.

 

Haydarpaşa açıklarına gelmiş ve de Gırgır'ı yarılamıştık herhalde. Bu Ayhan hep benden geç okuduğu için yazısı bol orta sayfalarda etrafı inceleme şansım da doğmaya başlamıştı. Arkamda hırpani herifin teki uzun oturma koltuklarına yatmış hafiften horluyor, önümde yaşlı bir adam boyuna çorabından elini sokup ayağını kaşıyor, önümde bir masada bir genç adamla bir genç kız hararetle Gırgır okuyor, arkamdaki masada bir yalnız adam hararet ile Gırgır okuyor ve de önümdeki masadan bir ileriki masada gene bir genç adam ile bir genç kız masalarına Gırgır'ı yatırmışlar ama dengesiz davranışlar içerisinde görünüyorlardı.

 

Biraz daha yakın incelemeye aldım bu şapşalları. Gırgır okunması sırasında saygısızlığa tahammülüm yoktur. Ya Oğuz Abi görse bu durumu kim bilir neler der adamcağız. Zaten huysuz adam, iyicene çileden çıkar herhalde. Biraz daha bakınca garipliği çözdüm. Kız Gırgır'ı okuyor ve normal insan davranışları içerisinde sırıtmalar, gülümsemeler ve kahkahalar ile tepki verirken karşısındaki adam suratsızca bakınıp sadece eli ile bir yerlerini karıştırıyordu.

 

İşte buna hiç gelemezdim. Ulan seks dergisi değil ya bu. Üstelik o zamanlar bugünkü adının bayağısı mizah dergileri gibi espriler tamamen cinsellik ve organ şovu üzerine de kurulmuş değil. Yani karıştırması için hiç bir neden yok.

 

Tam kalkıp temiz bir dayak atma isteği içimde şekillenmeye başlamışken müthiş bir patlama ile ödümüz bokumuza karıştı.

 

Herifin ayağının dibinde bir delik açılmıştı ve de şeyinin orasından dumanlar çıkıyordu. Herkes şaşkın şaşkın çocuğa bakmaya başlamıştı. Ben kıskançlığı bir kenara bırakıp herifin yüksek kapasitesine ve de becerisine hayran olmak arzusu ile yanıp tutuşmaya başlamıştım ki herifin yanındaki kız bir hışım ayağa kalkıp bağırmaya başladı.

 

“Ulan ne beyinsiz herifsin sen be! Ya çükünü karıştırsın ya tabancanı. Utanıyorum seninle dolaşmaktan. Devrimci namusumu iki paralık ettin. Defol burdan. Siktir ol git başımdan.”

 

Çocukcağız önce kızardı, sonra bozardı. yavaşça ayağa kalkıp belindeki tabancasının şarjörünü çıkartıp namuluda mermi olup olmadığını kontrol etti. Şarjör ile tabancayı ayrı ayrı ceplerine koyduktan sonra Lüks Mevkii halkına dönüp tek tek herkesi başı ile selamladı ve mırıldanarak dışarı çıktı.

 

“Devrimci namusum adına hepinizden özür dilerim yoldaşlar.”

 

Bir şey demeli miydim bilemiyorum ama şaşkınlıktan beni uyandıran arka koltukta uyuyan hırpaninin sözleri oldu.

 

“Abi Kadıköye vardık mı?”