Dolar yavaş yavaş yükselecek...

-
Aa
+
a
a
a

15 Nisan 2002 Radikal GazetesiNEDEN? Faruk Selçuk Türkiye bir yandan yakın tarihinin en büyük ekonomik daralmasından geçerek fakirleşiyor, bir yandan da enflasyonda ve dövizde düşüşler yaşıyor. Bu karmaşık sinyalleri nasıl değerlendirmemiz gerektiği konusunda ise tam bir fikir birliğine varamıyoruz. İç piyasası talepsizlikten bunalan Türkiye'de üretimin ancak ihracatla artırılabileceğini ve borçların bu yolla ödenebileceğini bildiğimizden dolardaki düşüşe sevinemiyoruz, doların düşmesinin sonuçlarının olumlu mu olumsuz mu olacağına tam karar veremiyoruz. Aynı şekilde bankacılık sistemindeki aksaklıkların da hayatımızı nasıl etkilediğini, bunun ekonomik faturasının her birimizin sırtına ne yükleyeceğini açıkça tartışamıyoruz. Bir türlü gelmeyen yabancı sermaye ile hukuk sistemi arasındaki ilişkiyi de kuramıyoruz. Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Faruk Selçuk ile ekonominin sorunlarını konuşarak, Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumu berrak bir halde görmeye çalıştık. Araştırmaları yabancı dergilerde yayımlanan Prof. Faruk Selçuk, makroekonomi, Türkiye ekonomisi, finansal ekonometri ve risk yönetimi üzerine çalışıyor. Son zamanlarda Türk ekonomisinden karışıksinyaller geliyor. Bir yandan enflasyon, faiz ve dolar düşüyor, bir yandan durgunluk, işsizlik artıyor. Önce en güncelinden başlayalım. Dolar niye düşüyor? Merkez Bankası'nın uyguladığı gecelik faiz oranları yıllık bileşik bazda yüzde 70, 75'lerde, aylık olarak da yüzde 4'te seyrediyor. Döviz hareketleriyle piyasayı etkileyebilen yerli ya da yabancı büyük oyuncular işte bu noktada bir karar veriyor. Dolarınızı Türk Lirası'na çevirip Merkez Bankası'na koyuyorsunuz. Eğer dolar fiyatı değişmezse, ki şimdi uygulanan dalgalı kur politikasına göre Merkez Bankası'nın dolara çok doğrudan müdahalesi olmayacak ve dolayısıyla dolarda ani bir artış yaşanmayacak, siz bu bir aylık sürede paranıza dolar bazında yüzde 4 faiz sağlıyorsunuz. Merkez Bankası'nın yüksek gecelik faiz oranları böyle bir arbitraj imkânı veriyor size. Bu nedenle Türkiye'ye geçen eylül, ekimden beri ciddi miktarda kısa vadeli yabancı sermaye giriyor. Türkiye'ye gelen dolar miktarı şu anda ülkedeki dolar talebinden daha fazla olduğu için de dolar düşüyor. Sıcak para Türkiye ekonomisini krize sokan etkenlerden biri olarak hep eleştirildi. 2001 Şubat krizinde Türkiye'den kaçan sıcak paranın şimdi tekrar gelmeye başlaması gene krize gidildiğinin bir işareti sayılmaz mı? Merkez Bankası'nın gecelik yüksek faiz politikasıyla sıcak para girişini teşvik etmesi sizce doğru bir politika mı? Faizleri yüksek tuttuğunuzda doğal olarak Türk Lirası değer kazanıyor, dolar ise aşağıya gidiyor. Merkez Bankası, `Benim önceliğim kurların bulunduğu düzey ya da ekonomik büyüme değil. Benim önceliğim enflasyonla mücadele. Ben, insanlarda enflasyonun düşeceği beklentisi oluştuğu takdirde faizleri düşürürüm' diyor. Ama Türkiye'de her malın fiyatı artıyor. Dolar fiyatı, enflasyondaki artış kadar artıyor mu? Türkiye'nin, krizlere hep aşırı değerlenen Türk Lirası'yla girdiği düşünülürse, T.L. dolar karşısında gene aşırı değerlenmeye mi başladı? Türk Lirası'nın aşırı değerlendiği konusunda hemen herkes hemfikir. Dolar şu anda olması gereken düzeyin çok altında. Kemal Derviş ve Merkez Bankası dahil ekonominin bütün yöneticileri, Türk Lirası'nın değerlendiğini kabul ediyor. Türk Lirası dolar karşısında ne kadar değerli diye sorarsanız, ben yüzde 20 derim, bir başkası yüzde 25, yüzde 30 der. Gene aynı noktaya gelecek idiysek, yaşadığımız bütün bu krizleri, acıları biz boşuna mı yaşadık? Geçmişten farkımız var. Bu tablo kalıcı değil çünkü dalgalı kur politikası uyguluyoruz. Ekonominin büyümesi yönünde ilk sinyaller alındığında dövize talep artacak, dolardaki hareket tersine dönecek. Ekonomik canlanmayla birlikte ara ve yatırım malına olan ithalat talebi artacağından dolar yavaş yavaş yükselecek. Şunu gözden kaçırmayalım. Uygulanan ekonomik programın birinci önceliği Türkiye'nin 200 milyar dolar dolayındaki iç ve dış borçlarını döndürebilmek. Bu programın önceliği ekonomik büyüme ya da enflasyonla mücadele değil. Türkiye geçen yıl şubatta kriz çıktığında, iç borçlarının bir kısmını servet vergisi koyarak ya da bir bölümünü ödemiyorum diyerek kesebilirdi ve ekonomik programı iç borcu aşağıya çekerek başlatabilirdi. İşte o zaman ekonomik büyüme çabuk yakalanırdı. Ama Türkiye bu tercihi yapmadı ve şimdi bütün enerjisini borçlarını döndürmeye harcıyor. Türkiye bir bıçak sırtında yaşıyor. Nasıl bir bıçak sırtı bu? Ekonomide büyümenin gecikmesi ekonomik programın devam şansını azaltıyor. Bu program halkın ve politikacıların dayanabildiği noktaya kadar gidecek. Türkiye bu programla borçlarını döndürebileceği yere kadar döndürecek. Sonra yeni bir program gündeme gelecek. İşte o programda ekonomik büyüme birinci öncelik olabilir. Peki Türkiye ekonomisi büyürse, borçlar döndürülemiyor mu? Türkiye ancak ekonomisi büyürse borçlarını döndürebilir. Ama bugünkü ekonomik program büyümeyi dışlayan bir program. Programın ekonomiyi yeniden yapılandırma amaçları yüzde yüz doğru ama programın başlangıç dizaynı yanlış. Türkiye birbuçuk, iki yıl kaybettikten sonra `Keşke şubat krizinden sonra biz bir kerelik fedakârlıkta bulunsaydık ve bu borç belasından kurtulsaydık' diyecek. Türkiye Mart 2001'de bunu demedi, şimdi 'Birazcık büyüyelim' demek olmaz. Artık gemi limandan çıktı. Hâlâ özel sektör bir noktayı anlamıyor. Neyi anlamıyor? Bu program, Türkiye'nin yıllar önce yapması gereken temel değişimleri hedefliyor, Ankara'daki rant dağıtım sistemini kökünden değiştirmeye çalışıyor. Bu, sadece politikacıların tanıdıklarına kredi vermesi, kamu bankasına borçlu birini getirip o bankanın başına bakan yapması değil. Hazine arazisi üzerindeki gecekondulaşma da, tarıma verilen taban fiyatları da, kamudaki istihdam da, 38 yaşında emeklilik de bir rant dağıtımı. Bu rant dağıtımı sadece politikacıların ve Ankara'nın değil, bütün toplumun damarlarında dolaşıyor. Herkesin DNA'larına girmiş bu yapı. Şimdi uygulanan program bu yapının bazı mekanizmalarını kaldırmaya çalışıyor. Bundan böyle bir politikacı çıkıp da kim ne verirse ben 5 bin lira fazlasını vereceğim dese, ya da kamu bankasından kredi dağıtacağına söz verse buna kimse inanmaz. Çünkü Türkiye'yi finanse eden uluslararası çevreler artık bu açıkları kapatacaksınız diyor bize. Ama Türkiye'de hiç kimsenin ranttan uzaklaşmaya niyeti yok. Türkiye bu rant mekanizmasının süremeyeceğini artık anlamalı. Anlamazsa ne olur? Çok acı çeker. Türkiye tekrar 1990' ları yaşamayacak. O aptal cennet, şaşaa bitti artık. Ne zaman ki ekonomik kesimler ve Ankara'daki karar alıcılar piyasa ekonomisinin kurallarına uygun çalışmak zorunda olduklarını anlarlar o zaman bu ülke büyümeye geçer. Ama bankacılık sektöründe hâlâ birileri Ankara'ya gidip politikacıların üzerinden bazı düzenlemeleri erteletmeye çalışıyor. Aynı tavır sendikalar, borsalar ve odalarda da var. Türkiye'de bankacılık kesiminin bir fecaat olduğu anlaşıldı son krizlerde. Şimdi kanunlarla bankacılık sistemi düzeltilmeye çalışılıyor. Bankacılık düzelebilir mi? Finans sektöründe çok hızlı bir temizlik gerekiyor. Bankalar hem geçen yılki krizden, hem de geri dönmeyen krediler yüzünden sermayelerini yitirdiler. Bu yüzden kredi veremiyorlar. Veremeyince de piyasa canlanmıyor. Şu anda en büyük sorun, bankaların geri dönmeyecek kredilerinin yüksek olması. Bazı şirketler batmış vaziyette ama bu bankaların bilançolarına hâlâ yansımış değil. O şirketlerin borçları bilançolarında hâlâ geri dönecekmiş gibi gözüküyor. Eğer bankaların yeniden yapılandırılması, çürük kredilerin temizlenmesi, bilançoların gerçek haliyle açıklanması ve banka sermayelerinin güçlendirilmesi hızlı yapılmazsa, sistem tamamen tıkanır. Çünkü bankalar, bir sistemde kanın dolaşmasını sağlayan yapılardır. Eğer bankacılık sistemi çalışmaz ve kan dolaşmazsa, ekonomide deflasyon olur. Deflasyon enflasyondan çok daha tehlikelidir. Hangi bakımdan? Türkiye'nin bir deflasyon tecrübesi yok, böyle bir durumda ne yapılacağını bilmiyor. Türkiye geçmişte hep durgunluk içinde enflasyon yaşadı. Deflasyon, Japonya'nın yıllardır içinde sıkışıp kaldığı bir durum. Türkiye deflasyonun altından kolay kolay kalkamaz. Deflasyon bir krizdir ve çok daha büyük bir toplumsal rahatsızlık yaratır. Çünkü deflasyonda hem fiyatlar düşer, hem de ekonomide durgunluk yaşanır. O zaman krizden hiç çıkamayız işte. Haziran ve temmuzdan itibaren Türkiye deflasyon yaşamaya başlayabilir, eksi enflasyon rakamlarını görebilir. Zaten bugün Türkiye'de enflasyon, üretim ya da verimlilik artışı nedeniyle gerilemiyor. Ekonomik sistemin tıkanması yüzünden fiyatlar düşüyor. Şirketler ayakta kalabilmek için ellerindeki malları 'batan geminin malları bunlar' dercesine zararına satmaya başladılar. Eğer bankacılıktaki sorun hemen çözülmezse, bu fiyat gerilemesi sürer ve deflasyona girilir. Bankacılık sisteminin sağlıklı hale gelebilmesi için ne kadar paranın enjekte edilmesi gerekiyor? Şu anda bankaların hesapları denetleniyor. Auditting operasyonu bittikten ve bilançolar açıklandıktan sonra bu rakam ortaya çıkacak. Bankacılığın gerçek resmini, hangi bankanın ne kadar zararda olduğunu o zaman göreceğiz. Kamu ve özel bankalara bugüne kadar 40 milyar dolar verildi. Şimdi de kimine göre 15, kimine göre 20 milyar dolar daha verilmesi gerekecek. Bunun yükü de vergi verenlerin sırtına binecek. Eğer politikacılardan beklenmedik bir müdahale gelmezse BDDK bankacılığın gerçek resmini açıklayacak. Açıklamazsa, rakamları IMF ve Dünya Bankası'ndan öğreniriz. Türkiye gerçek fotoğrafı ortaya çıkarmamakta ısrar ederse, IMF ile program biter ve bir daha icra kurulları Türkiye'yi konuşmak için toplanmaz. Ekonominin diğer göstergelerine gelirsek... Yatırımların artması için faizlerin düşmesi gerektiği söyleniyordu hep. Faizler düşüyor ama yatırımlar artmıyor. Niye? Reel faizler düşmüyor. Merkez Bankası'nın enflasyonla mücadele çerçevesinde belirlediği gecelik faizlerin çok yüksek olması sonucunda şu anda reel faizler inanılmayacak düzeylerde. Dünyada reel faizler yüzde 2, 3'tür. Bizde yüzde 20. Borcu döndürebilmek için ortaya konan bir senaryo bu. Yüzde 20 reel faiz varken, yerli, yabancı kimse parayı gidip sanayiye yatırmaz. Hukuk sistemimizin yabancı yatırımcıların gelmemesinde rolü var mı peki? Uzun vadeli yabancı sermayenin gelmesinin birinci nedeni, bizdeki hukuki altyapının güvenilir olmaması. Türkiye'de yapılan kontratların yaptırım gücü yok. Alacağınızı tahsil etmek istediğinizde bile çok uğraşmanız gerekiyor. Bir de Türkiye'de yabancı sermayenin üzerinde çalışacağı altyapı çok kısıtlı ellerde toplanmış durumda. Yabancı sermaye buraya geldiğinde bir finans gurubuyla çalışacak, bir yerlerden elektrik alacak. İnternet bağlantısı, telefon konuşması yapacak, reklam verecek, medyayla ilişki kuracak. Bu altyapıdaki tekelci sahiplik ortamı, yabancı sermayeye güven vermiyor, bunu haksız rekabet olarak görüyor. Yabancı sermaye altyapıda daha heterojen bir sahiplik yapısı istiyor. Enflasyon konusuna dönersek. Enflasyon düşüyor ama bu arada ekonomi geçen yıl yüzde dokuzdan fazla küçüldü. Neredeyse onda bir oranında fakirleştik biz. Türkiye enflasyonsuz büyüyüyebilir mi? Türkiye büyürse ancak enflasyonsuz büyüyebilir. Dünyada hiçbir ülke enflasyonla kalıcı bir büyüme sağlayamadı bugüne kadar. Türkiye bugünkü ekonomik buhrandan çıkabilmek için gereken operasyonlara razı olmak zorunda. Ama hâlâ programı uygulayanlarla özel sektör arasında bir çatışma var. Şunu anlamıyorlar. Türkiye dünyadan bağımsız yaşayamaz. Dünya buna izin vermez. Siz kendi sorunlarınızla yaşamaya razı olabilirsiniz ama sorunlarınızı dünyaya ihraç ettiğiniz için artık sizi kendi başınıza bırakmazlar. Zaten globalleşme de bu. Bizim içe kapanmacı yumulböcelerimiz biraz güneş gördüklerinde hemen kapanmaya çalışıyorlar ama öyle bir dünya artık yok. Türkiye'nin içine kapanıp ben sorunlarımla böyle yaşayacağım demesi dünya düzenine aykırı. Türkiye'de paraların büyük kısmının devletin yanlış örgütlenmesine gittiği de anlaşıldı son krizlerde. Gerektiğinden daha fazla memur çalıştırıyor ama gerektiği kadar polis kadrosu bulundurmuyoruz örneğin. Bu tür çarpıklıklar nereden kaynaklanıyor? Bunlar, rant dağıtım sisteminin sonucu. Türkiye insanlarını hep bir yere depoladı. Kamudaki istihdam politikasının özü, insanları bir yerde depolamaktı. SSK, Bağ-kur, Emekli Sandığı derken bugün devlet 17 milyon kişiye maaş veriyor. Siyasi yapı işte bu kötü dengenin üstünden oy topluyor. Artık üniversiteden, tapuya kamunun tamamında yeniden yapılanma gerekiyor. Türkiye'nin bir de Avrupa Birliği'ne üyelik sorunu var. Tam üyelik müzakerelerine başlayıp başlamayacağımıza aralıkta karar verilecek. Eğer Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlayamazsa, bunun ekonomide etkisi ne olur? Ekonomi aşağıya gider. Daha çok sürünürüz ve ayağa kalkamayız. Şu anda yerli ve yabancı yatırımcılar, Türkiye'ye yatırım yapılır mı, mevcut yatırımlarla Türkiye'de kalınır mı diye beklemedeler. Türkiye ev ödevlerini yapar ve tam üyelik müzakerelerine başlarsa aynen 1985'lerde Yunanistan ve Portekiz'de olduğu gibi ekonomi fırlar. Bugün Yunanistan ve Portekiz'in fert başına milli gelirleri 12, 13 bin dolar. Türkiye'ninki 2 bin dolar. Eğer bir mucize olur da Türkiye her yıl yüzde 10 büyürse, ki Türkiye hiçbir zaman böyle büyümedi, bugünkü Yunanistan'ı ancak 15, 20 yıl sonra yakalayabilir. Türkiye'nin hızlı büyüyebilmesi için bazı zıplamalar yapması gerekiyor. Bu zıplamayı ona yaptıracak olan şey de AB üyeliğidir.