Anayasa Tümden Oylanır

-
Aa
+
a
a
a

3 Nisan 2010

Melih Altınok

Taraf

 

Anayasa hukukçusu Ergun Özbudun, 29 maddelik paketin referandumda tümden oylanmasının Venedik Kriterleri'ne aykırı olmadığını söyledi.

 

Türkiye'de ve dünyada Anayasa hukuku alanında referans alınan isimlerin başında gelen Venedik Komisyonu üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun'la, Anayasa değişikliği paketini konuştuk.

 

Türkiye'de bir yargı vesayeti olduğunu vurgulayan Özbudun, değişiklik teklifinin kabul edilmesi halinde zihinsel bir dönüşümün yaşanacağını söyledi.

 

» Anayasa değişikliği sürecini yakından takip eden hukukçulardansınız? Hafta başında da Cumhurbaşkanı ile paket hakkında bir görüşmeniz oldu. Genel olarak gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Paketi tümü itibariyle destekliyorum ve kabul edildiği takdirde demokratik bir adım atılacağını düşünüyorum. Niye demokratik bir adım. Çünkü Türkiye'nin şu an içinde bulunduğu rejim gerçek ve normal demokratik bir rejim değil. Bir yandan silahlı kuvvetlerin bir yandan da onunla birlikte hareket ediyor görüntüsü çizen en azından ortak değerleri savunan yüksek yargı organlarının vesayeti altında.

 

Türkiye'nin temel sorunu budur ve söz konusu taslak bu vesayetin kırılması noktasında ciddi yapısal adımları içeriyor. Türkiye'yi demokrasiye taşıyacak bir dönüşüm sürecinin eşiğine yaklaştırıyor. Ama tabii teknik düzeyde bir takım rezervasyonlarım var.

 

» Sürekli demokrasimizin bir vesayet altında olduğundan söz ediyoruz. Bu tanım bir eğreltmeyi mi ifade ediyor yoksa evrensel hukuk literatüründe yeri var mı?

 

Yargı mensupları bu vesayet kelimesinden alınıyorlar ama bu bir hakaret ifadesi değil mevcut durumun bir tespiti. Zaten uluslararası literatürde de tutelarizm (vesayet) mevcut. Somut birkaç örnek verelim.

 

Anayasa Mahkemesi değişiklikleri esastan denetlemeye hiçbir şekilde yetkili olmamasına karşın, ki Anayasanın 148. maddesi fevkalade açık ve mahkemeyi şekil denetimiyle sınırlandırıyor, yüksek mahkeme yetki gaspı yapıyor. Üstelik de üç unsurla. Bu fiili dünyanın tüm demokrasilerinde vesayet tanımı karşılar. Kaldı ki mahkeme daha önceki kararlarıyla da bunu doğruluyor.

 

Biri 1987'de ikincisi 2007'de olmak üzere üç kararında bu maddeye uydu ve Anayasaya uygunluk denetimini yetkisizlik nedeniyle reddetti. Üstelik de son derece yerinde bir gerekçeyle. O da şuydu: Anayasa hangi nedenlerle böyle bir denetim yapılabileceğini tüketici biçimde saymıştır. Bu açıkça, mahkemenin şekil denetimi yapmakla sınırlandırılmasının kabulü anlamına gelir.

 

Gelin görün ki aynı mahkeme 2008'de bu içtihadını 180 derece değiştirdi. Ve ilk üç maddeye uygunluk bakımından da denetim yapabileceğini kabul etti. Bu değişim, Anayasa Mahkemesi'nin sadece yasama iktidarını değil, ondan da üstün olması gereken kurucu iktidarı da sahiplenmesine denk düşer.

 

» O halde Yüksek Mahkeme, bugün kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor gerekçesiyle Anayasa değişikliğine karşı çıkanların işaret ettiği tehlikeyi uygulamaya soktu.

 

Evet, dengeyi bozdu. Anayasa Mahkemesi sitemin temel unsuru haline geldi. Kurucu iktidarın da sahibi oldu. Bu hiçbir demokrasi de kabul edilebilecek bir durum değil. Eğer demokrasiye inanıyorsak başta kurucu iktidarlar olmak üzere bütün iktidarların kaynağının halk olduğunu kabul etmemiz gerekir.

 

Zaten bu fikri reddediyorsak hiç tartışmaya gerek yok. Öncelikle rejimimizin adının kağıt üzerinde de olsa demokrasi olduğu konusunda uzlaşmamız gerekiyor. Başka bir örnek de parti kapatma konusundaki tutumu. Hiçbir Avrupa demokrasisinde olmayan sudan nedenlerle davalar açılıyor ve sonuçta ya partiler kapatılıyor ya da AK Parti olayındaki gibi partiler demoklesin kılıcı altına sokuluyor. İrticai faaliyetlerin odak noktası olduğuna hükmediliyor.

 

» Yargı vesayetin tek müsebbibi Anayasa Mahkemesi mi?

 

Hayır, mesela Danıştay da birçok kararında Anayasanın açık hükmüne rağmen yerindelik denetimi yapıyor. Oysa Anayasa'nın 125. maddesi açıktır. Takdir yetkisinin kullanılışına ilişkin yargı denetimi yapılamaz. İdari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemez. Ama bu da gözardı ediliyor. Katsayı kararında, YÖK'ün yetki alanına giren bir konuda Danıştay açıkça bir yerindelik denetimi yapıyor. Dolayısıyla yargısal vesayet uydurma bir kavram değil. Kimseye haksız yere yöneltilen bir eleştiri değil. Tüm Avrupa demokrasilerinde bizdeki tablo vesayet olarak yorumlanır.

 

» Peki sürekli Avrupa demokrasilerine atıfta bulunuluyor. Bu Batı tipi ideal demokrasileri modeli in midir cin midir? Koşulları nelerdir?

 

Demokrasi kavramını biz icat etmedik. Batı'da doğmuş bir kavram. Batı'da standart olan ne varsa onu talep ediyoruz, fazlasını değil. Bu da nettir. Organların yerlerini bilmeleri, seçilmiş otoritelerin hukuk sınırlarını zorlamamaları ama yargı organlarının da seçilmiş otoritenin meşru takdir alanlarına müdahale etmemeleri ilk etapta yeterlidir.

 

» Seçilmiş otoritelerin hukuk sınırlarını zorlamaması gerekliliğine vurgu yapıyorsunuz. Ama anladığım kadarıyla bu da ancak yargı vesayetinin engellenmesiyle yani, kuvvetler ayrılığı ilkesinde yargının fiilen üstün olan konumunun dengelenmesiyle mümkün olacak. Ama bugün sivil vesayet tehdidini halka dayatanlar tam tersini söylemiyorlar mı?

 

Elbette. Kaldı ki böyle bir tehdit görsem tüm liberaller gibi ben de buna karşı çıkarım. ama şimdi öyle bir tehdit görmüyorum. Bugünkü temel tehdit yargının ve ordunun vesayetidir.

 

Bir defa Anayasa Mahkemesi doğası itibariyle salt yargısal değil siyasal bir kuruluştur. Bunu artık öğrenmeliyiz. Avrupa anayasa mahkemelerinin fikir babası büyük Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen de bunu açıkça söyler. Ve siyasal bir kurum olduğu içinde üyelerinin siyasal organlarca seçilmiş olması gerektiğini savunur. Bizim Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşunda ise bu ihtiyaçtan doğan kurumun özüne aykırı şöyle bir garabet var.

 

Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşunda parlamentonun inisiyatifini sıfırlamış tek ülkedir. Bu durum o mahkemenin özel karakterinin icabıdır. Dünyanın hiçbir yerinde bu durum, mahkemeyi siyasal iktidarın hizmetine vermek olarak algılanmaz. Normal görünür. Aksi durum kuvvetler ayrılığına ve yargı bağımsızlığına aykırıdır. Ancak söylediğiniz gibi, bugün tam tersi savunuluyor. Bu nasıl oluyor anlamakta zorlanıyor insan. Bu anlaşılmaz görüşü dillendiren sayın hukukçuların her hangi bir Anayasaya giriş kitabındaki kuvvetler ayrılığı bölümünü ciddiyetle okumalarını tavsiye ediyorum.

 

» Yakın bir süre önce siz de bir Anayasa değişikliği taslağı hazırlamıştınız. Cemil Çiçek de Özbudun taslağı daha iyiydi şeklinde bir açıklama yaptı. Sayın Çiçek'in refleksleri sır değil. Buradan hareketle sizin taslağınızın, şimdikinin aksine, eski sitemde çok da fazla bir değişiklik önermediğini düşünebilir miyiz?

 

Hayır, aksine, daha kapsamlı bir çalışmaydı bizimkisi. Biz Anayasa Mahkemesi'nin 17 üyesinin 9'unu yüksek yargının, 8'ini de parlamentonun beşte üçü nitelikli çoğunlukça belirli nitelikleri taşıyan kişiler arasından seçilmesini öngörmüştük.

 

Bu pakette parlamento tamamen devre dışı bırakıldı. Parlamento 3 üye atayacak o da simgesel. Ve dikkat edin üye sayısı da arttırılıyor. Buna karşılık Cumhurbaşkanına büyük bit inisiyatif tanınmış. Niçin halkın iradesini daha yakından temsil eden parlamento değil anlamak mümkün değil. Çünkü parlamento bütün siyasi iradeyi temsil eder. Hele hele beşte üçü nitelikli çoğunluk derseniz bu parlamento içinde mutabakatı, herkesin üzerinde hemfikir olacağı adayların gösterilmesini sağlar. Dolayısıyla bizlerin hazırladığı taslak daha radikal dönüşümleri öngörüyordu.

 

» Cumhurbaşkanıyla görüşmenizde yetkilerinin fazla olduğunu söyledi sanırım.

 

Daha çok dinlediler. Ama benim de izlenim o yetkilerin fazla olduğu ve bunların değiştirilebileceği yönünde bir kanaati olduğu noktasındadır. Dikkatle not aldırdı ve bu önerileri hükümete ve Anayasa hazırlığındaki hukukçulara ileteceğini söyledi. Doğal ki kendisini çok angaje edecek bir söz de söylemedi, söylemesi de beklenmezdi.

 

Bakın yanlış bir algı var, Cumhur-başkanlığının siyasi bir kurum olmadığı düşünülüyor. Oysa Meclis ne kadar siyasalsa Cumhurbaşkanı da o kadar siyasidir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının atamasıyla mahkemenin siyasileşmeyeceğini düşünmek boştur. Ama Cumhurbaşkanına bu denli çok yetki verilmesi sayın Evren'in bedenine göre dikilmiş bir anayasanın ürünüdür.

 

» Askerî yargının yüksek mahkemedeki temsili batı demokrasilerine uygun mu?

 

Taslağın bu noktasında sorun var bence. Askerî Yüksek Yargıtay seçimde hariç bırakılmış ama Askerî Yüksek İdare Mahkemesi dahil edilmiş, bunu anlamıyorum. Aslında hiçbir askerî mahkemeden üye seçilmemeliydi. Çünkü zaten Askerî Yüksek İdare Mahkemesi 1961 Anayasası'nda da olmayan, 71 müdahalesi sonrasında yaratılmış bir kurum. Büyük ihtimalle de demokratik reform sürecinde yüksek mahkeme olma niteliği kaldırılacaktır. 71'den önce askerlerin özlük işleriyle uyuşmazlıklara sivil Danıştay bakıyordu. Gene de öyle olmalı. Böyle bir kompozisyon sağlıklı olur.

 

» Askerlerin Yüce Divan'da yargılanması da eklendi pakete. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 

Ona benzer bir hüküm bizim taslağımızda da vardı. Bugün Yüce Divan'ın kimleri yargılayacağı belli. Cumhurbaşkanı ve bakanlar. Ama genelkurmay başkanını kimin yargılayacağı belli değil.

 

» Genelkurmay başkanını yargılayacak mahkemede onun üstünde yüksek rütbeli iki subay olması gerekiyor sanırım. Bu fiilen imkânsız değil mi?

 

Evet, nasıl yargılanabileceği hakkında bir hüküm yok. Bu sembolik bir adım. Ama her yüksek bürokratın yargılanabileceği bir kurum olduğunu göstermesi açısından çok önemli. Dolaysıyla yerinde bir ekleme. Tabii bunlar ancak görev suçlarına bakar. Adi bir suç söz konusuysa muhatap normal adli mahkemelerdir. Kuvvet komutanlarının yargılanmasına genelkurmay başkanı izin veriyor. Peki, onun yargılanmasına kim izin verecek? Belli değil. En azından bu boşluk dolduruluyor.

 

» Yüksek mahkemeye yargının üye ataması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu yargı vesayetinin tasfiyesini zorlaştırmayacak mı?

 

Bu bir denge. Bugün için daha büyük bir çoğunluğu siyasi organlara seçtirmek bir uçtan diğer uca savrulmak olur. Dengede yarar var. Zamanla ideal olana doğru yürünebilir.

 

» Peki ya HSYK?

 

HSYK'da 1961 Anayasası'nın kabul ettiği ve bizim de önerdiğimiz üçlü bir yapı vardı: üçte biri yüksek mahkeme, üçte biri birinci dereceye ayrılmış hâkimler, üçte biri de parlamento tarafından seçiliyordu. Bu yapı 71 müdahalesiyle kaldırıldı.

 

Avrupa'da bizim HSYK'nın muadili olan yüksek yargı konseylerinin hepsi karma yapıdadır. Burada koparılan fırtına Avrupa modelini bilmemek, en azından profesörler için mümkün olmadığından çarpıtmadan kaynaklanıyor olmalı.

 

Son taslakta HSYK'da Cumhurbaşkanın atadığı dört üye, adalet bakanı ve müsteşar var. Dolaysıyla siyasi nitelikte diyebileceğimiz beş-altı altı üye var. Bunların da varlıkları sembolik. Yargının kuşatılacağı, delineceği iddiaları abartmadır. Kaldı ki daha dün olan darbe teşebbüslerinin avukatlığını yapan bir partinin 30 yıl önceki dosyaları karıştırmasını tam bir demagoji olarak yorumluyorum.

 

» İdeal olan parlamentonun iradesinin yargıya da yansımasıysa, bağımsızlık kriterini evrensel anlamda siyasetin bu sürece müdahil olmaması olarak anlayabilir miyiz?

 

Evet, bağımsızlık organların işleyişe müdahale etmemesidir. Atanmalarla ilgili değildir. Bakın ABD'de yüksek mahkemelerinin tümünü başkan seçiyor ve senatonun onayıyla kesinleşiyor. Ama bu hâkimler fevkalade bağımsız çalışıyorlar. Zaten orada ömür boyu çalışıyor ve hiçbir sıkıntı işitmiyoruz biliyorsunuz.

 

Çoğu zaman kendilerini seçmiş başkanın fikirleriyle uyuşmayacak şekilde kararlar veriyorlar. Bağımsızlık esas itibariyle süreçle alakalıdır. Ama kabul etmek lazım, bizim gibi demokrasinin kurumsallaşmadığı ülkelerde atanma tarzı da önemlidir. Elimizden geldiğince siyasi organların inisiyatif kullanması sağlanmalı. Böylece HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumların demokratik meşruiyeti güçlenir. Bu tanı bazılarının hoşuna gitmiyor. Yüksek yargının sayın başkanları bunu dillendirdiğimizde “canım biz meşru değil miyiz” diyorlar. Hukuki anlamda meşrular. Anaysa bu yetkiyi onlara veriyor ama hukuki ve demokratik meşruluk başkadır.

 

» Bu yüzden mi kendilerine hukuki meşruluk sağlayan metne sıkı sarılıyorlar?

 

Kesinlikle. Bütün iktidarlar halktan geliyorsa, yüksek yargının en azından dolaylı bir şekilde de olsa halk iradesiyle ilişkilendirilmesi gerekiyor. Bu iki kavram karıştırılıyor. Hukuki meşruluk, demokratik meşrulukla güçlendirilmeli.

 

» Atanan üyenin geri çağrılma tehdidiyle sınanması mahkemenin bağımsızlığı için önemli bir nokta olabilir mi?

 

Tabii. Avrupa'daki gibi 9-12 yıl iyidir. Taslakta da böyle bir sınırlandırma var, bu olumlu. Bugün 40 yaşında seçilip 25 yıl görev yapabiliyorsunuz. Oysa üyeler dönemlik çalışmalı.

 

» Peki taslaktaki en büyük eksiklik nedir?

 

En büyük eksiliklik 68. maddedeki parti yasaklarına dair düzenlemelerde mevcut. Batı demokrasi normlarından uzak. Kapatılmama bir ölçüde gerçekleştirilmiş evet ama 68. maddedeki yasaklar olduğu gibi duruyor. Biz hep söylüyoruz AK Parti sözcüleri de diyor, parti kapatmada Venedik kriterleri uygulanmalı diye.

 

Venedik Komisyonu ta 1999'da “Parti kapatmalarında yol gösterici ilkeler” diye bir rapor yayımladı. Burada partilerin kapatılmasının demokrasilerde istisnai bir durum olduğu ve tek bir şartın olduğu söylendi. Bu da partilerin şiddet yöntemlerini kullanması veya şiddet yöntemlerini savunmasıdır. Uzun zamandır bu kriterlerin uygulanabileceği yönünde iktidar çevrelerinden öneriler işitiyoruz bu sevindirici. Ama bir yenilik yok. Uzun ve kaypak kavramlardan oluşan yasaklar listesi olduğu gibi duruyor. Partiler kapatılma tehdidiyle yaşayamazlar.

 

» Sadece bu iki kriterle 68. madde faslını kapatmak mümkün değil mi? Niye kalabalık ediyoruz?

 

Elbette. İtiraz eden olursa da bakın Avrupa Konseyi'nin Anayasa konusunda uzman kuruluşu Venedik Komisyonu'nun raporunu böyle diyor derdik. Kimse de sizi demokratik rejime kastetmekle suçlayamazdı.

 

» Peki, kapatma konusunda Meclis'e irade tanınması Venedik kriterleriyle uyuşuyor mu?

 

Bakın komisyonun 99'daki bu raporuna ek olarak geçtiğimiz aylarda, 2009 yılında, sadece Türkiye'ye özel olarak bir rapor hazırlandı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin talebi üzerine. Türkiye standartlarının Avrupa demokrasilerinin ne kadar gerisinde olduğunu çok iyi vurguladı.

 

Rapor iki noktada eleştiri getiriyordu: Birincisi, yasakların çokluğu ve yasak teşkil eden kavramların çeşitli yorumlara açık olan kaypak niteliği. İkincisi, parti kapatma davası açma yetkisinin münhasıran atanmış ve hesap verme zorunluluğu olamayan bir yüksek bürokrata yani başsavcıya verilmiş olması. Oysa Avrupa ülkelerinde konunun siyasal niteliği göz önünde bulundurularak inisiyatif siyasi organlara bırakılıyor. Mesela Almanya'da İspanya'da Meclis'in iki kanadından biri talep ediyor. Ondan sonra dava açma süreci başlıyor.

 

» Avrupa'da da parti kapatılıyor diyenlerin sık sık örnek verdiği Batasuna böyle mi kapatıldı?

 

Evet evet. Ama Türkiye'de söylediğimiz gibi ciddi bir kavram karmaşası var. “Efendim Meclis karar verirse konu siyasallaşır” diyorlar. Efendim konu zaten siyasal. Parti kapatma hukuki yanından çok, siyasi veçhesi ağır basan bir karar. Burada süreci başlatma yetkisini bunun siyasal sorumluluğunu üstlenecek ve halk karşısında da hesap verecek siyasi bir organa bırakmak daha doğru. Başsavcı kimseye hesap vermek zorunda değil. Onun takdirini denetleyen hiçbir makam yok. Tamamen sübjektif takdiriyle bir dava açabilir.

 

» Sadece davanın açılma sürecini anlattınız. Peki, kovuşturma sürecinde neler öngörüyor Venedik Komisyonu?

 

Bu süreci önemsiz görmemeli. Bakın komisyonun andığım raporu, bir kapatma davasının açılmasının bile o ülkenin siyasi hayatında ciddi karmaşalara, çalkantılara, endişelere, korkulara sebep olan bir karardır. Bu denli hayati sonuçları olan bir işlemin temsili niteliği olmayan, hesap verme ve denetim sorumluluğu olmayan bir makamın münhasır inisiyatifine bırakılması sakıncalıdır. Dolayısıyla değişiklikte esas fikir doğru. Ama oradaki sıkıntı da parlamentonun değil, grubu bulunan partilerin tümünün beşer kişiyle temsil edileceği bir komisyona havale edilmesi. Burada bir dengesizlik var.

 

Örneğin 300 üyeli bir parti grubuyla 20 üyeli bir grubun eşit temsili demokratik prensiplere de hakkaniyete de uygun değil. Bence talebin Meclis Genel Kurulu'nca nitelikli çoğunlukla veya daha nitelikli bir çoğunlukla, üye tam sayısının beşte üçünün çoğunluğuyla kabul edilmesi. Burada siyasal iktidar, kendini kurtarmaya çalışıyor ithamlarından korunmak için böyle bir karar almış olmalı. Çekingen davrandı. Ama hiç gerek yoktu.

 

» Bağımsızlık anlaşıldı. Peki ya tarafsızlık? Bu süreç sadece zihniyetle mi ilgilidir? Yoksa mekanizmaları mı var. Yani bu yapısal değişiklikleri yaparsak bu zihinsel dönüşüm ardından mı gelecek?

 

Evet, bu değişiklikler tarafsızlığa ulaşmamızı kolaylaştırır ama yasal değişikliklerle zihniyet değişikliği sorununun kökünden çözmek mümkün değildir.

 

Anayasal tercihlerden mucizevi bir etki beklenemez. Fakat tarafsızlık gerçekten çok önemli. Yargının yasama ve yürütme karşısındaki bağımsızlığı sıkça dile getirilirken bu nokta hep atlanıyor. Oysa aslolan tarafsızlıktır. Bağımsızlık tarafsızlığı sağlayan bir araçtır. Ama organ olarak bağımsızlık bireysel olarak tarafsızlığı garanti etmez. Bunu da denetim mekanizmalarıyla önleyemezsiniz. Ama mümkün olduğunca sınırlamaya çalışmak gerekir. Bu kısmen yapısal bir problem. Kısmen de zihniyet değişikliğinin bir sonucudur.

 

» Kuvvetler ayrılığında mutlak bir eşitlik mi söz konusu. Yoksa yargının ya da yasamanın arasında bir üstünlük söz konusu mu?

 

Eşitlik daha doğru ama bizde gene yüksek yargı ve onunla aynı ideolojiyi paylaşan çevreler, kuvvetler ayrılığından yasama ve yürütme karşısında mutlak üstünlüğünü anlıyorlar. 82 Anayasası da bunu tesis ediyor. Ama bazı çevreler bu durumdan bile memnun değiller. HSYK'dan bakan ve müsteşar çıksın, tümüyle yüksek yargının kendi içinden çıkan üyeler buraya atansın, yargı organının daha alt kademeleri de görev almasın, teftiş sistemi onlarda olsun, sekretarya da onlarda olsun... Kısacası yüzde 80 oranındaki jüristokrasinin yüzde 100 olmasını istiyorlar.

 

» Yürütmenin ya da yasamanın bu ilişkide fetişleştirilecek bir konuma yerleştirilmesi de doğru değil o halde?

 

Tabii. İdeal tanım medeni bir işbirliği ve işbölümü olmalı. Hâkimler hükümeti, hiçbir kitapta bir erdem olarak yer almayan bir yergi kavramıdır. Her demokrasi tanımında temel siyasi kararların seçilmiş otoriterlerce alınması yer alır.

 

» Sizce süreç muhalefetin iddia ettiği gibi aceleye mi geldi?

 

Anayasanın çok eksiği var ama belli ki şartlar uygun değil. Ancak en acil ihtiyaçların yer aldığı bu paketi zamansız ve aceleye getirilmiş bulmuyorum. Teknik kusurlar ve ifade hataları mevcut. Anayasa komisyonu veya genel kurul aşamasında düzeltilecek şeyler. Hükümet çevreleri de önerilere açık olduklarını söylüyorlar. Ama 82 Anayasası kabul edildiğinden beri tartışıyoruz bizler. Daha ne kadar tartışacağız. 30 yıl yetmiyor mu?

 

» Biz çok bilmiyoruz ama Avrupa ülkelerinde bu tarz değişiklikler nasıl oluyor?

 

Avrupa' da bizdeki kadar keskin bir siyasi kutuplaşma yok. Mutabakat takılıp kaldıkları bir nokta değil. Zira dünyanın hiçbir yerinde yüzde 100 mutabakatı sağlayamazsınız.

 

» Aşırı bir politizasyon mu söz konusu? Teknik konular bile gündelik politikanın cenderesinde eziliyor galiba?

 

Evet. Bu konular teknik konular. Ve bu mevzulara teknisyen gözüyle değil ideolojik perspektiften bakılıyor. Bu da işi fevkalade zorlaştırıyor. Batı siyasal söylemelerinde rastlamadığımız vatan hainliği gibi ithamlar gündeme geliyor. Batıda bunlar yeni anayasa yapımında bile rastlanılan manzaralar değil.

 

» Paketin tümden oylanmasının Venedik kriterlerine aykırı olduğu iddia ediliyor. Pakete karşı çıkanların sıkı sıkıya sarıldığı bu argüman doğru mu? Siz o komisyonun üyesisiniz.

 

Hayır, asla onunla bir ilgisi yok. Bir gazetede de (Vatan) bu manşetti. Bu konu, Anayasa'nın 175. maddesine göre tamamen TBMM'nin takdir yetkisindedir.

 

Eğer bir anayasa değişikliği bir paket nitelindeyse, bunların teker teker ya da tümüyle oylanmasına TBMM karar verir. Venedik Komisyonu'nun böyle bir kararı yok.

 

150- 200 maddelik bir anayasa yaptınız. Tek tek mi halka sunacaksınız? Böyle bir şey söz konusu değil. Kriterlerde de böyle bir madde yer almaz. Manipülasyon had safhada.