Açık Radyo'da Tiyatro: Ada

-
Aa
+
a
a
a

ADA

Yazan: Athol Fugard

Çeviren: Yücel Erten

Uyarlayan ve Yöneten: Onur Kahraman

Müzikler: Tartit, Momo Wandel Soumah, Tunde Jegede, Goeffrey Oryema

Ses Tasarım ve Uygulama: Deniz Koloğlu

 Oynayanlar: 

John: Yiğit Sertdemir

Winston: Ömer Erzurumlu

İzleyiciler: Avi Haligua, Eli Haligua, Erkan Üstünol, Pehlivan Yel, Volkan Balkan, Volkan Artunç

 EFEKT: dalgalar, martı sesleri                    

WINSTON – Seni iğrenç sinek seni !

JOHN - Bırak, Winston. Beni dinle aslanım. Şimdi herif gelirse büsbütün şapa otururuz.

WINSTON - O leş kargasını istiyorum. Hemen gelsin bura­ya. Birlikte büroya                  gideceğiz. Mahkeme kararımı oku­sun. Ben müebbet yemişim arkadaş, idamlık değilim ben!

JOHN - Bırak Winston, vazgeç! Bizi koşturdu o kadar...

WINSTON - Hodoshe! O gardiyan denen o leş kargasını isti­yorum!

JOHN - Koşturdu ya, muradına ermiştir. Sat anasını,boşver.

WINSTON - Her taraf kum! Küçükken oynadığım deniz kumu gibi. St.George kumsalı. Yılbaşı. Kumdan tepe­cikler, kumdan kaleler...

JOHN - Hıı, oraya biz de gitmiştik. Geçen... Tutuklanmazdan ön­ceki Noel'i orada geçirdik. Hep birlikte. Benim ufaklıkkumda ne oyunlar oynadı.

WINSTON- Hıı.

JOHN - Ama bugün kumda oynama sırası babaya geldi. Hey gidi Winston, tanrı bilir ya, kendimi adamdan saya­rım! Ama bugün leş kargası Hodoshe, o el arabası işkencesini beş dakika daha uzatsaydı...! Namussuzum, ada sakinleri bir yavru bebek görecekler­di. Bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlayacaktım az kalsın.

WINSTON - Hıı.

JOHN - Pislik herif, sabah dedi ya: "Siz ikiniz! Kumsa­la!"... "Tamam" dedim içimden, "denizin suyunu boşalttı­racak bize".

WINSTON - Neyse ki o da insan. Yoksa becermişti.

JOHN - Neyi?

WINSTON - İşimizi bitirmeyi. İnsanı yorgunluktan öldür­mek de bir yol. Hâlâ yaşıyorsak; leş kargası kendisi yo­ruldu da ondan.

JOHN - Yarın ne yapacağız?

WINSTON - Hele yarın olsun.

JOHN - Ya yine aynı yere götürürse?...

WINSTON - Bekleyelim bakalım.

JOHN - Senden nefret ettim Winston.

WINSTON - Ben senden nefret ettim.

JOHN - Havlu nerede?

WINSTON - Bilmem. Orada bir yerdedir.

JOHN - En son sen kullandın oğlum!

WINSTON - Senin hizmetçin mi var burada? Nereye koydunsa kendin bul.

JOHN - Şuraya bak, nerede! EFEKT: havlu alma sesi Buraya bırakılır mı bu? Leş kargası Hodoshe içeri girip bunu burada görse; "kimin bu çaput!" dese; ne cevap vereceksin?

WINSTON - "Onun havlusu, şef !"

JOHN - Demek öyle? "Benim havlum, şef." Sen de bun­dan böyle gömleğine kurularsın.

WINSTON - Tamam, tamam! "Bizim havlumuz, Şef!"

JOHN - Anamızı ağlatır namussuzum!

JOHN - Hey, al!

EFEKT: Çivi sesi

WINSTON - Ne olacak ?

JOHN - Ötekilerin yanına ekle.

WINSTON - Ne işe yarayacak?

JOHN - Gerdanlık için be! Ötekilerin yanına.

WINSTON - Gerdanlık mı?

JOHN - Evet, Antigone'nin gerdanlığı.

WINSTON - Antigone'nin içine! Antigone'ymiş! Manyak mı­sın nesin be?

JOHN- Bana bak, saçmalama şimdi. Söz verdin… Bak, az bir şey kaldı. Üç parmak örgü, bir çivi, üç par­mak örgü, bir çivi... Saçmalamanın za­manı değil Winston. Temsile altı gün kaldı. Oynayacağız diye söz verdik. Bütün mahkûmlara biz de bir gösteri ya­pacağız diye söz verdik. Antigone oyunu da bizim için bi­çilmiş kaftan. Altı gün daha çalışacağız ve başaracağız bu işi.

WINSTON - Lanet olasıca! Bütün gün kumsalda canımız çıktı, üstüne üstlük herif bir de koşturdu bizi; geberdim! Anlamıyor musun?

JOHN - Hadi oradan be! Bütün gün yanıbaşında çalışan, sonra yanında koşan kimdi? Ben yorulmadım mı? Ben de geberdim. Ama şimdi yan çizemeyiz. Hadi bakalım, üç parmak örgü...

WINSTON - ...bir çivi! Öff be birader, öff!

JOHN - Anlatıyorum. Bir daha da anlatırsam nâmerdim.

WINSTON - Gel vazgeç şu işten John.

JOHN - Gel buraya. Oyunun konusunu son kez çizerek açıklayacağım sana. Ama bu sefer de öğrenemezsen, namussuzum gediklilere anlatırım. Gediklilerin eline bir düşersen, gardiyanın falan yaptıkları solda sıfır kalır; bu­nu da gayet iyi biliyorsun. Ona göre.

WINSTON - Kader mi bu be, kader mi ha? Sabahtan ak­şama gardiyan için çukur kaz, sonra gardiyan için ölüm koşusu tuttur, akşam hücreye gelince de Antigone ez­berle!

JOHN - Gel buraya. Çeneni de kapa.Sızlanmayı bırakırsan, daha iyi anlarsın. Dinle şimdi.

WINSTON - Pekâlâ, başla bakalım. Müzik...

JOHN - Dinle, Antigone'nin sorguya çekilmesi. Tamam mı?

WINSTON - Tamam.

JOHN - Bu, sorguya çekilen, suçlanan. Kimdi suçlanan?

WINSTON - Antigone.

JOHN - Bravo ulan! İlerleme var. Burası da devlet. Devlet kim?

WINSTON - Kreon.......(sesler gittikçe azalır)

 

 

 

 

JOHN - Pekâlâ. Antigone'nin sorgulanması. Suçlanan kim?

WINSTON - Antigone.

JOHN - Devlet?

WINSTON - Kral Kreon.

JOHN - Birinci bölüm.

WINSTON -Antigone suçluyor.

JOHN - Winston!!! Anam avradım olsun...

WINSTON - Tamam! Tamam! John, dinle bak.,. Tamam. Devlet, Antigone'yi suçluyor.

JOHN - Emin misin?

WINSTON - Devlet, Antigone'yi suçluyor.

JOHN - İkinci bölüm.

WINSTON - Savunma.

JOHN - Antigone suçunu kabul mu ediyor, inkâr mı edi­yor?

WINSTON - Kabul ediyor.

JOHN - Üçüncü bölüm.

WINSTON - Cezanın hafifletilmesi için konuşma.

JOHN - Dördüncü bölüm.

W1NSTON - Devlet son sözü söylüyor. Karar ve vedalaş­ma.

JOHN - Öğrendi be! Aferin ulan! Gördün mü Winston, ne kadar kolay. Yarın da sözlerini ezberledin mi, tamam. Yarın yine taşocağında çalıştırsalar bari. Kostüm ve aksesuarlar için daha bir sürü ıvır zıvır ge­rekli. Sana peruka ister. On dört numaradakilerden söz aldım. Limandan bir parça ip araklamaya çalışacaklar.Anlıyor musun dediklerimi?

WINSTON - Hıı.

JOHN - Nasıl?

WINSTON - Ne "nasıl"?

JOHN - Nasıl diyorum.

EFEKT: Uzaktan hücre kapısı kapanma sesi. Kilitleme sesleri.

WINSTON - Aaaman be yahu. Yorgunum. Kes artık...

JOHN - Dikkafalılık etme diyorum. Sana söylüyorum. Yarın gardiyan Hodoshe hücre kapısını açınca, doğru ko­nuş. Adam gibi "Başüstüne Şef de. Sırf senin inadın tut­tu diye, yarın yine o Allahın belası kumsalda kan terle­mek istemiyorum.

WINSTON - Tamam John.

JOHN - Bu hücrede tek başına değilsin. Ben de varım.

WINSTON - Biliyorum.

JOHN - İnsanın başkalarına karşı da bazı görevleri vardır.

WINSTON - Haklısın. Ben de tam onu diyecektim: Bu ak­şam sıra sende.

JOHN - Ne demek? Hadi lan, daha dün akşam sıra ben­deydi be!

WINSTON - Yok ya? Unuttun mu? Dün akşam ben seni sinemaya götürdüm.

JOHN - Vay anasını, doğru be. Kıyak filmdi ha. "Batının En Hızlı Silâhşörü".Glenn Ford. Ama bir yerde üfürdün! Glenn Ford silahını çekiyor da, iki bacağının arasından arkadaki adama ateş ediyor! Bugün kumsalda gözümün önüne getirmeye çalıştım; mümkün değil.

Alo, santral, Bir New Brighton görüşmesi rica edecek­tim.,. Evet, New Brighton, Port Elisabeth... 414 624... Benim numaram... Robben adası... Evet, bekliyorum. Teşekkürler.

WINSTON- Scott'un dükkânı! Cennet!

JOHN - Scott, sen misin? Merhaba aslanım. Bir tahmin et bakalım, kim?.. Aferin ulan! Şebek! Ne yapıyorsun?... Nasılsınız!... Yok efendim, nerde, hâlâ içerdeyiz. Ee, an­lat biraz, ne var ne yok... Efendim? Yok oğlum, bizim burada hiçbir şeyden haberimiz yok... Haber sizde... Efendim? İşler kötü mü gidiyor? Ulan sen ne mezarcı­sın seen. Ne yapalım, insanlar yeteri kadar hızlı ölmü­yor. Yoo, burada her şey gayet güzel...

WINSTON -  Başka kim varmış? Dükkânda başka kim var, onu sor!

JOHN - Scott, arkadaşlardan kimse var mı?... Olamaz!... Çağır şunu telefona...

WINSTON - Kimmiş? Kimmiş?

JOHN -  Bir dakika oğlum, bir dakika be. Scott. Merhaba, maymunların şahı... As­lanım benim, nasılsın?

WINSTON - Kim yahu? Müzik...

JOHN - Sky.Mangi nasıl? Vusi'yi görüyor musun? Arkadaşlar? Winston iyi. Yanımda! Yok, gayet iyi, gayet iyi. Yalnız bugün küçük bir kaza geçirdi. Gardiyan Hodoshe var, nâm-ı diğer Leş Kargası... Bugün yolda onunla çarpıştı. Sağ gözü biraz morardı, başka bir zarar-ziyan yok. Me­rak edilecek bir şey değil. Bana bak, Winston yavruları soruyor. (sesler gittikçe azalır).....

 

JOHN - Hazır mısın?

WINSTON - Hayır.

JOHN - Tamam mı?

WINSTON - Hayır!

JOHN - Açıyorum!

WINSTON - Bir dakika yahu!

EFEKT: Winston’ının üzerindeki çarşaf, örtü gibi bir şeyin çekilme sesi.

JOHN - Heey, Norman. Norman! Vay yavrum, burada neler oluyor bir bilsen.

WINSTON - Yetti be! Al Antigone'ni, münasip bir yerine…

JOHN - Bir dakika, ne oldu ya­hu? Bir dakika...

WINSTON - Çok beklersin! Benden paso!

JOHN - Lütfen, Winston, güldüğüme bakma.

WINSTON - İstediğin kadar gül. Ama şunu da aklının bir köşesine yaz: Ben yokum bu işte. Antigone falan oyna­mıyorum. Erkeğim ben, karı değilim!

JOHN - Tersini söyleyen oldu mu?

WINSTON - Neye güldün öyleyse?

JOHN - Bir daha gülersem namussuzum. Gülmüyorum.

WINSTON - Ya ne? Ağlıyor musun? Bak hâlâ gülüyor yahu! Hadi ordan, yarın akşam bu kılık­ta ortaya çıkıp da, kendimi maskara mı edeceğim? Ar­dından neler gelir bilmiyor muyum? Ne zaman taşocağına insem millete madara olacağım: "Hah hah hah... Ba­yan Antigone geliyor... Hanımefendi yardımcı olabilir miyim... Kah kih kuh!..." Boşversene sen! Al Antigo­ne'ni, turşusunu kur.

EFEKT: çividen gerdanlığı yere fırlatma sesi

JOHN - Ama ben sana gülmedim ki.

WINSTON - Yok ya! Kime güldün peki? Burada ahmak­lık edip karı kılığına giren başka biri mi vardı?

JOHN - Tamam Winston, tamam. Gülmem, olur biter.

WINSTON - Pabucuma anlat sen onu.

JOHN - Dinle bak, Winston; şunu anlamaya çalış: Tiyatro bu.

WINSTON - Oh ne âlâ! Benimle alay edip güleceksin; ney­miş, tiyatroymuş!

JOHN - Lütfen Winston, bir dakika sus da; ne söylediğime kulak ver.

WINSTON - Hayır. Geçmiş olsun. Antigone-mantigone yok! Leş Kargası Hodoshe için bütün gün koştururum daha iyi.

JOHN - Tamam da, bir dakika...

WINSTON - Ne dersen de, umurumda değil.

JOHN - Allah kah­retsin, dinle bir dakika be!

WINSTON - Tamam, dinliyoruz.

JOHN - Gülmesine güldüm. Evet... güldüm. Ama neden güldüm, onu söyleyeyim mi? Seni sahne heyecanına ha­zırlamak için güldüm! Ben ne yaptığımı bilmiyor mu­yum sanıyorsun? Sahne heyecanını yenmem için hazır­lık bu: Şu adada yaşayan itlerin ne mal olduğunu bilmez miyim? Tabii ki sen sahneye çıkınca gülecekler. Kah kah gülecekler. Ama unutma ki, gülmenin de bir sonu vardır. Gülecekler, gülecekler ve bir yerde gülmeleri bi­tecek. İşte o zaman, bizim Antigone'miz, söyledikleriy­le onları ta yüreğinden kavrayıverecek.

WINSTON - Düşünde gör de, inanma. Anla şunu John, ben oynamıyorum. Bu kadar basit.

JOHN - Yahu Winston, aslanım, bir dakika. Şunun şurasından önümüzde bir tek gün kaldı. Bizim oyunu programın en iyi yerine yerleştirdiler. En son biz çıkıyo­ruz. Şimdi tutup vazgeçmek olur mu?

WINSTON - Yapamam sanıyorsun değil mi? Görürsün.

JOHN - Winston, beni kötü duruma düşürmeyi ister mi­sin? Oynamazsan başım belaya girer. Bunu gerçekten is­ter misin?

WINSTON - Pekâlâ, oynayacağım.

JOHN - Arkadaş dediğin böyle olur.

WINSTON - Tak şu balkonları, bunu da ka­fana oturt; Antigone'yi sen oyna. Ben Kreon'u oynayaca­ğım. Anladın mı? Memeler senin olsun; kampanalarım bana yeter; ben Kreon'u oynuyorum.

JOHN - Ya­pamazsın ki. Kaç gün önce düşündüm ben onu. Ama çok geç. Kreon'u ezberleyemezsin.

WINSTON - Üzgünüm ama, o za­man yapabileceğim başka bir şey yok. Antigone'yi oyna­mam.

JOHN - Çok dik kafalısın Winston...

EFEKT: Hücre kapısı vurulur.

JOHN: Baş üstüne, şef.

EFEKT: Kilit sesi, kapı açılması, ayak sesleri.    

 

Müzik....

 

EFEKT: Kilit sesi, kapı kapanması, ayak sesleri

JOHN - Winston...

WINSTON - Bak arkadaş, şunun şurasında aynı hücreyi paylaşıyo­ruz, inatçılık etmeyi istemem. Ama bu Antigone dalga­sında yokum! Gel vazgeç şundan, başka bir şey yapalım. Ne bi­leyim ben türkü söyleyelim falan. Sen akıllısın, bir şey­ler uydurursun. Türkü söylerim, hatta dans ederim.

JOHN - Winston...

WINSTON - Tartışmak istemiyorum arkadaş. Tartışma yok! Şu hücrede o kadar uzun zamandır beraberiz ki, incir çekirdeğini doldurmayan her şeye tartışıyoruz. Ne tartışma­sı? Didişiyoruz. Ama beni bilirsin. Hayatta kaldıramadı­ğım tek şey, insanların benimle matrak geçmesi. Gördün işte, şurada sen gülmeye başlayınca bile ne hale geldim. Seni gırtlaklamak geldi içimden, John. Şakası yok bu işin. İçimden öyle geldi ki, gırtlağı­na çökeyim...

JOHN - Winston... Sana söylemem gereken bir şey var.

WINSTON -  Neoldu? Gardiyan ne dedi? Kötü bir şey mi? Tecrit falan mı?

JOHN - Cezama itiraz etmiştim ya? İtirazı geçen Çarşam­ba karara bağlamışlar. Hafifletici nedenler geçerli sayıl­mış. Üç ay daha yatıp çıkacakmışım.

WINSTON - Üç...

JOHN - Üç ay.

WINSTON - Üç ay...

JOHN - Evet. Müdür Prinslo söyledi.

WINSTON - John!Norman!  EFEKT: duvarı yumruklama sesleri... Norman! John üç ay yatacakmış!  Evet! Şimdi öğrendik!

JOHN - Winston. Şimdi değil. Sonra. Yarın söyleriz. Ya­rın taşocağında söyleriz. Daha benim bile inanacağım gelmiyor. Bırak biraz kendimi alıştırayım.

EFEKT: dalga ve martı sesleri...

WINSTON - Üç ay dediğin nedir ki, John?

JOHN - Vay anasını. Winston, üç ay bittiği zaman, senin­le bu hücrede üç yılı tamamlamış olacağız. Üç yıl önce Kirkwood'da yargıcın karşısına çıkartılmıştım. Adam, yüzüme bile bakmadı. "On yıl" dedi, o kadar. O, iskem­lesinde ileri geri kıpırdanıp kıçını kaşırken; ben, hayatı­mın on yılının sigara dumanı gibi uçup gittiğini görür gibi oldum. Aynı akşam, mahkûmlara ait kamyonetle Rooihell'deki hücreye geri gönderildim. Seninle ilk kez o kamyonette karşılaştık.

WINSTON - Evet. Biz de Cradock'taki mahkemeden dö­nüyorduk.

JOHN - Sen, Temba...

WINSTON - Sipho...

JOHN - Hey yavrum, ne günlerdi be!

WINSTON - Ertesi sabah arabaya bindirmek için avluda sıraya dizdiklerinde de ilk kez yan yana geldik...

JOHN - Mutluluk halkamızı da o zaman taktık. Nişanlan­dık sanki. Adaya ayak bastığımızda ne dedin, hatırlıyor mu­sun?Bana çok dokunmuştu Winston. Dönüş Afrika'nın dağla­rına baktın, baktın, "Elveda Afrika!" dedin. Hiç unutma­yacağım.

WINSTON - Kaç günün kaldı ?

JOHN – Doksan iki.Hesap ortada. Bak şimdi: Bugün ayın on biri. Yirmi gün bu aydan var; Haziran otuz, Tem­muz otuz bir, Ağustos'un on birinde çıkarım... Demek ki doksan iki gün eder.

WINSTON - Yarın?

JOHN – Doksan bir.

WINSTON - Öbür gün?

JOHN - Doksan.

WINSTON - Bir süre sonra seksen.

JOHN - Evet.

WINSTON - Sonra yetmiş.

JOHN - Yok oğlum, o kadar da çabuk geçmez bu zaman.

WINSTON - Derken altmış günün kalacak.

JOHN - Altmışa varınca, şu adada yalnızca iki ayım kal­mış demektir.

WINSTON - Taşocağına git gel, derken elli gün, kırk gün.

JOHN - Allah!

WINSTON - Otuz gün.

JOHN - Bir ay! Hepsi topu topu bir ay!

WINSTON - Sonra yirmi gün... Sonra on, sonra beş, dört, üç, iki... ve yarın !

JOHN - Yok arkadaş, bırak Allahını seversen! Düşünmesi bile insanın canını acıtıyor. Bırak unutalım şu üç ayı. Ben yatıyorum.

WINSTON - Önce Rooihell ha­pishanesine götürecekler seni. Orası neredeyse evine komşu sayılır. NewPrighton'ın yanı başındasın artık. Pen­cerendeki demir parmaklıkların arasından, yoldan gelip geçenleri görüyorsun. Otobüslerin sesini işitebiliyorsun. Sonra bir gece, yine gözünü uyku tutmayacak. Çünkü yi­ne sayıyor olacaksın. Bu kez günleri değil, saatleri. Ve ertesi sabah John, o güzelim ertesi sabah, seni alıp tahli­ye bürosuna götürecekler. Orada sana yeni bir haki gömlek, yeni bir haki pantolon ve bir çift kahverengi pa­buç verecekler. Ha, bir de özel eşyam. Bak onu az kal­sın unutuyordum. Özel eşyanı.Bunları bir şeye paketleyip verecekler. Koltu­ğunun altında paketinle seni ana kapıya getirecekler. O kapı yok mu John, o kapı! O kapının ardında New Prighton seni beklemektedir. Kapıyı açıp da seni dışarı bıraktıkları zaman...

JOHN - Yeter Winston! Uyu­mak istiyorum.

WINSTON - Ama daha bitmedi John.

JOHN - Bırak beni, rahat bırak!

WINSTON - Yoo, daha bitmedi. Kapının önünde seni ar­kadaşların karşılayacak. Alıp evine götürecekler. Grat-tan sokağı 38 numara, John. Hatırlıyor musun? Orada herkes seni bekliyor olacak... Sonra konuşmaya başlayacaksın. Anlatacaksın John. Düşün: Adayı, Hodoshe'yi, taşocağını ve arkada bıraktığın yakın arkadaşın Winston'u anlatı­yorsun. Ama aslına bakarsan, keyfin hâlâ tam gıcır de­ğil. Ne dersin, bir eksiklik var? Çünkü önce şöyle bir gü­zel sevişmek gerek.

JOHN - Yeter, Winston.

WINSTON - İşte bu yüzden akşam saat on ol­du mu, arka kapıdan sıvışıveriyorsun. Doğru Cennet'e. Düşünsene oğlum, bütün arkadaşlar orada, seni bekli­yor... Georgie, Mangi, Vusumzi. Gırtlağına kadar içkiy­le dolduruyorlar seni. Dertten anlarlar, hapishanenin ne menem bir yer olduğunu bilirler. Sana bir kadın ayarlı­yorlar...Bir de yataklı bir dört duvar. Sonra kadınla seni başbaşa bırakıp sıvışıyorlar. Bir kadınla başbaşa. Kadını soyunurken seyredeceksin. Sonra yaklaşıp doku­nacaksın. Okşayacaksın, John.

JOHN - Winston!

WINSTON - Altalta, üstüste! Hayvanlar gibi! Durmadan!

JOHN - Winston? Neden be­ni cezalandırmak istiyorsun?

WINSTON - Kokuyorsun John. İçki kokuyorsun, insan kokuyorsun, kadın ve özgürlük kokuyorsun... Öz­gürlüğünün kokusu midemi bulandırıyor. Çığrımdan çı­karıyor beni.

JOHN - Hayır, Winston.

WINSTON - Ne var? Yalan mı?Ayak yapmaya zamanımız yok. Önü­müzde yalnızca iki aylık bir süremiz var.Bu sabah neyin farkına vardım, biliyor musun, John? Taşocağında. İhtiyar Harry'nin yanında. İhtiyar Harry'yi tanır mısın John?

JOHN - Evet.

WINSTON - Ne eveti? Nesini tanırsın, söyle!

JOHN - İhtiyar Harry, hücre 23, yetmiş yaşında, ömür bo­yu hapis.

WINSTON - Demek istediğim, başka bir şey. Yarın taşo-cağına gidince Harry'ye şöyle bir alıcı gözüyle bak. Göz­lerinin içine bak. Onu nasıl değiştirdiklerini görürsün. El­lerine bak. Taşa dönüştürmüşler adamı. Çekiçle, keskiy­le çalışmasınadikkatlice bir bak. Allahın günü, yirmi ta­ne, kusursuz taş bloku çıkarıyor adam. Onun gibi yapan bir tane daha bulamazsın. Taşı sevmiş ve taş olmuş adam. Onun için iyi davranıyorlar ona. Kendini unut­muş. Kendisi aradan çıkmış, taş olmuş. Her şeyi unut­muş adam... Buraya nereden geldiğini, neden geldiğini. İşte ben de öyle oldum John. Neden burada olduğumu unuttum.

JOHN - Olamaz.

WINSTON - Neden buradayım?

JOHN - Başkaları için kendini feda ettiğinden.

WINSTON - Sıçayım başkalarının içine.

JOHN - Böyle konuşma. İdeallerimizi düşün...

WINSTON - İdeallerin de içine sıçayım...

JOHN - Hayır Winston... toplumsal amaçlarımız, çocukla­rımızın özgürlüğü...

WINSTON - Toplumsal amaçların da, politikanın da... hepsinin! Ben niye buradayım John? Neden senin özgür­lüğünü kıskanıyorum John? Ben de gün saymak isterim. Allah baba bana. da on parmak vermiş. Ama neyi saya­cağım? Ömrümün tamamını mı? Nasıl sayacağım John? "Bir, bir, bir" diye mi? Bir gün daha geçti; "Bir!" Bir gün daha yine "bir"... Bir şey söyle, bir akıl ver karde­şim, ne olur!

Geçti, hepsi geçti.John, beni unut... Çünkü ben de seni unutaca­ğım. Evet, unutacağım seni. Başkaları da gelecek, günle­rini sayıp gidecekler. John. Ve ben onları da unutaca­ğım. Senin gibi daha birçokları gelecek, gününü sayıp gi­decek ve ben onların hepsini unutacağım. Sonra bir gün gelecek, her şey unutulacak.

 

Müzik...

 

EFEKT: Fonda izleyeci mahkumların sesleri; yuhalayanlar, gülenler, konuşanlar....

JOHN - Yurtaşlarım! İşte ben, Kralınız Kreon, sarayımın önünde sizleri topladım ve selamlıyorum. Sessiz olun ve beni dinleyin! Nasıl? Sen, değerli yurttaşım, daha yük­sek sesle konuş! "Yaşasın Kral" mı? Yurttaşlarım, ben sizin hizmetkârınızım... Belki çok mutlu ve şanslı biri­yim, ama yine de sizin hizmetkârınızım. Sık sık söyle­rim: Oturduğum makamı belirleyen şu simgelerin, evi­nizdeki hizmetkârın giydiği önlükten farkı yoktur. Kreon'un tacı basit bir simgedir. Ve umarım ki, çocuğunu­zun dadısının önlüğü kadar da temizdir. Benim sevgili vatandaşlarım:Yasa! Evet. Yasa... Dört harfli bir sözcük. Kim bilir kaç kez kullanmışsınızdır bu sözcüğü. Ama hiç durup da düşün­dünüz mü? "Nedir bu yasa?"…Yasa korur! Yasa, sizleri koru­mak için, hizmetkârınızınelindeki bir kalkandan başka bir şey değildir! Ama düşünün, bir elinizde koruma için bir kalkan var; öteki elinizde vurmak için kılıç yok. Bu ne kadar saçma olursa; işte yasanın da bir keskin tarafı var: Ceza! Üzülerek söylüyorum, -neden üzüldüğümü birazdan siz de anlayacaksınız, bi­rini daha yakaladık. İşte bu yüzden sizleri buraya topla­dım. Şu andan itibaren görecekleriniz, farelere sem­pati duyacak kadar yolunu şaşırmış olanlara bir ders ol­sun. Kalkan, koruyacağı kadar korudu. Şimdi sıra kılıç­ta. Sanığı getirin.

Antigone. Oidipus'un kızı, Eteokles ile Polyneikes'in kız kardeşi.Yasaya aykırı olarak, hain Polyneikes'in cesedini gömmekle suçlanıyorsun.

WINSTON - Ben, kardeşim Polyneikes'in ölüsünü göm­düm.

JOHN - Bunu yasaklayan bir yasa olduğunu biliyor muy­dun?

WINSTON - Evet.

JOHN - Bile bile yasayı çiğnedin.

WINSTON - Evet.

JOHN - Bu davranışın sonuçlarını biliyor muydun?

WINSTON - Evet.

JOHN - Hakkındaki suçlamaya ne diyorsun? Suçlu mu­sun, suçsuz mu?

WINSTON - Suçlu.

JOHN - Antigone, suçunu kabul ediyorsun. Savunma adı­na söylemek istediğin bir şey var mı? Kendini savunmak için bu son şansın. Konuş.

WINSTON -- Kardeşimin gömülmesini yasaklayan yasayı kim koydu?

JOHN - Devlet.

WINSTON - Devlet kim?

JOHN - Kral olarak devleti temsil eden benim.

WINSTON - Demek ki yasayı koyan sensin.

JOHN - Evet, devlet için.

WINSTON - Sen Tanrı mısın?

JOHN - Sözlerine dikkat et küçükhanım.

WINSTON - Kendimi savunma şansım olduğunu söylemiş­tin.

JOHN - Alaya alma şansın yok ama.

WINSTON -  Seninle alay edecek zamanım yok. Yaşa­mım, iki dudağının arasında.

JOHN - Konuş öyleyse.

WINSTON - Polyneikes savaş alanında öldüğünde, ondan geriye kalan, yalnızca cansız bedeniydi. Savaş alanında arda-kalan beden; artık yalnızca leş kargalarını ilgilendirirdi. Ama Tanrı'ya aitti. Oysa sen, yalnızca bir insansın, Kreon.

JOHN - Bu sözlerin, halka yalnızca kötülükler getiren, inatçı bir dikbaşlılığın belirtisi. Önce yasayı çiğniyorsun; şimdi de devleti aşağılıyorsun!

W1NSTON - İnsandan öte bir varlık olmadığını, sana hatır­lattığım için mi?

JOHN - Hakaret ve dik başlılıkla da yetinmiyor; suçunu bir de marifet sayıyorsun. Hayır Antigone, bu yolla ceza­dan kurtulamayacaksın. Kendi çocuğum olsan, yine de kurtulamazdın. Cezanın tümünü çekeceksin.

WINSTON - Tümünü? Bana ölümden daha kötü bir şey mi yapmak istiyorsun?O halde boşuna zaman yitirmeyelim. Konuş­mayı bırak. Ben kardeşimin ölüsünü gömdüm. Bu onur­lu bir eylemdi. Senin ve yasalarının korkusu, ağızlarını bağlamamış olsa; bu ülkede yaşayan herkes bunu doğru­lardı.

JOHN - Yanılıyorsun. Halktan hiç kimse senin gibi düşün­müyor.

WINSTON - Yalnızca sana söylemekten kor­kuyorlar. Rahat uyku uyuyamayacaksın, Kreon.

JOHN - Suçunu, utanmazlıkla taçlandırıyorsun, Antigone.

WINSTON - Öz kardeşime saygı göstermekte utanacak ne var?

JOHN - Onunla dövüşüp ölen de kardeşin değil miydi?

WINSTON - Öyleydi.

JOHN - Birine saygı göstermekle, ötekini aşağılamış olmu­yor musun?

WINSTON - Ben dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya gel­dim.

JOHN - Öyleyse git ve sevgini ölülerle paylaş. Yaşadığım sürece, ben burada farelerin yasalarına izin vermem.

WINSTON - Boşuna zaman harcıyoruz. Kreon. Sözlerin, amacının tersine işli­yor. Ömrümü uzatıyor.

JOHN - Sorgulamayı izlediniz. Şimdi bir de devletin tanıklarını dinlemeye gerek yok. Cezayı yasa belirliyor. Benim ya­pabileceğim bir şey yok... Alın onu, doğruca adaya götürün. Orada ömür boyu dört duvar arasına, bir hücreye tıkın; yaşamasına yetecek kadar yiyecek verin. Elimizi ka­nıyla kirletmeyelim.

WINSTON - Yurttaşlarım! Bakın, bugün son yolculuğuma çıkıyorum! Güneşin parlak ışıklarını son kez görüyorum. O soğuk, uzak, ıssız; yaşamla ölüm ara­sında yitmiş adaya gidiyorum. Mezarıma, sonsuzluk hap­sime; kimsesiz yaşanacak ölümüme gidiyorum.

Atalarımızın Tanrıları!  Yurdum!   Yuvam!   Zaman beklemez! Diri diri ölmeye, ölü gibi yaşamaya gidiyo­rum! Çünkü kutsal saydığım şeyleri, kutsal tuttum!