Boğaziçi, İstanbul hayatına 16.yy.’dan sonra girmeye başlar. 16.-17. yy.’da Boğaziçi’nde Göksu, Tokat, Sultâniye, Çubuklu, Kandilli, Kuleli, Çengelköy ve Beylerbeyi gibi, kendi içine kapalı bağ ve bahçe tarımı yapan yerler yalnızca padişahların gezip eğlendikleri has bahçelerdir. 17. ve 18. yy.’da padişah ve saraya mensup devlet ricâlinin eğlence merkezi ise Sâdâbâd’dır. Yazlıkları da genellikle Haliç’te olmakla birlikte Sultan IV.Mehmed devrinde (1642-1693) artık pek çok vezir, defterdar ve ulemânın da yazlıklarının Boğaz’a taşındığı görülür. Bunlardan biri de Şeyhülislâm Bahâî Efendi’dir. Kanlıca’da bulunan yalısı nedeni ile körfeze Bahâî körfezi de denir. Kanlıca Müslüman nüfusludur ve yabancıların da katıldığı, sonraları büyük şölenlere dönüşecek olan ilk mehtap âlemlerinin burada yapıldığı söylenir. 18.yy.’da Boğaz kıyılarına yabancılar yerleşmeye başlar. Sultan III.Ahmed döneminde (1673-1736) ise Sâdâbâd halen gözde olmakla birlikte, devrin şairi Nedim (1681?-1730) Boğaziçi’nin özellikle Göksu ve Küçüksu’nun güzelliklerini | Bestekâr Lemi Bey |
Kanlıca Körfezi’nde başladığı bilinen mehtap âlemlerinde mûsikî olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak mûsikînin şenliklere katılması Müslüman halk ve özellikle yüksek tabaka için herhalde Tanzimat (1839) sonrası mümkün olabilmiştir.
Aslında “Boğazın tabiatında sular ve mehtap bulunduğu gibi saz yani mûsikî de vardır.” diyor Abdülhak Şinâsî Hisar (1888-1963). Ahmed Hamdi Tanpınar (1901-1962) da ona katılıyor. “Boğazın kendisi de sanatkârâne hatta müzikaldir. Tıpkı hoparlörle dışarıdan dinlenen opera gibi, bütün hareket adesenizin dışında kalır. Siz yalnız mûsikî duyarsınız.”
Seçkin ses ve saz sanatçılarının icrâ ettiği gerçek mûsikî sesleri ise ilk olarak kendisi de bestekâr olan Sultan I.Mahmud’un (1696-1754) yaptırdığı Küçüksu Kasrı’ndan duyulmaya başlar. Bundan sonra, yabancıların genellikle “Asya’nın tatlı suları”, “Asya’nın sakin suları”, Edmond de Amicis (1846-1908)’in de “İlâhî dere” dediği Göksu ve Küçüksu, Sâdâbâd’ın yerini alır.
Julia Pardoe, İstanbul’u ziyaretinden (1835-1836) sonra kaleme aldığı kitabında, Cuma günleri Göksu âlemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatır ve tanbur seslerinden söz eder. Cuma ve Pazar günleri Göksu, Küçüksu, Kalender ve Çubuklu’ya sandallarla denizden gidilir, akşama kadar yemek yenilir, sazlar çalınır, oynanır, salıncaklara binilir. Cariyelerin de türkü ve mâni söylemelerine izin verilir. Eğer mehtap varsa hizmetçiler yalıya dönerken, hanımlar cariyelerini alıp ezandan kırk beş dakika sonra kayıklarına biner, mehtabı seyrederler.
1896’da yazdığı Şehir Mektupları’nda Ahmed Râsim (1846-1932) “Bana kalırsa Haliç, yalnız bir Sâdâbad’ıyla buralara karşı övünemez. Göksu manzaraca ondan aşağı kalır mı? ... Ayın doğuşu, mehtap töreni ayrı ayrı makamda ötüşlerle icra ediliyor.” diyerek Göksu mehtabının mûsikîsinden söz eder.
Kemençeci Sotiri Efendi | Boğaz’da mûsikî sesleri yalnız Göksu ve Küçüksu’da duyulmaz. Pardoe, Azime Sultan Sarayı’nda cariyelerden oluşan, iyi yetişmiş ses ve saz topluluğunun keman, tanbur seslerini ve birlikte söylenen şarkılarını kayıkla geçenlerin kürekleri yavaşlatarak dinlediğini söyler. 4 Haziran 1829 mehtabında Tarabya Kasrı’nda Donizetti (1788-1856)’nin askerî bando ile müzik yapması Sultan II.Mahmud (1785-1839)’la birlikte değişen müzik anlayışının habercisidir. Çok sonraları babası Sultan II.Mahmud ve batı müziği meraklısı ağabeyi Sultan Abdülmecid (1823-1861)’e rağmen Sultan Abdülaziz (1830-1876) Dolmabahçe Sarayı’nın Harem dairesi pencerelerinden yaz geceleri boğaza doğru ney üfleyip lavta çalacaktır. Boğaz’da ney üfleyen bir |
20.yy. başında bazı yalılarda artık özel saz takımları vardır. Halim Paşa’nın Rumelihisarı’ndaki yalısında haftada iki gece en meşhur hânende ve sâzendelerden oluşan saz takımı fasıl yapar. Saadettin Paşa’nın (Merkez kumandanı) her biri bir makam adı alan kırk sekiz cariyesinden kurulu bir saz takımı vardır. Bunlardan Bestenigâr adlı cariye genç yaşta ölünce bütün Boğaziçi göz yaşı döker.
Özel saz takımı olmayan yalılarda yapılan mûsikî toplantılarında ise devrin çok ünlü müzisyenleri bulunur. Sultan Abdülhamid (1842-1918)’in damadı Nurettin Paşa’nın yalısında Hacı Remzi Bey’in Bebek ve Adliyeli Âsım Bey’in Kanlıca’daki yalılarında Hâfız Osman (1867-1932); Yanyalı Mustafa Paşa’nın Anadoluhisarı’ndaki yalısında Hâfız Osman, Kemençeci Vasil (1845-1907), Giriftzen Âsım Bey (1852-1929), Ûdî Nevres (1873-1937); Mahmud Celâlettin Paşa (1839-1899)’nın Çubuklu’daki yalısında da Tanbûrî Cemil (1871-1916), Kemençeci Vasil ve Lemî Atlı (1869-1945) mûsikî toplantılarına katılan ünlü müzisyenlerdir.
Azınlık yalılarında da mûsikî meclisleri toplanır. Bunların en ünlüleri Bebek’le Arnavutköy arasındaki Köçeoğulları yalısıdır.
“Bütün bir âdâb ve teşrifatı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı tarafından yaptırılan bu âlemler mâşerî bir opera, bir nevi ayışığı ibadeti gibi bir şeydi. ....... Hissi hayatımızda o kadar yeri olan ve bize bir yığın asîl içlenmeyi telkin eden Boğaz burada en yüksek sanatlarımızdan biri olan mûsikî ile birleşiyordu.” Tanpınar’ın böyle biçimlediği bu gecelere Mehtâbiye denirdi. Serv-i sîmîn (gümüş servi) seyri de denilen bu âlemler senede iki veya üç kere yapılırdı. Temmuz, Ağustos bazen de Eylül aylarının 12., 13., 14. ve 15. gecelerinden birinde düzenlenir, aynı gecede birbirlerinin sesini bozmamak için iki saz takımı olmamasına dikkat edilirdi. Bu geceleri düzenleyen belli başlı insanlar vardı. Valde Paşa (Bebek), Said Halim Paşa (Yeniköy), Suphi Paşazâde Sâmi Bey (Yeniköy), Hıdiv İsmâil Paşa (Emirgan) vb.
Geceyi düzenleyen, en iyi ses ve saz takımını kurar, müzisyenler için oturduğu köyün bir pazar kayığını kiralardı. Pazar kayığı mehtâbiyeyi düzenleyen yalıdan müzisyenleri alır denize açılırdı. Üç-beş kayık ve sandalla başlayan grubun sayısı sonunda yüzlere ulaşırdı. Sultan Abdülaziz dönemindeki mehtâbiyelerde Boğaz’ın en derin yeri olan Kayalar ile Kandilli arasında kayıklardan atlaya atlaya karşıya geçilebilirdi. Fasla, Kalender’in önünden başlamak bir gelenekti. Sonra Yeniköy’den İstinye’ye gelinerek oradan karşıya geçilir, Kanlıca Körfezi’ne girilirdi. Mehtabı ve yankısı öylesine meşhurdu ki körfez deyince herkesin aklına Kanlıca gelirdi. Burada mutlaka bir-iki fasıl çalınırdı. Bu fasla karadan katılanlar da olur, mûsikîye meraklı olduğu bilinen yalıların önünden geçilirken durulur, onlara özel olarak çalınır, söylenirdi. Sandal sayısı çok fazla olduğu için, girilmeye kalkışılırsa ancak üç-dört saatte çıkılabileceği bilindiğinden asla Göksu’ya girilmez, Kandilli açıklarından karşıya geçilerek Bebek koyuna girilir, bir-iki fasıl da burada yapılırdı. Sabaha karşı pazar kayığı, müzisyenleri genellikle | Tanburi Refik Bey |
Bütün Boğaziçi’ni ayağa kaldıran bu gecelerden hoşlanmayanlar tepki gösterenler de vardı. Bunlardan Mısırlı Hilmi Paşa’nın damadı Nusret Sadullah Bey batı müziğini sevdiği, Tevfik Fikret (1867-1915) bulunduğu mevkî ve dünya görüşüne katılmadığı, gazeteci Saffetî Ziya Bey ise çok alaturka bulduğu için katılmayanlardı. Devlet adamları halkla içiçe olmayı uygun bulmadıkları, din adamlarının bazıları ise hoş karşılamadıkları için katılmazlardı.
Geceyi düzenleyenler, hânende ve sâzendelere ayrılan kayıklara asla binmezler davetlileriyle birlikte kendi özel kayıklarına biner onları takip ederlerdi. Bu kurala uymayanlar da vardı, Bunlardan biri de Kadripaşazâde İsmail Bey’di. Kanlıca’daki yalısında yılda bir kere mehtâbiye düzenlenir, hânende ve sâzendeler için kiralanan pazarcı kayığının dümenine bizzat İsmail Bey geçerdi. Bu mehtâbiyelerin ses ve saz heyetini Kemençeci Vasil (1845-1907) yönetirdi. Sait Halim Paşa ise kendi kayığının dümenine geçerdi. Paşa’nın mehtâbiyelerine Hânende Nedim Bey (?-1910?), Hâfız İsmâil Efendi ve Kaşıyarık Hüsamettin Bey (1840-1921), yalının meşkhânesinde günlerce çalışarak hazırlanırlardı.
Biraz da diğerlerinden farklı özellikler sergileyen mehtâbiyelerden örnekler verelim:
Hıdiv İsmail Paşa, İstanbul’da olduğu zamanlar, mehtaplı geceler, padişahın doğum ve cülûsuna (tahta geçme) denk gelirse görkemli mehtâbiyeler düzenler, saz takımında Melekzet Efendi (1857-1937) ve Hâfız Şaşı Osman (Anadoluhisarlı) da bulunur.
Boğaziçi Bülbülü diye anılan Nedim Bey, Said Halim Paşa’nın kızkardeşi Prenses Zehra Hanım ile evlidir. Büyük ihtimalle Said Halim Paşa tarafından düzenlenen mehtâbiyede Nedim Bey ve Lemi Atlı (1869-1945)’nın hânende olarak bulunduğu kayıkta Kemânî Ağa (?-1925?), Santûrî Ethem (1885-1926), Kânûnî Şemsi, Tanbûrî Cemil (1871-1916), Lavtacı Andon, Kemânî Tatyos (1858-1913) ve Ali Rifat Bey (1867-1935) de vardır. Sandal Baltalimanı’ndan Emirgân’a doğru yol alırken, Ali Rifat Bey, Şevkefzâ makamında öyle güzel bir taksim yapar ki, Lemi Atlı hatıralarında bu taksimin bir ömre bedel olduğunu söyler.
Hânende Nedim Bey’in ayrı bir grupla mehtâbiyeye çıktığı bir başka gece ise, Mekteb-i tıbbiye nâzırı (Tıp Fakültesi dekanı) Doktor Saip Paşa’nın yalısından düzenlenen saz takımında Kemânî Garbis, Kemânî Kirkor, Kânûnî Mihal, Lemi Atlı’nın hocası Hâfız Yusuf Efendi ve Lemi Atlı vardır. Lemi Atlı öylesine güzel söyler ki sandal ve kayıklar hangi saz takımını takip edeceklerini şaşırırlar.
Kanunî Şehir Şemsi Efendi | En güzel dönemlerini Sultan Abdülaziz devrinde yaşayan mehtâbiyeler, Cumhuriyet döneminde Şirket-i Hayriyye (Deniz yolları işletmeciliği) yönetim kurulu başkanı olan Necmettin Molla tarafından canlandırılmak istendi. 1931 yazında, Şirket-i Hayriyye vapurlarının arkasına takılan bir sal üzerinde halkın, yüzünü görüp tanımadığı için Denizkızı adını taktığı Eftalya Hanım (1891-1939) mehtaplı gecelerde şarkılar söyledi. Halk sevdi, benimsedi ama o eski gecelerin geri gelmesi mümkün olmadı ama bu geceler bir Boğaziçi şarkısına vesile oldu. Aleko Bacanos (1888-1950) Acem-aşîran şarkısını Eftalya için besteledi. “Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab et Çık, sahile gel sînede bir âlemi âb et” |
Boğaziçi’nde, yalnız mehtaplı gecelerde değil her zaman mûsikî vardı. O günler ve gecelerde de mûsikî tarihine geçecek olaylar yaşandı.
1895 yılı yazının mehtaplı bir Cuma gecesi Mehmed Âkif (1873-1936), Tanbûrî Aziz ile arkadaşları Selahattin Bey’in yalısında buluşur. Neyzen Tevfik ve Bursalı Hâfız Emin de gelir, denize açılırlar. Neyzen çalıp, Hâfız Emin söyledikçe sandallar, kayıklar artar. Beykoz’la İncirköy arasında Sultâniye çayırına çıkarlar. Günü orada geçirirler. Mehtap çıkıp da tekrar denize açılana kadar bütün sandallar onları bekler. Mehmed Âkif ölüm döşeğinde bile bu geceyi hatırlayacaktır.
Mahmud Celâlettin Paşa (1839-1899) 1899 yılının bir yaz gecesi Çubuklu’daki yalısının balkonunda yardımcısı Nâzım Bey’e yeni bir şarkısını öğretmektedir. Defalarca tekrarladığı halde Nâzım Bey eserin bazı yerlerini öğrenemez. O sırada arkadaşları ile sandal gezintisi yapan Lem‘i Bey yalının önünde durarak eseri dinler ve bir suskunluk anında yüksek sesle baştan sona okur. Paşa Lemi Bey’i hemen yalıya aldırır. Böylece Lemi Bey’i tanımış olan Celâlettin Paşa ömrünün sonuna kadar onun teşvikçisi ve koruyucusu olur.
İhtimal, bir mehtâbiyenin arkasından konakladığı Yedisekiz Hasan Paşa’nın oğlu Said Paşa’nın Vaniköy’deki yalısında Lemi Atlı bir rüya görür. Nâmık Kemal "Zevkin ne ise söyle, hicab eyleme benden" mısraı ile başlayan şiirinin Manyasizâde tarafından bestelenmiş şeklini beğenmemiş ve Lemi Atlı’dan bestelemesini istemiştir. Lemi Atlı da eseri rüyasında besteler. Gözünü açar açmaz aynı odayı paylaştığı Leon Hancıyan (1857-1947)’ı uyandırır ve Nihâvend makamında bestelediği şarkıyı notaya aldırır.
Yıl 1905. Refik Fersan (1893-1965)’ın kayınpederi Mabeyinci Fâik Bey’in Bebek’teki yalısında yapılan bir toplantıda Sultan Abdülhamid’in kuyumcubaşısı Jak Harunaçi’nin Fransız eşi piyano çalar ve çok alkış alır. Daha sonra o akşam orada bulunan, hem Refik Bey’in hem de eşi Fahire Hanım’ın (Fâik Bey’in kızı) hocası olan Tanbûrî Cemil Bey’den bir şeyler çalması istenir. Cemil Bey tanburla Tâhir-bûselik taksim yaptıktan sonra Kemânî Rıza Efendi (1780-1852)’nin peşrevini çalar. Eser bittiği zaman Fransız madam ayağa kalkarak çok etkilendiğini söyler ve kocasının düğün armağanı olan yakut taşlı değerli bir yüzüğü Cemil Bey’e armağan eder.
Mûsikî, 17. asırdan itibaren giderek artan bir coşku ile Boğaziçi hayatında yer alırken mûsikîye Boğaziçi’nin girişi çok daha sonralarıdır. Bilebildiğimiz ilk örneklerini Sultan III. Selim (1761-1808), Dede Efendi ve Küçük Mehmed Ağa’nın güftelerinde görürüz. Daha sonraları Dellâlzâde, Hâşim Bey, Zekâi Dede, Rahmi Bey, Hacı Ârif Bey, Kazasker Mustafa İzzet, Nikoğos Ağa, Tanbûrî Mustafa Çavuş, İsmet Ağa, Markar Ağa, Suyolcuzâde, Hâfız Abdullah, Rıfat Bey, Mahmud Celâlettin Paşa, Asdik Ağa, Kânûnî Hacı Ârif, İsak Varon, Lavtacı Hristo, Bolâhenk Nûri Bey, Cevdet Çağla, Fehmi Tokay, Fahri Kopuz, Kemal Niyâzi Seyhun, Mustafa Nâfiz Irmak, Münir Nûrettin Selçuk, Yesarî Âsım Arsoy, Sadettin Kaynak, Şerif İçli, Osman Nihat Akın, İsmâil Baha Sürelsan, Muzaffer İlkar, Şükrü Tunar, Ârif Sâmi Toker, Selahattin İçli, Avni Anıl, Şekip Ayhan Özışık, Alâeddin Yavaşça, Cinuçen Tanrıkorur eserlerinde Boğaziçi’ni anlatma geleneğini sürdürdüler. Bu şarkılarda en çok Enderûnî Vâsıf (?-1824), Faruk Nâfiz Çamlıbel (1898-1973) ve Yahyâ Kemal (1884-1958)’in güfteleri kullanıldı. Münir Nûrettin Selçuk (1899-1988) Yahyâ Kemal’in şiirindeki mûsikîyi notalara taşıdı. Enderûnî Vâsıf’ın neden pek çok şiirinin bestelendiğini de bize şu şiiri anlatsın:
Bir tıfla duçâr oldu gönül semt-i BebekdePervâz idemez yavrucağım dâhi tünekdeOl mâhı şikâr itmek içün sayd-ı semekdeBir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekdeBuldu henüz eyyâmını zevrakçe-i sahbâOrsa-boca Kandilliye dek çektirelim tâGök kandil olub subha dek ey mâh-ı şeb-ârâBir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekdeTavşan kanı mey dolduralım câm-ı niyâzâYalvâralım ol mest-i mey-i gamze-i nâzâMahfî kayalım yağlı piyâdeyle BoğâzâBir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekdeİşte mey ü mahbûb ü tarab cümle müheyyâMehpâreciğim gel idelim ‘azm-i TarabyâHırsız küregîle yanaşub yâlıya tenhâBir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekdeVâsıf gibi çarha çıkarub nağme-i âhîZevk eyleyelim şarkı çığırtmâ ile gâhîAgûşe alub hâle sıfat gâhi o mâhîBir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde | Tanburi Cemil Bey |
*Sâdullah Ağa’nın Hicazkâr şarkısı:Gel seninle yarın ey serv-i revanOlalım mahfîce Göksu’ya revan
*Lavtacı Hristo’nun Kürdîli hicazkâr şarkısı:Gidelim Göksu’ya bir âlemi âb eyleyelim
*Tanbûrî Mustafa Çavuş’un Şehnaz bûselik şarkısı:Küçük suda gördüm seni Gözlerinden bildim seni
*Osman Nihat Akın’ın Nihâvend şarkısı:Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin
*Ârif Sâmi Toker’in Mâhur şarkısı:Çek küreği güzelim uzanalım Göksu’ya
*Alâeddin Yavaşça’nın Hicaz şarkısı:Boğaziçi şen gönüller yatağı
Bilinen bilinmeyen, sevilen sevilmeyen tüm Boğaziçi şarkılarında Beşiktaş, Bebek, Emirgan, Kalender, Tarabya, Hisar, Yeniköy, Kanlıca, Kandilli, Çubuklu, Beykoz, Göksu ve Küçüksu’nun dilberleri, gecesi, mehtâbı gurûbu, eğlenceleri, durgun ve dalgın suları anlatılır. Sevgililer gezmeğe, mehtab seyrine, sandal gezintisine, saz meclisine davet edilir. Başkası ile görülen sevgiliye de sitem gönderilir. Bütün bu güfteler ve nağmeler aracılığıyla biz Boğaziçi hayatını ve mûsikîsini öğreniriz.
Şimdi Boğaziçi’nde mûsikî veya mûsikîde Boğaziçi var mıdır? Varsa nasıl bir mûsikîdir bilmiyoruz. Nakkaştepe’de yatan Şevki Bey (1860-1891) ve Rauf Yekta Bey (1871-1935); Kanlıca’da yatan Santûrî Ziyâ Bey (1871-1935); Âşiyan’da yatan Münir Nûrettin Selçuk (1899-1988) Boğaziçi mûsikîsini özlüyorlar mıdır dersiniz?
KAYNAKLAR
- Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu, İletişim, 1985- Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995- Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Devlet Kitapları, 1969- Ahmed Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları, 1970- Julia Pardoe, 18.yy.’da İstanbul, İnkılap, 1997- Musahipzâde Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı, Türkiye Yayınevi, 1946- Ahmed Râsim, Şehir Mektupları, M.E.B., 1990- Abdülhak Şinâsi Hisar, Boğaziçi Mektupları, Hilmi Kitabevi, 1955- Balıkhâne Nâzırı Ali Rıza Bey, Bir zamanlar İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser- Edmondo de Amicis, İstanbul (1874), Kültür Bakanlığı, 1981- Salâh Birsel, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, İşbankası Kültür Yayınları, 1982- Salâh Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İşbankası Kültür Yayınları, 1980- Lemi Atlı, Hâtıralar, Türkiye Yayınevi - R.Schiele-W.Müller-Wiener, 19.yy.’da İstanbul Hayatı, Alman Arkeoloji Enstitüsü, 1988 - İstanbul için Şehrengiz, Yapıkredi Yayınları, 1991- İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı, 1994
Fotoğraf ve Belgeler: İncilâ - Fikret Bertuğ(Bu yazı P dergisinin 2000 Güz sayısında yayınlanmıştır.)