Taraf19 Mart 2009
Geçmiş, yakamıza iyice yapıştı; bu sefer bırakacak gibi görünmüyor. Esasen şiddet dolu travmatik geçmişin bir özelliğidir bu. Siz onunla yüzleşmeye ve hesaplaşmaya yanaşmazsanız, o sizinle hesaplaşmaya başlıyor; mutlaka, ama mutlaka yapıyor bunu, er ya da geç.
Şimdi geçmiş, inatla bizi hesaplaşmaya davet ediyor. Generallerin darbe günlüklerini serdi önümüze önce. Yeterince aymadık, aymazlık gösterdik. Çeşitli bahaneler uydurduk yüzleşmeden kaçmak için.
Ergenekon soruşturmasında üstümüze saçılan delilleri yok saymaya çalıştık. Saklı silahların bulunması için yapılan kazılarla dalga geçtik.
Geçmiş de, bunlara aldırmadı. Şiddetin ve zulmün ana kaynağıyla, yani darbe geleneği ve gerçeğiyle yüzleşmemiz için ısrar etti. Mustafa Balbay'ın günlüklerini çarptı yüzümüze sonra. Her seferinde, bir önceki adımda önümüze serdiği hakikatten kaçmak için üretilmiş bahaneleri de tek tek çökertiyor, tıpkı bu olayda olduğu gibi.
Bunların yetmeyebileceği ihtimaline karşı, geçmiş, somut vahşetlerin ve acıların kemendini savuruyor boyunlarımıza. 12 Eylül'ün idam evrakları açığa çıkıyor; idam edilenlerin sesleri, vicdanlarımıza adreslenmiş birer mektup olarak geliyor bugüne.
Ve bence en önemlisi, kayıplar, kaçırılıp kaybedilenler artık sığmıyorlar gömüldükleri yerlere. Zalimler, onları hayattan çekip aldılar, arkalarında bir iz bırakmadıklarını sanarak. Bu toplum da, onları hafızasından silip atmak istedi. Lakin insanlığın son 30-40 yıllık tecrübesi, her şeyin silinip gidebileceğini, ama kayıpların asla kaybolmayacağını gösteriyor.
Sadece Şili, Arjantin ve Guatemala örneklerine bakmak bile, kayıpların kaybolmama inadını tanımak için yeter.
Belki biz bilmiyoruz, belki bilmek istemiyoruz; ama dünya bizden ibaret değil. Meselâ Türkiye, kayıplar konusunda, sık sık Arjantin'e benzetiliyor "yabancı basın"da.
1976'da bir darbeyle Arjantin'e kâbus gibi çöreklenen cunta, insan hakları ihlalleri kataloguna yeni bir yöntem "hediye etmişti". Muhalifler veya muhalif olduğundan şüphelenilenler, bizdeki JİTEM benzeri örgütler tarafından kaçırılıyor, çeşitli işkencelerden geçirildikten sonra, uyuşturulmuş halde askerî kargo uçaklarına "yükleniyor" ve okyanusun ortasına atılıyorlardı. "Arjantin tipi ölüm" olarak adlandırılan bu yöntemle, 30 bin civarında insan "kaybedildi".
Şimdi bizde "asit kuyuları" ve "ölüm tarlaları" gündemde! Bunlar, Türkiye'nin insanlık suçlarına özgün katkısı olarak kayıtlara geçmeye başladı bile. "Türkiye tipi ölüm"den söz edilecek artık insan hakları literatüründe.
Arjantin toplumu, bugün bu utancı çok büyük ölçüde sildi alnından. Kimler sayesinde? "Mayo Meydanı Anneleri" olarak bilinen o mübarek kadınlar sayesinde. Çocuklarını, kocalarını, sevgililerini bulmak için, darbenin en sıcak ve acımasız günlerinde, Başkanlık Sarayı'nın karşısındaki meydanda toplanmaya başladılar o kadınlar. Saldırılara, baskılara aldırmadan, beyaz tülbentleriyle dikildiler cellâtların karşısına. Sadece cellâtların değil, vahşeti sessizce izleyenlerin de.
Beyaz tülbentlerin altındaki saçları karaydı çoğunun, mücadeleye başladıklarında. Saçları beyazladı sonra, ama vazgeçmediler. Darbeciler, ileride bu insanlık suçlarının hesabının sorulacağını anlamışlardı; af yasaları çıkardılar kurtulmak için. Ama o da işe yaramadı bu inatçı vicdan direnişi karşısında.
Cuntanın devrilmesinden bu yana 26 yıl geçti. Bugün bile, bu kadınların elleri o cellâtların yakalarında; sık sık yeni mahkûmiyet kararları çıkıyor mahkemelerden. Meselâ acımasızlıklarıyla ünlü iki cuntacı general, daha birkaç ay önce ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Bu generaller, "her şeyi vatan için yaptıklarını" söylediler yargılama sırasında. O vatan, bugün onlardan utanıyorsa ve bu cezalarla o utancından kurtulmaya çalışıyorsa, o kadınlar sayesindedir.
Bizim de Mayo Meydanı Anneleri gibi kadınlarımız var; "Cumartesi Anneleri"miz var. Yıllarca her cumartesi Galatasaray Lisesi'nin önünde toplandılar, ellerinde "kaybedilmiş" yakınlarının fotoğraflarıyla. Hakaretlere uğradılar, tehditler aldılar, coplandılar, yerlerde sürüklendiler; ama uzun süre devam ettiler sessiz isyanlarına. Ne yazık ki, toplumun büyük bir kısmı, görmezden geldi onları ve onlara yapılanları. Bu toplum, onların gözlerine bakma cesareti gösteremedi; göreceği utancın boyutundan ve ağırlığından korktu belki de. Ama o utanç, yok olmadı, büyüdü sürekli. Şimdi toprak bile utanıyor; onca vahşeti ve kiri kaldıramıyor, yüzümüze kusuyor adeta.
Bahane bulmak giderek daha da zorlaşıyor. Kaçacak yerlerimiz azalıyor sürekli; ya darbeciliği ve onun zorunlu uzantısı vahşet pratiklerini açıkça savunacağız ya da darbelerle, darbecilikle ve onların uzantısı utanç uygulamalarıyla topyekûn bir hesaplaşmaya gireceğiz. "Kayıplar", "asit kuyuları" ve "ölüm tarlaları", bu hesaplaşmanın kalbidir; buradan tutmak zorundayız, darbeci zihniyetten ve vahşet utancından kurtulabilmek için.
"Kötü"de benzediğimiz Arjantin'i, neden "iyi"de model almayalım; illa bir ülkeye benzeyeceksek, neden Arjantin olmasın bu?
"Cumartesi Anneleri" bir süredir yeniden toplanmaya başladılar. Vicdan sahibi herkesi ve darbeciliğe karşı olduklarını söyleyenleri, bir samimiyet sınavı bekliyor şimdi: O kadınların ellerinden öpmek, arkalarına dizilmek. Ve "asit kuyuları"nın ve "ölüm tarlaları"nın temsil ettiği acı hakikati, her gün hatırlatacak geniş katılımlı ve çok boyutlu bir hareket yaratmak. Aksi takdirde, şartların dayatmasına ve az sayıda adanmış insanın çabasına terk etmiş oluruz adalet ihtimalini.
Meselâ BM Genel Kurulu'nun 20 Aralık 2006'da kabul ettiği "Kayıplar Sözleşmesi"nin Türkiye tarafından imzalanıp onaylanması talebiyle bir kampanya başlatılabilir. Zorla kaybetmeye, savaş dahil her şart altında mutlak bir yasak getiren bu sözleşme, yaygın veya sistematik kaybetme eylemlerini de insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına alıyor. Kayıplar konusunda "hakikat ve adalet" talebinin hayata geçmesi ve bunların "bir daha asla" yaşanmaması için evrensel bir vicdanın önemli dayanağı olabilecek bu sözleşme, ancak 20 devlet tarafından onaylanınca yürürlüğe girecek. Şubat 2009 verilerine göre, şimdiye kadar 81 devlet imzalamış bu sözleşmeyi; onaylayan devlet sayısı ise, henüz 10 maalesef. Türkiye imzacılar arasında bile yok.
Toprak utancından kusuyor! Geçmiş ve hayat, bu topluma utançtan kurtulmak için davetiyeler çıkarıyor! Ya toprağa, geçmişe ve hayata kulak vereceğiz ya da bize yine hüsran düşecek, utançla eğmeye devam edeceğiz başımızı.