1 Mart 2005Nuray Mert
Sadece vicdanlarını, insanlıklarını değil, izanlarını yitirmiş birtakım adamlar var; işi sululuğa döküp idare edebileceklerini sanıyorlar. Daha önce de yazdım, Kürt beyleri hakir gördükleri adamın adını ağızlarına almazlarmış. Doğrusu, benim de içimden adlarını ağzıma almak, seviyeyi düşürmek gelmiyor. Ama, bunlar sessizliğin ağırlığını kavrayacak durumda da değil, cevabını vermediğiniz zaman, gerçekten cevabınız yok sanıyor, dedim ya izan meselesi. Hoş, değerlerini, vicdanını rafa kaldırmış adamda, izan, haysiyet kalır mı diyeceksiniz, o da ayrı mesele.
Geçen hafta, 1 Mart tezkeresinin reddini Türkiye için önemsediğimizi, hem bunu hatırlatmak, hem bölgede yeni işgal tehditlerine karşı, barışçı bir ses yükseltmek hem de Irak işgalinin ikinci yıldönümü olan 19 Mart'ta Türkiye çapında yapılacak protesto eylemlerine ilk adım olarak, Barış ve Adalet Koalisyonu ve Doğu Konferansı olarak, bir girişimde bulunduğumuzu duyurmuştum. Biz, bölgede işgale ve işgal politikalarına karşı bir grup olarak, ilk hedef olarak gösterilen Suriye halkına sembolik bir destek vermek için Şam'a gidiyoruz. Belli ki, bu Türkiye'yi kayıtsız şartsız ABD politikalarının peşine takmak isteyenleri çok rahatsız etmiş.
Irak'ın işgalini ve sonrasında ortaya çıkan insanlık dışı manzarayı meşrulaştırmak için, nasıl Saddam rejimini, Baasçılığı bahane ettilerse, bu kez de, Suriye rejimini parmaklarına sarmaya başladılar. Bizim duyurumuz son derece net ve açık, birlikte olduğumuz arkadaşlarımız, değil Suriye veya başka bir yer, kendi ülkemizdeki tüm antidemokratik politikalara karşı duyarlılıklarını bugüne kadar söyledikleri ve yaptıklarıyla ispatlamış insanlar. Bu konuda hiçbir kompleksimiz yok, olamaz. İşgal şakşakçıları, bu ipi pazara çıkmış taktikleri bırakıp, başka bahaneler bulmaya çalışsalar iyi olur. Ebu Garib hapishanesinde olanların fotoğrafını gördükten sonra, ABD'ye gitmek neden sorun olmuyor da, rejime itirazlar nedeniyle Suriye'ye gitmek sorun olsun? Dahası, 19 Mart'ta BAK toplantısının konuklarından biri, ABD'den 'Asker Aileleri Konuşuyor' grubunun üyesi Anne Koesler'di. Derdimiz Amerikalılara karşı şunlar veya bunlar değil, işgal ve talan politikalarına yandaş veya karşı olmak. Zaten, bize itiraz edenlerin de, asıl derdi buna karşı, işgale zemin hazırlamak, işgal şakşakçılığına bahane bulmak.
Görmediyseniz, Hadi Uluengin'in 26 Şubat tarihli yazısına (Hürriyet) bakın, işin ne boyuta vardığını net bir şekilde göreceksiniz. Bu işler sululukla idare edilecek şeyler değil, hele hele, eski solculuktan kalma, üç - beş bilgi kırıntısıyla, konuşulacak şeyler hiç değil. 'Demokrasi ve özgürlük'ten bahsetmek durumu kurtarmaya yetmiyor, Bush da bu terimleri bol bol kullanıyor. Benim için bu kavramlar son derece önemli, ama Bush'un kullandığı anlamda değil. Ben bu kavramlara yüklediğim anlamdan sıklıkla bahsediyorum, bu adamların ise bu kavramlardan ne anladığı belli değil, zaten sululuk yapmaktan, ne dediklerlerini anlatmaktan aciz kalmış, dahası her bakımdan aciz adamlar. Lübnan'ı hatırlatmaya hiç gerek yok, işgale toptan karşı olanlara, ben de en başta Irak işgalini, Golan'ı ve Gaza'yı hemen sormak isterim.
Benim, hiçbir ülkenin veya rejimin sorunlarını örtbas etmek gibi bir derdim yok, üst tarafını Irak işgalini örtbas etmeye çalışmak için türlü hokkabazlıklara baş vuranlar düşünsün. Hem hiç yorulmasınlar, onlar görür, kervan yürür. Ne Suriye'ye gitmek için, ne Şam'da kahve içmek için, kimseden izin, icazet alacak değiliz. Biz vicdanımızın, aklımızın peşinden gidiyoruz, içimiz rahat, keyifle kahvelerimizi içeceğiz. İç huzurunu yitirmiş, aklı da, kalbi de dumura uğramışların bu keyfi tatmaları imkânsız. Ama bu kadar dertlenecek şey varken, hallerine üzülüyorum desem yalan olur.
Son olarak, girişimimizi destekleyen Petrol-İş, Hak-İş, Tabipler Odası ve diğer tüm kuruluşlara teşekkür ediyorum.