ANTİGONE
Yazan: Sofokles
Çeviren: Sabahattin Ali
Uyarlayan ve Yöneten: Yiğit Sertdemir
Müzik: Greogor F. Narholz
Ses Tasarım ve Uygulama: Deniz Koloğlu
Oynayanlar:
Antigone: Aslı Can Kotran
İsmene: Gülhan Kadim
Koro: Erkan Kotran / Seda Özen Yürük
Kreon: Onur Kahraman
Muhafız ve Haberci: Yiğit Sertdemir
Haimon: Onur Tuna
Teiresias: Esra Kudde
Ses Kayıt: Eli Haligua
ANTİGONE: İsmene, kardeşim… Kreon’un bütün halka ilan ettiği bu yeni emirler nedir? Biliyor musun? Sen de duydun mu? Yoksa düşmanlarımızın sevdiklerimize kötülük etmek üzere olduğundan hâlâ haberin yok mu?
İSMENE: İki kardeşimiz de aynı günde birbirlerini öldürerek elimizden gittiğinden beri, beni ne mesut, ne de bedbaht edecek bir şey işitmedim.
ANTİGONE: Ben de bunu sezmiştim, bunun için kimse duymadan sana haber vereyim istedim.
İSMENE: Ne var?
ANTİGONE: Kreon, kardeşlerimizden yalnız birine gömülmek şerefini bahşedip ötekini mezardan mahrum etmedi mi? Diyorlar ki, Eteokles’i toprağın kucağına bıraktırmış; fakat diyorlar ki, Polyneikes’in yerlere serilen zavallı cesedini hiçbir vatandaşın mezara koymamasını, mezarsız ve matemsiz bırakılarak, daha şimdiden bu zengin ziyafete gözlerini diken kuşlara terk edilmesini ilan etmiş. İşte, diyorlar ki, iyi kalpli Kreon’un sana ve bana – bilhassa bana_ açıkça bildirdiği bu imiş. Bu emre aykırı hareket edilmesini küçümsemeyecekmiş: bunu yapana alenen taşlanarak öldürülmek cezası konmuş. İşte başımıza gelenler. Şimdi asil bir soyun asil çocuğu musun, yoksa soysuz musun, bunu göstereceksin.
İSMENE: Fakat zavallı kardeşim, iş böyleyse ben bunun önüne geçmek veya bir çare bulmak için ne yapabilirim?
ANTİGONE: Ölüyü benimle beraber oradan kaldırmaya yardım eder misin?
İSMENE: Ne?
ANTİGONE: Şşşt…
İSMENE: Yasağa rağmen onu gömmek mi istiyorsun?
ANTİGONE: Evet, sen istemesen bile ben, öz kardeşimizi gömmek istiyorum.
İSMENE: Keron’un sözüne karşı mı duracaksın?
ANTİGONE: O, benim olan şeyi benden alamaz.
İSMENE: Ah kardeşim, düşün bir kere, eğer kanuna aykırı hareket edip hükümdarın hükmüne ve kudretine karşı gelirsek ne korkunç bir ölümle öleceğiz. Hayır, bize yakışan, kadın olduğumuzu ve erkeklere karşı mücadele için yaratılmadığımızı düşünmektir. Hem sonra böyle sert bir hükümdarın tebaası olduğumuz için bunlara, hatta daha beterlerine tahammül etmemiz lâzımdır. Bunun için, başımızdakilere boyun eğeceğim. Çünkü yapamayacağım işlere kalkışmak akıl kârı değildir.
ANTİGONE: Artık ısrar etmiyorum. Hatta kendiliğinden bana yardım etmek istesen bile kabul etmeyeceğim. Sen bildiğini yap, ben onu mezarına koyacağım. Bunu yaptıktan sonra ölürsem ne mutlu bana.
İSMENE: Devlete karşı koymak elimden gelmez.
ANTİGONE: Sen bahane araya dur. Ben aziz kardeşime bir mezar kazmaya gidiyorum.
İSMENE: Eyvah, zavallı, senin için ne kadar korkuyorum.
ANTİGONE: Benim için hiç üzülme… Sen kendi başına gelecekten sakınmaya bak.
İSMENE: İmkânsız şeyleri yapmaya yeltenmek doğru değildir.
ANTİGONE: Böyle konuştukça senden daha çok nefret ediyorum. Bırak da ben bu düşüncesizliğimle o korkunç akıbete uğrayayım. Başıma gelecek her felakete rağmen bir şey bana kalacaktır: güzel bir ölüm.
İSMENE: Öyleyse dilediğini yap.
KORO1: Bak bak Kreon geliyor.
KORO2: Yeni hadiseler üzerine açıklama yapacak! Kreon! Efendimiz! Kreon!
KREON: Yurttaşlarım. Çetin fırtınaların kucağına düşmüş olan şehrimiz tekrar selamete çıktı. Ölenlerin en yakın akrabası sıfatıyla devletin idaresi ve krallık tahtı bana kaldı. İdareye ve kanunlara tanış olduğunu henüz göstermemiş bulunan herhangi bir adamın fikrini, huyunu ve mizacını bilmek hakikaten güçtür. Benim gözümde, şehrin idaresini eline aldığı halde, her zaman en iyi tedbirlere başvurmaktan çekinen, hatta korkaklığı yüzünden susmayı tercih eden bir adam dün de bugün de en fena bir rehberdir ve yurdunun menfaatlerini ihmal ederek dostlarını düşünen kimse de, benim gözümde pek aşağıdır. Fakat ben, vatandaşlarımın saadetini bozacak bir şeyin yaklaştığını görünce asla susmayacağım ve vatanımın düşmanlarından kendime dost seçmeyeceğim. Şunu iyi bilirim ki, bizim selametimizi gözeten bu vatandır ve ancak onun emniyetli kucağında sahiden dostlar elde edilebilir. Ben de bu şekilde hareket ederek Thebai’yi yükselteceğim. Oidipus’un oğulları hakkında halka ilan ettirdiğim şey de bununla alakalıdır. Atalarının yurdu için ölen ETEOKLES, kahramanlığının mükâfatı olarak, mezara gömüldü. Fakat bütün şehre ilan edildi ki, sürgünden dönerek bu vatanı ateşe verip yok etmek isteyen, intikamını atalarının kanıyla söndürmek ve sizi kölelik zincirlerine vurmak isteyen kardeşi Polyneikes için hiç kimse matem tutmayacak ve mezarında ayin yapmayacaktır. Hayır, cesedi mezara konmayacak ve köpeklerle kuşlar tarafından iğrenç bir şekilde yenecektir. Bunu böyle istiyorum.
KORO2: Demek şehrimizin dostu ile düşmanını birbirinden ayrı tutmak istiyorsunuz.
KORO1: Ölüler hakkında, biz yaşayanlar hakkında da her emri vermek sizin elinizdedir.
MUHAFIZ: Efendimiz.
KREON: Ne var? Seni bu kadar telaşa düşüren nedir?
MUHAFIZ: Efendimiz, bırakın da başıma gelenleri anlatayım! Bu işi ben yapmadım, yapanın kim olduğunu da görmedim. Beni yüzden cezalandırmak haksızlık olur.
KREON: Pek ihtiyatlı konuşuyorsun, ve anlatacaklarına pek dolambaçlı yollardan gidiyorsun.
MUHAFIZ: İnsan fena haberleri kolay kolay söyleyemiyor.
KREON: Ne söyleyeceksen söyle.
MUHAFIZ: Biraz evvel meçhul biri ölüyü, cesedine kuru toprak serperek, gömdü. Sonra ortadan kayboldu.
KREON: Ne dedin? Dünyada kim bunu yapmaya cesaret edebilir?
MUHAFIZ: Bilmiyorum, ortada ne kazılmış bir yer, ne de küreklenmiş bir toprak vardı. Yer kaskatı idi. Ne tekerlek izleri, ne de bir çatlak görünüyordu. Bu işi yapan hiçbir iz bırakmamıştı. Sabahın ilk nöbetçisi bize bunu gösterdiği zaman şaşırdık, hayret içinde kaldık. Çünkü ölü orada tanınmaz bir halde yatıyordu. Gömülü değildi, yalnız, cezayı hafifletmek ister gibi, ince bir toz tabakasıyla örtülmüştü. Cesedi sürüklemeğe gelmiş hiçbir vahşi hayvanın, hiçbir köpeğin izi görülmüyordu. O zaman herkes hiddetle birbirine bağırmaya başladı. Her nöbetçi öteki nöbetçiyi kabahatli buluyordu ve nerede ise dövüşmeye kadar varacaklardı. Hiçbirimizin bunu yapmadığını, böyle bir şey yapmayı tasarlayan ve yapan bir kimse ile bildik olmadığımızı ispat için kızgın demiri taşımaya, ateşin içinden geçmeye, tanrıya yemin etmeye hazırız.
KREON: Hayır, böyle bir şey olamaz. Biraz evvel şehirde bazılarının memnuniyetsizliklerini saklayarak arkamdan homurdandıklarını, gizlice kafalarını salladıklarını ve sadık tebaalar gibi başlarını boyunduruğa uzatmadıklarını gördüm. Anlıyorum ki onlar muhafızlara para vererek bu fena işe sürüklemişler. Çünkü insanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir. Eğer o ölüyü kimin toprakla örttüğünü meydana çıkarmaz ve kendisini önüme getirmezseniz, sizi sadece öldürtmekle kalmayacağım; evvela, bu cinayeti itiraf edinceye kadar, ayaklarınızdan diri diri astıracağım!
MUHAFIZ: Fakat bu işi yapan adam ben değilim.
KREON: Sensin. Para için kendi canını bile feda ettin. Boş yere çeneni yorma.
MÜZİK.....
KORO1: Ne inanılmaz şey! Bir mucize mi görüyorum? Tanıdım.. Antigone....
KORO2: Ne oluyor? Yoksa hükümdarın emrine aykırı hareket ettiğin için mi seni böyle tutup getiriyorlar? Böyle bir çılgınlık yaparken mi yakalandın?
MUHAFIZ: İşte o işi yapan budur. Ölüyle meşgul olurken yakaladık. Kreon nerede?
KORO1: İşte geliyor.
KREON: Ne oluyor?
MUHAFIZ: Efendimiz, Antigone’yi, kendin sorguya çek, ne istersen yap. Ben kabahatsiz olduğum için, cezadan da pek haklı olarak kurtuluyorum.
KREON: Bu kızı nerede ve nasıl yakaladınız?
MUHAFIZ: Ölüyü gömmek istiyordu. Hepsi bu kadar.
KREON: Bundan emin misiniz? Ne dediğini biliyor musun?
MUHAFIZ: Mezardan mahrum ettiğin adamı gömerken gördüm.
KREON: Nasıl gördünüz ve nasıl yakaladınız?
MUHAFIZ: Döndüğüm zaman, ölünün vücudunu örten tozları süpürdük ve cesedi tamamen meydana çıkardık. Sonra ölüden yayılan kokuyu duymamak için rüzgâra arkamızı vererek bayırın kenarına oturduk. Uzun bir zaman sonra rüzgâr sakinleşince bu genç kız göründü. Döndüğü zaman yuvasını boş ve yavrularını kaçmış bulan bir dişi kuş gibi keskin feryatlar çıkarıyordu. Ölüyü böyle çıplak görünce yüksek sesle ağlıyor ve bunu yapanlara müthiş lanetler savuruyordu. Derhal fırladık, hiç ürkmeyen, gözünü bile kırpmayan kadını yakaladık. Fakat o inkâra falan sapmadı. Buna hem sevindim, hem de içim acıdı. Ama bütün bunların o kadar ehemmiyeti yok.
KREON: Sen, başını eğip duran! Bu işi yaptığını itiraf mı yoksa inkâr mı ediyorsun?
ANTİGONE: Ben yaptım, itiraf ediyorum, hiçbir şeyi inkâr etmiyorum.
KREON: Bu işi yasak eden emrimi biliyor muydun?
ANTİGONE: Biliyordum.
KREON: Demek buna rağmen benim emrime karşı gelmeğe cesaret ettin?
ANTİGONE: Günün birinde öleceğimi senin tellalın bağırmazdan önce de biliyordum. Şimdi ölüm beni vaktinden evvel alırsa benim için bir kazançtır. Eğer yaptığım iş sana çılgınlık gibi geliyorsa, varsın bir çılgın beni çılgınlıkla itham etsin.
KORO: Babasının asi ruhu kızında kendini gösteriyor. Felaket karşısında boyun eğmeyi öğrenmemiş.
KREON: Fakat şunu bil ki, bu mağrur dik başlılık çabuk kırılır. Başkalarının emri altında yaşayanların kendilerini büyük bir şey zannetmeleri doğru değildir. Eğer bu cüretin cezasız kalırsa o zaman hakikaten ben kadın olmuş olurum, sen de erkek. Kız kardeşini de bu gömme işini beraber hazırlamakla itham ediyorum. Onu da buraya çağırın.
ANTİGONE: Sözlerinde beni memnun edecek bir taraf yok, olmayacak da; benim sözlerim de herhalde senin hoşuna gitmiyor. Buradakilerin hepsi, ağızlarını korku bağlamış olmasa, yaptığımı doğru bulduklarını söylerdi. Fakat hükümdarın da birçok imtiyazları vardır ve bu arada keyfinin istediğini söylemek ve yapmak da elindedir.
KREON: Thebai’liler arasında bunu böyle gören yalnız sensin.
ANTİGONE: Hepsi böyle görüyorlar, fakat korkudan dillerini tutuyorlar.
KREON: Benden ayrı düşündüğün için utanmıyor musun?
ANTİGONE: Öz kardeşimize saygı göstermekte utanacak ne var?
KREON: Düşmanımız bizim için hiçbir zaman, hatta ölümden sonra bile, dost değildir.
ANTİGONE: Ben dünyaya, kin değil, sevgi paylaşmaya geldim.
KREON: İkisini de sevmek istiyorsan, onların yanına gidersin; ben sağ kaldıkça bir kadının hükmü altına girmem.
KORO: Bakın, İsmene çıkıyor.
KREON: Ah yılan ah! Kendi evimde sessizce dolaşıp kanımı emdiniz. Gel buraya! Bu işteki alakanı itiraf ediyor musun?
İSMENE: Eğer kardeşim kabul ederse, ben bu işi yaptım! Onunla beraberdim, suçunu beraber yükleneceğim.
ANTİGONE: Hayır. Ne sen bu işi yapmak istedin, ne de ben seni bu işe karıştırdım.
İSMENE: Ah kardeşim, beni seninle beraber ölmek ve o ölüye karşı borcumu ödemek şerefinden mahrum etme.
ANTİGONE: Benimle beraber ölemezsin ve yapmadığın bir işi de kabullenemezsin. Benim ölümüm yeter.
İSMENE: Yazık bana… Senin bahtını paylaşamayacak mıyım?
ANTİGONE: Sen hayatı seçmiştin, ben ölümü.
İSMENE: Fakat neden böyle yaptığımı da senden saklamamıştım.
ANTİGONE: Sana o türlü hareket etmek doğru göründü, bana da başka türlü…
KREON: Zannedersem bu kızlardan bir tanesi şimdi çıldırdı, öteki zaten eskiden beri deliydi.
İSMENE: Efendimiz, tabiatın bize verdiği akıl, felaket karşısında dayanamıyor, kaçıp gidiyor.
KREON: Kötülerle birlik olup kötülük hazırlayan senin aklın gibi.
İSMENE: Kardeşim olmadıktan sonra yalnız başıma ben bu hayatı ne yapayım?
KREON: Onun ismini artık ağzına alma… O artık yaşamıyor.
İSMENE: Kendi öz oğlunun nişanlısını mı öldüreceksin?
KREON: Sabanı olan sürecek başka tarla bulur.
İSMENE: Fakat bunlar gibi sevgi bağı ile bağlanmış olmaz.
KREON: Oğluma kötü bir kadın almak ha? Böyle şeyler benden uzaktır.
KORO: Demek onu kendi oğlunuzun elinden çekip alacaksınız? Ölümün kararlaştırıldığı görülüyor.
KREON: Artık vakit geçirmeğe gelmez. Bunları içeri götürün; bundan sonra evde kapansınlar ve serbest dolaşmasınlar.
MÜZİK...
KORO: Bak, Haimon göründü. Yoksa nişanlısı Antigone’nin başına geleceklerden korkarak mı buraya geliyorsunuz?
KREON: Oğlum, nişanlın hakkında verilen hükmü duyduğun için bana kızarak mı buraya geliyorsun? Yoksa ne yaparsa yapsın, babanı sevmeye devam ediyor musun?
HAİMON: Baba, ben seninim! Ve sen çok akıllı olduğun için daima senin gösterdiğin yolda gitmek isterim.
KREON: Evet, oğlum, işte, kalbindeki hisler hakikaten böyle olmalı. Her şey babaların düşünce ve kararlarına uymalı. Bunun için evladım, boş bir zevk uğruna ve kadın yüzünden aklını kaybetme, bu karıyı eve ve koynuna aldıktan sonra ortada soğuk bir kucaklaşmadan başka bir şey kalmayacağını iyice düşün. Bu kadını bir düşman gibi nefretle kov. Bütün şehirde yalnız on, emirlerime açıkça karşı gelirken yakaladım. Şehrin karşısında yalancı çıkmak istemem; onu öldüreceğim. Ben kendi soyumda itaatsizliğe meydan verirsem, yabancıları nasıl yola getiririm? Çünkü ancak kendi evinde hakim olduğunu gösteren bir adam devlet idaresinde doğru dürüst iş görebilir. Hayır, memleket kimi başa getirdiyse, ona küçük, büyük, doğru, yanlış, her şeyde itaat etmelidir. Bunun için, bir kadının karşısında boyun eğmeyelim. Çünkü öleceksek, bir erkek elinde ölmek daha iyidir.
HAİMON: Baba, senin bu sözlerinde hakikat bulunmadığını söyleyemem ve bu gerçeği anlamazlık edemem. Fakat ben, şehir halkımın bu genç kız için nasıl yanıp yakıldığını gizliden gizliye duyabiliyorum: bütün bu kadınların en masumu olan bu genç kızın böyle asil bir hareketten dolayı feci bir şekilde öldürüleceğini söylüyorlar. Halk karanlıkta birbirine fısıldıyor. “Kanlı bir dövüşte ölen bir tanecik sevgili kardeşini mezarsız ve aç köpeklerle yırtıcı kuşların elinde bırakmayan bu kadın altın bir şeref mükâfatına layık değil midir?” Baba, ne olur ısrarla bir noktaya saplanıp yalnız senin istediğin şeyin doğru ve bunun dışında her şeyin yanlış olduğunu kabul etme. Başkalarından bir şey öğrenmekle ve dik kafalı olmamakla hiçbir akıllı adamın şerefi azalmaz. Kararını değiştir, hiddetinden vazgeç.
KORO: Efendimiz, iyi bir şey söylediyse onu dinlemelisiniz. Sen de babanı dinlemelisin, çünkü ikiniz de güzel konuştunuz.
KREON: Demek bu delikanlıdan akıl öğreneceğim?
HAİMON: Bu ayıp değil ki.
KREON: Antigone’nin yaptığı çılgınlık değil de neydi?
HAİMON: Bütün Thebai halkı bu işte senin aksini düşünüyor.
KREON: Nasıl devlet idare edileceğini bana halk mı öğretecek?
HAİMON: Bir kişinin malı olan devlet, devlet değildir.
KREON: Devlet, onu idare edenindir.
HAİMON: Ancak bir çölde tek başına hakim olabilirsin.
KREON: Görüyorum ki, sen de o kadınla birlik olmuşsun! Bütün sözlerin hep o kadını kurtarmak için.
HAİMON: Aynı zamanda seni, beni ve halkı da düşünüyorum!
KREON: O yaşadıkça hiçbir zaman senin karın olmayacak.
HAİMON: Şu halde ölür ve ölürken başkalarını da ölüme sürükler.
KREON: Küstah, bir de tehdide kalkışıyorsun ha?
HAİMON: Manasız bir hükme itiraz etmek tehdit midir?
KREON: Başkalarına akıl öğrettiğine pişman olacaksın, akılsız mahlûk!
HAİMON: Babam olmasaydın, “senin aklın yok” derdim.
KREON: Bir kadının kölesi! Karşımda zevzeklik edip durma!
HAİMON: Hep söylemek istiyorsun ve hiç dinlemiyorsun!
KREON: Sahi mi? Benimle böyle edepsizce alay etmeni yanına bırakmayacağım. O kaltağı buraya getirin; burada, nişanlısının gözü önünde, onun yanı başında gebersin.
HAİMON: Hayır, hiçbir zaman benim yanımda ölmeyecek. Beni de bundan sonra hayatında asla görmeyeceksin!
KORO: Efendimiz, delikanlı hiddetle çıkıp gitti.
KREON: Bırak gitsin! Antigone’yi başına geleceklerden kurtaramayacaktır.
KORO: Onu ne şekilde öldürmeyi düşünüyorsunuz?
KREON: Onu, mezara diri diri gömeceğim. Bu ölümden kurtarılmak için dua etsin. Kurtulamadığı takdirde nihayet anlasın ki, ölülere saygı göstermesi boş bir emekmiş!
KORO: Gördüklerim artık beni kanuna karşı isyan ettiriyor.
ANTİGONE: Bana bakın, yurttaşlarım! Bakın, bugün son yolculuğumu yapıyorum! Güneşin parlak ışıklarını son defa görüyorum! Artık bundan sonra hiç görmeyeceğim.
KORO: Ama şan ve şerefinle ve herkesin hürmetini kazanmış olarak gidiyorsun!
ANTİGONE: Ey babamın memleketi, ey bu şehrin itibarlı insanları, size sesleniyorum! Gözyaşından mahrum ve günahsız olarak mezara nasıl gittiğime siz şahit olun! Ah zavallı ben, ne insanların yanında kalıyorum, ne de ruhların… ne dirilerle yoldaşın, ne de ölülerle…
KORO: Şüphesiz, ölülere hürmet bizi yükseltir, fakat iktidara sahip olanların kudretini hor görmek de doğru değildir.
KREON: Bilmez misiniz ki ölümden önceki feryat ve figanların sonu gelmez! Bunların bir faydası var mı bari? Çabuk alın bunu götürün! Size emrettiğim gibi mezarın etrafı iyice kapatıldıktan sonra onu orada yapayalnız bırakırsınız. Orada gebersin, orada canlı canlı gömülsün. Ellerimiz bu genç kızın kanına bulaşıp kirlenmemiştir: biz onu burada ışık altında, bizimle birlikte yaşamaktan men ediyoruz.
ANTİGONE: Ey mezar, ey kayalar içinde oyulmuş gelin odası, ey içinde ebediyen oturacağım karanlık zindan! Ben şimdi oraya, soyumdan olan insanların yanına gidiyorum. Fakat içimi bir ümit kaplıyor: babam beni sevinçle karşılayacak. Anneciğim, sen de sevineceksin! Ey sevgili kardeşlerim, siz de memnun olacaksınız! Öldükten sonra ben sizi bu ellerimle yıkadım, giydirip süsledim ve mezarınıza sular döktüm. İşte, ey Polyneikes, senin vücudunu toprakla örttüğüm için gördüğüm mükâfat bu oldu. Ama iyi insanların nazarında, sana karşı gösterdiğim saygıda haklıydım. Her şeyden evvel bunu düşünerek sana ölümünde saygı gösterdim, ve işte bunun için yaptıklarım Kreon’a bir cürüm gibi, küstahça bir isyan gibi geliyor. Ah sevgili kardeşim! Ben, zavallı dostlardan mahrum, terk edilmiş olarak, canlı canlı, ölülerin karanlık çukuruna ineceğim.
KREON: Emrimin yerine getirilmesinde ısrar etmeyeceğimi ümit ederek kendini avutmaya kalkma!
ANTİGONE: Ey Thebai yurdunun bana vatan olan şehri! Bakın, beni nasıl sürükleyip götürüyorlar! Siz, ey şehrimizin büyükleri, hükümdarlarımızın son evladına, bana bakın! ... Mukaddes olan şeyi mukaddes tuttuğum için neler çektiğimi ve kimden çektiğimi görün!
MÜZİK...
KORO: Ama bu… Teiresias… burada ne işi… şşşş…
KREON: Teiresias, bize ne haber getiriyorsun?
TEİRESİAS: Bunu sana söyleyeceğim. Sen yalnız benim dediklerimi yap!
KREON: Şimdiye kadar senin nasihatinden hiç ayrılmadım.
TEİRESİAS: İşte bunun için de devlet gemisini iyi idare ediyorsun!
KREON: Gördüğüm iyilikleri daima kabul ve tasdik ederim.
TEİRESİAS: Düşün ki, saadetin şimdi de bir bıçağın keskin yüzünde duruyor.
KREON: Ne var?
TEİRESİAS: Ne olduğunu, sanatımın bana gösterdiği alametlerden öğreneceksin! Eskiden beri kuşlara baktığım yere oturmuştum. Burada etrafıma her cinsten bir çok kuşlar toplandı. Bu sırada yabancı sesler duydum: birtakım kuşlar kızgın ve karmakarışık feryatlar koparıyorlardı. Aynı zamanda ölüme susamış pençeleriyle birbirlerini parçaladıklarını anladım:Kanat sesleri bunu gösteriyordu. Telaşa düşerek mabetteki kurban ateşini yokladım. Ateş küllerin üzerine akıyor, orada cızırdıyor ve etrafa sıçrıyordu. Bu sırada safra kesesi de kaynayıp patladı. Butları saran yağlar eriyip aktı ve but kemikleri çıplak kaldı. İşte, şehrimizin başına gelen bu iş senin yüzündendir. İşte bunun için, başımızın üzerinde uçan hiçbir kuş uğurlu haberler vermiyor, çünkü öldürülmüş bir insanın kanlı leşiyle doymuşlardır. İşte, bunu düşün! Manasız bir inat muhakkak ki insanı yanlış yollara saptırır. Bunun için ölülerin hakkını ver ve cesetleri hançerlemekten vazgeç. Ölüleri bir kere daha öldürmek… ne kahramanlık!
KREON: Hepiniz! Okçuların hedefe nişan aldıkları gibi bütün oklarınızı bana çevirmişsiniz! Bir kâhinin bu hakaret dolu sözlerine hakaretle mukabele etmek istemiyorum. Zaten bütün kâhinler paraya düşkündür.
TEİRESİAS: Ve hükümdarlar da en adi bir menfaatperestliğe müpteladırlar.
KREON: Bu sözleri bir hükümdara karşı söylediğini biliyor musun?
TEİRESİAS: Elbette biliyorum. Bu şehri benim sayemde kurtarmadın mı?
KREON: Usta bir kâhinsin, fakat fenalığa meylin var.
TEİRESİAS: İçimde gizli tuttuğum şeyi bana söyleteceksin!
KREON: Söyle, yalnız diline kazanç düşüncesi hakim olmasın.
TEİRESİAS: Öyle ise şunu bil: Güneş devrini birkaç kere tamamlamadan evvel sen kendi kanından birini, ölülere kefaret olarak, ölümün kucağına atacaksın! En kısa bir zamanda evindeki erkekler ve kadınlar feryat ve figana başlayacaklar. Ölülerin burada, köpekler, yırtıcı hayvanlar ve kuşlar tarafından parçalanarak hakarete uğradığını, murdar leş kokusunun bu mahlûklar tarafından kendi yurtlarına kadar getirildiğini gören her şehir halkı bize düşman olup harekete geçecek. İşte beni kızdırdığın için kalbine şaşmaz oklarımı gönderiyorum. Bunların ateşinden kurtulamayacaksın! Bak bakalım, bunları paraya tamah ettiğimden mi söylüyorum!
KORO1: Efendimiz, Teiresias müthiş kehanetlerde bulunarak gitti. O bu şehri şimdiye kadar hiçbir zaman yalan sözlerle aldatmamıştır.
KREON: Bunu ben de biliyorum ve aklım perişan oluyor.
KORO2: Şimdi, akıllıca bir karar vermenin sırasıdır.
KREON: Ne yapayım öyleyse?
KORO2: Genç kızı zindandan çıkarın ve mezarsız yatana bir mezar verin.
KREON: Demek boyun eğeyim? Ah ne güç şey! Fakat gururumu kıracağım! Zaruretlere uyarak bu beyhude mücadeleden vazgeçiyorum!
KORO2: Öyleyse hemen başlayın. Bu işi başkalarına bırakmayın!
KREON: Derhal gidiyorum. Madem ki fikrimi değiştirdim, şimdi onu kendim bağladığım gibi kendim çözeceğim. Çünkü içimde bir sıkıntı var: Acaba en iyisi, mevcut adet ve kanunlara bütün ömrümüzce riayet etmek değil miydi?
MÜZİK...
KORO1: Bak, bak! Gelene bak!
KORO2: Yine nasıl bir felaket haberi getiriyorsun?
HABERCİ: Öldüler… Ve yaşayanların yüzünden öldüler.
KORO1: Ölen kim?
KORO2: Öldüren kim? Söylesene!
HABERCİ: Haimon kanlar içinde yatıyor ve onu öldüren yabancı eller değil!
KORO2: Babasının elleri mi?
KORO1: Yoksa kendi elleri mi?
HABERCİ: Kendi elleri. Katil babasına kızarak bunu yaptı.
KORO2: Ey teiresias! Ne kadar doğru şeyler haber vermişsin!
HABERCİ: Kreon’un arkasından ovanın kenarına gittim. Polyneikes’in köpekler tarafından insafsızca parçalanmış olan cesedi hala orada yatıyordu. Sonra genç kıza koştuk. İçimizden biri, o cenaze merasimi görmeyen mezardan doğru avaz avaz feryad edip ağlayan bir ses duydu ve haber vermek için Kreon’a, efendimize koştu. Fakat yaklaştıkça bu hazin ses, Kreon’un da kulağına gelmişti. İnler gibi boğuk bir sesle Kreon şöyle diyordu:
KREON: Eyvahlar olsun! Korktuğum başıma mı geliyor? Oğlumun sesini mi duyuyorum? Çabuk oraya koşun, mezara yaklaşın ve bakın; sesini duyduğum Haimon muydu?
HABERCİ: Biz, kendini kaybeden efendimizin emrine uyarak, gidip oraya baktık ve ta derinlerde, ince yaşmağını boğazına sımsıkı düğümleyerek, genç kızın kendini asmış olduğunu, delikanlının da orada diz çöküp kızın vücudunu kucakladığını ve vakitsiz ölen nişanlısını, mateme dönen aşklarını ve babasının zulmünü anarak ağlayıp sızladığını gördük. Kreon da bunu gördü ve acı bir feryatla ortaya atıldı. Yüksek sesle ağlayarak şöyle seslendi:
KREON: Ne yaptın! Zihninden geçen nedir? Aklını başından alan nedir? Çık buradan oğlum! Senden yalvara yalvara rica ediyorum.
HABERCİ: Fakat oğlu ona vahşi gözlerini dikmiş bakıyordu. Babasının suratına tükürdü: Hiç cevap vermeden, iki yüzü keskin kılıcını çekti. Babası korku ile dışarıya fırlayıp kaçmak istedi, vuruş boşa gitti. O zaman zavallı delikanlının hiddeti kendine döndü. Kolunu gererek kılıcı bağrına dayadı ve derinlere kadar daldırdı. Sonra, gevşeyen koluyla sevgilisine sarıldı: Henüz kendini kaybetmemişti. Hızlı hızlı nefes alarak sevgilisinin beyaz yanaklarını ağzından boşanan al kanlara boyadı ve can verdi. Şimdi, ölü olarak öteki ölünün yanında yatıyor. Nihayet evlendi!
KORO2: Buna ne mânâ vereceksin?
KORO1: Ben de şaşırdım kaldım! İşte, Kreon da geliyor ve kollarında…
KORO2: Eğer söylememe müsaade edilirse başkasının yaptığı bir kabahatin değil, kendi cinayetinin kanıtını taşıyor.
KREON: Bakın! İnatçı bir kalp bizi nasıl öldürücü ve korkunç bir cinayete götürüyor. Ah, öldürene bakın ve onun öldürdüğüne bakın! İkisi de aynı soydandır. Yazıklar olsun, yazıklar olsun bana! İşte verdiğim kararların uğursuz neticeleri! Oğlum… Bunlar benim çılgınlığım yüzünden oldu… Senin kabahatin yoktu!
KORO2: Gerçeği bu kadar geç mi görecektin?
KREON: Ne acı bir ders! Beni artık hangi felaket, hangi felaket korkutabilir? Şu kollarımla çocuğuma sarılmış duruyorum. Niçin iki yüzü keskin kılıcı ile göğsümü parçalamadı? Lanet olsun bana! Bu benim günahım! Evet, seni ben öldürdüm, ben, zavallı deli… Çabucak götürün beni, buralardan uzağa götürün! Çünkü ben artık yaşamıyorum, ben artık bir hiçten başka bir şey değilim! Elimi uzattığım her şey dağılıp gidiyor!
SON