12 Nisan 2010Milliyet
“Çeşitli çevrelerden üzerimizde bir basınç oluşturulmaya çalışılıyor” diyen Demirtaş, şöyle devam ediyor:
“Bu çevreler AKP’ye yakın duran ve BDP’yi de kendi durdukları yerde görmek isteyen dostlarımızdır, BDP’nin bir parti olduğunu unutuyorlar. Biz de bir partiyiz ve müsaade ederlerse bizim de bir siyasetimiz var”
Anayasa paketinin Meclis’te oylanmasından olası referandum sürecine kadar BDP ne yapacak?
Biz şu dakikaya kadar anayasa paketine “Hayır” veya “Evet diyeceğiz” demedik.
HA-VET mi demek bu; yani ne yapacağı son dakikaya kadar belli olmayan?
Hayır, biz “ne yapacağı” tam belli olanız aslında, çünkü biz bu paket hiç değişmeden, AKP’nin komisyona sunduğu haliyle Genel Kurul’a gelirse “Hayır” diyeceğiz. Bu konuda netiz. Fakat aynı zamanda biz 29 Mart’ta AKP grubuna sunduğumuz taleplerimiz kabul edilsin de istiyoruz. Çünkü bizim o taleplerimiz BDP’nin beklentilerinden çok, genel Türkiye demokrasi cephesinin beklentilerini ortaklaştıran taleplerdir. Onlar karşılanmıyorsa biz bu anayasaya bu haliyle “Evet” demeyeceğiz.
Sanki bu sizinki biraz “üçüncü yol” anlayışı gibi?
Evet, çünkü bizim tarifimiz şu: 1-Statükocular, mevcut durum değişmesin diyenler. 2-Azıcık değişsin, ama o değişim de bana yarasın diyenler. 3-Çok değişsin ve değişim halka yarasın diyenler. Dolayısıyla ortada üç taraf var. Biz baştan evetçileri de hayırcıları da yetersiz ve yanlış bulan bu üçüncü taraftayız. Bu yüzden de özellikle “Evet” veya “Hayır” demiyoruz; son aşamaya kadar daha iyi bir anayasa imkânını zorlamak için...
Son aşama?
Bizim için son aşama Genel Kurul’dur, çünkü orada da bizim önergelerimiz olacak, bazı değişikliklerin olmasını isteyeceğiz. Eğer önerilerimiz orada kabul görürse paket değişmese bile içeriği değişebilir. O zaman biz de evet deriz. Hem burada evet deriz hem de referandumda evet deriz.
Son dakika rüşvetle olmaz
AKP önerilerinizi paket içinde değil de referanduma az bir zaman kala değerlendirse, mesela baraj veya cezaevindeki çocukların durumuyla ilgili yasalarda düzenleme yapsa oyunuz “Evet”e döner mi?
Hayır, bu dönüştürmez. Çünkü bizim yasalarda ve anayasada yapılmasını istediğimiz taleplerimiz üç bölümden oluşan bir bütündür: 1- AKP’nin kendi hazırladığı anayasa paketini demokratikleştirecek talepler. 2- Anayasa’yı demokratikleştirecek ek maddeler. 3- Yasa değişiklikleri. Bu üç bölüm bir bütün olarak ele alınmazsa son dakikada rüşvet vermekle tavrımız değişmez. AKP ne yapacaksa şu aşamada yapacak.
Yani AKP bir yasa çıkardı barajı indiriyor; siz yine de referandumda getirdiği pakete “Evet” demeyecek misiniz?
Hayır demeyeceğiz. Barajı düşürmeye evet derken HSYK’nın veya Anayasa Mahkemesi’nin yapısının anti demokratik bir biçimde düzenlenmek istenmesine evet diyemeyiz.
Yıllarca sizin hakkınızda kapatma davası, soruşturma açan kurumları mı koruyorsunuz?
Tam tersine biz bu kurumların bu haliyle demokratik olmadığını biliyoruz ve daha demokratik bir yapıya kavuşmalarını istiyoruz. Ama AKP’nin bu konudaki değişiklik önerilerini de yeterli ve doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla AKP “Şu anayasa değişikliğiyle ilgili senin önerilerini hiç görmezden geliyorum, ama yasal değişiklikleri kabul ediyorum” dese bile bu bizim anayasa paketini desteklememiz için yeterli değil. Çünkü bu bir pazarlık konusu değil.
Aslında siyasette pazarlık da yapılır, ama neyin pazarlığını yaptığınız önemli. Mesela siz “beş ilde birinci çıkan partiye baraj olmasın” dediniz ve hiç ilkesel olmayan, tamamen pragmatik bir öneri getirmekle eleştirildiniz.
Ben bu eleştiriyi anlayabilirim, ama bizi eleştirenler de şunu anlamalılar: BDP’nin üstlenmiş olduğu çok kritik bir rol var. Sonuçta bu baraj 12 Eylül tarafından Kürtler Meclis’e girmesin, grup oluşturmasın diye konmuş bir baraj.
Bizim konumumuz diğer yüzde 10 altındaki partilerden farklı diyorsunuz?
Farklı bir konumumuz var, evet. Çünkü bu Kürtlere yönelik baraj meselesi beraberinde çatışmayı da getiriyor. Kürtlerin temsil edilememesinin yol açtığı çok trajik tarihi travmalar var. Biz bunu aşabilecek geçici bir formül olarak önerdik. Yoksa Türkiye bütün seçimlere böyle girsin demiyoruz. Bence herkes de anlayışla karşılar bizim bu önerimizi.
‘Bir partiyi buna zorlayamazsın’
En son yaptığınız grup konuşmanızda “Biz kimsenin kuyruğu değiliz” derken kime söylediniz o lafı?
Şimdi “Karşılıksız bir şekilde AKP’yi desteklemek gerekir”, “En kötü değişiklik bile şu durumdan iyidir”, “Darbe anayasasında açılacak en küçük bir gediği mutlaka desteklemek gerekir” diyen birtakım çevreler var. O çevreler bu argümanları kendileri için söyleyebilirler, fakat bir partiyi buna zorlamak doğru değil.
Üzerinizde böyle bir baskı mı hissediyorsunuz?
Evet, çeşitli çevrelerden bir basınç oluşturulmaya çalışılıyor. Neredeyse AKP’nin kuyruğu, AKP’nin koltuk değneği gibi düşünüyorlar BDP’yi, ki bu çok büyük haksızlık BDP’ye.
Kim bu çevreler?
Bu çevreler sonuçta AKP’ye yakın duran ve BDP’yi de kendi durdukları yerde görmek isteyen dostlarımızdır, ki ben onların kişisel duruşlarına saygı duyarım, fakat BDP’nin bir parti olduğunu unutuyorlar. BDP bir dernek değil. AKP’yle dayanışma derneği değil. AKP’yi yaşatma, onu koruma derneği değil. Biz de bir partiyiz ve müsaade ederlerse bizim de bir siyasetimiz var. Tabanımızın bir beklentisi var.
Üstelik biz çok mücadele ederek bugünlere geldik, AKP bize lütfen buyurduğu için burada değiliz. AKP’ye rağmen biz buradayız. AKP seçim barajını düşürmeyen, birleşik oy pusulasına bağımsız adayları da koyarak seçilmemizi zorlaştıran bir parti olmasına rağmen buradayız.
Peki nasıl oluyor da siz bu “dostlarımız” dediklerinizle bu kadar ayrı yerlerden bakıyorsunuz; sebep nedir sizce?
Şimdi AB’yle müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte AB taraftarı dediğimiz liberal kesim -ki ben bu kişileri asla suçlamak için söylemiyorum, sadece eleştiriyorum- tümüyle AKP’nin yanında yer aldılar. Sonra Ergenekon operasyonu üzerine gelince AKP’ye iyiden iyiye sarılmaya başladılar. Üstüne Kürt açılımı da gelince tam kadayıfın üzerine kaymak konulmuş gibi oldu.
Ama tablo böyle olunca “Daha ne yapsın?” da denmez mi?
Doğru, onlar da zaten daha ne yapsın diyerek AKP’ye açıktan destek verme noktasına geldiler. Çünkü onlar kendi iç dünyalarında böylesi bir seyir izlediler. Fakat biz aynı seyri izlemedik. AB sürecinin hız kazanıyor dendiği, liberallerin AKP’yi en hararetle desteklediği 2004’te DEHAP’a kapatma davası açıldı. 2005’te TCK’da değişiklik yapıldı; şu anda tutuklu bulunan çocuklar, belediye başkanları hep o dönem yapılan değişikliklerden kaynaklıdır. Örneğin ifade özgürlüğüyle ilgili kısıtlamaların çoğu, 301 de dahil, yine o dönemde yapıldı. BDP’li milletvekilleriyle ilgili 425 fezleke Meclis’te duruyor.
Ergenekon, Kürt açılımı yapılırken aynı anda binden fazla BDP kadrosu tutuklandı. 19 belediye başkanı, yüzlerce çocuk cezaevinde. Partimiz kapatıldı. Liberaller bu olumsuzlukları görmek yerine adeta bize şunu demeye getirdiler, “Ya kardeşim siz zaten 80 yıldır eziliyorsunuz. Bırakın şu AKP de sizi biraz daha ezsin, ama bari AB’ye doğru götürüyor. O zaman elbet birlikte kurtulacağız.”
Yani bir anlamda sizden feragat mi ettiklerini düşünüyorsunuz?
Öyle görünüyor, ama bakın bu bahsettiğim liberal çevre öyle bir çevre ki aslında güçlü bir siyasal akımları yok, güçlü partileri yok, tabanları yok. Oysa bizim bir taban gücümüz var. AKP’nin bütün olumsuzluklarına rağmen ayakta durabilecek bir partimiz var. Biz böylesi bir dinamik yapıya sahipken AKP’ye niye mahkûm olalım? Şimdi liberalleri anlayabilirim, belki çaresizlikten kaynaklı AKP’ye bu kadar yakın durabilirler, ama biz çaresiz değiliz. Biz çözüm umudunun ta kendisiyiz. Keşke onlara o kadar yakın duracaklarına bize yakın dursalar da biraz bize güç verseler, biz de AKP’yi biraz daha sürükleyebilsek, biraz daha itebilsek, biraz daha değiştirebilsek.
SON YAPACAĞI DEĞİŞİKLİK 10. MADDE OLACAK
Sizce Ak Parti bu paketi geçirdikten sonra yeni bir anayasa yapar mı?
Yapmaz. İddia ediyorum AKP’nin şu değişikliği yaptıktan sonra yapacağı bir değişiklik vardır, türban ve imam hatip liselerini ilgilendiren 10’uncu madde. Onu da seçim vaadi olarak kullanıp, yaptıktan sonra AKP’nin anayasayla ilgili gündemi bitecek. AKP’nin anayasa değiştirmekten anladığı bu.
Oysa biz 12 Eylül Anayasası’na karşı çok ciddi mücadele vermiş bir geleneğin sahibiyiz. Sadece biz de değil, daha AKP diye bir parti ortada yokken Türkiye’nin bütün demokratları bu darbe anayasasına karşı ne bedeller ödediler. Anayasa değişsin diye ne çabalar harcadılar ve çoğu zaman da bunu yapanlara davalar açıldı. Şimdi belki bazıları unuttular, ama bu anayasa bilincini Türkiye’nin bütün ilericileri hep birlikte yarattılar. Bu bilinci yaratan AKP değil. Bu bilinci kullanan AKP’dir ve bu bilinci tüketen AKP’dir.
Tüketen?
Tüketiyor! Şu anda yeni anayasa bilinci ve talebi var toplumda, ama onu daha demokratik bir anayasaya evriltmiyor. Bir parça revizyonist yaklaşımla bu toplumsal talebi tüketmiş oluyor.
Ama hiç yoktansa buna razı olunabileceğini düşünenler de az değil?
Ben buna razı olunmasını 12 Eylül darbe travmasının sonuçları olarak görüyorum. “Artık ne kadarı değişirse ona razı olalım”, “AKP dışında başka kimse yapamaz”, “AKP değiştirsin de gerisi önemli değil” diyen zihniyet, belki çok ağır olacak, ama asıl bu zihniyet darbe ruhuna teslim olmaktır. Çünkü değişim ancak direnişle olur, talep etmekle olur. Aza razı olmakla, yetinmekle değişim sağlanamaz ve bu aslında AKP’ye de yapılacak en büyük kötülüktür. Onun üzerinde basınç oluşturup “Kardeşim yaptığın iyi değil. Şu toplumda bu kadar talep varken boşa harcama bunu. Yeni bir anayasaya dönüştür” demeleri gerekir.
Oysa basıncı gelip bize yapıyorlar diyorsunuz?
Evet, aynen bunu yapıyorlar. AKP’nin bu işi tek başına yapmasının zor olduğunu görüyorlar, garanti olsun diye BDP’yi de yanına koymak istiyorlar. Çünkü referandum aşamasında bizim tabanımızın çok dinamik, sandığa giden ve aslında karşılığının da 22 milletvekilinden fazla olduğunu biliyorlar.
‘Keşke AKP’ye baskı yapsalardı’
Bu arada baraj kaç olsa, bugün kaç milletvekiliniz olurdu?
Yüzde 5 olsaydı 40 civarında milletvekiliyle gelmiş olacaktık. Zaten bizim bu taban gücümüz de bilindiği için BDP, AKP’nin yanında olsun isterler bu dostlar. Üstelik BDP AKP’nin yanında olurken de AKP’ye tabi olsun, çok da itiraz etmesin, AKP’nin daha fazla yapamayacağını görsün, bununla yetinsin isterler, ki bu çok büyük bir haksızlık. O basıncın yarısını AKP üzerinde kurmuş olsalardı belki biz mesafe kat etmiş olurduk.
Acaba size bu basınç yapılırken şöyle düşünülüyor olabilir mi: “Karşıda statükocu, ceberut bir devlet anlayışı var. Buna karşı yapılan her şey, eksikleri de olsa, AKP’yle BDP’yi birleştirmelidir. Bu doğal bir sonuçtur.”
İşte buradaki yanılgı şu: Bazıları statükonun Türkiye’de sadece belli bir ideolojiden beslendiğini ve o ideolojinin dışında bir statükonun olmayacağını düşünüyor. Bu büyük bir yanılgı, çünkü bazen ideolojiler de değişse statükolar değişmeyebilir. AKP zihniyeti de eski statükonun yerine kendisini rahatlıkla ikame edebilir, zaten gidişat öyle şu anda. Bizim itirazımız bunadır: AKP statükoya karşı demokrasi mücadelesi yürütmüyor, iktidar mücadelesi yürütüyor. “Senin elindekiler benim olsun” diyor, “Onlar halka ait, halkın olacak” demiyor.
Şu düşünceye ne diyorsunuz: Madem AKP’nin elinde yüzde 47’lik bir güç var, biz şimdilik onu destekleyelim, mevcut statükoyu yıksın, sonra da AKP’nin icabına bakarız.”
Çok iyi niyetli bir düşünce bu, ama büyük bir hayaldir ve hayalleri bu kadar büyük olanların inanın ki hayal kırıklığı da çok büyük olacaktır. Çünkü bu statüko yıkıldığında AKP zaten devlet olacak. YÖK’te yaptığı bunun bir kanıtı değil mi? Her zaman itiraz ettiği YÖK’ü şimdi AKP işletiyor. Zamanında başkaları ne yaptıysa şimdi de o yapıyor ve anayasa paketinde değiştirelim dahi demiyor. Peki aynı YÖK şu anda sadece AKP’ye hizmet ediyor diye demokratiktir diyebilir miyiz? Hayır. Yine üniversitenin başında, yine öğrencilerin başında, yine bildiğimiz antidemokratik YÖK’tür, değişen sadece sahibidir.
Bu paketi desteklemezseniz CHP, MHP gibi “AKP’yle uzlaşmamakla”, “ipe un sermekle” eleştirileceksiniz?
Uzlaşma demek AKP’nin önümüze koyduğuyla yetinmek, AKP zor durumdadır onu sıkıntıya sokmayalım demek değildir. AKP’yi uzlaşmaya çekmektir.
Ama “AKP, CHP, MHP’yle nasıl uzlaşsın, zaten onlar vesayeti temsil ediyor” deniyor.
BDP’yle niye uzlaşmasın? BDP’yle uzlaşmaması için ne gerekçe var?
BDP’yle de uzlaşırsa oy kaybeder.
Bu benim derdim değil ki. Üç beş puan yitireceğim diye hak ve özgürlüklerden vazgeçen bir partiye ben zaten nasıl destek verebilirim ki? Göze alacak, bedel ödeyecek. Başbakan demedi mi neye mal olursa olsun biz bu açılımı yürüteceğiz diye.
“Taşın altına elimizi değil, bedenimizi koyduk” da demişti galiba.
Bedenini koydun, ama üç puan oyunu koymuyorsun. Gitsin üç beş puan oyun ne olacak? Açılım yapıyorum diyen bu hükümetin kendisi değil miydi? 10 ay geçti. Peki ilk yaptığın anayasa değişikliğinde açılımla ilgili bir tek madde koymaz mı insan? Bir tane madde?
Koymaması ne anlama geliyor sizce?
“Seninki başka bahara” anlamına geliyor, ama hangi bahara bilmiyoruz. Kürt açılımı diyor, Roman açılımı diyor, Alevi açılımı diyor, fakat bunlarla ilgili bir tek madde yok pakette.
Ama tek bir madde koysa dahi o referandum yüzde 30’larda falan kalır; “Habur referandumuna” dönüşür.
Peki Kürt açılımı Türkiye’ye anlatılamamışsa bunun suçlusu kim? Dün anketler kötü geliyor diye yapamadı, bugün referandumdan oy alamam diye yapamıyor, yarın seçimde oy kaybederim diye yapamayacak; peki Allah aşkına AKP ne zaman yapacak bu Kürt açılımını?
Şöyle bir şey vaat etse; “Şimdi fazla gelme üzerime, biz bir daha seçilelim, bak gör nasıl açılım yapacağım, nasıl anayasa değiştireceğim” dese ne dersiniz?
AKP o kredisini fazlasıyla tüketti derim. Sadece BDP’ye karşı değil, tüm Türkiye kamuoyuna karşı tüketti. 2002’de ve 2007’de iki defa yeni anayasa vaadiyle seçime girdi bu hükümet. Şimdi üçüncü defa dönüp Türkiye’ye “Ben yeni anayasa yapacağım, sizin sorunlarınızı çözeceğim, bana oy verin” derse biz kredi de vermeyeceğiz, “Evet sen yaparsın. Sen aslansın” da demeyeceğiz. “Hayır, sana üçüncü hak yok” diyeceğiz.
Acaba referandumda tabanınız AKP’nin paketine “Evet” oyu verirse sonra ilk seçimlerde AKP’den koparması zor olur diye de endişe ediyor olabilir misiniz?
Hayır, tam aksine istediğimiz düzenlemeleri koysunlar referandumda destekleyelim, hiç korkmuyoruz. Ama tam da bu nedenle diyoruz ki niye bizim tabanımız AKP’nin paketine oy versin; öyle bir anayasa değişikliği hazırlansın ki bütün Türkiye bütün Türkiye’nin anayasasına oy versin.
Demirtaş:
“Cumhurbaşkanı geçen yıl ‘iyi şeyler olacak’ dedi ancak hükümet onun hakkını verecek politikaları üretmedi. Devlet bir bütün olarak aslında çözüme daha yakın fakat AKP bu cesaretten yoksun duruşu nedeniyle süreci tıkıyor”
Demirtaş:
“10 ayın sonunda hükümet hem Türkleri hem de Kürtleri kaybetti. Kürtlerin ümidi biraz daha azaldı, Türkler biraz daha milliyetçi oldu. Bu kadar beklentinin, gerilimin üzerine mutlaka bir şey gelişecek: Ya çözüm ya da kaos.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la söyleşimizin dünkü ilk bölümü Ak Parti’nin anayasa değişikliği paketi üzerineydi. Demirtaş bugünkü bölümde Türkiye’nin önünde referandumu dahi gölgede bırakacak asıl başka bir gündem maddesi olduğunu öne sürüyor: İki haftaya kadar başlamasını beklediği büyük PKK operasyonu.
Öcalan, “Değil anayasa paketine destek vermek, paketin en sert muhalefetini Kürtler yapmalıdır” diyor. BDP’nin diye sormasak da en azından bölgenin oyunu etkiler mi bu açıklama?
Etkiler, ama tabii BDP’ye de şöyle bir haksızlık yapmamak lazım. BDP sonuçta kendi yetkili kurumlarında tartışıp kararlarını alan bir parti. Kronolojik olarak takip edin, ilk açıklamayı BDP yapmıştır, bu konuda tavrını ilk BDP ortaya koymuştur. Ama şu da bir gerçektir; Sayın Öcalan’ın tabana yapmış olduğu o çağrının anlamını ne kadar etkili olduğunu en iyi biz biliriz.
Öcalan aynı açıklamasında enteresan bir şey de söylüyor; diyor ki “Devlet diyaloga hazır ama AKP çözüm önünde en büyük engel.” Sizce Öcalan’a bunu söylettiren, düşündüren nedir; siz de askerin AKP’den daha çok çözüm istediğini düşünüyor musunuz?
Tabii devlet derken sadece bir tek kurumu kastetmemiştir bence. Biz de öyle düşünmüyoruz. Devletten kasıt sadece ordu, sadece bürokrasi, sadece yargı, sadece istihbarat değil, hepsinin toplamı. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti devleti şu “Kürt sorunu” denilen sorunun çözülmesi konusunda ortak bir hissiyata sahip. “Kürt sorunu silahlı yöntem dışında çözülmelidir”e karar vermiş durumda.
Devleti bu sürece iten tabii ki sadece iç dinamikler değil, uluslararası mekanizmalar da Türkiye Cumhuriyeti devletini bu noktaya getirdi. Cumhurbaşkanı geçen yıl “İyi şeyler olacak” dediğinde bütün bu koşulları ifade ediyordu. İç ve dış koşulların olgunlaşmış olmasından kaynaklı böyle bir lafı söyleme cesaretini gördü kendinde.
Ancak Cumhurbaşkanı bunu söylerken hükümet onun hakkını verecek adımları ve politikaları üretmedi. “AKP” dediğimiz devletin etkili mekanizmalarını kullanan siyasi irade kendi pragmatist yaklaşımı, oy hesapları yüzünden bu olgunlaşmış koşulları değerlendirme konusunda son derece ketum davrandı.
Sayın Öcalan da bunları kastetmiştir diye düşünüyorum.
Devlet bir bütün olarak aslında çözüme daha yakın fakat AKP bu cesaretten yoksun duruşu nedeniyle süreci tıkıyor. Sürecin daha iyi işlemesinin önünde bir engel olarak duruyor.
Ama en azından Kürt açılımı sayesinde konu tartışılır hale geldi, hiç değilse buna bir katkısı oldu, der misiniz?
Kesinlikle tartışılmış olması iyidir, fakat bu o kadar kritik bir mesele ki tartışmanın sonucunda eğer bir çözüm gelişmezse kaos gelişir. Yani bu kadar tartışmanın, bu kadar beklentinin, bu kadar gerilimin üzerine mutlaka bir şey gelişecek; ya çözüm gelişecek ya da kaos.
Başka bir şık yok. Hiçbir şey olmamış, hükümet sanki bir açılıma başlamamış gibi devam edilemez. İşte zaten en tehlikeli nokta da budur. Bu işi uçurumun kıyısına kadar getirip “Ben geri çekiliyorum” demek hem çok tehlikedir hem de hiç ahlaki değildir.
Siz meselenin uçurumun kıyısında olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Çok kritik bir noktadayız. Şu anda açılım başladıktan bu yana en kritik noktadayız.
Neden?
Çünkü, artık bu mesele şöyle bir şey taşıyor bağrında; şimdiye kadar Türkleri ikna etmeye çalışan bir hükümet vardı. Şu saatten sonra ayrıca Kürtleri de ikna etmek zorunda olan bir hükümet var. Bu süreçte Kürtler de koptular. Şimdiye kadar Kürtler her yapılanı destekliyordu, umutları vardı, hükümetin bir de ayrıca Kürtleri ikna etmesine gerek yoktu. Ancak, 10 ayın sonunda gelinen noktada hükümet hem Türkleri kaybetti hem de Kürtleri.
Bu 10 ay sonunda Kürtlerle Türklerin arasının daha açıldığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Bu 10 ay sonunda Kürtler kendini daha fazla “öteki” hissetti, Türkler kendini daha fazla “tehlikede” hissetti. Kürtlerin ümidi biraz daha azaldı, Türkler biraz daha milliyetçi oldu.
Sizce ne yapılsa sonuç böyle olmayabilirdi?
Hükümet hangi gün, hangi hafta, hangi ay ne yapacağını, ne söyleyeceğini, hangi yasayı çıkaracağını en azından kendisi bilmeliydi. Bunu kendi biliyor olsaydı belki anlatabilirdi de, ama gördük ki hükümetin “Analar ağlamasın” demekten başka bir projesi yokmuş.
Peki, ne oldu yani, Kürt açılımı bitti mi sizce?
Buna yanıt vermek için kritik birkaç hafta var. Eğer hükümet sadece BDP’ye değil bütün Türkiye’ye “Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yolla çözme konusunda kararlıyım, silah kullanmayacağım, sorunu askeri operasyonla halletmeyeceğim, diyalog yöntemiyle çözeceğim” diyebilirse, bu mesajları kamuoyuna verebilirse, bence önü açılabilir.
Neden birkaç hafta?
Sınıra çok ciddi yığınak yapılıyor, operasyonlar yaşanabilir, kara harekâtı yapılabilir, sınır ötesi harekat olabilir. Eğer böyle bir şey başlarsa artık bunun önüne geçilemez. Çünkü kış boyunca çatışan taraflar birbiriyle çok karşılaşmazlar, ama bahar ayları geldi mi kırsalda hareketlilik başlar, taraflar isteseler de istemeseler de karşılaşabilirler.
Karşılaşmaları demek ise ölüm demektir, tabut demektir, cenazeler demektir ki, ben o yüzden bu birkaç haftanın çok kritik olduğunu düşünüyorum.
Çatışma bu kez dağlarda kalmaz
Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu “Bu seferki çatışmanın sonuçları çok ağır olur. Özellikle gençler arasında büyük bir kutuplaşma var” diyor. Siz de böyle bir tehlike görüyor musunuz?
Çok haklı Sezgin Bey. Bu defa böyle bir şey olursa, ki asla olmasını istemiyoruz, sırf bunun için çaba sarf ediyoruz, hakikaten dağlarla sınırlı kalmaz. Çünkü iki tarafta da öfkeli gençlik var.
Bu sözleriniz şimdi tehdit gibi de anlaşılabilir.
Hayır, ama altını dolduruyorum. İki tarafta da öfkeli gençlik var diyorum ve bu gençleri birbirinden uzaklaştırmak artık çok kolay bir şey gibi görünmüyor. Çünkü bir tarafta açılımın anlatılamamasının yarattığı bir travma, diğer tarafta açılımın gerçekleşmemesinin hayal kırıklığı var. Cenazeler gelmeye başladığı anda kim, kimin çağrısını ne kadar dinler, halk bizi ne kadar dinler kestiremiyorum.
Umarız olmaz, ama diyelim ki dedikleriniz oldu; böyle bir ortam referandumu nasıl etkiler?
Ortada ne referandum kalır ne anayasa değişikliği. Kimse anayasa değişikliğini, sandığa gitmeyi falan tartışmaz artık. Bu neden öngörülemiyor, doğrusu kestiremiyorum. Belki bölgeyi biz yakından bildiğimiz için şu anda bu kaygıları hissediyoruz, ama her şey gözümüzün önünde oluyor.
Son 10 yıldır olmadığı kadar bölgede ciddi bir askeri hareketlilik var. Aynı hareketlilik bir 2007 kara harekatında yaşandı bir de şimdi yaşanıyor. Yani bir yandan DTP’liler cezaevine sokuluyor, bir yandan büyük askeri operasyon hazırlığı yapılıyor, bir yandan da açılım yapılıyor.
Hepsi bir arada olamaz mı?
Olur da peki o zaman AKP açılımı kime yapacak? Zaten açılımı isteyen BDP, açılımı isteyen PKK. Bu kesimleri ortadan kaldırırsan zaten açılım yapmana gerek kalmaz ki. Tasfiyenin asıl amacı bu mu, açılımı yapmamak mı, biz de bunu soruyoruz AKP’ye.
Demirtaş, “Sınıra çok ciddi yığınak yapılıyor, operasyonlar yaşanabilir. Taraflar karşılaşabilirler. Karşılaşmaları, ölüm demek, tabut demek. İki tarafta da öfkeli gençlik var ve bu gençleri birbirinden uzaklaştırmak artık çok kolay bir şey gibi görünmüyor“ diyor.
Çatışma bölgesine gidip iki silahın da önünde duracağım
Geçen hafta “Tankların önünde dururum”, “Canlı kalkan olurum” dediniz; sanki yarın savaş çıkacak gibi konuşuyorsunuz?
Evet, öyle bir risk var. Mesela çok sayıda tank sevkiyatı var. Tank kara harekâtı için kullanılır. Her gün onlarca hatta yüzlerce sivil otobüsle asker sevkiyatı var.
Büyük bir askeri operasyon yapılırsa gerçekten çatışma bölgesine gidecek misiniz?
Ben şunu yürekten, samimiyetimle söylüyorum: Şu anda çocuğu askerde olan bütün anne babaların eli yüreğinde. Dağda olanın da öyle. Bunu AKP izleyecek, MHP, CHP izleyecek, biliyorum. Ama biz kurşun seslerinin, top seslerinin geldiği bölgeye gideriz. Çünkü dursun isteriz bu. Ve ben şunu da çok iyi hissedebiliyorum ki, biz oraya gittiğimizde aslında oradaki komutanlardan erlere kadar bütün askerler ve karşılarındaki bütün PKK’lılar aslında bizim o çatışmayı durdurmamızı istiyor olacaklar.
Onların anne babalarının hepsini de hissedebiliyorum. Çünkü, artık tahammülümüz kalmadı; gencecik insanların cenazelerini izlemeye tahammülümüz kalmadı.
Dolayısıyla oraya gitmek siyaseten bana ne getirir ne götürür, ben hakikaten artık o noktada değilim. Çünkü, ben izleyici olmayacağım. Acaba bu kez savaş ne kadar sürer, ne zaman biter, kaç kişi ölür, bir bekleyelim bakalım, demeyeceğim. Ölümlerin başladığını gördüğüm ilk anda, ilk uçakla çatışma bölgesine gidip, seslerin geldiği yöne doğru yürüyeceğim.
Ne yapmaya?
İki silahın da önünde durmaya.