22 Ekim 2006
Afrika, Hindistan ve Güneydoğu Asya'nın bazı bölgelerinde filler saldırganlaşıyor, köylerle ekinleri tahrip ediyor, insanları öldürüyor. Bu saldırılar o kadar genelleşti ki fil araştırmacıları, 1990'ların ortasında sorunu daha iyi izleyebilmek için 'insan fil sürtüşmesi' (H.E.C.) adıyla yeni bir istatistik kategorisi oluşturdu. Üç yıl önce psikolog Gay Bradshaw, fillerin sıradışı davranışlarının bir kırılma noktasına işaret edip etmediğini sordu ve hem fil araştırmacılarının hem de insanların travma bozukluklarında uzman davranış bilimcilerin yardımıyla geleneksel fil araştırmalarını ve nörolojiyi biraraya getirmeye çalıştı.
Sosyal hayvan Filler, kendi kendilerine bırakıldıkları takdirde son derece sosyal yaratıklar. Bir fil sürüsü, biraz gevşek olsa da karmaşık bir şekilde birbirine bağlı, esnek bir organizma. Genç filler, sevecen dişi bakıcılardan; annelerden, teyzelerden ve arkadaşlardan kurulu, geniş bir ağ içinde yetiştiriliyor. Bu ilişki, 70 yılı aşan uzun bir hayat boyunca korunuyor. Vahşi sürüler üzerine yapılan çalışmalar, genç fillerin ilk sekiz yıl boyunca annelerinin beş metre yakınından ayrılmadıklarını ortaya koyuyor. Sonra genç dişiler bu anaerkil yapıya dahil oluyor, erkekler de sürüye yetişkin birer fil olarak dönmek için tamamen erkeklerden kurulu kabilelerin yanına gidiyor. Bir fil öldüğünde aile üyeleri yas ve cenaze ritüellerinde biraraya gelip cesedi titizlikle çalı ve toprakla örtüyor, yıllar boyu ziyaret ettikleri kemiklerin bakımını yapıyor hatta tıpkı hayattayken selamlaşmak için yaptıkları gibi sırayla hortumlarını cesedin alt çenesine dokunduruyorlar. Eğer sürüden birine zarar gelirse diğer bütün filler bundan haberdar oluyor. Bu birlik hissi, fillerin ayrıntılı haberleşme yöntemleriyle daha da açığa çıkıyor. Birbirlerine yakın oldukları zamanlarda çeşitli görsel işaretlerin yanı sıra gurultudan çığlığa kadar geniş yelpazede sesler çıkarıyorlar. Bradshaw ve ekibinin vardığı sonuçlara göre, yaşam alanlarının kaybı, izinsiz avlanma, hükümetlerin fil nüfusunu kontrol etmek için gerçekleştirdiği sistematik itlaf ve sürülerin başka yerlere taşınmalarından dolayı fil topluluklarının bu yapısı yıllardır yıpranıyor. Yaşlı dişi reislerle bakıcıların ve erkek filleri yetiştiren yaşlı erkeklerin sayısında gözle görülür bir düşüş var. Toplumsal çöküntünün sonucunda yavru filler artık daha genç ve tecrübesiz anneler tarafından yetiştiriliyor. Anne ya da babasının avcılar tarafından öldürülmesine tanık olup küçük yaşta yetim kalan filler de geleneksel fil hayatını belirleyen destek sisteminin yokluğunda yetişiyor. Bradshaw, "Yaşlı fillerin kaybı ve ailelerinin katliamına tanık olmanın travması genç fillerin beyinlerindeki ve davranışlarındaki gelişimi olumsuz etkiliyor" diyor.
Fil nörolojisi Eğer elimizde fil araştırmacılarından toplanan kanıtlar olmasaydı Bradshaw ve ekibinin sonuçları insan merkezci olarak görülebilirdi. Ama Bradshaw, fil travması düğümünün nöroloji bilimiyle çözüldüğü görüşünde. Travmayla ilgili bilimsel çalışmaların çoğu insan araştırmaları üzerinden yapılsa bile fil nörolojisi de gelişim aşamasında. 15 yıl boyunca insan beyninin erken dönem gelişimi üzerine çalışan fizyolog ve nörolog Allan Schore, "İnsanların da, fillerin de ilk yıllarda beyinlerinin duygusal merkezlerindeki gelişim, temel bakıcısıyla, özellikle de annesiyle ilişkisinden etkileniyor" diyor. Bradshaw'a göre fil ve insan beyinleri arasındaki bu benzerlik nörolojinin alanını da aşıyor. "Birkaç özellikleri dışında fillerle insanların beyinleri ileri derecede birbirine benziyor. Bu yeni bir haber değil. Ama yeni olan, bunun bilimin ötesinde ne anlam ifade ettiğini sorduğunuz zaman başlar. Filler gibi başka türleri sinir krizine soktuğumuz gerçeğini nasıl ele alıyoruz? Bu, artık politik bir sıçrama". Fillerin de bizim gibi zarar görebildiklerini anladığımız sırada tıpkı bizim gibi iyileşebildiklerini de görüyoruz. Sirkte çalıştırıcılarını yaraladığı için Tennessee'deki bir bakım merkezinde tutulan Misty adlı filin hikâyesi, buna örnek. Misty, bu bakım merkezinde geliştirilen 'pasif kontrol' sistemiyle yani travma sonrası davranış bozuklukları yaşayan insanlara uygulanan terapinin benzeriyle tedavi edildi. Bu sistemde disiplin, kısasa kısas, su ve yemek vermemek gibi hayvan terbiyesinin geleneksel taktiklerinin hiçbiri yer almıyor. Fillerin bizsiz bir geleceği yok. Şimdi sormamız gereken soru, bizim onların olmadığı bir geleceği düşünüp düşünemeyeceğimiz. Endişemiz, en insani içgüdüyle, kendi imajımızın korunmasıyla ilgili. Ama fillerle tarihimizdeki bu özel dönemin en büyük çelişkisi, onları koruyarak eninde sonunda kendi türümüz dışına çıkacak olmamız. Fillerle aramızdaki ilişkinin diğer bir yanını adlandırmak çok zor. Hayvanlara ve dolayısıyla kendimize bakışımızda tam bir değişikliği gerektiriyor. Bradshaw'un 'tür aşırı psişik' olarak adlandırdığı, insan merkezci bakışın dışına çıkıp sonuçta fil olmayı gerektiriyor. Örneğin Kenya'da konumlanan, Vahşi Hayat Vakfı'ndaki insan bakıcılar, yetim fillere annelik yapıp onları vahşi hayata hazırlıyor. Vakıf, bugüne kadar 60'tan fazla fili tedavi edip vahşi sürülerin arasına soktu. Bunlardan bazıları, kendi yavrularını bakım merkezine getirip onları insan anneaneleriyle buluşturdu. Bradshaw, "Eskiden beri doğa, insanların iyileşmesi için kaynak oldu" diyor. "Şimdi de insanlar hem kendilerinin hem de hayvanların iyileşmesine aktif katkılarda bulunabilir. Bu vakıf ve bakım merkezi, her iki taraf için de kârlı, türler arası kültürün başlangıcı". Charles Siebert'in The New York Times Magazine'deki yazısından kısaltılarak çevrildi. EAU