Independent
31 Mayıs
Cuma gecesi üç Amerikan askeri ansızın arabamın önüne atladığında, Irak’ın Şii şehirlerinden Nasıriye’ye gidiyordum. “Durdur arabayı, durdur arabayı!” diye bağırdı bir tanesi tabancasını ön cama doğrultarak. Sürücüye durması için bağırdım. Askerlerin yolumuza çıktıklarını görmemişti. Ben de öyle. İki asker daha arkadan, ellerindeki tüfekleri aracımıza doğrultarak çıkageldiler. Kimliklerimizi ve izinlerimizi yumuşak bir kamuflaj şapkası giyen, nazik fakat kısa konuşan subaya gösterdim. “Kontrol noktamızı görmüş olmanız lazımdı” diye söylendi ters ters, sonra ekledi: “Nasıriye’de iyi ziyaretler, ama karanlık çöktükten sonra dışarı çıkmayın. Güvenli değil.”
Ne kastetti, diye düşündüm, karanlık çöktükten sonra Nasıriye’nin Amerikan askerleri için güvenli bir yer olmadığını mı? Saatler sonra, bir tavukburger yemek için Nasıriye caddelerindeydim, köhne bir kahvede bana hizmet eden Iraklılar daha arkadaş canlısı olamazlardı. Masadaki kir için, kâğıt peçete olmadığı için alışıldık özürler vardı, bir de iki ay önce Saddam Hüseyin’in bir portresinin asılı olduğu duvarda alışıldık kirli bir kare. Peki neler oluyordu? “Özgürleştiriciler” şimdiden işgalin vahşetine adım atıyorlardı, Londra ve Washington’daki efendilerimiz zafer ve cesaret hakkında anırmaya devam ederlerken. Burada Tony Blair’i alıntılayacağım, aynı gün Basra’nın 60 mil güneyindeki birliklere yaptığı konuşmasında askerlerin “özgürleştirdikleri ülkede yoktan bir şeyleri var etmeye çalıştıklarını” söylüyordu.
Birkaç saat önce, Ahmet Çelebi’nin Nasıriye’deki milislerinden biri Amerikalıların insanları küçük düşürdüğünü söyleyerek bağırıyordu bana. Bir adamı sırf emirlerine uymadı diye arkadaşlarının önünde dört ayak üzerinde yürütmüş ve süründürmüşler. Böyle giderse, bir isyan çıkar diye uyarıda bulundu milis.
Şimdi bu hikâyenin doğru olup olmadığını bilmiyorum, şunu söylemek zorundayım ki Nasıriye’de konuştuğum bütün Şiiler güneydeki İngiliz askerlerinden dostça söz ediyorlardı. Ama bazı şeyler şimdiden berbat olmuş, işler sarpa sarmış. Daha önceden arabamda birlikte yolculuk yaptığımız yerel müzenin muhafızı bile petrolden savaşın tek sebebi olarak söz etti. “Saddam’ın 100 günü Amerikalıların bir gününden daha iyiydi” diye kükredi bana.
Yeni bir “hakikat”
Bu doğru değil bence. Amerikalılar Saddam’ın 12 yıl önce yaptığı gibi Şiileri topluca katletmiyorlardı. Ama burada yazılan yeni bir “hakikat.” Washington, çölde kazılarak çıkartılan kömürleşmiş cesetlerin, yeni bir meşruiyet ve haklılık zemini sağlayacağını umabilir. “Şimdi hakikat söylenebiliyor...” Ama bir zaman önceki hakikati biliyoruz, Baba Bush bu insanları Saddam’a karşı savaşmaya çağırmış ve yüz üstü bırakarak öldürülmelerine seyirci kalmıştı.
“Saddam Irak için bir utançtı.” Hillah yakınlarındaki bir okulda 400’den fazla kafatası ve kemiğin yanında dururken bir adam bunları söyledi. Ve ekledi: “Ama Amerika bunların ölmesine izin verdi.”
Gerçekte, bizi Irak’ta savaşa götüren yalanlar yavaş yavaş ABD ve Britanya ordularını Mezopotamya’ya yollayan adamları yarı yolda bırakmaya başlıyor. Blair bu hafta Basra’da ortaya çıkıp Çörçilvari bir retorikle mertlikten bahsedebilir, kan dökmekten ve tesadüfi sivil kayıplardan söz edebilir, “evlerine geri dönmeyen askerler” için kederli nakaratlarını tekrarlayabilir. Ama kim yolladı onları Irak’ta ölüme? Tesadüfi ölümlere gelince, Blair savaşa girmek istediğinde o kadar gerçek olan ama şimdi gerçekdışı bir konu haline gelen kitle imha silahlarına ne oldu?
Mr. Blair sabırlı olmamız gerektiğini, onları bulacağımızı söylüyor. Ama Donald Rumsfeld, ABD Savunma Bakanı, savaş başladığında da bu silahların bulunmayabileceğini söylüyor. Londra ve Washington’da bütün bunlar yankı buluyor bulmasına, ama Irak’taki reaksiyon çok daha meşum. Bağdat’ın eskiden Saddam Şehri olarak bilinen Sadr Şehri gecekondularındaki yeni duvar yazılarından biri kendi hikâyesini anlatıyor: “İntihar saldırılarıyla Amerikalıları tehdit edin” yazıyordu duvarda.
Bu öfkenin nasıl inşa edildiğini görmemek güç. Nasıriye’den Bağdat’a giden yol geceleri artık güvenli değil. Hırsızlar otoyolu kolaçan ediyorlar, tıpkı Bağdat’ın caddelerinde yaptıkları gibi. Burada tuhaf bir simetriyi hatırlatmak gerekir: Nefret edilen Taliban yönetiminde, Afganistan’ı bir uçtan öbürüne arabayla katedebilirdiniz, gece ya da gündüz. Şimdi karanlık çöktükten sonra hırsızlık, öldürülme ya da tecavüz korkusu yüzünden hareket edemiyorsunuz. Nefret edilen Saddam zamanında Irak’ı bir uçtan öbürüne arabayla katedebilirdiniz, bir tehlikeyle karşılaşmadan, gece ya da gündüz… Şu anda yapamazsınız. Amerikan “özgürleştirmesi”, anarşi ile eşanlamlı hale geldi.
Bağdat’taki günlük gazeteler, ABD’nin bu savaştan neler elde ettiğini yazıyorlar. Irak’ın hava alanları haraç mezat satılıyor, Um Kasr limanının yönetimi 8.4 milyon dolara bir Amerikan şirketine ihale ediliyor, Başkan yardımcısı Cheney’in eski şirketi Halliburton, büyük kontratları alıyor, yöneticilerinden biri Bush yönetiminin savunma kurullarında hizmet eden emekli general Jack Sheehan olan Bechtel, yeniden inşa ihalelerini yutuyor. Daha önceden Saddam’a kimyasal silah için materyal satan aynı Bechtel bu. (…)
Iraklılar bütün bunların gayet iyi farkındalar. Benim gibi Amerikan askeri konvoylarının Saddam’ın otoyollarında Bağdat’ın güneyine ve batısına doğru yol aldığını gördüklerinde ne düşünüyorlar? Sözgelimi, New York Times’taki yazısında, Irak’taki yoksulluk için Saddam’ı suçlayan ama 12 yıllık ambargodan hiç söz etmeyen Tom Friedman gibi mi düşünürler? Friedman şöyle demişti: “Bu yoksulluk meselesine dair en iyi şey şu. Iraklılar o kadar kötü durumda ki büyük bir çoğunluk açıkça Amerikalılara bir şans vermeye hazır görünüyor.”
Amerikan doğu kıyısı entelijensiyasından gelen bu ve bunun gibi “uzman” yorumlarından dehşete düşüyorum. Dünyanın bu tarafındaki dehşet verici kontrolü, muazzam ateş gücü, Avrupa, Balkanlar, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Irak, Afganistan, Özbekistan, Türkmenistan, Bahreyn, Doha, Umman, Yemen ve İsrail’deki üsleri ve askeri personeli… Bütün bunlar hesaba katıldığında, her şeyin petrolle değil, kitle imha silahlarına gerçekten sahip bir toplumun küresel gücü eline geçirmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum.
Askerin karanlıkta dışarı çıkmamamı söylemesine şaşırmamalı. Haklıydı. Artık güvenli değil. Ve daha da kötü olacak.