Ajans Ada yılları

-
Aa
+
a
a
a

Benim kuşağımın okur yazar takımı arasında Ajans-Ada adının özel bir anısal değeri vardır. Bir bölümü belki adını bile duymamıştır, ama yaptığı reklamları mutlaka hatırlar: Gümüşsuyu, Jill, İzocam, Efes Pilsen ve diğerleri. Bir bölümü için ise içinde yer aldığı önemli bir okul değerini taşır. Reklam, yayıncılık, sinema alanında bu okuldan şöyle ya da böyle geçmiş onlarca önemli isim vardır. Şu an Lowe Lintas ajansını yöneten, aynı zamanda da Reklamcılar Derneği başkanlığını yürüten Nesteren Davudoğlu da bunlardan biri. Oturmuş, Ajans Ada’da geçen on yılını bir kitap haline getirmiş: Ada’da Zaman (Bir Reklamcının Biriktirdikleri ’82 - ’92). İyi de yapmış.
Ben de Ajans Ada okulundan geçenlerden biriyim. Aynı Nesteren gibi ajansa 1982 yılında girdim. İkimiz de o zaman ajansın yaratıcı bölümünün başında olan Ersin Salman’la Türkiye İşçi Partisi’nden tanışırdık. Ama Nesteren’le Ajans Ada’dan tanıştık. Güzellik Yarışması döneminden sonra, reklamcılık mesleğine tamamen girmeye karar verme aşamasında fikrimi sormuş, uzun uzun tartışmıştık. Belki başkalarına da sormuştu, nedense bu ayrıntıyı hiç unutmamışım. Ben, daha sonra reklamcılıkla ilişkimi koparmadıysam da, yazarlığın başka yönlerine uzandım, yaşamıma farklı bir rota çizdim. O ise reklamcılıkta azimli ve ısrarlı oldu. İşte bu ısrarlı yılları anlatıyor kitabında.Kitabı ilk karıştırdığımda, fazla kişisel bir çalışma gibi gelmişti. Bir tür günlük adeta. Okudukça bu kanım değişti. Gerçi Nesteren kitabı yine bir tür günce gibi yazmış, ama alçakgönüllü yaklaşımı ve samimiyeti sayesinde bu kişisellik bir avantaja dönüşmüş. Acaba benim gibi Ajans Ada’ya şu ya da bu şekilde bulaşmış olanlar dışındaki insanları ilgilendirir mi, diye sormuştum başlangıçta. Kitabı bitirdiğimde ise, reklamvereninden reklamcısına; bu alanda eğitim yapan gençlerden, günlük yaşamında reklamların önemli yeri olan meraklı okur yazarlara kadar, reklamlara bir biçimde ilgi duyan herkesin merak ve keyifle okuyacağını düşünmeye başladım.Nesteren Davudoğlu, Ajans Ada’yı kuran diğer insanlar gibi kökenleri TRT’ye dayanan bir reklamcı. Televizyon filmlerinde montaj yaparken, 12 Eylül’ün baskıcı ortamında kendine yeni bir iş aramak zorunda kalmış ve reklamcılığı denemeye karar vermiş. İlk işi, organizasyon çalışmalarını Ajans Ada’nın üstlendiği Güneş Güzellik Yarışması’nı kotaran ekibe katılmak olmuş. Aynı günlerde sanırım ben de Ajans’ın başka bir odasında Hisarbank’a reklam metinleri yazıyordum.

Güneş gazetesinin güzellik yarışması o güne kadar yapılmış olan yarışmalardan gerçekten çok farklıydı. Hem katılanların düzeyi, hem de organizasyonunun başarısı açısından. Müziği Timur Selçuk’a, koreografisi Sait Gökmen’e, ödül heykelcilikleri Bihrat Mavitan’a ait kaç yarışma oldu sanıyorsunuz bu ülkede? Yarışmanın sunuş metinlerini Onat Kutlar’ın yazdığını ise bilmiyordum, bu kitaptan öğrendim. Organizasyon komitesinde yer almayan biz sıradan ajans çalışanları, yarışmayı izleyemediğimizden (çağrılsaydık da gitmezdik herhalde), bir çok ayrıntıyı şimdi Nesteren Davudoğlu’nun notları sayesinde öğreniyorum. Örneğin lazerin ilk kez bu yarışma sırasında gösteri dünyamıza girdiğini hiç bilmiyordum.

Kıssadan hisselerNesteren Davudoğlu’nun kitabında, aslında başka yerde karşıma çıksa genellikle hiç de hoşlanmayacağım bir şey yapıyor, her kampanyayı, dönemi anlattıktan sonra ‘kıssadan hisse’ler çıkarıyor. Ama bunları öylesine doğal ve kaş göz yarmadan yapıyor ki, itiraz etmek ne mümkün! Güneş Güzellik Yarışması bölümünün sonundaki hisse şöyle örneğin:“Kıssadan hisse, müşterilerin almaları gereken mesaj; farklı mecralara girin, risk alın, ajansınızdan değişik, deli şeyler yapmasını isteyin. Teşekkürler. Artık herhalde müşterileriniz sualtında havai fişek gösterisi gibi önerilerimize sıcak bakarlar!”Gerçekten o yıllarda Ajans Ada’nın genel anlayışına inanılmaz bir bilimsellik, yenilikçilik ve yaratıcılık egemendi. Bugün sanırım hiç bir ajansta bu denli özgür ve yaratıcı bir ortam yok. O zamanlar reklamverenler ajansa bir anlamda teslim olurdu. Ajans da şirket ve ürünleri hakkında ciddi araştırmalar yapar, rasyoneller hazırlar, kampanyalar bunlar üzerine inşa edilirdi. Kampanyalar ayaklarını her zaman sağlam yerlere basan ön çalışmalara dayandırılır; sonuçta da en çarpıcı, renkli, vurucu ilanlar hazırlanırdı. Günümüzün sayısı iyice artan reklam ajanslarının ve parasını kullanma alışkanlığını iyice azalan reklamverenlerinin Türkiye’sinde, o günün koşullarını yeniden yaşamak olanaksız.Dönelim kitaba. Nesteren Davudoğlu Ajans Ada’da geçirdiği yılları esas olarak, birlikte çalıştığı müşterilere bölümler ayırarak anlatmış. Bu bölümlerde ilginç ayrıntılar ve bilgilerle karşılaşıyoruz. Örneğin Koza marka örgü aletinin TV filmi çekimleri için, ajans çalışanlarının evlerde kaşkol örmek zorunda kaldığını bilmiyordum. Neden belli, zaman az, film için gerekli vs. Eski langırt salonlarının nasıl Atari oyunu salonları haline getirildiğini, bu öyküde Ajans Ada’nın da rol aldığını kitaptan öğrendim. Sanırım, benim Ajans’tan ayrıldığım yıllarda gerçekleşmişti bu...

Müşteriyle özdeşleşen bakış

Nesteren Davudoğlu, Ada’da geçirdiği yıllarda üzerinde en çok etkisi olmuş, zamanını ve emeğini en çok verdiği şirketlere, doğal olarak daha geniş yer vermiş. Bunların ilki ‘iş üniversitem’ diye tanımladığı Arçelik.(İlginç, benim de Ajans Ada’daki ilk görevlerimden biri Arçelik’in bayi toplantılarına katılmaktı. Ama benim hatırladığım şeyler Nesteren’in hatırladıklarından çok daha farklı. Örneğin, üretmeyi başardıkları halde niye yeni modelleri pazara sürmedikleri aklıma takılmıştı. “İşte, iki yıl sonra piyasaya çıkacak çamaşır makinesi” diye tanıtmışlardı bir modeli bayilere. Nesteren’in anılarının tümünden çıkardığım şu, o reklamcılığa hep müşterisiyle adeta özdeşleşerek bakmış, bense eleştirel ve dışardan. Tevekkeli değil benim şimdi reklamcılıkla organik hiç bir bağım yok, o ise mesleğinde zirvede!)
Nesteren’in Ajans Ada’nın müşteri ilişkilerini yönettiği dönemde, en önemli müşteri olan Arçelik’e özel ilgi göstermesi beklenen bir şey. Ama Arçelik’in bölge toplantıları, kutlama günleri için yaptığı çalışmaları anlattığı satırlardan zaman zaman bir serüven edebiyatı tadı almayı hiç beklemiyordum doğrusu. Çeşitli aksaklıklar, sorunlar; insani ilişkilerde karşılaşılan problemleri aktardığı satırları keyifle ve Arçelik’in belirli isimlerinin niye/ nasıl efsaneleştiğini öğrenerek okudum. Davutoğlu, “Başka bir beyaz eşyaya yaklaşamayacak kadar Arçelik’li kaldım uzun yıllar” diyerek özetliyor bu dönemi.İkinci önemli müşteri ise Efes Pilsen olmuştu Ajans Ada’nın yaşamında. Efes Pilsen’in popülaritesinin mimarı aslında Ajans Ada’ydı. Yeni nesiller bunu bilmez elbette, ama yaşı 35-40 olanlar, “Bira bu kapağın altındadır” sloganıyla sunulan ve “Biracılar” olarak anılan bir ekibi hemen hatırlayacaklardır. Benim de çalışmaların içinde olduğum bu yıllarda, Ajans’ın bira reklamları için inanılmaz bir yaratıcılıkla çalıştığını hatırlarım. En ufak ayrıntıların bile tartışıldığı toplantılardan, Ajans çalışanlarının neredeyse tümünün oynadığı TV filmlerine kadar, Ada’ya egemen olmuştu Efes Pilsen. Bu yüzden de bu denli başarılı bir sonuç elde edilmişti.

Zaaflarıyla, hırslarıyla...Nesteren Davudoğlu, sadece çok şey öğrendiği, büyük gönül bağları kurduğu müşterileri anlatmakla kalmamış. Reklamcılık camiasında hiç alışmadığımız bir açık sözlülükle, başa dert olan, problemler yaratan kötü reklamverenleri de anlatmış. Bunları keşfetmeyi okuyuculara bırakmam daha iyi galiba... Ama hangi müşteriyi, kampanyayı, olayı anlatırsa anlatsın; bir bilimsel rapor gibi değil, aynı kendisi gibi delidolu bir dille anlatmış. Zaaflarıyla, sıcakkanlılığıyla, hırslarıyla ete kana bürünmüş bir halde gözümüzün önüne seriliyor Ajans Ada yılları.Bu anlatıda Ajans Ada tarihinde yer almış insanlar da bir film şeridindeki imgeler gibi geçiyor önümüzden. Benim gibi şu ya da bu kadar reklam camiasında yer almış olanlar için ayrı bir önem taşıyor bu. Hayretle gördüm ki ne kadar çok intihar eden olmuş meselâ... Ne kadar çok sevdiğim, ama ne yazık ki pek görüşmediğimiz insanın da Ajans’tan gelip geçmiş olduğunu bir kez daha anladım. Kitap resimler, belgeler, çizimlerle de bu hafızanın inşasına yardımcı oluyor. Tabii bu inşada, Nesteren’le o günden bugüne sürekli çalışmış art direktör Zeynep Karafakioğlu’nun da büyük katkısını belirtmeden geçmemeli. Zeynep belli ki, Nesteren için yine özel bir kitap- defter hazırlamış...Sonuç olarak, iyi ki yazmışsın Nesteren diyorum. Keşke herkes yaşadıklarını aktarsa zaman zaman... Örneğin Eli Acıman’ın Vitali Hakko’yla nasıl çalıştığını, anılarını kaleme almadığı için öğrenemeyeceğiz. İlancılık tarihini, Moran’ın tarihini, Cen Ajansın tarihini de kimse anlatmadı bugüne değin. Belki bu kitaptan sonra, Ersin Salman ya da Zafer Ataylan aşka gelip bir şeyler yazarlar mı acaba... Hani Ajans Ada’nın ilk yıllarına ilişkin bir şeyler... Keşke...