Ezber bozmaya giderken eldeki haktan olmak...

-
Aa
+
a
a
a

20 Ocak 2008

KAAN AĞARTAN, KAYA AKYILDIZ, SİNAN GÜLHAN*, BÜLENT BATUMAN**, BARIŞ ÜNLÜ*** Son haftalarda (bir kez daha) alevlenen "paralı üniversite" tartışmasının ilk kıvılcımını YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan çaktı. Üniversitelerin paralı hale getirilip ihtiyacı olan öğrencilere burs sağlanması önerisinin, ulusal basında Taha Akyol'un (12 Ocak, Milliyet), Emre Aköz'ün (8 Ocak, Sabah) ya da Erdal Şafak'ın (8 Ocak, Sabah) destek yazılarıyla olumlu yankılar bulması kimseyi şaşırtmadı da Murat Belge (12 Ocak, Radikal) ve Baskın Oran'ın (13 Ocak, Radikal İki) yazılarındaki, en hafif ifadesiyle, "paralı üniversite fikrini olumlayan hava" kafaları karıştırdı. Biz bu "ezber bozma" hevesindeki yazıları bazı ezberlerin kaynaklarının hatırlanması ve ezber değil de tarihsel bilgi olarak yeniden tesis edilmesi için bir vesile sayıyoruz. Vatandaşın eğitim (ya da sağlık) gibi temel hizmetleri almak için para ödemesi gerektiği fikri ne zaman ortaya atılsa, "devlet bu parayı ödeyemeyecek durumdaki ihtiyaç sahiplerinin giderlerini karşılayacaktır" önermesiyle desteklenir. Diğer bir deyişle devlet üniversite okumak isteyen fakir bir aile çocuğuna eğitimi boyunca burs vererek (ya da hastanede tedavi masrafını ya da ilaç parasını ödeyemeyene Yeşil Kart temin ederek) hem vatandaşa karşı sorumluluğunu yerine getirir hem de cebinde parası olduğu halde devletin sırtına yük olanlardan kurtulmuş olur. Böylece alacağı hizmetin parasını veremeyecek olan öğrenci (ya da hasta) hakkında şöyle düşünülmesi beklenir: Madem devlet masrafları karşılıyor, o zaman bu hizmeti ha parasız devlet üniversitesinden (ya da hastanesinden) almış, ha paralı üniversiteden (ya da hastaneden). Sonuçta onun cebinden bir şey çıkmayacak, değil mi? Bu bakış açısı ilk bakışta mantıklı (ve vicdanlı) gibi görünse de çok önemli birkaç noktayı gözardı ediyor. 1. Her şeyden önce eğitim ve sağlık gibi hizmetler için vatandaştan para istemek bu hizmetlerin vatandaşın devletten talep edeceği sosyal haklar olduğu gerçeğini perdeliyor. İnsanlık tarihini "haklar" perspektifinden hızla gözden geçirdiğimizde bireyin devlet karşısında kazandığı "hayatta kalma ve vücut bütünlüğünü koruma hakkı" (habeas corpus) ve siyasi haklarının (oy verme, aday olma gibi) ardından, özellikle ll. Dünya Savaşı'nı takiben ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde kurulan 'Refah Devleti' bünyesinde, sosyal haklarını (sağlık, eğitim, çalışma ve emeklilik hakları) elde ettiğini görüyoruz. Bu haklar, bizim gibi sonradan kalkınmaya çalışan ülkelere de şu ya da bu şekilde, az ya da çok ithal edilebildi. Burada akılda tutulması gereken nokta, bu hakların anayasa(lar)da yer alışının bir anlamı olduğudur. Bu haklar, tarihsel olarak önce despotizm ve sonra liberalizm karşısında kazanılmış güvencelerdir. Bugün ise bu sosyal haklar paralı üniversite ya da paralı sağlık hizmetleri söylemiyle birlikte piyasada bir fiyatı olan ve alınıp satılan metalar haline getiriliyor. "Vatandaş hizmete ulaşabildikten sonra ne fark eder ki?!" demeyin: Hakkınız olanı talep edebilirken, devleti artık bir meta haline gelmiş hizmetin parasını sizin için ödemeye zorlayamazsınız. Söz konusu hizmetin ne kadarının hangi koşullarda nasıl karşılanacağına devlet, günün şartlarına ve kendi hesaplarına göre karar verecektir. 2. Yukarıda söylendiği gibi, eğitim hizmeti değeri ve önemi piyasada belirlenen bir meta haline gelince, vatandaşın devletin yakasına yapışıp talep edeceği bir hak olmaktan çıkar, devletin hayırseverliğinin ifadesi bir himmet haline gelir. İçinden geçmekte olduğumuz neoliberal yapılanma sürecinin özgüllükleri düşünüldüğünde, tüm sosyal hakların mevcut ekonomik konjonktürün sağladığı kaynaklarla (geçici?) hükümet (devlet değil!) yardımları olarak düzenlendiğine dikkat edilmeli. Konuyu dağıtmamak adına detaylandırmayacağımız bu noktayı özellikle AKP'nin seçim zaferlerini anlamakta zorluk çekenlerin dikkatine sunmakla yetinelim. 3. Burslu eğitim sistemi kendi içinde ciddi sorunlar barındırır. Bunların, Türkiye özelinde önem arz eden bir tanesi ihtiyaç sahibi öğrencinin belirlenmesi sorunudur. Anadol kamyonetiyle sebze satan işportacının yahut devlet arazisine ev kuran ve sonradan tapu edinen gecekonducunun araba/ev sahibi oldukları için fakir sayılmayışları hipotetik örnekler değil kuşkusuz. Mevcut sağlık sistemimiz düşünüldüğünde bu koşullarda yaşarken Yeşil Kart almaya hak kazanamayan ama düzenli geliri de olmadığı için sağlık hizmetlerine erişmekte zorluk çeken onca insanın varlığı biliniyor. Benzer bir uygulamanın bu kez de burs almak konusunda adaletsiz kriterler yaratacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok sanırız.

Damgalanma 4. Önerilen burs sistemi, burs almak için yoksul ve ihtiyaç sahibi olmak gerekliliğini zımni biçimde vurgulayarak yoksulluğu bir kimlik olarak bireye dayatır. Böylece burs alan öğrenci sadece "borçlu bir müşteri" değil aynı zamanda toplumun "yardım edilmesi gereken sorunlu" bir bireyi haline getirilir. Bu şekilde fakirliğinin ve muhtaçlığının bir damga gibi taşıtılması ve parasını ödeyerek okuyanlar karşısında ezik duruma düşürülmesi yalnızca öğrencinin psikolojisini bozmakla kalmaz, toplumsal adalet duygusunu zedeler, sınıfsal ayrımları daha da belirginleştirir ve keskinleştirir (ülkemiz üniversitelerinde örnekleri mevcuttur). Burslu-burssuz öğrenci ayrımının yaratacağı gergin ilişkiler, fırsat eşitliği sağlamak bir yana, toplumsal ayrışmayı hızlandırır. Bunun yanında bursların öğrencileri disiplin içerisinde tutmak için de ideal bir araç olacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. 5. Burs borçlarının ödenmesinin ileri tarihlere ötelenmesi önerisi ise, Türkiye'de üniversite mezunu olduğu halde istediği ya da eğitimini aldığı alanlarda iş bulamayan hatta hiçbir iş bulamayan binlerce gencin olduğu düşünüldüğünde anlamını yitiriyor. Bir işe girmiş olsa bile, genel olarak ülke ekonomisinin özel olarak da emek piyasalarının belirsizliği, burs almış olan öğrencinin borçlarını düzenli bir şekilde ödeyebileceği varsayımını geçersiz kılıyor. Girdiği işte ne kadar çalışabileceğini, gelirinin ne kadar artabileceğini bilemeyen gençleri hayata omuzlarında ağır bir borç yüküyle başlatmak ne sosyal adalet ne de fırsat eşitliği kavramlarıyla meşrulaştırılabilir. 6. Parası olanların bedelini ödeyerek üniversite eğitimi almaları önerisi ise, yurtdışındaki üniversitelerin rekabet gücü (öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, araştırma olanakları vb.) düşünüldüğünde hem finansal hem de entelektüel kaynaklar açısından ciddi bir göç riski barındırıyor. "Parayı bastıranı" bizim üniversitelerimizde eğitim almaya kim, nasıl ikna edecek? Sonuç olarak şu noktayı vurgulamakta yarar var: Evet, eğitim sisteminin bugünkü yozlaşmış hali toplumda sosyal adaleti ve fırsat eşitliğini zedeliyor. Biz ne bu yozlaşmış sistemin sorunlarını yadsıyor ne de bu şekilde devam etmesini savunuyoruz. Ancak, sosyal adaletin ve fırsat eşitliğinin "hali vakti yerinde olan" öğrencilerin paralarını ödeyeceği, buna karşılık daha yoksul öğrencilerin daha sonra ödemek kaydıyla burs alacağı paralı sistem ile sağlanamayacağına inanıyoruz. Çünkü sosyal adalet ancak, devlet bireylerin sosyal haklarını kayıtsız ve şartsız verme yükümlülüğünü yerine getirdiğinde sağlanır. Bu yükümlülüğün bedeli de öğrencilerin ve ailelerinin sırtından değil zenginden daha çok alan adil bir vergi sisteminin yerleştirilmesiyle karşılanmalıdır. "Her şeyi devletten bekleyen bir toplum" olmayı bir "utanç" sebebi saymamız gerektiğini bize sürekli hatırlatan ve toplumun "sağına soluna" sirayet ettiğini gördüğümüz yaygın dünya görüşüne inat, devletin ya da başkalarının hayırseverliği, âlicenaplığı reddedilmeli, vatandaşlık hakları olabildiğince yüksek sesle talep edilmelidir. * Binghamton Üni. ** Mersin Üni. *** AÜ, SBF

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7902