12 Aralık 2010
Antalya’da Devlet Bakanı Sema Aliye Kavaf’ın da katıldığı bir etkinlik, sonuç bildirgesiyle bundan sonra hayatımız üstünde fütursuzca fetvalar vermeye talip hegemonya dilinin bütün imlasına sahipti. Etkinliğin adı, “Din Gelenek ve Modernite Bağlamında Bir Değer Olarak Aile” doğal olarak. Bu ‘doğal’ kelimesini de şimdiden bir yerlere iliştiriverin. Konferans, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlendi. Söz konusu vakıftan yıllar önce bir telefon aldığımı, beni de aralarında görmek istediklerini belirten başkana, peki siz kimsiniz diye sorduğumda Fethullah Hoca efendinin açtığı yoldan giden bir vakıf olduklarını öğrendiğimi hatırlıyorum. Nitekim Fethullah Gülen, vakfın onursal başkanıymış.
E hep ‘Sorosçulara’ kalacak değil ya, toplumsal konularda araştırmalar yürütüp bizi sonuçlarıyla bilgilendirmek her sivil toplum örgütünün hakkıdır. Ama bu konferans öyle böyle değil, pek gösterişli, pek uluslararası. ‘Alanında uzman, 5 kıta 50 ülkeden 600’ü aşkın akademisyen’ katılmış. Konferans sonrası akademisyenler Antalya’da Türk ailelere misafir olmuş. Daha da iyisi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, ‘gerek yurtdışında yaptığı yerel aile seminer ve konferanslarından edindiği tecrübeler gerekse konferanstan edineceği birikimler sonucu’ “Aile Akademisi” kurmaya hazırlanıyormuş. Aile Akademisi’yle evlenmeyi düşünen gençlerden evli çiftlere kadar geniş bir yelpazeye “Psikolojik Destek”, “Aile içi İletişim”, “Çocuk Bakımı’’ gibi onlarca konuda alanında isim yapmış akademisyenler, pedagoglar ve psikologlar kurs verecek imiş. İçinde çalıştayların, yemek pişirme derslerinden ebru çalışmalarına kadar birçok konuda programların bulunacağı Aile Akademisi, mezunlarına Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifikalar verecekmiş. Yani bundan sonra MEB diplomalı bekarlar revaçta olacak.
Bilim insanları
Web sitesinde yer alan bilgiye göre sonuç bildirgesini Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü Genel Müdürü Doç. Dr. Ayşen Gürcan başkanlığında gazeteci yazar Ali Bulaç, Prof. Dr. Allan Carlson, Prof. Dr. Naci Bostancı, Prof. Dr. Thomas Michel, Prof. Dr. Stephan Martin Kampowski ve GYV Başkanı Mustafa Yeşil’in de aralarında bulunduğu bir komite kaleme almış. Ne mutlu onlara!
Aralarından iki akademisyeni fevkalade gururlu, fevkalade özgüvenli duruşlarıyla televizyonda dinleme bahtına erdik. Üniversite öğrencilerinin had bilmez muktedirlere attıkları yumurtaların ardındaki birikimi anlama konusunda söz konusu ‘bilim insanları’na da bir göz atmak gerekmiyor mu?
Ailenin asayişi
Bildirgenin birkaç sonucunu aktarayım da çalışmanın ne kadar bilimsel olduğunu değerlendirebilelim:
*Tüm ulusların yeni nesillerinin sağlıklı, verimli ve sevgi dolu yetişmeleri için doğal ailenin yapısının erkek ile kadının evliliğine dayandığına inanıyoruz.
*Tüm ulusların genç nüfusa ihtiyaç duyduklarını göz önünde bulundurarak doğal evliliklere dayalı çocukların çoğalmasını destekliyoruz.
*Din, gelenek ve hukuk yoluyla kurumsallaşan evliliklerin ve bu evlilik ortamında yetişen nesillerin sağlıklı ve verimli olacağına inanıyoruz. Bu bağlamda bir kurumsallaşmayı destekliyoruz.
*Ailenin korunmasında en büyük role sahip dini motivasyonları önemsiyor ve bu konuda bütün kültür ve dinlerin ortak stratejiler geliştirmelerini destekliyoruz. Buna bağlı olarak din temelli nikahın küçümsenmesini ve meşru sayılmamasını eleştiriyoruz.
*Neslin korunması esasına dayalı olarak boşanmayı azaltacak her türlü tedbirin hayata geçirilmesini gerekli görüyoruz.
*Çocukların fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal gelişiminin korunması adına medya araçlarının aileyi tehlikeye atacak yayınlar yapmamasını, evlilik birliğini tehdit altına alan cinselliğin önlenmesini talep ediyoruz.
*Modernitenin kaçınılmaz sonuçları olan kentleşme, sanayileşme, göç, savaşlar, salgın hastalıklar ve bencil bireycilik düşüncesinin derin aile bağlarını zayıflatmasına karşılık her ulusun onu ulus yapan manevi değerlerine yeniden dönmeleri ve böylelikle aileyi yeniden yapılandırmanın gerekliliğini savunuyoruz.
*Kürtajı önleyen ve azalan doğum oranlarının artmasını sağlayan politikaları ve projeleri destekliyoruz.
*Eşcinsellik ve Aile içi zina (ensest)ya karşı yeterli tedbirlerin alınmasını talep ediyor, her toplumu tehdit eden bu hastalıkların önüne geçmek için elbirliği ile çalışılmasını destekliyoruz.
Kısacası, uzman akademisyenler çözümü bulmuşlar çoktan. Kadının ‘annelik’ dışında asla özne olamayacağı sıkıdüzeni devlet eliyle güvence altına alınmış bir cehennem öneriyorlar, hayat birimi olarak hepimize.
Yaptıkları çalışmanın bilimsel olduğundan hiç kuşkuları yok. Büyük araştırmalar yapmışlar. Ama dünyanın, insanın, hak ve özgürlükler alanının geldiği yer üstüne pek düşünmemişler. Profesör, doçent ve entelektüel ilan edilmiş kimi yazarlar eşcinsellik ve ensesti ‘toplumu tehdit eden hastalıklar’ başlığı altında, birlikte değerlendiriyor hâlâ.
Kadınla yönelik şiddet üstüne eseflerini bildirmekle birlikte kadını başbakanları gibi bir kuluçka makinesi, kendi vücudunun üstünde hiçbir tasarrufa sahip olmayan, zorda kalınca imam nikahıyla bir dinibütünün birkaç karısından biri olmaktan kaçınmaması gereken yaratıklar olarak görüyor, gösteriyorlar.
Başkan hanım televizyonda, kötü aile yapılanmalarını hatırlatan, kadınların katlandığı sömürü ve şiddeti vurgulayanlara, “kadınlar şikayet etmiyorsa size ne?” demeye getiriyor. Bütün bunları, akademik unvanlarından utanmadan, devletin ve hükümetin arkalarında olduğunu bilmenin rahatlığıyla dile getirebiliyorlar. Milli değerlerin yerini manevi değerler almış. Artık gün, onların. Hepsi başımıza birer ‘fıtrat’ meleği kesilmiş; doğal olanla olmayanı kutsal kitaplarına bakıp bize aktarıyorlar.
Böylesine rahat bir dille nefret suçlarını körükleyebilen; farklı olanı, aile çatısı dışında kalanı ‘hasta’ ilan edebilen, kadın düşmanı ‘uzman’ları önümüze süren cemaat, yakın zamana dek demokrasi kilidinin yasaklanmış anahtarı olarak görülüyordu, kimi yorgun liberaller tarafından. İslam’da kadının eğreti yeri üstüne vaazlar veren, “Karşı cinsle düşüp kalkma ve konuşma arzusu ya bir zaaf eseri ve tabiat bozukluğu veya o cinse ait karakteri taşıma emaresidir” fetvasında bulunan, sürekli yalvarma tonuyla konuşup tevazu teröründe Zeki Müren’i aratmayan hocalarının sentezi de aseksüel, hıçkırıklı bir kadın düşmanlığı değil mi zaten?
Sonuç bildirgem
Geleneğe, töreye, dini inanca dayalı cemaat ülküsünün bekçiliğini üstlenen hiçbir hareket devlet-siyaset ilişkileri açısından özgürlükçü olamaz. Hangi özgürlükçü yasayı çıkarırsa çıkarsın AKP, insan ilişkilerinin kabul edilebilir, ‘toplumsal birlik ve beraberliği’ incitmeyecek bir format risalesini çıkarma çabalarıyla bizi, baskıcı olduğu kadar kıyıcı bir iktidar resminin ardından izliyor. Bulaç ve benzerlerinin “düşmemiş son kale” olarak gördükleri aile kurumunun bekçiliğine soyunmasında “şahsi irade” alanının daraltılmasına, kadının zapturapt altına alınmasına yönelik bir çaba gözlemlenmekte.
Zinayı savunurmuş gibi görünmekten korkarak cezanın eşitlikçi uygulanmasının zorluklarından söz eden muhaliflerin riyakârlığına dikkat edin. Şimdi de eşcinselliği marjinal bulan, aileye karşı gelmekten korkanlar aynı suskunlukta. Aslolan, devletin irade alanımıza yönelik tecavüzüne karşı koymaktır. Ahlak terzileri işbaşında. Küstahça üzerimize geçirmeye çalıştıkları hayat, bize ait değil.