6 Nisan 2010
2010 baharı iki siyasi gelişmeyle yol alıyor... Bir yanda Ergenekon süreci iniş-çıkışlarla devam ediyor.
Bir tür "iniş halinin yaşandığı bir dönem"de olduğumuz söylenebilir.
Nitekim Balyoz Davası etrafında ortaya çıkan, "tadı kaçmış bir görüntü" var.
Sorun 21 asker kişiye yönelik siyasi görüntülü ve gösterili tahliyeyle başladı, tahliye kararını veren yargıçla ilgili basında yer alan bilgiler sorunun üzerine tuz biber ekti. Bir hâkimin tutukladıklarını diğer bir hâkimin bırakması, ardından bir başka hâkim ya da heyetin yeniden tutuklama talep etmesi, Ergenekon sürecinin en önemli davasını sulandırıyor, yargıdaki kutuplaşma fikrini daha derinlere işliyor.
Bu gelişmeler dün başka bir durumla daha kritik hale geldi.
Balyoz soruşturması etrafında 14 ilde savcılık emriyle sürdülen operasyonlar, bir başka savcının, başsavcının girişimiyle durduruldu. Ve operasyonu başlatan iki savcının görev yeri değiştirildi.
Yargı açısından, git gide vahimleşen bu sıkıntının şu anda nasıl ve nelere yol açarak son bulacağı belli değil...
Ergenekon sürecinde bir kopuş olmayacağı açıktır.
Bu süreci kesintiye uğratmak için yargı içinden ters adımlar atıldığı da bizce ortadadır.
Ancak bunlar parçalar ayrılmış, örselenen ve ağır faturası olabilecek yargı gerçeğini de değiştirmiyor.
Öte yanda yargıyı merkezine alan Anayasa değişikliği süreci devam ediyor.
Anayasa değişikliği önerisini dün şekli bir sıkıntı nedeniyle geri çekti AK Parti. Malum, bu tür değişiklik önergelerini milletvekilerinin tek tek imzalaması gerekiyor, parti gruplarının onlar adına imza sunmaları Anayasa'ya aykırı ve iptal nedeni olabiliyor.
Paket bu yöndeki iddialar üzerine geri çekildi. Ve aynı gün yeni bir önergeyle tazelendi. Bu kez gelen ilk haberlere göre pakette Asker Yüksek İdare Mahkeme'yle ilgili bazı hükümlerin yer alacağı ve parti kapatma hükmüne zorlaştırıcı yeni unsurlar ekleneceği yönünde...
Evet, süreç devam ediyor ve Türkiye hızla bir referanduma doğru yol alıyor.
Muhtemel referanduma doğru Anayasa değişikliği olsun mu olmasın mı tartışmaları dindi ve doğal olarak paketin içeriğiyle ilgili meseleler öne çıkmaya başladı.
CHP zihniyetiyle bakanları bir kenara bırakırsak, kanaat önderleri arasındaki ana eğilim paketinin varlığının önemli olduğu ve desteklenmesi gerektiği yönünde.
İçerik tartışmaları açısından ortada ciddi bir itiraz var.
Bu itiraz, referandumda seçmenin tüm pakete evet ya da hayır diyecek olmasına ilişkin ve kanımızca haklı bir itiraz...
Ancak referandum birçok hükmü içeriyor ve birden çok alana yayılıyor... Pakette hem temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddeler, hem devletin yeniden yapılanması ve yargıya ilişkin maddeler, hem 15. geçici madde gibi türleri var.
Tüm bu maddelere evet ya da hayır bir anlamda seçmenin adına düşünülmüş bir durumdur. Bu durum, bu toplumun çoğulcu ve farklılaşmış bir davranışta bulunmasını hafife alıyor, hatta dışlıyor.
Doğaldır ki, bir konuda hayır diyecek seçmen, bambaşka bir konuda evet demek niyetinde olabilir. Seçmene "en önemli tercihini yap, ayrıntıları unut ve ona göre oy ver" demek demokratik meşruiyeti sınırlı bir tutumdur.
Meşruiyet meselesi önemlidir...
Türkiye değişim sürecinde bu noktaya toplumsal destek ve meşruiyet sayesinde geldi. Unutmamak gerekir ki, 2007'deki yüzde 47'lik seçimler sivileşme sürecinde en keskin neşter darbesidir.
Ve bu meşruiyet her biçimde korunmalı, hatta pekiştirilmelidir.
Pekiştirme topluma hazır paket sunmak yerine onu tartışmaya katmakla, siyasi tercihlerle çekmekle olur...
Tersten söylecek olursak, referandumun tek madde halinde yapılması bu meşruiyeti zayıflatır. Hatta sonuçları olumsuz yönde etkileyebilir.
1982 Anayasası refenduma sunulduğu zaman Kenan Evren'in Cumhurbaşkanlığı'nı da onaylamak zorunda kalmıştı seçmenler...
Yapılması gereken bellidir.
En azından referandumu, alanlara göre parçalara bölmek ve üç dört ayrı paketin oylanmasını sağlamak... Yargı, 15. madde, temel hak ve özgürlükler şeklinde üç alt paket bile yeterli olur.
Ergenekon ve Anayasa değişiklikleri, iki gelişme pistinde de, dikkatli ve meşru adımlara ihtiyaç var.