Ekonomi Notları: Dolar'daki düşüş, Fitch kredi notu

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 82

 

Ömer Madra: Bugünkü konularımızdan birincisi belki dolar'ın halinin ne olacağı meselesi. Bu, ABD başta olmak üzere dünyada da ilgi uyandıran bir konu, çünkü dolar, euro’ya göre bir türlü değer kazanmıyor; öyle değil mi?

 

Hasan Ersel: Evet, ama dolar'ın değerinin ne olacağını bilen birisi olsaydım bana bu programı yaptırmaz, radyonun mali işlerine baktırırdın değil mi?

 

ÖM: Hiç şüphesiz.

 

HE: Dolayısıyla bu konuda söylenenleri...

 

ÖM: Belki radyoyu da kapatıp başka işler kurardık!

 

HE: Önce bir konuyu anımsatayım; yanlış bilmiyorsam Arapça’da çoğul iki kategoridir. Arapça “ki” ile “ikiden fazla”yı ayırt eder. Nehir tek, nehreyn iki nehir, enhar ikiden fazla nehir...

 

ÖM: İlginç.

 

HE: Önce pek anlamamıştım ama dış ticaret dersi alınca anladım... İki ülke varsayımı altında geçerli olan pek çok sonuç üç ülkeye çıktığında geçerliğini yitiriyor. Dolayısıyla kaç oyuncu olduğu çok önemli.

 

Doların durumunu açıklarken de üç büyük oyuncu olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Avrupa, ABD ve Doğu Asya... Doğu Asya dediğinde de öncelikle Japonya ve Çin’i kastediyorum. Dolayısıyla olay Avrupa-Amerika ikilisinin oynadığı bir oyun değil. Üç oyuncu biraraya gelince de gelişmeler [oyunun dinamiği], iki oyuncu varken düşünülen senaryolardan çok farklı oluyor. Avrupa ile Amerika arasındaki dinamikten farklı bir dinamik öbür tarafta yürüyor...

 

ÖM: Özellikle Çin değil mi?

 

HE: Evet... Çin yuan’ı ABD dolar'ına bağlamış. Yani dolar ne yöne giderse o da o yöne gidiyor. Parasının dolar karşısında değer kazanmasından çok korkuyor. Çünkü bu durumda Çin’in ABD’ye ihracatı düşecek, iç mali dengeleri bozulacak. Bu nedenle Çin dolar alıyor. Yani büyük miktarda ABD devlet tahvili satın alıyor...

 

ÖM: Peki bu Çin açısından basiretli ve ihtiyatlı bir ekonomi politikası olarak nitelenebilir herhalde? Niye kızıyorlar Çin’e?

 

HE: Çin’in bunu yapışının nedeni de kısa dönemde anlamlı olan bu politika esasında... Ama sorun Çin’in kendi iç mâli sistemindeki yapısal bozuklukları çözememekten kaynaklanıyor. Orada da krediler tek yönlü olmuş, gitmiş ve geri dönmemiş... Mâli sistemde sorunlar var... Ama, bu sorunların kaynağı da mâli olmayan şirketler. Onların mâli yapıları bozuk, düzeltilmesi gerekli. Ancak ihracat yapan bu şirketlerin mâli yapıları Çin parasının değerlenmesi durumunda daha da bozulacak... Özetle Çin, parası değerlendiği takdirde sıkıntı içine düşecek, bu nedenle kolayca yapamıyor... Galiba geçmişin deneyimi de gösterdi ki “bunu alelacele yapın“ deyince ülkeler çökebiliyor. O yüzden çok fazla da Çin’e yüklenemiyorlar. İtiraf etmek gerekir ki bunda Çin’in büyük ülke olmasının da payı var.

 

ABD’nin Çin’e kızmasının nedeni ise bu ülkeye Çin’den sürekli ucuz mal gelmesi. Amerikalılar bu malların piyasaları istila ettiğini, yerli üretimi ve dolayısıyla istihdamı olumsuz etkilediğini söylüyorlar. Tabii iş biraz daha karışık... ABD’ye Çin’den mal satanların önemli bir kısmı zaten Amerikan firmaları. Çin’e gidip tesis kuruyorlar, malları orada daha ucuza üretip oradan satıyorlar.

 

Çin bu yönde hareket eden tek ülke değil. Bambaşka bir nedenle, Japonya da, piyasadan Amerikan doları almak suretiyle kendi paralarının dolar karşısında değerlenmesini zorlaştırıyor. Geçen sene Amerikan parası karşısında yuan’ın değer değişmesi aşağı yukarı sıfır. Japon parası yen ise ABD doları karşısında % 20 dolayında değerlenmiş durumda...

 

Euro’ya baktığınızda ise durum daha farklı. 1 Ocak 2002’den bu yana euro, dolar karşısında % 40 değer kazandı. Dolar’ın zayıflığının bütün yükü Avrupalılar üzerine binmiş oluyor.

 

ÖM: Bu hesaplanmış mıydı?

 

HE: Unutmayalım olayın üç oyuncusu var, iki değil... Deniyor ki “Doların değer kaybetmesi ABD’nin  çok hoşuna gitti, bunu bilerek yaptı...” Bu o kadar basit değil... Çünkü Çin ile Japonya ters yönde hareket ediyor. Sonuç bu hareketlerin bileşkesi. Şunu da söyleyeyim: son bilgilere göre Japonya’nın döviz rezervleri 750 milyar dolar. Aşağı yukarı bunun üzerine 350 milyar dolar civarında da Çin’in rezervi var. Tayvan ile Güney Kore’yi ekleyince bu 1,5 trilyon dolar ediyor. Bunların hepsi farklı nedenlerle de olsa dolar karşısında kendi paralarının değerinin pek artmasını istemeyen ülkeler. Onun için onların belli bir stratejileri var.

Bunların hepsini planlamak olanaklı değil...

 

Amerika bu işten zarar mı ediyor, kâr mı ediyor? Bunu da çeşitli boyutları ile düşünmek gerekli... ABD’nin bir kere bu işten ihracatının artması biçiminde yarar sağladığı apaçık... Örneğin 2003’ün son çeyreğinde bir yıl önceye oranla Amerika’nın ihracatı %19 artmış.

 

ÖM: Ki, Amerika boyutunda ele alındığında muazzam bir meblâğa ulaşıyor.

 

HE: Evet... Üstelik bu artış oranı, ithalatının artış oranından (%11) epeyce yüksek. Yani Amerika bu işten memnun. Aklınıza şu gelebilir; dolar'ın değeri düştüğüne göre enflasyon olabilir değil mi? Yabancı mallar geliyor, onların fiyatları artacak, o da fiyat endeksini bir miktar yukarı çıkartacak. Böyle bir şey yok, çünkü Amerika çok büyük bir alıcı ve çok rekabetçi bir piyasa, dolar cinsinden Amerika’nın ithal mallarının fiyatları değişmiyor. Yani Amerika’nın bu politikası sonucunda Amerika’ya mal satanların bir kısmının kâr marjı düşüyor, fakat dolar olarak mal fiyatları artmadığı için de Amerika’da dolar’ın değer kaybının bir enflasyonist baskı yaratması söz konusu değil. Böylelikle Amerika işi rahatlatmış oluyor kısa dönemde...

 

Avrupalılara bakalım: Avrupa parasının değeri de yükseldi, bu Avrupa’yı çok büyük sıkıntıya sokar mı? Bir açıdan sokmuyor, çünkü enflasyon artmıyor. Ülkenin parası değerlendikçe bu enflasyonu arttıran bir etki yaratmıyor. Yalnız burada olay biraz farklı. Avrupa’nın da ithal ettiği mallarda euro cinsinden fiyat değişmiyor. Bu durumda Avrupa’ya mal satanların kâr marjı, euro değerlendiği için, yükseliyor. Avrupa’ya mal satmak daha kârlı oluyor fakat bu da Avrupa’da enflasyonist baskı yaratmıyor.

 

Kabaca her iki tarafın da merkez bankaları hayatından memnun diyebiliriz. İhracatçıların durumu kötü mü? O konuda bir yargıya varmak dışarıdan zor... Yalnız, Economist’de bir Alman araştırma enstitüsünün yaptığı ankette eğer euro’nun dolar karşısındaki yeri 1.30’a varırsa, o zaman Alman firmalarının sıkıntıya düşebileceklerini sonucu çıktığı yazıyor. Tabii bu sadece Alman firmaları için geçerli bir sonuç. Şu anda euro/dolar paritesi 1.25 dolayında dolaştığına göre fazla bir tedirginlikleri yok diyebiliriz...

 

Bütün bunlara baktığımız zaman, kısa vadede bu iş kenetlenmişe benziyor, yani hakikaten kimsenin fazla yapabileceği bir şey yok, Avrupa Merkez Bankası piyasaya kendi başına kalkıp müdahale etse, Amerikalılar desteklemedikçe, pek etkili olmaz. Japonlar zaten muazzam döviz alıyorlar. Geçen sene 175 milyar dolar almışlar, Bu yılın ilk ayında 67 milyar dolar... 2004 yılı için de 580 milyar dolarlık alım için Maliye Bakanlığı parlamentoya başvurmuş izin için. Yani Japonlar Amerikan dolar'ını almaya devam edecekler. Ama bu da tek başına dolar'ın hareketinin yönünü değiştirmeye yetmez.

 

Büyük bir olasılıkla ABD'deki seçimlere kadar dolar’ın değer kaybı devam edecek. Belki hızı çok olmayacak ama eğilim devam edecek.

 

Peki neden ABD dolar'ı değer kaybediyor? Bunu açıklayan temel etmen, Amerika’nın câri açığının çok yüksek olması, yani döviz kazancı toplam döviz harcamasının çok altında. Bunun nedeni ne? Amerikan parası yanlış değerde olduğu için mi böyle oluyor? Hayır, bütün sorun buna bağlanabilir nitelikte değil. Çok önemli bir etmen var. Amerika’nın tasarruf eğilimi çok düşük, tasarruf açığını bu yolla, yani dış tasarruflarla kapatıyor. Buraya baktığınız zaman, bütçe açığının düzelmesi, ondan dolayı Amerika’da iç talebin yeniden şekillenmesi, düşürülmesi, vs. gibi politikaların uygulanması lazım... Biz bunları uygulamaya kalkıştığımızda karşılaştığımız sıkıntıları biliyorsunuz. Amerikalılar pek sıkıntıya da gelemez, iktidar filan yok olur. Hele seçim öncesi böyle bir şey beklemek mümkün değil, seçimden sonra olabilirliği bile sorgulanır...

 

Amerikan parasının zayıflığının arkasındaki temel neden bu... Yoksa Amerikan ekonomisinin performansına bakın, hem Avrupa’dan hem de Japonya’dan daha iyi; yani büyümesi iyi, teknoloji yaratımı iyi, istihdam yaratma kapasitesi o kadar iyi değil fakat orada da olumlu sayılabilecek sinyaller var. Amerika’nın öyle bir büyüme sıkıntısı yok; daralan ekonomi, krize girmiş ekonomi görünümü yok, ama bu harcama fazlası ciddi bir sorun.

 

ÖM: Büyük bir bütçe açığı var bir de değil mi?

 

HE: Evet. O konu üzerinde herhalde bir başka zaman dururuz. ‘Amerika neyi yaparsa ne etki yaratır? Ne kadar zamanda ne olur?’ diye çeşitli projeksiyonlar yapılıyor tabii.

 

ÖM: Onun üzerinde ayrıca önemle durmak da lazım. Bir de mesela bugünkü haberlerden bir tanesinde gördüğüm, Irak’a ayrı bir bütçe talebi var: ek bütçe alamazsa Irak’taki savaş için ayırdığı para Eylül’de bitecekmiş, yani Irak’ta operasyonu yürütemez hale gelecekmiş. Ekonomik açıdan böyle garip sonuçlara da ulaşılabiliyor.

 

HE: Yalnız anımsadığım bir olay var ABD’de... Biliyorsun ben silah, askerlik gibi konulara meraklıyım. Eskiden her yılın aşağı yukarı Mayıs ayından itibaren Temmuz’a kadar -ABD’de bütçe yılı Temmuz’da başlar- Amerikan gazetelerinde sıkça Sovyetler Birliği ordusunun ne kadar güçlü olduğuna dair yazılar çıkar. Bütçe geçtikten  sonra da “yok canım, biz acayip iyiyiz” diye yazılar çıkardı. Bu biraz kamuoyunu hazırlama çabası. Irak’la ilgilenmekten vazgeçemez herhalde!

 

ÖM: Herhalde edemez. Tabii çok da büyük miktarlar söz konusu, büyük milyarlar, 166 milyar dolar talep ediliyor.

 

HE: O ayrı bir konu, rakamın büyüklüğü bir sorun olabilir, tabii.

 

ÖM: Onlara da tabii tekrar bakarız, Amerika ne yapsa bütün dünyayı ciddi bir şekilde etkilediği için bütün bunları zaman içinde tekrar tekrar konuşmamız gerekiyor.

Şimdi bir ikinci konu da şu: Fitch kredilendirme kuruluşunun Türkiye hakkındaki yeni değerlendirme raporunu konuşmuştuk, kalan vaktimizde istersen bunun değerlendirmesini de yapalım. Bu raporun gazetelere esas olarak yansıyan yönü, Türkiye’nin kredi derecesini B’den B+’ya yükseltmiş olması. Bu gazetelerde çıktı, fakat arka planının ne olduğu konusunda da bir şeyler söyleyebilir misin bize?

 

HE: Fitch son olarak 2003 yılının Eylül ayında Türkiye’nin durumunu B-‘den B yapmıştı. O zamandan bu yana bir değişiklik yapmadı. Aşağı yukarı bir ay kadar bu kuruluşun heyeti geldi, Türkiye’de temaslarda bulundu. Tabii gidip raporunu yazması, kendi iç denetiminden geçirmesi, karara bağlanması zaman alıyor. Onun için o tarihte çıktı... Bu tür raporlar bir olaya bakıp yazılmıyor, epeyce bir çalışma sonucunda çıkıyor. Ama çıktığı günde enteresan bir şey vardı, ortalıkta, "politik ortamda olumsuz bir şeyler mi dönüyor acaba, dışarıdan gelen kötü etkiler mi var?” dendiği sırada rastlantı sonucu bu olumlu rapor çıktı. Dediğim gibi bu bir rastlantı, çünkü bu onların kendi iç prosedürlerinden doğan bir olay. Fitch saygın bir kurumdur, Moody’s, Standard & Poors gibi derecelendirme yapar, ancak bir Avrupa kuruluşudur, İngiltere merkezlidir, Türkiye’yi de iyi bilen uzmanları vardır, hem Avrupa’da hem Amerika’da raporlarıdikkatle izlenen, dolayısıyla ciddiye alınması gereken bir kuruluştur.

 

Raporlarında Türkiye’de olumlu gelişmelerin neler olduğunu belirtiyorlar, ama bir de “zayıflık noktalarını” belirtmişler. Bunlar üzerinde durmak istiyorum.

 

 “Türkiye’de neler iyi, gücü ne?” başlığı altında üç madde yer alıyor. Birinci madde “iç siyasal istikrarda olumlu gelişmeler var” diyor. İkincisi “hem ikili -ki sanıyorum özellikle ABD’yi vurguluyor- hem de çok uluslu -burada daha çok IMF söz konusu- destek arttı” diyor. Türkiye’ye, hem başka ülkelerin hem de uluslararası kuruluşların güveni arttı. Üçüncü nokta “ekonomi, şoklara karşı esnek olduğunu, dayanabildiğini gösterdi” diyor. Bunlar iyi saptamalar, olumlu notlar.

 

Rapor dört tane de zayıflığın altını çiziyor.

 

ÖM: Evet, onlardan pek bahsedilmedi gazetelerde.

 

HE: Ama onlara da bakmak gerekli... Biz radyo programlarımızda bazı kaygılar dile getirdik... Bunlar sadece bizim kaygımız mıydı? Ya da “IMF şu kaygıları dile getirdi” diyoruz. Bunlar sadece IMF’nin kaygısı mı? Bu rapor öyle olmadığını söylüyor. Benzer kaygıları dile getiriyor. Büyük bir olasılıkla yarın, öbür gün diğer derecelendirme kuruluşları da raporlarını yayınladıklarında benzer kaygıları dile getirdiklerini göreceğiz.

 

Rapor bu dört maddeyi de şöyle sıralamış: Birincisi, devletin borç stoğu yüksek, bir şok halinde -meselâ faizler çok yükseldiği takdirde- borç sürdürülemez hale gelebilir, yani borç servisi yükü çok fazla hale gelebilir. Burada kastedilen borç miktarı çok fazla, bu borcun da faizleri konjonktüre bağlı olarak değişiyor, eğer kötü bir şey olur da faizler çok yükselirse Hazine ödeme sıkıntısına düşebilir. Ya da döviz cinsinden borcu var, kur çok oynar ve TL aşırı değer kaybederse benzer bir sorun yaşanabilir. Bu matematik olarak doğru. Ama ben düşüncemi söyleyeyim, küçük şoklar söz konusu olduğunda, 2004 için hazırlanan bütçe bunlara dayanacak durumdadır. Yani faiz ödemelerinde bir miktar artış olduğunda, bütçede bunu karşılayacak ödenek konmuştur, Hazine Müsteşarlığı bu konuda çok ihtiyatlı davranıyor, hükümet de bunu benimsiyor, dolayısıyla küçük şokları karşılayacak durumumuz var. Ama çok büyük bir olay olursa, tabii ki Fitch’in dediği doğrudur.

 

İkinci nokta, bizim de üzerinde çok durduğumuz bir konu, “sürdürülebilir bir mâli uyarlamanın yapılmamış olması ve buna olan gereksinimin sürmesi” diyor. Bununla kastedilen, artırılan asgari ücret, emeklilik ödemelerinin nasıl finanse edileceği sorulduğunda “bütçede harcamalardan biraz keseriz” yanıtı verilmiş olması. Bu yanıt hiç de doyurucu değildi. Çünkü artan harcama kalıcı, kesinti ise bir senelik... Sürdürülebilir bir gelir sağlanması gerekir dedik... Bunu ikinci madde olarak onlar da söylüyor ki, bu önemli bir noktadır, buna ihtiyaç var; kamu maliyesinin yapısı sürdürülebilir gelirlere ve kamu harcamalarının da öngörülebilir bir yola oturtulması gerekir.

 

Üçüncü faktör olarak, dış âlemde siyasal istikrarsızlıktan bahsediyor. Türkiye içinden değil, dışarıdan gelen istikrarsızlık. Ortadoğu kastediliyor büyük ölçüde... Bu bir veri, yapacak fazla bir şey yok.

 

Dördüncü nokta da, yine benim üzerinde durduğum bir konu, “bankacılık sisteminin kırılganlığı henüz ortadan kalkmamıştır” diyor. Raporda bu konu etraflı bir şekilde anlatıyor, “eskiye oranla çok iyileşmiştir, ama halen kırılganlık vardır. İşler kötüye gittiği takdirde -durup dururken değil- olumsuz bir şok olduğunda bankacılık sisteminde sorun olabilir,” diyor.

 

Bütün bunlar iktisatçı olarak bakıldığı zaman üç aşağı beş yukarı aynı noktalara, verilen ağırlıklar farklılaşmakla birlikte, varılabildiğini gösteriyor.

 

ÖM: IMF, Fitch ya da Moody’s fark etmiyor bu açıdan, böyle de bakılabilir yani.

 

HE: Elbette.

 

(12 Şubat 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)