!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali Başladı

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Sona Ertekin: IF'in tarihinden biraz bahsetmek isterim, bu fikir nasıl oluştu, bu kadar kısa zamanda ilk günden bugüne neler yaşandı, nasıl geldiniz?

 

Pelin Turgut: Biraz kısa bir tarih gerçekten, bu yıl dördüncüsü yapılıyor. İlk başta AFM ile Kolektif Prodüksiyon adlı bir şirketimiz vardı, onunla beraber oluşturduğumuz bir proje olarak başladı. Biraz daha genç, belki biraz daha deneysel, sinemanın biraz daha geleceğini araştırmaya meraklı bir festivalin eksikliğini hissettik. İlk kez böyle başladı. Sanırım bazı şeyleri gerçekten sadece zaman çözebiliyor, kurumsallaşma da böyle bir şey, bu yıl daha oturmuş, çok daha rahat işleyen bir festival oldu.

 

SE: İnsanların "İF başlasa!" diye bekledikleri bir organizasyon durumuna geldi galiba.

 

PT: Bize yıl boyunca e-mailler geliyor "şu filmi de göstereceksiniz değil mi?" şeklinde yıl boyu bizimle ilişkisi olan çok seyircimiz var. Bu sene başka yeni bölümler var.

 

SE: Aslında şunu da merak ediyoruz, bu bölümleri nasıl ve neye göre kuruyorsunuz?

 

PT: Bölümler tamamen sinemada o yıl olup bitenlere bakıyor. Bu yıl belgesel filmler çoktu, belgesel haricinde de filmlerde politikleşme çok ciddi bir gelişme. Bunları da yansıttığımız bir bölüm oldu, onun haricinde daha ziyada Ortadoğu'dan gösterime girmeyen ve karşılaşmadığımız filmler olduğuna inandık, genç yeteneklerin, yeni yönetmenlerin olduğuna inandık. Bunların bir şekilde gösterilmediğini düşündük, onu biraz araştırmaya başladık. Aslında emin değildik böyle bir bölüm olur mu olmaz mı? O bölüm için herhalde 150 kadar film seyretmişizdir, kolay olmadı ama gerçekten de düşündüğümüz gibi ilginç işler çıkaran yeni isimler olduğunu keşfedince onları göstermeyi çok istedik. İki türlü de işleyebiliyor.

 

SE: Bu seneki programdaki bölümlere genel olarak bir göz atalım. Neler var bu sene?

 

PT: Bu sene "Amerika'dan Sevgilerle" adlı hem Bush'la ilgili, Amerika ile ilgili belgesellerin yer aldığı hem de kurmaca filmlerin, Wim Wenders'ın Amerika ile ilgili son filminin (Land Of Plenty/Bolluk Ülkesi), yer aldığı bir bölüm var. Genç Ortadoğulu yeteneklerin yer aldığı bir bölüm var, o bölüm aynı zamanda konuşmalarla, panellerle destekleniyor, Ortadoğu'dan ve Avrupa'dan bir takım yapımcılar var.

 

SE: Kimler var?

 

PT: Ortadoğu filmlerinin aşağı yukarı bütün yönetmenleri geliyor ama bunun haricinde Avrupalı yapımcılar ve dağıtımcılar da geliyor. Biz aslında o ilişkiler üzerinde biraz durmak istedik, buradaki yönetmenler açısından da önemli olduğunu düşündük. Avrupa ile Ortadoğu arasındaki köprü nasıl kuruluyor? Ortak yapım denilen şey nasıl, finansman nasıl bulunuyor, nasıl pazarlanıyor, Avrupalı dağıtımcı ne arıyor? gibi konuların biraz irdelenmesini istedik. O şekilde bir kaç tane panelimiz var, onun haricinde yeni bölümümüz olan "Fantastik Filmler" var. Bu uzun zamandır bizden istenen bir bölümdü, hem animasyon alanında, Japonya'da, Kore'de son olup bitenleri yansıtıyor, hem de belli bir sınıflandırmaya sığmayan filmler var. Örneğin, Londralı One Dot Zero Festivali var, Dijital İmajlar festivali olarak adlandırıyorlar kendilerini, tamamen görsel bir laboratuvar gibi düşünebilirsiniz, yani herhangi bir başı, sonu, kurgusu belki yok ama inanılmaz efektler, inanılmaz görseller şeklinde bir derlemesi var. Her ikisi de yer alıyor.

 

SE: Bağımsız Film Festivali'ndeki, "bağımsız" sözcüğünü tanımlasak?

 

PT: Bu soru gerçekten çok soruluyor, zor da bir soru, çünkü bağımsızlık ilk başta Amerikan stüdyo sisteminden bağımsızlık anlamından kullanılmış ve Amerika'dan çıkan bir terim, Amerika'da yapılan ve stüdyo sistemi dışında yapılan filmler için. Dünya için baktığınızda bütün Avrupa filmleri bağımsız denilebilir, o yüzden biz biraz daha esnek bir tanımı seçiyoruz; bağımsızlığı bir tür özgünlük olarak, yani hem tarzda, hem de yönetmenin yaptığı seçimlerde özgürlük olarak alıyoruz.

 

SE: İnsanlarda şöyle bir yargı var "vizyona giren film bağımsız film değildir". Artık bu sınırın dışına çıkıldı, daha farklı bir noktaya geldiniz o zaman?

 

PT: Mesela Amerika'da film festivalleri var, bir de bağımsız film festivalleri var, bir de underground film festivalleri var, ki bunlar bağımsız film festivalleri gibi de adlandırılabilir. Türkiye'de özellikle son iki yıl içerisinde bu tür filmleri dağıtmaya meraklı dağıtımcı firmalar çıktı. Siz de fark ediyorsunuz, daha önceki yıllarda rastlamadığımız sıklıkta Japon, Kore, Danimarka filmleri izleyebiliyoruz. Bu çok sevindirici bir gelişme.

 

SE: Bir de "Bağımsız Film Festivali" deyince, festivalin de bağımsız olduğu gibi bir çağrışım yapıyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yani festivalin kendisi de filmleri gibi bağımsız mıdır?

 

PT: Yaptığı seçimler açısından bağımsızdır, küratöryel bakış açısından tabii ki bağımsızdır, o anlamda hiçbir ödün verilmemekte ama bu tip festivalleri, siz de biliyorsunuz, sponsorsuz yapmak mümkün değil, çünkü 35 mm filmlerin gidip gelmesi, onların gümrükten getirilmesi, alt yazı, çeviri, vs. derken bu filmlerin gösterilmesi aslında oldukça masraflı bir iş. Sonuçta dünyada çok rağbet gören filmleri getiriyoruz, herhangi bir festival gibi biz de açıkcası sponsorlarımızla bu işi yürütebiliyoruz. Bu yıl ana sponsorumuz Yapı Kredi, bölüm sponsorlarımız da var. Bu şekilde yürüyor, ama festivalin içeriğine dair herhangi bir müdahale söz konusu değil.

 

SE: 4. yıl oldu artık, yavaş yavaş herşey tıkır tıkır işlemeye başladı. Peki ilk baştaki o heyecandan, amatörlükten yavaş yavaş kurumsallaşmaya giderken duygu olarak ne değişti festival ekibi olarak?

 

PT: Bir anlamda biraz daha zor belki, ama öte yandan ben açıkcası büyük rahatlık ve rahatlama duyuyorum, çünkü profesyonelleştikçe, günlük çalıştığınız insanlar aynı şekilde profesyonelleşiyor, ilk senemizde bütün işi yapan 3 kişiydik ve herşeyi biz yapıyorduk, gümrükten koşarak fuayeye geliyorduk, oradan bilmem nereye koşuyorduk. O tip bir stresten kurtulduğumuzu ve o anlamda çok rahatladığımızı düşünüyorum. Bunun da festival için sadece iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.

 

SE: Yani aslında bağımsız film festivalinin olmaması Türkiye'de ne gibi festivaller, neler yapılabileceği konusunda insanlara bir fikir verdi.

 

PT: Tabii.

 

SE: Normalde festivallerde bile göremeyeceğimiz farklı filmlerin olması, kısa filmler, vs. böyle bir hareketlilik kazandırdı. İki tane Türk filmi var diye bahsetmiştik daha önce, bunları anlatabilir misiniz?

 

PT: İlk söylediğinizle ilgili bir şey söylemek istiyorum; biz IF'i yaparken hep görmek istediğimiz tipte bir etkinlik yapıyor olalım istiyoruz, başkaları da bu tür etkinlikler yaparsa sürekli zenginleşeceğiz, çok iyi bir şey olacak diye düşünüyoruz.

 

Türk filmlerine gelince, iki tane belgeselimiz var, bir tanesi Can baz, diğeri Daima İleri. İkisi de oldukça genç yönetmenler, Özay Şahin ve Emre Akay. Özay Şahin Almanya'da yaşıyor, Beyoğlu'ndaki sokak yaşantısı ile ilgili ve oradaki bir müzik grubu ile ilgili, onlarla beraber dolaşan bir çocukla alakalı bir film. Diğeri de Fransa'dan yeni dönmüş ve bir klasik müzik konseri vermek için para biriktirmeye çalışan ve daha sonra bu konseri vermek üzere Bodrum'a giden, belki "Beyaz Türk" diye tabir edilebilecek bir grup gencin hikâyesi. İkisini peş peşe seyrettik, tamamen tesadüf eseri ve mutlaka gösterilmesi gerektiğini, üstelik de aynı bölümde ve aslında yanyana durmaları gerektiğini düşündük. "Olduğumuz Gibi" adı da oradan geldi, ikisi de farklı haller gibi, olduğumuz gibi, o açıdan da uygun olduğunu düşündük.

 

SE: Bir de her festivalin en vazgeçilmez bölümü kısalar var, orada da Türkiye'den birçok yapım var, bu sene neler var?

 

PT: Bu sene katılım çok iyiydi, 177 kısa film başvurusu oldu, hem sayıca çoğaldılar hem de kalite gerçekten yükselmiş. Jüri, programı oluştururken çok zorlandı, genelde sadece bir program, aşağı yukarı 1,5 saatlik bir program oluşturulurken, bu yıl üç program var. Bunlar biliyorsunuz ücretsiz olarak sunuluyor ve seyirciler de oylayabiliyor. Çünkü iki ödül var, jüri ödülü ve seyirci ödülü, dolayısıyla aslında o anlamda da çok memnun kaldık.

 

Eraslan Sağlam: Her festivalde olduğu gibi burada da olabilir, bu yıl gerçekleştirmeyi planladınız ama yoğunluğunuzdan ötürü programa dahil edemediğiniz, belki de önümüzdeki yıl izleyicilerle paylaşmayı planladığınız değişiklikler olacak mı?

 

PT: İllaki olacak, çünkü bölüm bazında ilerlediğimiz zaman, bölüm dışında kalan filmler oluyor. Çünkü her ne kadar çok iyi dahi olsalar bir şekilde, uymuyorlar, yaptığınız bölümlere uymuyorlar, bir kaç tane öyle çok iyi film var, mesela çok iyi birkaç tane genç Rus yönetmenin filmini izledik ama koyabileceğimiz uygun bir bölüm yoktu. O tip şeyler yaşanıyor, umuyoruz İKSV film festivalinde seyredebiliriz.

 

(17 Şubat 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)

 

*!f sırasında gösterilecek olan, Iraklı piyanisti Samir Peter'i konu alan, İngiliz yönetmen Sean McAllister'ın belgesel filmi "Bağdatlı Liberace" Sundance Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülüne layık görüldü. Film !f'in "Ortadoğu Şimdi!" bölümünde yer alıyor.

 

Festivalde gösterilecek filmler ve program hakkında bilgi almak için:

www.ifistanbul.com