Bülent Akgezer
Çağımızın kitleleri sürükleyen seyirliği futbol, uzun zamandan beri basit yalnız eğlence aracı olmaktan çıkmış, toplumsal bir eylem halini almıştır.
Kitlelerin oyalanması için kurgulanan bu çeşit oyuncakların egemen güçler tarafından icat edilerek kitle afyonu olarak kullanılması en basit ve açık gerçektir. Öte yandan kitleler bu oyuncağa öyle bir sarılmaktadırlar ki artık egemen sınıfların pompalamasına gerek kalmadan sistem kendi kendine yürüyebilmektedir. Sistemin sür git işleyebilmesi için hatırı sayılır bir medya ordusu vargücü ile gündem oluşturmakta ve büyük bir rantı da paylaşmaktadır.
Şu soruların cevaplarının artık irdelenmesi zamanı gelmedi mi?
1- Nasıl kulüp taraftarı olunuyor?2- “Taraftar” hangi duyguları taşıyan bir bireydir?3- Taraftarı olunan kulüp değiştirilir mi?4- Profesyonel futbolu bir spor eylemi sayabilir miyiz?5- Eylemi yapan kişilerle seyreden kişiler neyi algılıyorlar?6- Profesyonel futbolun “milliyeti” var mıdır?
(Forum'un Spor kategorisindeki tartışmaya katılmak ya da yorumları okumak için tıklatınız)
1 - Nasıl kulüp taraftarı olunur?
Herhangi bir kulüp taraftarı olabilmek için tahmin edilen en akla yakın olasılık taraftarı olunan kulüp ile geçmişten gelen ve artık duygusal bağ oluşturmuş ilişkilerdir. Örnek olarak Galatasaray Lisesinde öğrenim görmüş bir kişi Galatasaray takımı taraftarı olmaktadır. Bu anlaşılabilir bir durumdur. (Fenerbahçe lisesi de var ama o lise daha az geleneksel olduğu gibi Fenerbahçe kulübü ile organik bağı yok, Darüşşafaka gibi okulların da futbol kulübü yok. Bu okul ile ilgisi olanlar basketbol takımını tutuyor
olabilirler ama iş futbola gelince başka takımı tutabiliyorlar. Dolayısıyla bu örnek kanımca yalnız Galatasaray ile sınırlı.) Daha az anlaşılabilir durum ise oturulan, doğum yeri olan ya da eskiden oturulmuş semt veya şehir ile ilgili takımın taraftarı olunabiliyor. Yani Beşiktaş semtinde oturan veya eskiden oturmuş bir kimse Beşiktaş kulübünün taraftarı, Antalya doğumlu bir kimse de Antalya spor takımının taraftarı olabiliyor. (Bu ayırımda çoğunlukla İstanbul’daki büyük takımlardan birisinin de taraftarı olunabiliyor, yani bölünmüş kimlik sorunu.)
Bir takımın taraftarı olmanın belki de en sık rastlanan şekli, akrabadan veya mahalleden kıymet verilen bir büyüğün (bunlar genellikle erkek oluyor) tuttuğu takıma gönül vermektir.
Tabii şunu tespit etmek kolay. Taraftar olmanın bedeli yok. “Oldum” demekle olunuveriyor. Bu kolay elde ediliveren taraftarlık payesinin sonuçları ise çok önemli. Sanki bir dine mensupmuşçasına insanları alıp götürüyor. Bunun en açıklanabilir yanı, bir gruba ait olma duygusunun gelişmesidir sanırım. Bu gurubun başarılarıyla sevinme, kayıplarıyla üzülme, bireyi gittikçe güçlenen “toplum içinde giderek yalnızlaşan birey” duygusuna direnç sağlama olmaktadır.
Tabii iş bu kadar yalın ve basit değil. Söz konusu edilen “bir topluma ait olma duygusunun altında hangi tatminleri arama var?
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
2 - “Taraftar” hangi duyguları taşıyan bireydir?
Bir "taraftar” için tanımlanabilecek en belirgin ve baskın nitelik bir gruba ait olma duygusu olduğu kolaylıkla belirlenebiliyor. Buna bağlı olarak toplum içinde –bu toplum genellikle erkekler toplumudur.- iletişim kurmanın etkin ve belirleyici unsuru, mensup olunmasından gurur duyulan grubu belirtmek, kendini aynı gruptan/ takımdan sayan diğer insanlarla bağlılık, diğer gruplara mensup insanlarla çekişme içine girerek iletişimin
başlatılması ve sürdürülmesi mümkün olmaktadır. Burada önemli nokta; iletişimin çekişme alanında kurulması, yani karşı görüşte olanların ezilerek, bir anlamda yok edilerek kendi üstünlüğünü kanıtlama çabasıdır.
Bir “taraftar” için bu bağlantı tek taraflıdır ve bazı profesyonel sayılabilecek küçük gruplar dışında çıkar sağlamamaktadır.
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
3 - Taraftarı olunan kulüp değiştirilir mi?
“Taraftar” için tarif edilebilecek diğer önemli nitelik “değişmezlik”dir (Veya değiştirememezlik demek daha doğru olabilir). Bu değiş-tireme-mezlik hangi yolla olursa olsun bir kulübün taraftarlığını kabul eden kişinin artık bu niteliği hiçbir zaman ve koşul altında değiştirmeyi düşünmediğini ifade etmektedir. Her ne kadar ortalama insan yapısı değişikliklere uyum sağlayabilme konusunda başarılı olsa da bu konuda çok katı bir tutuculuk izlenmektedir. Yani bir “taraftar" eşini, işini, evini, yaşadığı mahalleyi, şehri, memleketini, (hatta) milliyetini ve (hatta hatta) dinini değiştirebilmekte, fakat tuttuğu takımı asla değiştirmemektedir. Bu onun için kabul edilemezdir.
Bir profesyonel futbol kulübü taraftarı tuttuğu takıma bağlılığını kişisel şeref konusu yapmaktadır. Taraftarı olunan kulüp başarısızlık büyük düş kırıklığı ve hatta kızgınlık yaratmasına karşın yine de bu duruma tahammül gösteriliyor ve takım değiştirilmiyor. Halbuki insanların olağan tavrı, sıkıntı veren durumdan uzaklaşmak olmasına karşın böyle olmuyor, adeta bir mazoşizmi çağrıştırır biçimde zevk alınıyor.
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
4 - Profesyonel futbolu bir spor eylemi sayabilir miyiz?
Spor, kişinin bedensel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi için yapılan bir dizi alıştırma hareketi ve bu hareketlerin sonucunda kazanılan yeteneklerle kendini aşma yönündeki eylemlerdir. Yani bir kere spor özünde kişisel bir eylemdir. Tek tek bu yönlerini geliştirmiş sporcuların birlikte uyumlu ve bilinçli hareketlerle, bireysel kapasitelerini aşmaları bu kişisel eylem olma niteliğini değiştirmez. Sporun temeli kişisel olarak yetenek geliştirme eylemleridir. Ve tabii ki spor yapan bireyleri seyrederek spora katkıda bulunmak hiç olamaz.
Spor adına yapılan kişisel yetenek gelişiminin amacı ne olmalıdır? İnsan yaşamda var olduğundan bu yana temel bir savaşım içinde olmuş, yaşamda diğer varlıklara üstünlüğünü de bu savaşımdan üstünlük sağlamasına borçlu olmuştur. Doğa güçlerine karşı yapılan bu savaşım bazen direnç gösterme, bazen de uyum sağlayarak doğa güçlerini kendi istekleri doğrultusunda kullanabilme yeteneğini göstermeleriyle başarılı olabilmektedir.
Doğa güçleriyle savaşımını sürdüren insanoğlu ne yazık ki başka bir güçle de sürekli mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Bu da kendisi, yani başka insanlardır. İnsanın insanla yaptığı mücadele spor değil, savaş alıştırmasıdır.
Bir profesyonel futbol takımı bir savaş birliğidir. Üniformaları, kurmayları, kendilerine ait toprakları, kendilerine ait insanları ve iktidar sahibi yöneticileriyle bir devletin askeri birliğinden ne farkları vardır? Amacı da, kendisiyle aynı konuma ait öbür devletin kuvvetlerini (takımını) yenmek, yani yok etmektir.
O halde spor nedir? Spor insanın kendi yaşam gücünün arttırılması için fizik ve düşünce yapısındaki geliştirme alıştırmalarıdır olmalıdır ve bir başka canlıya hele hele insana zarar vererek yapılması düşünülmemelidir. (Bu bağlamda avcılığı da spor olarak düşünmek doğru değildir. Avcılık, ancak insanın çok doğal ve insanca olan beslenme gereksiniminin karşılanması halinde kabul edilebilir.)
Spor doğa karşı yapılmalı, doğanın acımasız, çok güçlü ve kendi kuralları içindeki işleyişine karşı, insanın kendi amaçlarını – ki temel amaç hayatta kalmaktır.- gerçekleştirecek şekilde kişisel yeteneklerin gelişmesini sağlamaktır. İnsanın başka insanları yenmek, onlara üstünlüklerini kanıtlamak amacıyla yaptığı mücadele spor olamaz, olsa olsa belirli kurallar içinde yapılan savaş alıştırması olur. Rakibini yenmeye çalışan bir oyuncu simgesel olarak onu ezme, yok etme amacını taşır. Kişisel yeteneklerini bu yönde geliştirmiştir. Bir boksörü, bir güreşçiyi bir savaşçıdan başka neye benzetebiliriz? Karşısındakini yenmek, yok etmek amaçlarını taşıyan bu yönde kendini geliştiren simgesel bir savaşçıdan dostluk, arkadaşlık, beraberlik adına ne bekleyebiliriz? Bu dostluk olsa olsa kendi ile beraber olanlar için mümkün olabilir, karşı takımdakilere (ya da karşı birliklere mensup kişilere) dostluk ve sevecenlik duygularının beslenebileceğine inanmak olsa olsa saflıkla mümkün olabilir.
Spor, doğa güçlerini yenmeye, bu güçleri kendi amaçlarına göre kullanmasını öğrenmeye denir. Başka insanları yenmeye, onları çaresiz bırakmaya değil.
Profesyonel futbol oyununa gelince, gerçekten kendini iyi yetiştirmiş, yetenekli oyuncuların marifetlerini göstermeleri izlenmesi hoş bir görüntü yaratmaktadır ama buna bir spor olayı olamaz, olsa olsa seyirlik bir olaydır.
Sirkler de yetenekli ve marifetli insan ve hayvanların marifetlerini gösterdikleri seyirliklerdir. Bu gösterileri seyretmek de çok hoştur ama sirk gösterileri spor değildir. Futbol karşılaşması da aynıdır hele marifetlerini gösteren ve üstelik bunu profesyonel bir iş olarak yapan kişilere anlaması güç bir şekilde taraftarlık yapmanın, sirkte gösteri yapan zürafalara veya fillere taraftar olmaktan ne farkı var?
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
5 - Eylemi yapan kişilerle seyreden kişiler neyi algılıyorlar?
Spor yaptığı varsayılan ama aslında profesyonel bir iş yapan ve karşılığında para –hem de çok para-kazanan kişilerle, bunların marifetli hareketlerini seyreden kişiler kuşkusuz aynı şeyi algılamıyorlar. Birbirleri ile mücadele eden kişiler tabii ki profesyonel bir çaba içinde olduğunun farkındadır. Sadece kendisi için değil, bu sektörde para kazanan büyük bir kitle (yetiştiriciler, organizatörler, yöneticiler, yazılı ve görsel medya üyelerinden plastik şapka ve bayrak yapıcılarından satıcılarına, bilet karaborsacısından köfte ekmek satıcısına kadar gerçekten çok büyük bir kitle.) için gerçek bir kazanç kapısı haline gelen profesyonel futbol sektörü, ideolojik boyutlarını çoktan aşmış, devasa bir üretim, iletişim ve çokça şiddet karışmış bir eğlence sektörü durumuna gelmiştir. Elbette ki böylesine bir üretim-hizmet sektöründen kazanç sağlayan kişiler ne yaptıklarının bilincindeler ve bunun sürmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar. (Yazılı ve görüntülü basının hemen hemen en kalabalık kadroları spor yani futbol servisleridir.) Bu durumda eylemin kendisi tartışılsa bile (zaten bunu tartışıyoruz) bu insanlar gayretlerinin karşılığını almaktadırlar.
Peki ya diğer kesim yani taraftarların kazançları ne olmaktadır? (Kulüplerin profesyonelleşmiş amigoları hariç ki onları ilk guruptan yani bu işten maddi kazanç sağlayan kesimden sayabiliriz.) Maddi bir kazançları yok. Aksine yukarıda söz konusu ettiğim büyük kitlenin kazancı bunlardan kaynaklanıyor. (Hepsi değil çünkü devlet organizasyonunun doğrudan ve dolaylı olarak bu sektöre aktardığı kaynaklar var ve benim gibi bunu onaylamayan küçük bir kitlenin de ödediği vergilerin bir kısmı buraya akıyor ve ne yapalım ki hiç sesimiz çıkamıyor.)
Profesyonel futbol kulübü taraftarlarının tek tatminleri var. Yenmek, yok etmek, galip gelmek, ezmek, kendini kendi yandaşları ile birlikte güçlü hissetmek.
Tabii bu duyguları, insanların içinde çok eskilerden kalma, tıpkı diğer canlıları öldürüp etlerini yeme dürtüsü gibi çok eskilere ait vahşet çağı kalıntısı gibi algılamak da mümkün. (Bu işi hala yapıyoruz ama öldürme ve kolaycacık yemeğe hazır hale getirme işini bir sanayi üstlenmiş. Onlar da para kazanıyorlar. Biz de işin vahşet yanını hiç hatırlamayıp mis gibi biftekleri, pirzolaları iştahla yiyoruz.)
Başkalarını yenme, yok etme duygusundan sağlanan tatmin doğal olarak sık sık görülse de her zaman açık olarak ortalığa serilmiyor. Özellikle eğitim ve yaşama düzeyi görece yüksek kesimin üyeleri bu işi daha nazik ve ince yapabiliyorlar. Tıpkı bir orta çağ şövalyesinin adam öldürmeyi ince bir estetik içinde başarması gibi.
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
6 - Profesyonel futbolun “milliyeti” var mıdır?
Son olarak futbol karşılaşmalarını milliyetçilik duygularıyla karıştırıp, sergilenen davranışları irdeleyelim. Özellikle dış ülke takımlarına karşı alınan bir futbol yengisi karşısında gerek medyada, gerekse kaçınılmaz olarak çevremizde duyduklarımız sanki bir meydan savaşı utkusu kazanılmış duygusunu uyandırmaktadır. Kuşkusuz milliyetçilik duyguları güçlü bir toplumuz. Dış dünya hele Avrupa ülkelerine karşı gizliden bir eziklikduygusu, bu ülke takımlarına karşı kazanılan bir utku, ölçüsüz bir duygu boş alımına neden oluyor. Bu eziklik duygusu olmasa “Avrupa duy sesimizi !” sloganı nasıl açıklanabilir?
Ancak futbol oyunu profesyonelleştikçe takımlar belirli sayıda olsa da yabancı oyuncuları takımlarına dahil etmişlerdir. Doğal olarak da milli takımlar dışında futbol takımları da çok uluslu olmaktadır. Aslında Milli takımlar da küçük hilelerle çok uluslu hale geliyorlar. Yani Belaruslu bir oyuncu bir vatandaşlık değişimi ile Fransız forması altında Fransa’nın utkusu için ter dökebiliyor. Bu durumda bir milliyet mücadelesinden söz etmek mümkün olamaz.
(Bu konuda görüşünüzü yazmak için tıklatınız)
Profesyonel olarak, yani yetenekli kişilerin hayatlarını kazanmak için yaptıkları seyirlik işler spor sayılamaz, hele bunlardan bazılarının taraftarı olarak birtakım tatminlerin peşinde koşmanın akılcı açıklaması pek kolay olmaz. Enerjilerini bu yolda harcayan ve giderek bu tavırlarını yaşamlarının en anlamlı işlevi haline getirenlerin, bir an durup düşünmelerini dilemekten başka –böyle kimsenin okumayacağı düşünce temrinleri dışında- yapacak fazla bir iş olmadığını bile bile olanları izlemek zorunda olanlar için durum oldukça ümitsiz görünüyor.