26 Ağustos 2010
Referandum tarihi yaklaştıkça, tartışmaların odağı da değişiyor. Kampanyalar ve meydan konuşmaları daha fazla öne çıkarken; oylanacak şeyin ve bizatihi bu oylamanın anlamı geri plana düşüyor. Parti liderlerinin, bu “anlam” üzerinde durmak yerine, seviyesiz atışmalara gömülmeleri bunda önemli rol oynuyor. Bazı kişi ve çevreler de, tutumlarını kampanyanın bu haline atıf yaparak meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Özellikle değişikliğe destek olmayı içine sindiremeyen, fakat açıkça karşı çıkmayı da türlü nedenlerle tercih etmeyenler, Tayyip Erdoğan’ın üslup ve sözlerini gerekçe göstererek “evet”ten kaçma çabasına girdiler.
Anayasa değişikliğini, “eski rejim”den ayrılma yönünde atılmış bir adım olarak görüyor ve destekliyorum. Bu değişikliğin baş savunuculuğunu yapan AKP’nin, “yeni arayışı”nın ruhuna uygun bir kampanya yürütmesi, demokrasi kültürünün yerleşmesi açısından şüphesiz çok iyi olurdu. Ama bunu yapmıyor; daha doğrusu yapamıyor. Zira AKP de, “eski rejim”in siyaset okulunda yetişti; yani siyaset yapma tarzı açısından, AKP de bu rejimin öz evladı sayılır. Cemil Çiçek gibi, eski rejim okulunun en parlak öğrencilerine kuruluşundan beri partinin ve ayrıca hükümetin en hassas yerlerinde görev vermesi bile, başlı başına bir göstergedir. Bu figürler, AKP’nin sıkıştığı zaman, merkez siyasetin kutsal paydası olan milliyetçiliğe selam çakmasını kolaylaştırdıkları için vazgeçilmez bir konumda duruyorlar.
Ama bundan fazlası da var. Bir defa, AKP de, Türkiye’de siyasal kültürün önemli bir bileşeni olan “muhalefete tahammülsüzlük” hastalığından azade değildir. Çok fazla örneği var bu tutumun. Son “taraf - bertaraf” söylemi de bunlardan biridir.
Öte yandan, AKP de, kendini topluma dayanarak değil, devlet içinde yer kaparak güvence altına almaya çalışıyor. Bu zihniyetin en tipik yansıması, yani somut anlamı, devlet içinde kadrolaşmaktır.
“Devlet eksenli siyaset” olarak adlandırabileceğimiz bu tarz, merkeze (iktidara) oynayan veya merkezde (iktidarda) olan gelmiş geçmiş bütün partilerin ortak özelliğidir. AKP de, bu tarzın dışında veya karşısında değildir; bizatihi içindedir.
Ancak bunların hiçbiri, anayasa değişikliğine karşı çıkmanın gerekçesi olamaz. Eğer devleti her şeyin merkezine alan yönetim ve siyaset anlayışını reddediyorsak, öncelikle 1982 Anayasası’na tereddütsüz karşı çıkmamız gerekiyor. Zira bu anayasa, bu anlayışı dünyada eşine rastlanması zor bir sağlamlıkla güvence altına alıyor.
“Temel kurumları”, toplumun müdahalesine karşı korumak, 82 Anayasası’yla kurulan sistemin ruhudur. HSYK da, bu ruhun en başarılı cisimleşmesini temsil ediyor. AKP’nin niyeti ne olursa olsun, Anayasa değişikliği, HSYK’yı bu konumdan çıkarıyor. Bu değişikliğin, AKP’ye yargıda rahatça kadrolaşma imkânı vereceğini iddia edenler, nedense bunu ikna edici bir şekilde anlatmak yerine, AKP’nin genel tutumunu gerekçe gösteriyorlar.
Bu tutumu, sadece AKP düşmanlığıyla izah etmek bana yetersiz geliyor. Derinlerde başka bir korku saklı sanki. Devlet içi kurumların kollayıcılığından mahrum kalma korkusu denebilir buna. Tersinden ifade edersek, toplumun daha belirleyici olacağı bir ortamdan tedirgin olma durumu da diyebiliriz buna.
Zira Anayasa değişikliği süreci, vesayet kurumlarının hâkimiyetini zayıflatarak, demokratik siyasetin alanını genişletiyor. Demokratik siyaset ise, ancak toplumla yapılabilir ve “belirsizliğe katlanarak yaşamaya rıza göstermeyi” gerektirir. Türkiye’de, ordu ve yargı gibi kurumlar, belli kesimler açısından, toplumdan gelecek belirsizliklere karşı önemli bir sığınak işlevi görüyorlar. Şimdi bu sığınağı kaybetme ihtimali, bu kesimlerde ciddi bir korku yaratıyor.
Demokrat yaklaşım bakımından, kurumlarda kimlerin yer aldığı değil, o kurumların kamusal/toplumsal denetime tâbi olup olmadığı önemlidir. Birincisinde bir tür “zihniyet polisliği” söz konusu olur. Kamusal/toplumsal denetim ise, ancak siyasal kanalların genişletilerek işletilmesi halinde sürekli bir işleyişe kavuşabilir.
Anayasa değişikliği süreci, bu yolda atılmış mütevazı, ama Türkiye’nin tarihsel tecrübeleri açısından önemli bir adımdır. Bu adımı demokratik siyaset kanallarıyla geliştirmenin şartları da bu süreçte mevcuttur. Sürecin bu yönde gelişmesi, “eski rejim”in siyaset anlayışının sarsılmasını da sağlar. AKP’ye de bu sarsıntıdan mutlaka pay düşecektir. AKP karşıtlığını her tutumlarının referansı yapanlara, bugünkü haliyle AKP’den gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, bu süreci desteklemelerini tavsiye ederim.