Ekonomi Notları – 58
Ömer Madra: Bugün Merkez Bankası’nın faizlerde bu yılki üçüncü indirimini yaptığı meselesi üzerinde biraz duracağız herhalde?
Hasan Ersel: Evet. Merkez Bankası bu indirimi yaparken her zaman olduğu gibi bir de açıklama yaptı. Ben bu açıklamayı, içindeki maddelerin bir kısmına daha fazla ağırlık vererek, yorumlamaya çalışacağım. Açıklamada iki tür bilgi var: gerekçeler ve nasihatler... Merkez Bankası her zaman böyle yapıyor. Diyor ki “şu, şu, şu nedenlerle faizleri indirdim ama şunlara da dikkat edin.” O dikkat edin dediği konular, “mali dengeleri bozmayın, kârları arttıracağım diye fiyat artırma oyununa girmeyin” gibi konular...
Ben gündemdeki şu sorular üzerinde durmaya çalışacağım: Merkez Bankası ne gördü de faizleri aşağıya çekti? Niye şimdi çekti? İlk soru iktisatla, iktisat kuramı ile, ikinci soru ise biraz Merkez Bankacılık sanatı ile ilgili. Zamanlamadan söz ettiğinizde bunun iktisat kitabında karşılığı yok. Orada karar alıcının bir şeyler düşünmesi, tartması gerekiyor. Ben bu konularda kendi yorumumu yapmaya çalışacağım. Hemen ekleyeyim, Merkez Bankası’nın yazdığı dışında da bir malumatım yok. Dolayısıyla bunları okuyunca aklıma ne geliyor, onu anlatmaya çalışacağım.
Merkez Bankası diyor ki “Enflasyon düşme eğilimine girmiştir.” “Neden?” diyorsunuz, “çünkü Haziran ayı enflasyonu düşük çıktı” diyor. Bu açıklamanın birinci maddesi. İfade şöyle: “Haziran ayı enflasyonu ile birlikte enflasyonun olumlu bir eğilime girdiği belirginleşti.” Bu iyi, ama Merkez Bankası bununla yetiniyor olamaz, çünkü Haziran ayında tarım fiyatlarından gelen istisnai etkiler var. Bunlar Merkez Bankası’nın politikaları ile etkilenemeyecek konular. Dolayısıyla sadece bunu söylemiş olamaz. Nitekim izleyen maddelerde diyor ki: “Öngörülerimiz ve piyasanın öngörüleri ileriye baktığımızda enflasyonun düşeceği yönünde.” Yani “ben Haziran ay fiyatlarına baktım; sebze, meyve fiyatları düşmüş, ben de o halde faizi düşüreyim” demiş değil. Haziran ayındaki olayın bütününe bakıyor, Haziran ayında örneğin imalat sanayi fiyatlarındaki harekete bakıyor, sonra bekleyişlere bakıyor ve diyor ki “bir olumlu eğilim yakaladık.”
Bu nokta çok önemli, çünkü bazen “Haziran ayında fiyatlar düştü, o halde enflasyon şöyle olacak, Merkez Bankası böyle yapacak” deniyor. Oysa bir iktisat ders kitabına ya da dünyadaki uygulamaya baksanız, bir ayda fiyatlar düştü diye (veya fiyat artış hızı düştü, diye) merkez bankalarının kalkıp faiz düşürmeyeceğini görürsünüz. Bu nokta çok önemli...
İkinci önemli nokta ise metnin içinde çeşitli cümlelere dağıtılmış. Özü şu: "Hükümetin programa devamda kararlı olduğu izlenimini edindik.” Belki bu kadar net söylemiyor, ama yazılanlardan bu apaçık ortaya çıkıyor. Merkez Bankası'nın görevi, eğer hükümet şu veya bu nedenle programın kurallarına uyamıyorsa, yani kamu harcamalarını yeterince kontrol edemiyorsa veya kamu gelirlerini arttıramıyorsa, hedefleri tutturamıyorsa, bunun enflasyon üzerinde yaratacağı kötü etkileri giderici önlem almaktır.
Merkez Bankası diyor ki “Buna ihtiyaç yok, çünkü görebildiğimiz kadarıyla hükümet bu konuda kararlı, olayları da iyi yönde götürüyor.”
Bu da ikinci ve çok önemli bir nokta, çünkü oyunu –isteyerek ya da istemeyerek- bozabilecek en önemli karar alıcı hükümet; maliye politikasını yürütürken yapacağı hatalar veya yapacağı tercihlerle buna yol açabilir.
Fiyat baskısı yok
Üçüncü nokta da, ekonominin büyümesiyle ilgili. Ekonomimiz hızlı büyüyor, rakamlar onu gösteriyor... Ekonomi hızlı büyümesine iç talepten gelen bir katkının olduğu da anlaşılıyor. Bu piyasalarda talebi artırma yönünde bir baskı yaratır, o da fiyatları etkiler, enflasyonist eğilimleri tekrardan güçlendirebilir. Merkez Bankası diyor ki: “Tamam büyüme var, fakat şu andaki üretim düzeyi Türkiye’nin potansiyel üretim kapasitesinin altında. Dolayısıyla fiyatlar üzerinde baskı olmadan üretimi arttırmak mümkündür.”
Buradaki önemli kavram potansiyel üretim düzeyidir. Potansiyel üretim düzeyi ekonomideki kurulu fabrikaların, işyerlerinin, vs. kapasitelerini tam kullandıklarında (bunun makul bir biçimde ölçülmesi gerekir) üretebileceği miktardır. Bu düzeye her zaman varılmaz, talep az olunca üretim bu düzeyden daha az olur. Ama böyle bir firmanın ürettiği mala talep artınca o da üretimi artırır. Çünkü makineleri, donanımı ve işçi durumu buna izin veriyor. Yeni ham madde alır, 3 üreteceğine 4 üretir. Bunun sonunda da maliyet artışı olmaz, fiyatlar üzerinde bir baskı doğmaz. Ama talebin biraz daha arttığını, firmanın daha da fazla üretmeye kalkıştığını düşünelim. Bunu yapabilmek için akla gelebilecek ilk uygulama firmanın işçilerine, iki vardiya çalıp çalışmayacaklarını sormasıdır. Eğer kabul ederlerse, tabii ikinci vardiya için ek ücret ödemesi lazım. Bu durumda maliyet biraz yükselir. Biraz daha talep artarsa firma ne yapar? “Bir makina alayım” der, o da maliyet üzerinde etki yaratır. Merkez Bankası'nın gözlemi, Türkiye'nin buraya daha gelmediği yönünde. "Potansiyel üretim düzeyi şu andaki üretimin üstünde"nin anlamı bu.
Merkez Bankası bunu nasıl biliyor? Bunu tahmin edecek çeşitli yöntemler ve modeller var. Merkez Bankası'nın hangisini kullandığını bilmiyorum ama, bu tür olanakları olduğu ve onlardan yararlandıklarını biliyorum. Potansiyel üretimle gerçekleşen üretim arasındaki fark para politikasının yürütülmesinde, özellikle enflasyon hedeflemesinde fevkalade önemli bir değişkendir. Dolayısıyla dikkati şu konuya çekmek istiyorum: Merkez Bankası yavaş yavaş hepimizi enflasyon hedeflemesi yaklaşımının kavramlarıyla tanıştırıyor. Bunun da altını çizmiş olalım...
ÖM: Tesbit etmiş durumdalar.
HE: Evet. Bu, nerede doğru gitmek istediğimiz konusunda da bir sinyal verir, onun için üzerinde duruyorum. Enflasyon hedeflemesi, bir enflasyon rakamını hedef ilan edip, bekleyip, tutarsa “ne iyi”, tutmazsa “çok kötü oldu” demek değil...
Enflasyon hedeflemesi bir bakış açısı, bir olayları değerlendirme yöntemi. Onun da parçaları var, bu parçaları teker teker Merkez Bankası getirip gündemimize sokuyor. Ben bunu çok olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Bu arada, tabii, potansiyel üretim konusunda Merkez Bankası'nın tahmininden farklı tahminler de olabilir; o ayrı bir konu. Önemli olan kavramın gelmesi.
Dördüncü bir nokta daha var, o da zamanlama ile ilgili... Merkez Bankası, niye dün faiz indirdi?
Zamanlama hükûmete destek
ÖM: Bu da Merkez Bankası yönetimi sanatı diyorsun?
HE: Evet. Bu sanat kısmı, bence burada yine bir sanatçı inceliği var, Merkez Bankası IMF heyeti buradayken, toplantıların belli bir noktasında bunu yaptı. Bir hafta sonra da yapabilirdi...Ama dün yaptı. Peki bu ne anlama geliyor?
ÖM: Daha önceki IMF ile yapılan toplantılarda incelemelerin bitmesini bekleyip faiz indirimi mi yapmışlardı?
HE: Yok, öyle yapmamışlardı... Piyasadan aldıkları sinyaller, kendi tahminleri onları bu kararı alma noktasına getirdiğinde yapmışlardı. Aslında zamanlamanın IMF’nin geliş gidişlerine denk düştüğü de oldu, ama sanıyorum aralarında bir nedensellik ilişkisi yoktu...
Ancak bu defa farklı bir hava var. Bence bu tatlı, uygar bir ağırlık koyma yaklaşımı. Merkez Bankası'nın toplum gözünde itibarı yüksek, IMF’nin gözünde de yüksek... İkinci olarak bağımsızlığı, serbest hareket edebilirliği konusunda da epeyce bir güven var. Böyle bir kuruluş kalkıyor diyor ki: “Ben, hükümetin doğru yolda olduğunu düşünüyorum, bundan kaynaklanan bir risk görmüyorum, diğer faktörler de olumsuz değil, olumlu. Bu nedenle faiz indiriyorum.” Bu durumda ne sinyal vermiş oluyor: Bu toplumda, görevi nedeniyle, hükümetin programı yürüteceğine dair en son inanç beslemesi gereken kurum inandığını açıklıyor. Bu sinyali topluma olduğu kadar IMF heyetine de vermiş oluyor. Bu, hükümete bir destektir. Metni okuduğunuzda Merkez Bankası'nın hükümete yönelik uyarıları da var. Ancak, sonuçta Merkez Bankası'nın yaptığı hükümete bir destek vermektir.
Bu, IMF ile hükümetin görüşme zeminini rahatlatır. Benim sanat dediğim kısmı burada. Burada haklı mı çıkar, haksız mı çıkar? Biliyorsunuz sanat eserleri bazen iyi olur, bazen de o kadar iyi olmayabilir. Onu önceden bilemeyiz. Ama zamanlamada ben böyle bir unsurun payının yüksek olduğunu hissediyorum. Bunu hiç kimse ile konuşmadım, belki de hiç kimse böyle düşünmedi ama böyle bir etki yaratacağını da tahmin ediyorum.
ÖM: Orjinal ve kişisel bir değerlendirme. Bir de IMF ile 6. gözden geçirmenin de ertelendiği haberi var, 15 Ağustos olarak belirlenmişti... IMF ile anlaşma yapılarak 6. gözden geçirmenin Ekim sonuna ertelendiği de açıklanmış. Arada bir bağlantı var mı?
HE: Yok. Şöyle anlaşılıyor ki “6. gözden geçirmenin şartlarını bir ay içinde tamamlayın” demek gerçek dışı bir şey. Burada çeşitli faktörler var, yaz tatili, vs. bazı konuların hazırlığı daha uzun sürebilir. Ağustos 15’te sırf daha evvel öyle yazıldı diye bir görüşme yapıp, “aaa bunlar da yapılmamış” demektense, doğru dürüst bir tarihte yapmanın bir zararı yok, yararı var. Türkiye de Ağustosta 6. görüşmeyi yapamazsa, IMF’den kaynak gelmezse, çok sıkışık duruma düşeriz gibi bir durum da yok, dolayısıyla mantıklıdır.
Yalnız bir nokta çok önemli: 6. görüşmenin ertelenmesinde sorun yok ama, bu görüşme yapıldığında işlerin yoluna girmesi lazım. Bunun somut ve pratikte çok adı geçen bugünlerdeki göstergesi, ABD’den gelmesi sözkonusu olan desteğin bu işe çok bağlı olması. Yani “IMF ile meselenizi çözün, ondan sonra bizim bu desteğimiz de çalışmaya başlar” diyor ya ABD. Ama sorun burada bitmiyor. Belki “ABD desteği olmasa da olur” diyebilirsiniz. Ama 6. görüşmede meselenin tam yola girdiği hissi gelmezse Türkiye’nin uluslararası piyasalardaki saygınlığı ciddi olarak zedelenir ve Türkiye’nin kaynak arayışına girdiği dönemde kötü sonuç doğurur. Bugün böyle bir kayıp olasılığı pek söz konusu değil. Yumuşak bir açıklama yapıldı, olayın teknik olduğu, küsme durumu olmadığı apaçık.
Artık 6. görüşme ve Ekim ayı çok önemli, çünkü bütçenin hazırlandığı zamandır, bir sene sonrayla ilgili olayların da biçimlendiği dönemdir. 6. görüşmenin sorunsuz bitmesi ve çabuk bitmesi lazım. Bu nokta önemli.
ÖM: Sonbahara teyakkuz halinde girmemiz bekleniyor öyleyse.
HE: Biz hep böyle yapıyoruz zaten.
(17 Temmuz 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)