Art Basel'dan İzlenimler

-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: Sanat dünyasının olimpiyatı olarak kabul edilen Art Basel’in bu yıl 37.si tamamlandı ve Açık Dergi’de iki konuğumuz var; biri ressam Kezban Arca Batıbeki. Hoşgeldiniz.

 

Kezban Arca Batıbeki: Hoşbulduk. Bir diğeri ise Galerist’in kurucusu ve yöneticisi Murat Plevneli. Hoşgeldiniz.

 

Murat Plevneli: Hoşbulduk.

 

ES: Sizler Art Basel’i gezdiniz, orada izlenimleriniz oldu, Murat Bey, siz özellikle galeri olarak da katıldınız aynı zamanda. Bütün bunları konuşacağız sizinle. Fuara kaç ülke ve kaç galeri katıldı?

MP: Tam rakamı hatırlamıyorum, ama yanılmıyorsam herhalde 45-50 civarındaydı, toplam 290 galeri bütün dünyadan katılmıştı.

 

ES: 2000’e yakın eser diye duydum.

 

MP: 2000’e yakın farklı sanatçının, farklı eserleri orada sergilendi.

 

ES: Biriniz izleyici, diğeriniz de aktif katılımcı olarak yer aldınız; Art Basel’in önemi sizler için neydi?

 

MP: Bir galeri olarak oraya katılmak önemli, çünkü Art Basel dünyanın en büyük, en önemli sanat fuarı. Şu anda ikiye bölünmüş durumda; şu anda Haziran ayında Basel’de yapılan Basel Sanat Fuarı ve yine onun kardeş fuarı olan Miami Art Basel var, o da Aralık ayında yapılıyor. Tabii ki önemli çünkü fuarların en büyük görevi sadece bir mekân yaratmak, bir mekânı sunmak ve orada bir yer vermek değil, aynı zamanda en önemlisi, koleksiyonerleri oraya getirmek. Basel bu konuda hakikaten çok çok başarılı, o açıdan tabii bu tarz ortamda bulunmak, ham galeri olarak, ama aynı zamanda da bir sanatçı olarak aslında çok çok önemli. 30 yıllık tarihinde ilk defa katılabildik, bizim için çok büyük bir tecrübe oldu.

 

KAB: Bence bu gerçek bir sanat platformu ve marketi aynı zamanda. Burası bir çok sanatçıyı barındırdığı gibi, aynı zamanda koleksiyonerler için de çok önemli bir market. Bu insanlar, dünyanın her yerinden geliyorlar ve bir sürü tanınmış sanatçının yanısıra tanınmamış olan bu insanların sunumu ve tanıtımı yapılıyor. Yeni artistler, sanatçılar, koleksiyonerler tarafından tanınıyor, benimsenirse satın alınıyor ve dünya müzelerine veya ünlü galerilere ve ünlü koleksiyonerlerin koleksiyonlarına girmiş oluyorlar. Bence çok önemli bir fırsat, hem sanatçılar için hem galericiler için. Aynı zamanda da sanatı da çok sevdiren bir özelliği var, bir büyü gibi. Mesela ben 3 senedir gidiyorum, bu 3 senenin tümünde çok zevkli olduğunu fark ediyorum, sanatçı olduğum için ayrıca zevkli, ama herkes için de son derece zevkli. Sanat dünyasını yakından görmek, aradaki farklı boyutları görmek araştırmak, yeni baştan sevmek açısından bence çok renkli bir dünya.

 

MP: Piyasa anlamında kuşkusuz önemli ama aynı zamanda sanatçılar açısından da çok önemli bir platform. Sadece koleksiyonerlere, alıcılara ulaşmaktan ziyade, yeni networkler oluşturmak açısından, başka galeriler bulabilmek açısından da çok önemli bir fırsat. Bizim Galerist olarak bu fuarlara katılma sebeplerimizden bir tanesi, çalıştığımız sanatçılarımıza da bir şekilde yurt dışında, New York’ta, Miami’de, vs. başka galeriler bulmak. Genç sanatçılar için bu inanılmaz bulunmaz bir fırsat ve orada esasında satışın dışında bir de aslında geleceğe dair bir takım kararlar da veriliyor. Aslında bazı sanatçıların kariyerleri de orada bir şekilde şekilleniyor.

 

KAB: Çünkü eğer sanatçı oradaysa bir gelecek vaad ettiği düşünüldüğü için orada olduğu varsayılıyor, yani sanatçı açısından bence önemli bir nokta orası.

 

MP: Tabii ki şu da var, Art Basel’e dünyadan sadece 290 galeri katılabiliyor, bu aslında aynı zamanda sanat dünyasında bir tasdik alma anlamına geldiğinden, oraya girdiğinizden dolayı başka kapılar da açılıyor.

 

ES: Sanatçılar açısından da çok büyük bir buluşma, bir platform.

KAB: İki açıdan da çok önemli, çünkü koleksiyonerlerin de orada bir takım keşifleri söz konusu, çok büyük paralar dönüyor, o nedenle ‘market’ demek de doğru, neredeyse 2 milyar Euro’ya yakın bir para. Bir kaç kat var; alt kat, eski sanatçılara yönelik işlerin daha çok yer aldığı, yani iyice oturmuş ve çok ünlü sanatçılara yönelik işlerin olduğu bir kat ve burada satılan işler hakikaten milyon dolarlarla ölçülüyor.

 

MP: Picasso’yu 100 milyon dolara orada satmışlar!

 

ES: Zaten Kezban Hanım, Radikal’deki yazısında da bu platform-market ilişkisini çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor, açıklıyor. Genel olarak izlediğinizde gördüğünüz sanat eserlerini hangi başlıklar altında toparlayabilirsiniz? Ne tarz çalışmalar vardı?

 

MP: Aslında modern ve çağdaş diyebiliriz, mesela senin bahsettiğin alt katta daha çok modern eserler vardı.

 

KAB: Ben yazıda da bahsettiğim gibi, bu sene bazı açmazlara düşüldüğünü de fark ettim. Yani çok çok iyi işlerin yanısıra son derece kötü işlerin de yer aldığını gördüm. Zaten hepsinin çok iyi olması mümkün değil, ama burada mesela daha çok oyunlu işlere yönelindiği fark ettim, neredeyse bir lunapark havası vardı, özellikle de “Art Unlimited” başlıklı, yani “Sınırsız Sanat” olarak çevirebileceğimiz bölümde, -ki ayrı bir binada yer alıyor burası-, neredeyse bir lunapark esprisi söz konusu. Heryerde bir ilginçlik, mesela girer girmez dev bir, havaalanında o bavulların geldiği döner bant vardır ya, metal havaalanı taşıma arabaları olduğunu ve aynı şekilde metalden yapılmış bavulların ve yük eşyalarının döndüğünü görüyorsunuz. Bu bir sanat işi. Sonra ortada bir atlıkarıncanın döndüğünü görüyorsunuz. Atlıkarınca bence buraya çok uygun düşüyor, bu ortama, çünkü zaten bir lunapark olarak niteleyeceğimiz bir ortamı sanatçı gerçekten lunapark olarak görmüş ve atlıkarıncayı ortaya yerleştirmiş. Burada da bir sürü New York’lu, takım elbiseli, siyahlar içinde ciddi insan dönerken görülüyor.

 

MP: Tabii bütün bu ortam içinde bir şekilde farklılaşmak çok önemli olduğu için o tarz işlere ağırlık veriliyor. Bunun dışında orada gördüğümüz herşey illaki satılmalı diye düşünülmüyor, satma amacı da yok değil aslında ama bir şekilde bu işin show tarafı da var ve insanlar hakikaten göremedikleri işleri orada bir şekilde görmek istiyorlar. Mesela şu anda konuşuyoruz.

 

KAB: Konuşturuyor insanı.

 

MP: Fotoğrafını çektiğiniz zaman herkes hatırlayacak. Hepsi aslında, bütün bu pazarın, tanıtımın bir parçası.

 

ES: Şu tripot gölgeleri ile ilgili gördüğünüz iş de “Art Unlimited” içinde miydi?

 

KAB: Evet, “Art Unlimited”daydı. O bir göz yanılsaması olayıydı sanırım, zaten döner aynalar da vardı, aslında o aynaları yapan sanatçıyı çok beğeniyorum, Kader Attia diye bir Cezayirli sanatçı. Onu ilk kez geçen sene görmüştüm, Mevlevileri de kullanmıştı işinde, çok etkileyiciydi işi. Bu sene de aynaları kullanmış ama bir şekilde lunaparkta gibi sanki, 100 tane oluyorsunuz girdiğinizde, ortada aynadan burgular dönüyor. çok keyifli bir mekân. Sanatçının kendisiyle de tanışma fırsatım oldu. Dönen bir oda var mesela, biniyorsunuz sanatçı sizi döndürüyor, terzyüz oluyorsunuz, vs.

 

ES: Türkiye’den bir galeri ilk kez katılıyor değil mi Art Basel’a?

 

MP: Evet.

 

ES: Murat Bey, sizin duygularınızı biliyorum buraya katılmakla ilgili; peki orada nasıl karşılandınız?

 

MP: Türkler tarafından çok iyi karşılandık! Şaka bir yana, bu bir anda olan bir şey değil, bu bir süreç. Biliyorsunuz Art Basel sırasında başka fuarlar da düzenleniyor, genç galerinin katıldığı bir takım fuarlar var, iki yıl boyunca onlara katıldık. Bu sene ikincisi yapılan Volta Sanat Fuarı var. Oraya katılmanın getirdiği şöyle bir tarafı var, tabii ki Art Basel’e gelen bütün büyük koleksiyonerler oraya gelmiyor ama en azından %5’i oraya uğruyor, orada bir takım ilişkiler kurduk.

 

KAB: Epey uğruyorlar bence.

 

MP: Tamam ama, hepsi değil tabii ki. O anlamda bir çok tanıdık insanlar da gördüğümüz için, en azından tasdiklenmiş olmak hoş oldu.

 

ES: Peki hangi sanatçıların işleriyle katıldınız?

 

MP: Hüseyin Çağlayan, Taner Ceylan, Leyla Gediz, Ayşe Erkmen, Evren Tekinoktay, Elif Uras, Haluk Akakçe ile katıldık.

 

ES: Şimdi de alternatif sanat mekânlarından, sergi mekanlarından konuşalım biraz, oralarda neler gördünüz?

 

KAB: Az önce Murat’ın da belirttiği gibi Volta ve Liste zaten bunların başını çekiyor. Bütün bu sanatçıların pek çoğu gelecekte Art Basel’de yer almayı umut ederek orada varlar aslında. Bunun yanısıra müzeler tabii, aynı anda bir çok müze var Basel’da çok küçük bir şehir olmasına rağmen. Bu durumda tabii kendimizden utanmamız da gerekiyor İstanbul olarak. O küçücük Basel şehrinde 3 tane modern sanat müzesi var.

 

ES: Biz de hızlanmaya başladık galiba bu konuda.

 

KAB: Hızlandık ama neyse, sonradan gidiyoruz, yetişiriz inşallah! Bunlar tabii çok çok başarılılar, hem dış mimari açıdan çok ilginçler bazıları. Özellikle, bunların başında da Beyeler geliyor Renzo Piano’nun bir binası. Diğeri de Schaulager, bunların isimleri çok çok zor okunuyor, hele bir tane var, onu ağzıma bile alamayacağım. Onu hatırlamama imkân yok, denemeyeceğim bile. Buralarda çok iddialı ve iyi sergiler oluyor ve bunlara ücretsiz girilebiliyor yanılmıyorsam Art Basel süresi içerisinde. Bu da tabii müzeleri gezmek açısından insanları yönlendiren önemli bir şey.

 

ES: Aynı zamanda Art Basel’da bir takım konuşmalar yapıldı, bu konuşmalarda genel olarak neler konuşuldu? Kimler katıldı? Takip edebildiğiniz kadarıyla anlatır mısınız?

 

KAB: Ben aslında çok takip edemedim, kendi adıma görsel olarak fuarı gezmek daha önemliydi. Ama katılanlardan öğrendiğim kadarıyla, 3 gün özellikle önemli oluyor ve Bvlgari tarafından ödeniyor, sponsoru o ve genellikle sabah oluyor bu konuşmalar. Ben bu bilgiyi Sevda Elgiz’den aldım, o da İstanbul’daki Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi Proje 4L’nin sahibi, oradaydı kendisi ve onun takip ettiği kadarıyla, galiba ilk gün koleksiyonerler için çok önemli bir gün. Çok önemli koleksiyoncular geliyormuş, hatta isim de verdi, bizim çok kullandığımız Dr. Oetker vardır, bir sürü unlu mamüller, muhallebiler, vs. onun kendisi oradaymış, çok ünlü bir koleksiyonermiş. İş adamları varmış, aynı zamanda müzeciler. Dolayısıyla ilk gün koleksiyonerler için önemli. Üçüncü gün, müze müdürleri, küratörler gibi kişiler, ikinci gün de genellikle sanatçılar oluyormuş.

 

ES: Bu arada biraz Kutlu Ataman’ın dijital işinden bahseder misiniz?

 

KAB: Ben görme fırsatını buldum, çok da iyi bir galeride, çok başarılı bir iş bence. Ona dijital iş diyebilir miyiz?

 

MP: Bir video çalışması, plazmadan gösterilen film çalışması.

 

KAB: Ne denir ona bilemiyorum, kendini cezalandırmak için sırtını döversin ya...

 

ES: Kırbaçlıyarak mı?

 

KAB: Evet ama onun bir adı var, bir ritüel o?

 

MP: Aslında bir enstelasyonun bir parçasıydı, tek bir ekranda gösterildi. Güzel bir soru, ben de hatırlamadım.

 

KAB: Çok güzel bir işti.

 

ES: Peki Ahmet Öğüt’ün performansını gördünüz mü?

 

KAB: O Liste’nin girişinde yapmış, orada, Liste aslında çok güzel eski bir fabrika binası, o binayı sen anlatır mısın?

 

MP: Eski bir bira fabrikası ve bir çok sanatçıya verilmiş olan, şu anda bir atölyenin bulunduğu bir mekân. Yılda bir kez fuar sırasında orası tamamen boşaltılıyor ve bu galerilere tahsis ediliyor. Bu aynı zamanda genç galericiler fuarının düzenlendiği alan.

 

KAB: Burası eskiden fabrika binasıyken önünde bir de otobüs durağı varmış, hani işçiler gelsinler, gitsinler diye. Şu anda öyle bir şey olmadığı için durak da kalkmış. Ahmet Öğüt de oradan bulduğu çeşitli insanlarla o durakta gelmeyecek bir otobüsü beklemiş!

 

ES: Çok güzel! Gelelim en son ve zor sorumuza! Sanatın gittiği yön hakkında ne gibi bir fikir veriyor?

 

MP: Aslında bu tarz bir soru geleceğini tahmin etmiştim, gelmeden önce bu soruyu kendime de sordum. Açıkcası bunu söylemek o kadar zor ki, çünkü resimde, videoda, fotoğrafta artık herşey neredeyse yapılmış ve denenmiş durumda. Aslında belki az önce Kezban’ın söylediği o atlıkarınca meselesi.. Aslında fuarda dikkat çekici bir şey de vardı, bazen yapıtın içeriği tamamen unutuluyor ve tamamen şekile doğru bir kayış var şu dönemlerde. Aynı zamanda, dikkat ederseniz son iki sene içerisinde sanat piyasası inanılmaz şişmiş vaziyette. New York’taki müzayedeler, vs... Duyduğumuz zaman inanılmaz rakamlar çıkıyor ortaya. Bu aslında pazarın iyice şişmeye başladığını gösteriyor ve artık sanat, sanatçılar da oraya yetiştirecek iş de bence getiremiyorlar. Özellikle bir fuar gezmekten çok zor, ama genel olarak ben sanatı çok içaçıcı görmüyorum. Biraz tıkanma ve belli bir çıkmaz sokağın içine gidiyor gibi geliyor bana.

 

ES: Siz neler hissediyorsunuz? Çünkü yazınızda da çok güzel bir şekilde vurgulamışsınız.

 

KAB: Çok benzer bir şey hissediyorum, aslında bence ikiye ayrılıyor, senin dediğin gibi çok görselliğe yönelmiş olan işler, bir de aşırı felsefi olan işler avr. Onda da o felsefe o kadar güçlü ki, neredeyse işe gerek yok. Yani yazılı bir kâğıt veriyorlar eline, iş de bir şeye benzemiyor açıkcası, ama yazıyı okuduğunuzda “vavv, iyi düşünmüş!” diyorsun ama ortada bir şey yok onu yansıtan. Dolayısıyla iki uçta.

 

MP: Sanatın özünde fikir olduğu için tabii onun artık nasıl ifade edildiği de çok önemli değil. Bir cümleyle de bunu ifade etmek mümkün.

 

KAB: Ama biraz da görsellik istiyorum, çünkü sonuçta bu görsel sanatlar adı altında bir alan, fikir o kadar önemliyse, ortada sanat yapıtına da gerek yok, basarsın, bir manifesto olarak onu elden dağıtırsın.

 

MP: Ki o da yapılıyor.

 

KAB: Evet yapılıyor. Yani öyle iki arada bir derede kalmışlık var, herkes yeni bir şey yapmak için çabalıyor. Mesela ben kendi adıma söyleyeyim, artık yapılacak bir şey yok gibi bir şey. Yapılmadık işlerin de yapıldığı görülüyor, mesela hayvan kanı ile yapanlar, dışkılarıyla resim yapanlar, bütün bunlar var ama, sanki bunlar, hiç yapılmamış bir şeyi yapmak adına yapılan işler, sonuçta size bir şey ifade ediyor mu görsel olarak derseniz bana bir şey ifade etmiyor ama eden vardır mutlaka. Yani hep böyle bir yenilik olsun diye işin en agresif yanına, en iğrenç yanına doğru da bir kayış oluyor zaman zaman.

 

MP: Evet. Aslında o açıdan baktığınız zaman, bence koleksiyonerler açısından çok zor bir dönem var şu anda. Çünkü piyasada o kadar çok manipülasyonlar yapılıyor ki. Bakıyorsunuz, bir kaç sene önce “resim bitti” diye bir şey vardı ortada; bir galerici olarak bu benim tam ortasında bulunduğum bir alan, ama bir anda bakıyorsunuz bir koleksiyoner geliyor, hurra diye resim istiyor tekrar hayatta diyerekten bir bakıyorsunuz bütün galeriler fotoğrafları indiriyor, bir anda resimleri koyuyorlar. Ama sonuçta “yeni resim” diye sorarsanız, değil esasında, zaten yapılmış olan bir resim anlayışının tekrarlanması. Yani anlayacağınız biraz zor.

 

ES: Zaten bu soruyu tartışmak için süremiz de yeterli değil, varolan bir soruyu da biz atmış olduk ortaya. Çok teşekkür ederiz.

 

(30 Haziran 2006 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)