Avrupa Yolunda 'Kültürel Doku'

-
Aa
+
a
a
a

Avrupa Birliği’ne girme sürecinde en çok tartışılagelen konuların başında ekonomik uyum çalışmaları geliyor. Ancak, göz ardı edilen çok önemli bir detay gözden kaçıyor. Kültürel uyum.

Detaylara girmeden önce, bir konuya dikkat çekmekte yarar var. Seçim dönemlerinde hatırlarsanız, seçime girecek partiler TV’lerde, meydanlarda nutuklar atarlar. Gelecekle ilgili vaatler verirler. Ancak hiçbir parti yetkilisi KÜLTÜR’den söz etmez. Kültürel hayatın gelişimi ile ilgili tekbir cümle geçmez. Partilerin geleceğe dönük programlarında da kültür hayatının geleceği ile ilgili hiçbir paragrafa rastlayamazsınız. Sanki bu ülkenin tek sorunu ekonomi imiş gibi. Kültür ve eğitim bence bileşik bir konudur, bir bütündür. Ülkemizin kültürel dokusu, yapısı ile ilgili eksiklerimiz, yanlışlarımız görülememektedir. Bu sebeple kültürel dokumuz ile ilgili fikirleri olmayan kişilerin, ülkenin kültürel geleceği ile ilgili planları ve programları da olamayacaktır doğal olarak.

Bir ülkenin dokusunu temsil eden unsurlardan birinin de kültürel doku olması gerekir. Kültürel doku tamlamasıyla kastetmek istediğim şudur: O ülkenin edebiyatçıları, ressamları, heykeltıraşları, bestecileri, müzik icracıları, opera sanatçıları, bale sanatçıları; o ülkenin bestecilerinin, koreograflarının, edebiyatçılarının, heykeltıraşlarının sözün özü GÜZEL SANATLAR (Fine Arts), İCRACILIK SANATI (Performing Arts), BESTECİLER (Composers) gibi kategorilerde özetleyebileceğimiz SANAT insanlarının varlığı, kültürel dokunun en önemli malzemelerini oluşturur.

Her ülkede pop müzik, klasik müzik türleri ayrışmıştır. Bu iki müzik türünün bestecileri de ayrışmıştır doğal olarak. Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim ise çoksesli müzik icracı ve bestecilerini kapsamaktadır.

Ülkemizde eserleri yurtiçi ve yurtdışında seslendirilen çok değerli çoksesli müzik bestecilerimiz vardır. Ancak bu bestecilerimizi daha kendi insanımıza tanıtmaktan çok uzağız. Dünyanın tanıdığı ama geniş boyutta kendi insanımızın tanımadığı nice değerli bestecilerin doğaldır ki politik bir malzeme olmasını kimse istemez. Ancak, yönetim kademelerinde bulunan kişilerin çoğu Çoksesli Türk Müziği alanında çağdaş eserler üreten çok değerli bestecilerimizi tanımaktan çok uzaktadırlar. Dolayısıyla, yöneticilerin, değerini anlayamadığınız ve bilemediğiniz ve belli ki bundan sonra da bilemeyeceğiniz belli olan değerli bestecilerimizin, Avrupa Topluluğu’na girme yolunda ne denli önemli bir kültürel artı değer olduğunu fark etmeleri bu gidişle imkansız gibi gözükmektedir.
Şarkıcının Şeytan Üçgeni

Dikkatimi çeken bir başka konu da şudur: Bestecilere, söz yazarlarına ve aranjörlere karşı pop müzik şarkıcılarının (dikkat ediniz pop müzik sanatçısı değil, pop müzik şarkıcısıdır onlar, sanatçılık başka birşeydir, çünkü ipin ucunu kaçırırsanız yakında radyo veya televizyon spikerlerine de yakında radyo sanatçısı veya televizyon sanatçısı dersiniz...) ne denli nankör olduklarını görmemek mümkün değildir. Şarkıcı, seyircili sunuculu bir televizyon programına katılmakta, sunucu veya sunucular şarkıcıya hangi şarkısını söyleyeceklerini soruyorlar, şarkıcı da “falanca şarkı” diyor ve şarkı başlıyor. Ne şarkıcının aklına (ki önce düşünmesi gereken kişi odur) ne de sunucu veya sunucuların aklına o şarkının bestecisini, söz yazarını ve aranjörünü anons etmek gelmiyor. Bilmiyorlar ki, o şarkının bestecisi, söz yazarı ve aranjörü buna çok bozuluyorlar, daha doğrusu alınıyor ve güceniyorlar. Şarkıcı düşünmüyor ki, eğer o üç kişi ve o üç kişi gibi daha pek çok kişi, üretmezlerse, şarkıcılara söyleyecek şarkı kalmaz. Onlar olmazsa, şarkıcılar ancak yemek tarifi yaparlar belki. Çünkü ülkemiz, starlar ülkesi, gerisinin önemi yok.

Bu bilinçsizlik sadece şarkıcılarda değil, medyanın büyük bölümünde de mevcut. Bir-iki istisna hariç, gazete, radyo ve televizyonun çoğu çalışanı besteci, söz yazarı ve aranjör üçgeninin, şarkıcıların ŞEYTAN ÜÇGENİ olduğunu, bu üçgen olmaz ise, şarkıcının söyleyecek şarkısı kalmayacağını bilmiyorlar ya da farkında değiller.

Çünkü insanlarımıza, “Besteci-söz yazarı-aranjör nedir, kimdir, neye iyi gelir, onun yaptığını herkes yapabilir mi?” gibi bilgiler verilmediği için, bu konularda son derece cahil binlerce medya çalışanı dolaşıyor ortalıkta.

Bu ortama rağmen üreten insanlar yine üretiyor. Çünkü tarih boyunca, birkaç istisna dışında, üreten kişilerin değerleri bilinememiştir. Ancak, onlar herşeye rağmen üretmeyi boyunlarının borcu saymışlardır.

Eh, ne diyeyim, kolay gelsin!...