Eraslan Sağlam: Bu akşamın konuğu Azeri müzisyen Davod Azad, hoşgeldiniz!
Davod Azad: Teşekkürler.
ES: Söyleşide Türkçe’ye çevirmek için yardımcı olacak olan Elif Soykan da bizimle, siz de hoşgeldiniz!
Elif Soykan: Merhabalar.
ES: Davod Azad’ı fark etmem 35. Uluslararası Müzik Festivali ile birlikte oldu, festival direktörünü burada ağırladığımızda çaldığımız parça ile tanıştım Davod Azad’la ve çok heyecanlandım ve mutlaka konuk olmasını istedim. Davod Azad kendini Açık Radyo dinleyicilerine nasıl tarif eder, müzikal geçmişini nasıl anlatmak ister?
DA: Henüz 18 yaşında başlamıştım, yani müzik geçmişim çok eskiye dayanmıyor, ondan önce daha çok resim yapıyordum ve Çin Mashal sanatıyla ilgileniyordum. Daha sonra müziğe başladım ve İran’ın eski müziğini çalıştım, hep onların üzerine çalışmalarımı sürdürdüm, araştırmalarımı yaptım, çaldım ve aynı zamanda söyledim. İran’da 10 CD yayınladım, yurt dışında da bir çok CD’lerim yayınlandı. Üç ayrı tipte müzik yapıyorum, biri geleneksel, klasik müzik, bir tanesi Sufi müzik, ki bu da aynı zamanda Azeri geleneksel müziğini temel alır. Diğeri de fusion dediğimiz çeşitli müzik türlerini bir arada kullandığım tarz ki bunun da kaynağı Rumi, Bach ve İran müziklerinden gelir.
ES: Tasavvufla müziği nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
DA: Eğer melodilere bakarsanız, bu melodi makamlarına biz ‘naguşe’ adını veriyoruz, burada Sufizmi görürsünüz. Sufizm müzikle çok bağlantılıdır, bir çok şey görürsünüz sufizmin içerisinde müzikle ilgili. Eski zamanlardaki bir İran sufisti Abu Said, Bayazıt Baslami, Şebli bunların hepsi tekkelerinde sema için sufi müzik işleyen tipler,.
ES: Mevlânâ ve Bach nasıl biraraya geldi proje olarak?
DA: Ben İran müziği ile zate Batı müziğini kombine etmeyi düşünüyordum, bu da şöyle gerçekleşti, İngiltere’de bir piyanist arkadaşım var Melita Kalin, 50 senedir piyano sanatçısı ve Bach üzerine çalışıyor, o piyano çalarken ben de Rumi’nin Divan’ını okuyordum, o sırada kendiliğinden gelişti, hiç düşünmeden çok büyük bir uyum olduğunu düşündüm Bach ve Rumi’nin dizelerini okurken. Öyle etkilendim, hiç bunun üzerinde düşünmemiştim aslında, Bach olması üzerine. Ama sonradan düşündüğüm zaman Bach’ın gerçekten büyük bir sufist olduğunu gördüm, yazıları elime geçti, onun da hayat görüşünden bir sufist olduğunu söyleyebilirim.
ES: Bu hayat görüşünü biraz açabilir misiniz? Bach hangi yönleriyle bir sufist olarak görünüyor?
DA: Sufizm çok hareketli, çok değişebilir bir şeydir, Bach da klasik müzikte formları değiştirdi. Sufizm de sizi özgür kılar, Bach da aynı şeyi klasikte uygulamıştır. İyi bir perspektifle hayata baktığımız zaman, herşeyi bir ilham kaynağına dönüştürebiliriz, bu aslında tamamen bize, bakış açımıza bağlı. Benim için her şey ilham kaynağı olabilir, ama özellikle Doğu kültürü, özellikle Türk ve İran kültüründen çok büyük ilham da alıyorum.
ES: Bugünün dünyasına Mevlânâ neler söylüyor ki sizin bu kadar ilginizi çekiyor ve müziğinize yansıyor?
DA: Mevlânâ barıştan çok fazla bahseder, herkesi, ırk, vs. hiçbir ayırım gözetmeden sevmekten bahseder ve der ki; “insan mutlu olmazsa allahtan uzaklaşır”. Bunların hepsi bugün de en çok ihtiyacımız olan şeyler, ben de bunların üstüne yoğunlaşıyorum.
ES: Bir klasik doğu müziği araştırmacısı olarak aynı zamanda Bach’ı yorumlayan bir müzisyen olarak klasik batı müziğine nasıl bakıyor ve değerlendiriyorsunuz?
DA: Müzikte kaynak birdir aslında, çok çeşitli müzikleri sentez halinde sunarız, ancak bunun kaynağı birdir, o da aşktır. Aslında bir çok kültürü biraraya getirmek için de müzik çok güzel bir araçtır ve bunun peşinde olmalıyız, bir ‘bir’lik yaratmalıyız, ‘bir’in peşinde olmalıyız bunlar sayesinde. Kimse başkasından daha iyi değildir, herkes eşittir ve bunu müziğimde de yansıtıyorum.
ES: Tüm kalbimle teşekkür ediyorum katıldığınız için.
(26 Haziran 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)