Açlık Tehlikesi ve Ekonomi

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: Dünyada yayımlanan gazetelere ve haber ajanslarına bakınca hakikaten çok endişe verici bir ortam çıkıyor; "biz mi abarttık?" diye düşünmek istiyorum, ama dört bir taraftaki ajanslardan elimize gelen haberler de bu şekildeydi vallahi!

 

Hasan Ersel: İnsanın söyleyeceği pek olumlu bir şey yok; o yüzden sizi mutlu edemeyeceğim. Benim tartışmak istediğimi konu "bazı kötü giden şeyler, acaba iyileştirilebilir mi acaba?" Daha iyi bir konu ama yine de kimseyi sakinleştirmeye yetmez. Tabii "bütün bu olaylar olurken, ekonominin istikrarının sağlanması mümkün müdür?" sorusunu da sormak lazım. Sadece Türkiye'den bahsetmiyorum, bütün dünyadan bahsediyorum. Ancak, bir yerde yaşam savaşı veriliyorsa, "ekonomide şöyle oldu, böyle oldu, faizler arttı ya da üretim biraz düştü" demek bunlardan bahsetmek ilginç olmaktan çıkıyor. Böyle bir ortamda oradaki hükümet, istese de karar alamaz veya o aldığı kararı uygulayamaz. Dolayısıyla bunu baştan söylemek lazım. Karar alınabilecek ortam oluşursa neler yapılabilir? Onu tartışabiliriz

 

Dünyada işler pek iyi gitmiyor, Türkiye'de de siyasi gerginlik azalmıyor değil mi?

 

ÖM: Azalmadığı gibi, artık trajikomik bir durum almış, Erdoğan DTP'den Türk'ün elini sıkmıyor, Baykal Köşk'e gitmiyor, AKP'liler Baykal'ı Meclis'te yuhalıyor, Genelkurmay Başkanı'yla Baykal yanyana oldukları halde görüşmüyorlar. Böyle bir durum var.

 

HE: Buna bir tanı koymak lazım, iktisat politikası kararları iyi düşünülüp, uzmanlara danışılarak alınabilir. Ne olsa sınırlı bir insan grubudur bu, çünkü teknik işlerdir. Fakat uygulama dediğimiz alan, toplumun bunu kabul etmesi ve o kurallara uymasıdır. Böyle bir gerginlik o uygulamanın maliyetini çok arttırır, belki de imkânsız kılar. O aşamada olduğumuzu sanmıyorum, ama maliyetin yükseldiği noktadayız. İnsanlar çeşitli şeyler düşünüyor olabilir: "Bu kararı aldılar, ama ya yarın çark ederlerse?". Hele o alınan karardan biraz zarara uğruyorsanız, sizi olumsuz yönde etkiliyorsa, "dur bakalım, uygulamayayım" diyebilirsiniz. Bunu denetlemekle ilgili olan kişi, "şimdi bu karar değişirse ben de durup dururken kötü olmayayım' diyebilir. Yani sonuç alınamaz. Bu çok önemli bir nokta.

 

İktisadi kriz denilen olaylarda garip bir özellik var. Verdiği zararı hemen görmüyorsunuz, bir insanın hayatını mahvettiğini görmüyorsunuz. İş olup bittikten sonra görüyorsunuz. Ben liseyi bitirdiğimde doktor olmaya cesaret edememiştim. Bir hastaya kötülük yaparsam onun vicdani sorumluluğu altından kalkamam diye. Ama iktisatçı olunca da büyük zararlar verilebileceğini çok sonra öğrendim.

 

Türkiye'ye biraz o açıdan bakalım. Galiba biraz da sakin bir biçimde bakmak gerekiyor. Bir işe yarayacak mı bilmiyorum, ama heyecanlanınca olmuyor, onu görüyorum. Konu dünya ekonomisindeki mali kriz kaynaklı olan etki. Bu ayrımı yapmak gerek, çünkü şimdi bir başka bir faktör daha var ve önemi giderek daha artmaya başladı. O da gıda ürünlerindeki piyasa dengesizlikleri ve anormallikler. Bunun bir kısmı mali krizle ilgili. Mali sektörde yatırım yapanlar bu araçlarda kaybedince veya kazanç ümidi kalmayınca emtia piyasasına geçtiler. Bu oradaki fiyatları hareket ettirdi. Bu işin bir kısmı. Ama olay sadece bu değil, başka boyutları da var; onu zaten tartıştık. Şimdilik onu bir tarafa bırakalım.

 

Sorumuz, mali kriz Türkiye'yi nasıl etkiler? Garip bir durumumuz var, herkes "etkiler" diyor. Görebildiğim kadarıyla, hükümet de "etkilemez" demiyor, ama sanki gecikmiş bir treni bekliyormuşuz gibi bir halimiz var. Öyle bakıyoruz uzağa doğru, "gelecek mi, nasıl gelecek, ne zaman gelecek?" diye. Onu da pek anlamıyorum, yani trenden önemli biri inecekse halılar filan serilir, bir şey hazırlanır. Yok trenin gelmesini istemiyorsak yolu bloke ederiz, yani bir şeyler yaparız önlemek için diye düşünüyorum. Ama durum pek garip. Heyecanlanan var, yani öyle boşvermiş bir halimiz de yok. "Çok ciddi" filan da deniyor ama hiç bir şey yapılmıyor.

 

"Dünya ekonomisi yavaşlayacak" deniyor, "duracak" diyeni duymadım. Bu yavaşlama Türkiye'nin ihracatını olumsuz etkileyebilir. Çünkü ihracatımız başka ülkelerin gelirine bağlıdır. Orada iki şeyi ayırt etmek gerekir gibi geliyor bana: Bunlardan bir tanesi Türkiye'de son zamanlarda bazen de övünerek anlattığımız, Türk sanayinin, hiç olmazsa bazı kesimleriyle, dünya üretim zincirinin bir parçası olmaya başlamış olması. Diyelim ki otomobil yapılıyor, filan parçası burada yapılıyor veya bazı arabalar tümüyle burada yapılıyor, buradan bir yere satılıyor, ama bu uluslararası çapta faaliyet gösteren bir firmanın ürünü de üretim sürecinin bir aşaması Türkiye'de konuşlanmış. Bu kötü bir şey değil, hatta güzel bir şey, yeni teknolojiler kullandığımız bir alan. Yalnız burada bir nokta var; tabiatıyla bu tür firmalar gelişmiş ülkelerde ve büyük çapta da otomobil satışı bu tür ülkelere yönelik. Nerede ne kadar üretip, nereye ne kadar satacağız kararını alan firma burada değil. O gelişmiş dünyada yerleşik. Oradan etkilenerek karar alacak. Alacağı kararları buradan etkilemek de mümkün değil. O ülkelerde bir daralma olduğu zaman bu da kararları etkileyecektir. Tabii şunu yapabilirsiniz: bu karar merkezlerini korktutabilirsiniz! Burada işleri o kadar altüst edersiniz ki, adamlar "aman aman Türkiye'de üretip yapmaktansa çıkıp gidelim" diyebilirler. Onu yapmadığımızı düşünüyorum, ama yine de üretim yapacaklar mı, ne kadar yapacaklar, ne kadar ihraç edecekler bunu kestiremiyoruz. Dolayısıyla Türkiye için, gelişmiş ülkelerdeki  duraklamadan, yavaşlamadan en çok etkilenecek unsurlardan bir tanesi, Türkiye'nin küresel üretim zinciri içinde yaptığı üretim olabilir. Bu mutlaka olumsuz olur mu? Hayır öyle bir şey demiyorum, ama kestiremiyoruz, onu diyorum. Bu kestirilebilir mi? Tabii sokakta olan bizler için mümkün değil, ama bana öyle geliyor ki, devletin yetkili otoriteleri öyle herhangi bir şekilde baskı filan da koymadan, çok rahatlıkla, "bu seneki üretim planlarınız, ihracat planlarınız nedir, nasıl revize ettiniz?" diye sorabilir. Bu doğal bir şeydir. İktisat politikası yapanlar daima bu tür soruları sorarlar. Tabii yanıtı gizli tutarsınız, rakip firmaya vermezsiniz! Bu tür bilgiler toplanarak burada bir üretim yavaşlaması olup olmayacağını kestirmek mümkün. Bu bilinmeden kolay hareket edilemez,

 

İkinci ihracat unsurumuz, bizim kendi başına hareket eden firmalarımızın, -yani böyle bir üretim ağı içinde olmayan firmaların- ihracatı. Bunlar neyle karşılaşacaklar? Dünyadaki fiyat hareketleri, dünyada azalan talep onları etkileyebilir. Bu durumda ne olabilir? Onların rekabet güçlerini koruyabilmeleri lazım. O noktaya gelince bir kalem önem kazanıyor, o da finansman maliyeti. Bu tür firmalar, finansman maliyetlerini düşük tutabilmek için tabii ki uğraşıyorlar, daha ucuz olduğu için uluslararası kaynaklardan kaynak temin ediyorlardı. Şimdi bu zor gözüküyor, bu önemli bir nokta.

 

Şimdi bu firmalar Türk bankacılık sektörüne dönüp finansman talebinde bulunabilirler. Burada önemli bir nokta var, yeni gelen bir müşteri ya da eski müşteri daha fazla finansman için geldiğinde banka bunu iki türlü yorumlayabilir: "İyi, işler devam ediyor, kaynağa ihtiyaç var, bize geldi". Bir de şöyle düşünebilir, "işleri bozuldu, yeni kaynağa ihtiyacı var". İlk durumda bankanın kredi vermesi, ikinci durumda ise vermemesi beklenir. Diyeceksiniz ki, "Bankanın görevi de zaten bunu ayırt etmek. O kadar uzmanı niye tutuyor elinde?" Bunu yapabilmek için tutuyor, ama işte orada bir sorun var; çünkü dünya ortamı hızla değişti, bir de biz Türkiye'nin ortamını değiştirdik. Bu şu demek, belirsizliğin çok arttığı bir yerdeyiz. Kimin hangi konumda olduğunu doğrusu kolay kolay bilebilmek mümkün değil.

 

ÖM: Son dediğin ülke içindeki 23 Nisan kutlamalarındaki gerginliğe de mührünü vurdu. Bu dünyadaki önemli kriz döneminde, ekonomi politikalarında büsbütün ayarlama yapması beklenen hükümet, esas itibariyle kapatma davasıyla, kendisini savunmayla uğraşıyor, bütün enerjisini ve dikkatini herhalde oraya yönlendirecektir. Soğukkanlılığı kaybetme açısından böyle bir problem olabilir diye düşünüyor insan.

 

HE: Ben de ondan korkuyorum, çünkü bu söylediğim kolay değil ve teknik bakımdan da iyi düşünülmesi gereken bir olay. Öyle bankaya emirname de çıkarılmaz "git bunlara kredi çıkar!" diye. Öyle bir şey olmayacağına göre, banka yönetimlerinin olayı iyi algılamaları lazım ki, "ha, bu durumdaki bu firmanın yeni kaynak isteyişi onun üretiminin devamı için gereklidir ve bu üretimin devamı mümkündür" diyebilsin. Banka bu olayı, belirsizliğin ne kadar az olduğu ortamda analiz ederse o kadar doğru karar verir. Ama şimdi bunu zorlaştıran bir durum var.

 

Buradan dramatik bir şey doğar mı? İnşallah doğmaz, ama yakın geçmişte dünyaya döndüğümüz zaman doğduğunu görüyoruz. Doğu Asya krizinde şöyle bir olay var: Bankalar, krizde firmaların da bu tür davranışları ortaya çıkınca korkuyorlar ve korktukları için krediyi kesiyorlar. Bu Kore bankalarında olmuş, Kore bankaları öyle pek dışarıdan borç alan bankalar da değil, buna rağmen kredi vermeyi kesiyorlar, çünkü müşterinin kalitesini ölçemiyorlar. Bu durumda Türkiye'ye bakalım: bankalarımız zaten finansman biçimlerini uygun bir şekilde ayarlayabilmek için (vade, maliyet vs. gibi) önemlice bir dış kaynak kullanıyorlar. O kaynaklarda, hiç olmazsa maliyet ve büyük bir olasılıkla miktar bakımından da biraz azalma olabilecek gibi görünüyor. Bankalar içeride gözledikleri durumdan da çekinerek abartırlarsa, Türkiye'de üretimdeki düşme düşünülenden çok daha fazla olabilir. Bunu gidermenin, benim görebildiğim, tek bir yolu var: Bu ortamda bankaların doğru karar alabilmelerini sağlayacak bir politikayı açıklamak ve o politikanın arkasında bulunulduğunu fiilen ispat etmek.

 

Bu şunu da getiriyor: Önümüzdeki dönemde Merkez Bankası'nın yapacakları da biraz daha farklı olabilir. Sadece hükümet politikası değil, Merkez Bankası para politikasını da değiştirebilir. Diyebilmelidir ki, "böyle böyle bir durum olduğu zaman, bazı likidite sorunları çıktığı zaman, biz şunu yapacağız, bunu yapmayacağız". Tabii ki Merkez Bankası, "sizi likiditeye boğacağız" demeyecektir, dememelidir de. Ama ne yapıp ne yapmayacağını söylemesi gerekir.

Bu arada maliye politikası açısından da yapılacak ciddi şeyler var. Eğer benim bu söylediğim senaryo doğruysa, özel kesimin işlerini sağlıklı yürütebilmek için kaynak ihtiyacı artacaktır. Bu durumda devletin piyasadan olabildiğince kaynak çekmemesi lazım. Bunun yolu da bütçe açığını azaltıcı bazı işler yapmak, bazı harcamalardan vazgeçmektir. "İlan edilenden biraz daha az açık vereceğiz" denilebilmelidir. Bunlar, demesi kolay ama yapması o kadar kolay olmayan şeylerdir. Onun için oturup iyi düşünülmesi lazım; çünkü kamu harcamaları kesildiğinde bundan büyük bir kamusal zarar doğacaksa kesmemek gerek. Dolayısıyla neyin kesileceği, ne kadar kesilebileceği gibi konuların sakin sakin anlaşılması lazım ve toplumun da bunu kabulü lazım.

 

ÖM: Bu her ikisi de en azından önümüzdeki kısa vadede mevcut gibi gözükmüyor yalnız.

 

Dünya Gıda Programı Direktörü de gıda krizinden etkilenmesi olası ülkeler listesi verdi ve son sıralarda da olsa Türkiye de var risk taşıyan ülkeler listesinde. Özellikle de çiftçilerin ve tarım kesiminin ve şehirlerde yaşayan fakir halkın gıda kıtlığından zarar göreceği belirtiliyor. Tarım ve Köyişleri Bakanı ise, "Bizim bir sorunumuz yok, dünyada var, bize bulaştırma gayretleri var. Zaten sorun yok, bu yapay bir sorun" diyor. Bu gayri ciddi bir yaklaşım, insana, kamuoyu nezdinde destek alacak politikaları yürüteceklermiş gibi gelmiyor. Ankara Ticaret Odası Başkanı da artık Ticaret Odası'nın yemeklerinde pilav verilmediğini bildiriyor. Bunlar çok akla uygun önlemler değil kriz karşısında galiba?

 

HE: En basitinden hiç kimseyi tatmin etmiyor. Sayın Bakan ne demek istediğini rakamlarla, uzmanlarının analizleriyle destekleyerek açıklamak durumundadır. Kendisi söylesin demiyorum, uzmanlarından konuşmalarını isteyebilir. Çünkü burada bilgi ihtiyacı var, anlatmak istediğim bu. Şu durumda "işler kötü gidiyor" diye düşünen bir karar alıcı, üretimini her ihtimale karşı kısacaktır. Çünkü üretim demek yeni hammadde almak, yarı mamül almak demek değil mi? Masraf yapacak. Ama satamayacağını düşünüyorsa üretimini kısacaktır. Fiyatlarda da baskı olabilir. Üretici "her ihtimale karşı bir fiyat ayarlaması yapayım" gibi davranışlara girmez  mi? Belirsizliğin böyle iki somut sonucu ortaya çıkar; üretim kısılır, fiyat ayarlamaları yukarıya doğru abartılır. Bu ikisi de istemediğimiz şeyler. Bu belirsizliği ortadan kaldırmanın yolu nutuk atmak değildir. Bu bilgiler verilir, ama bazı insanlar tatmin olmayabilir; ona yapacak bir şey yok, ama bilgi verdiğinizde hiç olmazsa bazılarını tatmin edersiniz. Piyasa da bir süre o yönde giderse, tatmin olmayan adamlar da "yanılmışım" derler. Biraz daha iyi bir durum ortaya çıkar.

 

Özetle bence işler pek olması gereken gibi gitmiyor.

 

ÖM: Bakan rakam vermiş vermesine, diyor ki; "kişi başına 12 kilo buğday, 7 kilo pirinç, 6 kilo da makarna tüketiliyor" demiş. Yani pirinç az bir yer tutuyor demeye getiriyor.

 

HE: Türkiye adam başına 7 kilo pirinç üretebiliyor muymuş?

 

ÖM: İşte onu söylemiyor. TÜİK rakamlarına göre, buğdayda büyük bir daralma, %13 civarında bir daralma olduğu görülüyor, pirinçten çok daha fazla ve tarım sektöründe genel olarak 7.3'lük bir küçülme var. Rakam verilecekse bunların da verilip, "böyle böyle bir sorunumuz var, ona karşı tedbir almalıyız elbirliğiyle" demesi beklenirken, "yapay bir sorunu bize bulaştırıyorlar" şeklinde bir yaklaşımı var Bakan'ın ki hiç tatmin edici gelmiyor, en azından bana...

 

HE: Bu yaklaşım beni de tatmin etmiyor, bir de üstüne canımı sıkıyor. Çünkü geçen sene ilkbaharda Tarım Bakanlığı uzmanlarından birisinin açıklaması vardı. Buğdayda bekledikleri üretim düşüşünün %10-15 arası bir düzeyde kalacağını söylemişti.  Pek %15'e varması da beklenmiyordu. Bunun nedeni de Türkiye'de geliştirilen kuraklığa dayanıklı buğday kullanımının yaygınlaşmış olmasıydı. Demek ki Tarım Bakanlığı'nın teknolojik gücü, ne kadar üretim düşüklüğü olabileceği konusunda, makul bir hatayla, öngörü yapmaya müsait! Peki niye önlem alınmamış? "İyi gitmiyor" derken söylemek istediğim oydu. "Şu kadar üretim düşüşü var" dediğiniz zaman, düşüşün daha fazla olmadığını anlamış oluyorsunuz. Bu belirli bir durumdur, ona göre kararımızı alırız. Ama tatmin etmeyen bir açıklama verdiğiniz zaman, herkes kendi kafasına, kendi iyimserlik ya da kötümserliğine göre bir durum analizi yapıyor. İnsanlar açıklamadan tatmin olmadığı zaman da kötümserlik dereceleri artıyor. Sonuçta böyle açıklamalar aslında biraz yangına benzin dökmeye benziyor.

 

ÖM: Ben de öyle hissediyorum, endişelerimiz aynı.

 

HE: Ne yapayım, moralimi bozdunuz sabahleyin!

 

 

(24 Nisan 2008 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)