Caravan Stage Company' nin tarihçesi:
Paul Curby ve Adriana Kelder tarafından 1970 yılında yaratılan “Caravan” (Kervan), Vancouver adasında yolculuk yapan tek arabalı bir kukla gösterisi olarak başladı. Daha sonra büyüyerek, 25 kişilik bir oyuncu, müzisyen, sanatçı ve teknisyen kumpanyasının, herbiri bir çift Clydesdale atı tarafından çekilen 6 büyük at arabasıyla turneler yaptığı, önemli bir tiyatro organizasyonu haline geldi. Kervan’ın amacı gösteri sanatlarını deneyimleme olanağına pek sık sahip olmayan insanların yaşamlarına, özgün tiyatro prodüksiyonlarını doğrudan getirmekti. Kervan’ın gösterilerinin temelinde, işbirliği ve katılım gibi değerler ön planda olup, amacı, tiyatro aracılığıyla insanlara kendi değerleri ve güçlerini hissettirmekti. Kervan, bir umut ve kutlama tiyatrosu yaratmak peşindeydi. Kuzey Amerika’da British Columbia’nın hayalet kasabalarından, San Francisco’nun kent parklarına, Oregon’un kıyı kasabalarından, doğu Washington’un çöl yerleşimlerine, Toronto ve Detroit caddelerinden güney Florida’nın alışveriş merkezlerinden, Alberta’nın hastanelerinden kuzey New York’un okul bahçelerine uzanan 30 bin kilometreden fazla yol kat ettiği bilinen bu kervanın son durağı, Toronto’daki Dünya Tiyatro Festivali oldu. Orada sergiledikleri 7 saatlik “The Coming” (Geliş) adlı oyunun konusu ise Dünya çevresinin içinde bulunduğu durumdu. 1993 yılında sona eren 23 yıllık turneleri, dört yıllık yoğun bir çalışmayla kendi yaptıkları 30 metre boyundaki bir tekneyle son 10 yıldır nehir ve deniz kıyılarında seyrettikleri yeni bir yolculukla sürüyor."Kaçacak bir sirk bulamadık, biz de bir sirk açmaya karar verdik." Deniz Güman: Merhaba, 94.9 Açık Radyo “İlkel” programı, bu hafta canlı konuklarıyla gayet canlı bir şekilde karşınızda. Bugün, gerçekten inanılmaz bir yolculuk yapıp Türkiye’ye gelen “Amara Zee” teknesinden Paul Curby konuğum olacak. Aynı zamanda bize çeviri için Mahir Başdoğan yardımcı olacak, sadece çeviri konusunda
değil, onun da kendi konusuyla ilgili olarak bize katkıda bulunacağına inanıyorum.
Programımız, bundan bir süre önce, 8 ayrı ülkeden 21 kişinin kendi tekneleriyle Avusturya’dan yola çıkıp buraya geldikleri, hem dans ettikleri, hem seyahat ettikleri, hem yaşadıkları, “Caravan Stage Company”ye ait Amara Zee ile ilgili. Burada da Amara Zee’ kaptanı Paul Curby var. Hoşgeldin.
Paul Curby: Teşekkür ederim.
DG: Öncelikle biz Amara Zee”nin hikâyesini sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz.
PC: Amara Zee, aslında “Deniz Tanrıçası”nın kalbi anlamına geliyor. “Hangi deniz tanrıçası?” diye merak edebilirsiniz, bu bizim kendi deniz tanrıçamız. Amara Zee, bizim tarafımızdan yapılıp, 1996’de denize indirild, 1997’de ise tiyatro ile yola çıktı. Amara Zee’nin yapılma amacı, tiyatro grubumuzu, bütün Kuzey Amerika, sonra da eğer başarabilirsek, Avrupa ile Asya ve Kuzey Afrika’nın bazı bölümlerine götürmesiydi. Böylece 10 yıllık bir yolculuğun ardından birkaç gün önce İstanbul’a ulaştık ve işte buradayız. Bu bizim için oldukça önemli bir dönüm noktası. Burada olmaktan gerçekten heyecanlıyız.
DG: Ben bir yanlışlık yaptım. Avusturya’dan yola çıktılar, dedim. Tabii ki bu 10 yıllık geçmişi biraz küçümsemiş oldum ben, burada düzeltiyorum.
PC: Biz aslında 2005’te New Orleans’dan geldik ve bir biçimde okyanusu bir gemiyle geçtik. Hamburg’da büyük bir gemicilik şirketinden sponsorluk aldık. Onlar, 30 metre boyundaki Amara Zee’yi okyanus geçen 250 metrelik bir geminin üzerine kaldırıp koydular. 2005 yılı Temmuz ayında bizi Rotterdam’a getirdiler. Sonra, 2005 yazında bütün Hollanda ve Belçika’da turne yaptık. Kışı Rotterdam’da geçirdik. 2006’da bu kez Hollanda’da bir başka turne yaptık. Rotterdam’dan Ekim ayında ayrıldık ve Rhein nehrinde yolculuk yaparak Mein nehri ve Tuna nehrinden Viyana’ya geldik. Geçen kışı Viyana’da geçirdik.
Viyana’da yeni bir gösteri hazırladık ve Haziran başında sahnelemeye başladık. Sonra da Tuna nehrinde güneye doğru yola çıkarak Viyana’dan ayrıldık. Macaristan, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan’da gösteriler yaptık ve Ağustos sonunda Karadeniz’e çıktık. Birkaç hafta Karadeniz’de seyrettikten sonra, sonunda burada İstanbul’dayız.
DG: 21 insan bu tekneyle dolaşıyor, okyanusu aşmışlar, gelmişler. Peki, tam olarak ne yapıyorsunuz?
PC: Yaptığımız şey, gemide yolculuk ve gösteri yapmak. Amara Zee, seyyar bir tiyatro mekânı olarak yapıldı.... Genelde politik ve çevresel bir temaya sahip, özgün, çağdaş tiyatro yapıyoruz. Kendi tiyatro tarzımızı yarattık.
Yaptığımız tiyatro, tipleme, metin, şiir ve havada yapılan danslar, özel ışıklar, ateş gibi özel efektler içeriyor. Ana bileşenlerden biri de müzik. Her gösteri için özgün olarak yaratılıyor. Bu yıl 4 müzisyenimiz var: biri Kanada’nın Montreal kentinden, diğeri ise Vancouver’dan, burada, İstanbul’da 3 yıl ney çalışmış, bestecimiz ve piyanistimiz Paris’ten, o da İstanbul’da çalışmış ve çalmış, bir de İngiltere’den gelen basçımız var. Oyunda müzik grubunun adı “Fiction Landers”, oyunumuzun adı ise “Utopian Floes”.
Oyun, aslında tümüyle küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle ilgili. Hikâye şöyle: gösterideki karakterler, enkaza çevrilmiş Dünya Gezegeni’nin hayatta kalan son insanları. Bunlar, tam ölürlerken, ölüm anlarında, Triton (Neptün’ün uydusu) isimli deniz tanrıçası tarafından gizemli bir biçimde ele geçirilip tutsak edilmişler. Tanrıça onları Ay gemisine koymuş, uzayda yolculuk yaparken, “bu kez doğrusunu yapabilir miyiz?”, diye bakmak üzere, yeni ve zararsız bir varlık yaratıp, bunları yeni bir gezegene yerleştirmeye çalışıyor.
DG: Çok güzel. Gösteriler herkese açık, ücretsiz, ama ticari bir amacı olmadığı için bu grubun, her türlü bağışı da tabii kabul ediyorlar.
PC: Kesinlikle öyle. Hiçbir biçimde büyük sponsorlara sahip bir tiyatro grubu değiliz. Herhangi bir şirket ya da hükümetin desteğiyle çalışmıyoruz. Çok bağımsız kalmaya çalışıyoruz ve bunu seviyoruz ama ne yazık ki bu da her zaman fazla para getirmiyor. Masamıza daha fazla yemek ve kahve koyabileceğimiz anlamına geleceği için, her türlü katkıyı memnuniyetle kabul ediyoruz.
Gündelik rutin, yolculuk ve gösteri zamanlarına bölünüyor. Böylece haftada 2-3 belki de 4 günü yolda geçiriyoruz. Aslında kumpanyamızı ekiplere ayırıyoruz, ki denizcilik dilinde buna vardiya deniyor. 3 vardiyamız var. Seyir halindeyken, vardiyaların her biri 4 saat, 8 saat çalışılmıyor. Bu vardiyadayken her kişi bir saat navigasyon yapar, dümen tutar, pruva nöbetindedir.
Limana vardığımızda gösteri moduna geçeriz ve bir buçuk günü gemiyi gösteriye hazır etmek, yani seyir yapan bir gemiden, bir tiyatro gemisine dönüştürmek için kullanırız.
Bu da kendi ışıklarımızı taşıdığımız, setlerimizi inşa ettiğimiz, kendi donanımımız, ses düzenimiz olduğu anlamına gelir. Bütün bunlar geminin güvertesinin altından, baştaki ambardan çıkartılıp geminin her tarafına asılmalıdır. Setleri güverte üzerinde ve kıyıda inşa ederiz. Gece bütün ışıkları odaklarız. Sonraki gün ise ilk gösterimizi yaparız. Büyüklüğüne bağlı olarak her yerleşimde 2-3-4 gösteri yaparız.
Yıllar içinde geliştirdiğimiz bir şey, kumpanya içinde eşitlik düzeyini oluşturmak. Mali temelde kimse diğerinden daha fazla para kazanmaz, gösteriden ne gelirimiz olursa önce, yiyecek, yakıt gibi giderleri düşeriz. Sonra da geriye ne kaldıysa, bütün kumpanya arasında eşit olarak böleriz.
Her hafta kumpanya toplantısı dediğimiz bir toplantımız var; herkes sıkıntılarını, ortaya koyar, önerilerini yapar, olan biten ve neler planladığımıza ilişkin bilgi alır. Bu da herkesi ve herkesin kaygılarını uyumlandırmak içindir. Gerçekten de bu oldukça iyi işliyor
DG: Anladığım kadarıyla teknede hiyerarşik bir sistem bulunmuyor.
PC: Doğru, yok. Otoriter bir anarşi var (gülüyor), otoriter bir hiyerarşik yapı yok.
DG: Tabii ki her teknenin bir kaptanı vardır. Kaptanın sözü emirdir, ama yaşamsal anlamda, daha ütopyalarımıza yakın bir yaşam modeli görüyorum, gözlemlediğim kadarıyla.
PC: İdealistik bir durumda pek değilse de pratik anlamda böyle olduğunu söyleyebilirim. Bu oldukça maceracı, sanatkârane, doyurucu ve çok güzel bir yaşam, ama benim işlevim bir kaptan ve bir sanat yönetmeni olmak. Gösterileri de ben yazıyorum. Partnerim ve ben birçok yıldır, 1970’den beri bunu yapıyoruz. Gemide, topluluğa ait ilkelere dayanan katılımcı bir hava yaratmaya çalışıyoruz
DG: 1970’lerden beri ama geçen o süreç nasıl gemiye döndü?
PC: Hikâye aslında çok yıllar önce, partnerim Adriana ve benim Kanada’da bir araya gelmemiz, birbirimize çılgınca aşık olmamız ve bir sirkle kaçmaya karar vermemizle başladı. Kaçacak bir sirk bulamadık (gülüyor), biz de bir sirk açmaya karar verdik.
Böylece, Kuzey Amerika’da, kendi yapacağımız, rengârenk boyanmış dev çingene arabalarıyla yolculuk yapmaya karar verdik. Birkaç “Clydesdale” yük atı satın alarak Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yolculuğa başladık. Kendi çadırımızı da kendimiz ürettik; gösterilerimizi 1993’e kadar bu çadırda yaptık.
O zamanlar, kendi tasarladığımız gergili bir çadırımız vardı. Kuzey Amerika’da “Big Top” diye bilinen çadırlara benzer, ama kendimize uyarladığımız bir çadır ürettik. 7-8 yüz kişinin oturabileceği bir çadır. Çadırı kurduktan sonra, arabaları da içine alabiliyorduk ve onlar çadırın iç çeperindeki sahneler olarak kullanılıyordu. Böylece gösteri, onu izleyenleri çevreliyordu.
DG: Muhabbetin başından beri gözlemlediğim bir şey var. Paul “gemiyi de biz yaptık”, dedi... Bu kadar çok alana hakim olmak zor olmuyor mu? Her şeyi mi siz yaptınız?
PC: Bu bizim bu zanaatların ustası olduğumuz anlamına gelmiyor. Geliştirdiğimiz ve öğrendiğimiz bütün bu beceriler, düşünebileceğimiz, hayal edebileceğimiz en heyecan verici ve teatral çevreyi yaratmamız için bizi desteklemek ve bize yardımcı olmak üzere tümüyle bizim tarafımızdan tasarlandı. Yani, biz çılgın düş gücünü hayata geçirenleriz.
“Caravan”ın ve gösterilerinin ilginç yanlarından biri, onu izlediğinizde, oyuncuların, her gün o tiyatroda yaşadığını, onu soluduğunu, onu yediğini fark etmenize yol açan cinsten bir tiyatro olmasıdır.
DG: Benim programımın amacı, burada her zaman için, her konuğumla, farklı farklı konularla dinleyicilere vermek istediğim mesaj, rüyaların gerçekleşebileceği mesajı. Aslında kafamızda olanı gerçeğe ulaştırmak için sadece üzerinde düşünmenin yeterli olacağı mesajını vermeye çalışıyorum. Bu yüzden, sen çok iyi bir örneksin bu konuda.
PC: Teşekkür ederim. Düşleri olan insanlardan söz ediyoruz genelde, bazen bu bir karabasan da olabiliyor, ama evet genelde düşleri olan insanlar...
DG: Hepimizin bildiği gibi zaten, her zaman her şey güzel olacak diye bir şey yok. Her zaman bazı problemler vardır ve önemli olan bunları atlatmak ve bunun keyfine varmak. Sizin yaşadığınız sorunlar genellikle neler, bu kadar insanın dar bir alanda bir arada yaşaması?
PC: Bazı en kötü deneyimler en iyileridir (gülüyor). Mesala burada, İstanbul’da çok travmatik 3 gün geçirdik. Zeyport çok açık bir liman ve çok yakınımızda çok fazla gemi ve tekne trafiği var. Amara Zee, salması olmayan, altı düz bir nehir gemisi olduğu için çok sallanıyor. Son 3 gündür dalgalar gemimizi Zeyport’un rıhtımına çarpıp duruyor ve bu artık gerçekten zararlı olmaya başladı. Bu da gemide bir endişe durumu yarattı, herkes gemiyi çok seviyor ve bu çok zor. Onun böyle zarar gördüğünü görmek insanın canını yakıyor.
DG: Ne yazık ki İstanbul’da böyle bir tekne bağlama sorunu var.
PC: Evet. Zeyport’un müdürü, bu durumla başa çıkabilmemiz konusunda, bize karşı fazlasıyla cömert ve iyi. İstanbul büyük ve güzel bir kent, ama birçok yere baktık - ne yazık ki dolu olan iki marina dışında gösterimizi yapabileceğimiz uygun bir yer bulamadık. Bunun sonucu olarak, normal gösterimizi yapamıyoruz, çünkü gösteri bazı tehlikeli ögeler, yüksekteki donanımla ilgili bazı düzenlemeler içeriyor. Yine de bu akşam ana güvertede gösterinin tümünü değil, bazı bölümlerini sunacağız.
Fakat daha sonra yine buraya dönebiliriz, aslında tekrar gelmek benim çok istediğim bir şey, ama bunu yapabileceğimiz güzel bir yer bulmak koşuluyla.
DG: Bunu ben de çok isterim. Bundan sonraki planlarınız nedir, yani İstanbul’dan sonra şimdi?
PC: Aslında bu bizim için tiyatro sezonunun sonu ve Ege Denizi’ne Yunanistan’a yelken açacağız. Kışı, Ege’nin kuzeyindeki Thasos (Taşöz) adasında geçireceğiz. Utopian Floes’un yeni bir versiyonunu bu kış adada oluşturacağız. Gelecek sezonda ise Yunanistan’da ve belki İstanbul’da turne yapacağız.
DG: Daha güneye inmek, Akdeniz ülkelerine gitmek gibi planlarınız olup olmadığını merak ediyorum.
PC: Evet var. Sonunda, Adriyatik ve Akdeniz’e gitmeyi de planlıyoruz. Bu nedenle, Adriyatik’in tüm kıyılarındaki ülkelere, Kuzey Yunanistan’a, Bosna’ya, Hırvatistan’a gitmeyi düşünüyoruz. Sonra da İtalya, Fransa ve İspanya’ya. Aynı zamanda Cebelitarık boğazını geçip Fas ve Tunus’ta turne yapma olasılığına da bakıyoruz...
DG: Kolay gelsin! Bir de merak ettim, ekip sürekli değişiyor mu yoksa hep sabit bir ekiple mi devam ediyorlar?
PC: Aslında yarı yarıya diyebilirim. Gösteriye ve önceki gösteriden ne kadar farklı olduğuna bağlı. Bazıları 5-6 yıldır bizimle beraber, bazıları ise yalnızca bu sezonda. Ama genellikle insanlar 2-3 yıl kalır ve sonra sabit yaşamlarına geri dönerler.
DG: Bu da senin normal yaşamın, zaten dönecek bir yer de yok anladığım kadarıyla.
PC: Evet doğru, budur, hepsi bundan ibaret (gülüyor). Geri döneceğimiz bir evimiz, bir yaşamımız yok. Hepsi bu.
DG: Ben gerçekten, “madem kaçabileceğimiz bir sirk yok, kendi sirkimizle kaçalım”, fikrinden çok etkilendim. Umarım sonra yine hayalleriniz yaşamaya devam eder. Bir hayalin gerçekleşmiş olması başka hayallerin de önünü açıyor.
Kimilerine göre inanılmaz, kimilerine göre inanılır - ama tahmin ediyorum birçoğumuza göre inanılmaz olan - yaşamlarını, teknelerini görmesini çok isterim.
Herkese çok teşekkür etmek istiyorum; başta Mahir’e çeviri için. “İlkel” programı, bu haftalık bu kadar.
PC: Ben de teşekkür ederim. Keyifliydi.
(28 Eylül 2007 tarihinde Açık Radyo’da “İlkel” programında yayınlanmıştır.)