Yirmi yıldır takip ettiğim bir festival için aleyhte konuşmak kolay değil. Fakat hem seyirciler hem de sektörle dirsek temasında olanlar tarafından söylenen ama kimsenin yüksek sesle dile getiremediği eleştirileri kamuya mal etmenin zamanı geldi sanırım. Çünkü festivali düzenleyenler eleştirileri sadece para konusunda duyup bilet fiyatlarının haklı olduğunu savunmakla yetiniyorlar. Oysa bir de festivalin düzeniyle ilgili konuşmak gerekiyor; Hem film seçimi ve düzeni hem de gösterim programının dengesizliği hakkında.
Daha önceki ‘Sinema Günleri’ döneminden bu yana sürdürülen ve gelenek halini almış kimi bölümler rafa mı kalktı? ‘Sinema Sinemaya Bakıyor’, ‘Edebiyat Uyarlamaları’ bölümleri nerede? Kimi festivallerde yazarlara özel düzenlenen toplu gösterimleri, Marquez ya da Aytmatov uyarlamalarını izleyebildiğimiz ‘Edebiyat Uyarlamaları’ gibi bölümleri seyretmemiz hayal mi oldu artık? Bu bölümler artık tümüyle mi kaldırıldılar, işlevlerini mi yitirdiler? Yoksa dünya sineması bu yıl andığım bölümleri oluşturacak sayıda ve nitelikte film mi üretmedi?
Diğer bir eleştiri ise şu; ‘Ustalara Saygı’ bölümünde tekrarlara düşülüyor. Bahram Bayzai’nin toplu gösterimi 1993’te yapılmıştı; hem de yine bu festivalde gösterilen üç filmle yapılmıştı. Aradan geçen on bir yılda çektiği iki yeni film eklenmeyecekse aynı filmlerle aynı toplu gösterimi yinelemek neden?
Eleştirilecek bir dengesizlik ise ‘Dünya Sinemasının Genç Yıldızları’ bölümünde filmleri gösterilen yönetmenlerden ikisi kırkiki, ikisi kırkbeş yaşında. Dünyanın hiçbir yerinde kırk yaşını geçen birini genç olarak nitelemezler. Bu yönetmenlerden ikisi ilk filmlerini çekmişler, hileli defi olarak, onları mazur görelim. Hatta kırkbeş yaşındaki Li Yang’ı, sinema eğitimini 1985 – 1987 yılları arasında almış bu yıllanmış belgesel yönetmenini de, ilk kurmaca filmini çektiği için genç sayalım. Peki, Lone Scherfig’in, 1990’dan bu yana kurmaca filmler çeken kırkbeş yaşındaki bu yönetmenin, ‘genç yıldız’ sayılmasının mazereti nedir?
Ters yönden bütünleyelim; ‘Dünya Festivallerinden’ bölümünde, otuzyedi yaşında yani az önce zikrettiğim yönetmenlerden daha genç olan ve ilk filmini çeken yönetmenler var. Ufak bir çelişki deyip geçecek miyiz, yoksa genç ruhu taşıyan yönetmenler gibi öznel gerekçelerle mi avunacağız?
Öznellik demişken; Russell’i sevdiğimi önceden beyan edeyim ama şifresiz kanallarda defalarca gösterilen filmleriyle oluşturulmuş bir toplu gösterim beni öznel olarak rahatsız etti. Seçilen filmler Russell’in bir yüzünü, müzikle ilgili çalışmalarını öne sürmekle yetiniyor. Hitchcock naziresi Crimes of Passions ya da ilgiye değer bilimkurgu filmi Altered States bu toplu gösterimde bulunmalıydı.
Bir de şu; Adına toplu gösterim yapılan yönetmenlerin filmlerinin pek azı sunuluyor. Gösterim programının sıkışıklığı gibi bir güçlük söz konusuysa eğer, neden daha sınırlı yönetmenle daha derin toplu gösterimler düzenlemek yolu denenmiyor? Örneklemek gerekirse, Ferreri’yi sadece dört filmiyle kuşatmak mümkün mü?
Ömer Kavur için de dört filmle yetinilmiş. Ne Göl ne de Kırık Bir Aşk Hikayesi gösterildi festivalde. Ne yazık ki Kavur’un bir de fazladan handikapı vardı; Filmleri sadece bir kez, üstelik hafta arası öğlen seanslarında, tam mesai saatlerinde gösterildi. Bu tek seans gösterim, tüm Türk filmlerine reva görülen bir muamele zaten. Şu soru geliyor akla; Biz Türk filmlerini zaten bildiğimiz için mi bu filmlerde tek seansla yetiniliyor? Eğer öyleyse, bu festivalin amacı yabancı sinemaları Türkiye’de tanıtmakla mı sınırlı? Türk sinemasını tanıtmak gibi bir işlevi yok mu Türkiye’de düzenlenen bu festivalin?
Tanıtım işlevi böylece sınırlandırıldıysa bile, hakkıyla yerine getirilmiyor demektir. Festivalin Anadolu yakasındaki ayağı olan Rexx Sineması’nda gösterimi yapılmayan filmleri değil de bölümleri sayalım; Lucas Belvaux’nun Üçlemesi, ‘Martin Scorsese Sunar: Blues’, ‘Unutulmaz Yönetmenler’ bilümünde John Cassavetes, Werner Herzog & Klaus Kinski toplu gösterimi, Ken Russell toplu gösterimi, iki film eksiğiyle ‘Çağımızın Aynası Sinema’ bölümü ve elbette ‘Belgeseller’ bölümü. Türk sinemasının Anadolu yakasına hiç uğramadığını söylemeye gerek var mı?
Gösterim düzeninin sıkışıklığı mazereti bana hiç inandırıcı gelmiyor artık. Bir zamanlar Kadıköy’de iki sinemanın birlikte festival ayağı olduklarını anımsıyorum. Haydi suçu sinema salonlarına atalım bir an için: Festivalde zarar ettikleri için organizasyona soğuk bakıyor ya da beklenen gösterim koşullarını sağlayamıyor olabilirler. Rexx’in birden fazla salonu olduğunu, tıpkı Atlas Sinemaları’nda olduğu gibi çift salonlu festival ayağı olabileceğini düşünmeden edemiyor insan.
Söylediklerimi Kadıköy’le sınırlandırdığımı sanmayın. Çünkü geçtiğimiz yıllarda Bakırköy’de, Şişli’de festivale dahil olan sinemaların zaman içinde nasıl uzaklaştıklarını anımsıyorum. Üstelik Pendik’te ya da Avcılar’da, hiç olmazsa örnek olsu diye bir özel gösterimin neden yapılmadığını da anlamıyorum. İstanbul büyük bir şehir, eğer bu festival İstanbul adıyla düzenleniyorsa tüm şehrin festivali olmalı, sadece bir ilçenin değil.
Bunları yanıt beklediğim için yazmadım. Çevremdeki pek çok kişinin yirmi yıl sonra festivali yadsıma aşamasına geldiklerini gördüğümde bunları yazmaya karar verdim. Umarım daha güzel ve eski dostlarını üzmeyen bir festivalde buluşuruz.