Kitapları konu ettiğim bu program serinin son bölümünde konuğum gazeteci ve yazar Murat Yetkin oldu. Kendisine “kitaplarla zamanın ötesine mi geçiyoruz?” sorusunu yönelttim.
Sorunun cevabı ve detaylar bu transkripsiyonda, ama buna geçmeden önce bu söyleşide de adı geçen önemli bilim kurgu yazarı Ray Bradbury ismini saygıyla anmak isterim. Bradbury, Fahrenheit 451 romanıyla bilim kurgunun iyi edebiyat olabileceğimi kanıtlarken tam 70 yıl önce kitaplara çok farklı bir perspektifle dikkat çekmiş. İyi okumalar…
Bir insanın etrafındaki dünyaya ve hayata bakarak bazı düşüncelerini yazıya dökmesi belki bir ömür sürdü, sonra ben geldim ve iki dakikada bam! Her şey bitti.
- Fahrenheit 451, syf. 72.
Utku Perktaş: Merhaba, iyi akşamlar herkese, Antroposen Sohbetler’e hoşgeldiniz! Ben Utku Perktas. Bugün, bu ay boyunca kitaplar üzerine yaptığım programların sonuncusunu yapıyorum. Ve bugün konum yine kitaplarla ilgili olacak. Kitaplar, geçmişten günümüze değişmeyen değerleri ile adeta bir zaman makinesi olarak algılanabilir. Sayfalar arasında saklı olan hikayeler, duygular ve düşünceler farklı zamanlara ve mekânlara ulaşmamızı sağlayan bir köprü gibi tanımlanabilir. Kitapların sayfalarında, geçmişe dair deneyimleri bulabilir veya geleceğe ilişkin hayal gücünü keşfedebiliriz. Her bir kitap, içinde bir zaman yolculuğu ve yaşanmışlıkların derin izlerini barındırırken, bizi kendine özgü bir düşünsel deneyime davet eder. Peki, bu sayfalar arasında gezinti yaparak zamanın ötesine geçmek nasıl bir deneyim sunar? Bu deneyim mi kitapları değerli hale getiriyor? Yaptığım seride ortaya çıkan sonuçlarla en son elimde kalan sorular bunlar ve “kitaplar neden değerli?” sorusunu ana fikir olarak bu programda sormak istiyorum. Bu program serisinin son konuğu değerli gazeteci ve yazar Murat Yetkin. Murat Abi hoş geldiniz! Vakit ayırdınız, eksik olmayın! Nasılsınız?
Murat Yetkin: Çok teşekkür ederim. İyiyim. Sıcaklarla boğuşuyoruz. Utku, senin de sık sık yazdığın iklim krizi ve nasıl bu karbon salınımının iklimi mahvedeceği, aslında mahvetti yani, başladı, epeydir başladı. İşte onun sonuçlarını yaşıyoruz. Bu devre öngörülerin biraz ötesine geçiyor herhalde. Bilmiyorum, bilim insanı sensin.
U.P.: Bu yıl El Nino yılı ve küresel ısınmayla birlikte El Nino etkisi de birleşince bu yıl Ağustos ayının dünyanın en sıcak aylarından birisi olacağı söyleniyordu. Bunu ne yazık ki deneyimledik bizler. Ankara da kaçınılmaz şekilde güneş altında 46 santigrat dereceleri gördü, gölgede 40 santigrat dereceleri gördü. Bu böyle devam ederse ne olacak bilmiyorum. Şimdi Çanakkale yanıyor. Orman yangınlarının sıklığı da artacak. Dolayısıyla önlem almazsak başka bir boyuta doğru geçiyoruz.
M.Y.: Sadece o değil… Sular ısınıyor. Florida’da su sıcaklıkları 38.5 santigrat derece kaydedilmiş. Yani, balıklar zarar görecek su içinde ya da bir kısmı yok olacak, bir kısmı da bu duruma uyum sağlayacak, değil mi? Evrimci olan sensin.
U.P.: Çok haklısınız. Canlılar uyum sağlamaya çalışıyor ama biyoçeşitlilik krizini de bu durum tetikliyor açıkçası. Dolayısıyla da kaçınılmaz bir yok oluş içindeyiz. Ben hep böyle söylediğim zaman şöyle tepkiler alıyorum, geçenlerde aldım… Beni dinlemenin çok hüzünlü olduğunu söylüyorlar ama gerçeklerden de kaçamayız diyorlar. Bilmiyorum bunların altını çizmek önemli. Gerçeklerle yüzleşmemiz lazım, çünkü Dünya kaçınılmaz bir sona doğru gidiyor. Ne kadar önce dur dersek o kadar iyi diye düşünüyorum.
M.Y.: O kaçınılmaz zaten. Sen daha önce de yazdın, altıncı yok oluşa gidiyoruz diye… Şimdi o Meksika Körfezi’ni oluşturan göktaşı düştüğünde canlıların yüzde 70’nin yok olduğu tahmin ediliyor. Yerine yenileri geliyor. Engelleyebileceklerimiz ve engelleyemeyeceklerimiz var. Doğanın kendi döngüsünü engelleyemiyoruz, ama ona olumsuz müdahaleleri engelleme şansımız var.
U.P.: Evet, buradaki olumsuz müdahaleler insan tarafından geliyor. Bunun altını çiziyoruz. Şimdi ben burada hemen soruma tekrar döneyim. Size şunu soracağım. Siz de kitaplarla ilgileniyorsunuz, sizin de bir sahaf kültürünüz var, biliyorum, eski haritalarla ilgileniyorsunuz ve kitaplardan vazgeçmiyoruz. Kitaplar zamanın ötesine geçmek anlamında mı bir deneyim sunar bize? Ve bu deneyim mi kitapları değerli hale getiriyor? Neler söylersiniz? Neden kitapları seviyoruz? Söz sizde…
M.Y.: Kitapların bir zaman tüneli boyutu var. Ama kitapları daha çok ne için okuyoruz ya da niçin kitaplara önem veriyoruz? Bilgi edinmek için… Bizim elimizde anlatım yoluyla başka türlü elde edemeyeceğimiz bilgileri birileri kafa yormuş, yazmış ya da bir romanla bir kurgu aktarmış bize, şiir yazmış… Yani sadece zaman boyutu yok. Geçenlerde Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler isimli kitabını okuyordum, bugünü anlatıyor. Mesela Nizamülmülk’ün Siyasetname'sini okuyorsunuz, bugünü anlatıyor neredeyse, 1000 yıl önce yazılmış. Prokopius’un Bizans’ın Gizli Tarihi, çok eski bir kitap, isimlerin yerlerini falan değiştirin, şahıs isimlerini değiştirin neredeyse bugünkü siyasi tabloyu anlatıyor, yani hem Türkiye’de hem Dünya’da… bazı dokular değişmiyor. Bu insan doğasıyla ilgili. Bazıları da değişiyor. Ha olumlu değişenler de var, olumsuz değişenler de. Örnek vereyim, buhar makinası bulunuyor, sonra büyük bir tehdit oluyor. Trenin ortaya çıkmasıyla, İngiltere’den söz ediyorum, büyük bir algı ortaya çıkıyor, at arabaları yok olacak. Dolayısıyla protestolar falan var. Maalesef bilim her zaman aydınlık olmuyor. Bilimin her zaman aydınlık olmadığını biz Nazi döneminde gördük. Sanayi Devrimi’ne döndüğümüz zaman da Royal Akademi’de o dönemden kalma raporlar var. İşte, herhangi bir taşıt saate 36 km hızla giderse içindeki hava boşalacağından dolayı içindekiler ölür gibi… Bunu epey bir ciddi şekilde kanıtlamışlar. “Quod erat demonstrandum” yazılmış bitmiş yani, dolayısıyla yapmayalım biz bunu. Öyle bir şey olmadığını bugün görüyoruz. Buna benzer şeyler var. Demek istediğim, zaman tünelinde neler doğru yapılmış, neler yanlış yapılmıştan öte kitapların taşıyıcı rolü var. Taşıyıcı rolü de, sen de bilirsin, bilim kurgu yazarı Ray Bradbury’nin romanı Fahrenheit 451, o nedir? Kağıdın tutuşma sıcaklığı bu. Nedir, kitaplara düşman bir toplulukta itfaiyeciler gelirler kitapları yakarlar. Bir kara ütopya. Dünya kütüphanelerine çok ağır darbeler verilmiş. İskenderiye Kütüphanesi, Semerkant Kütüphanesi, Bağdat Kütüphanesi yerle bir edilmiş, içindeki eserler yakılmış. Bunlar insanlığı çok geriletmiş. Ne kalıyor? Baktığımız zaman yazı kalıyor ama hangi yazı kalıyor? Taşa yazılan kalıyor. Yazılı metinlerin ortadan kalkması büyük felaketler nedeniyle de olabiliyor. Örneğin Miken Uygarlığı’nın büyük volkanik patlamalarla ki, bugün Ege Denizi’nin ve boğazları oluşturan volkanik patlamalar filan nedeniyle Miken Uygarlığı’nın yok olması, insanların yazıyı unutacak kadar gerilemesi gibi örnekler de var. Jared Diamond’ın Çöküş kitabı vardır. Orada çok büyük uygarlıkların çok kısa bir zamanda ortadan kaybolması anlatılır. Kitaplar bilgi edinmek için var ve o bilgiyi saklamak için var. Bilgiyi saklamanın sınırı da kitapların dayanıklılığı ile ilgili. Evet, bir şey diyecektin galiba.
U.P.: Murat Abi, bilgiyi alma yolu bu dönemde değişiyor artık ama kitaplardan vazgeçmiyoruz. Bu noktada kitapların geleceği sizce nedir?
M.Y.: Bir selüloz bağımlılığı var. Benim böyle bir bağımlılığım var. Ben dijital kitap okuyamıyorum. Bu benim yaşımdan ve alışkanlığımdan kaynaklanan bir şey de olabilir. Ama dijital olarak haber kaynaklarından günde kaç bin sayfaya baktığımı bilmiyorum. İş kitap okumaya geldiği zaman, onu hakikaten kitaptan okumayı tercih ediyorum. Böyle tercih eden nüfusun sayısı da azalıyor herhalde, bütün dünyada azalıyor. Bir şeyin yerini başka şeyler alacaktır. Kağıdın üzerine basılmadan önce de taş tabletler bu işi hallediyormuş. Anacak şu içinde yaşadığımız dönemde aslında bir kitap basım patlaması da yaşanıyor. Belki kitapların zirve noktasındayız. Bütün dünyada okuryazarlık artıyor, dijital ticaret artıyor falan… Bu ne kadar gider? Bilmem. Bunu kestirmek zor. Radyo varmış mesela, radyodan sonra televizyon çıkınca radyo bitecek. Radyo bitmedi, radyo da var televizyon da var. Televizyon yaygınlaşınca işte sinema bitecek, bitmedi. Yani hiçbir şey statik değil. Değişimin önünde duramıyorsunuz. Değişimi engellemeye çalışmak da yersiz geliyor.
Bradbury “Fahrenheit 451” romanıyla bilim kurgunun iyi edebiyat olabileceğimi kanıtladı.
U.P.: Son olarak bir sorum daha var size. Mesela eski kitaplara da bir tutkumuz var. İlk baskılara ulaşmaya çalışıyoruz bazen, çapa atılan noktaya gitmeye çalışıyoruz. İlk mihenk taşının atıldığı noktaya gitmek beni zamanda yolculuk yapıp ilgilendiğim konu hakkında da bir tatmine ulaştırıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Çünkü sizin de bir sahaf kültürünüzün olduğunu billiyorum. Sizde bunun karşılığı ne?
M.Y.: Bazen söylediğin gibi. Ama benim böyle birinci baskı olsun diye, imzalı olsun diye bir derdim yok. Ben şuna daha çok önem veriyorum, son baskısı yapılmamış, kalmış ve kaldığı döneme dair çok önemli bilgiler var. O kitaba ulaşıp, o dönem nasıl bir bilgi varmış, o bugüne yansıdı mı yansımadı mı, yoksa orada ne kaldı gibi… Bu benim çok daha fazla ilgimi çekiyor. Ama her insanda farklı bu.
U.P.: Murat Abi çok teşekkür ederim. Vakit ayırdınız, programın sonuna geldik. Eksik olmayın. İyi Akşamlar diliyorum. Önümüzdeki günlerde Antroposen Sohbetler’de tekrar buluşmak üzere…
M.Y.: Rica ederim.
U.P.: Bu yayınla beraber kitaplar konusunu kapatıyoruz. Önümüzdeki haftalarda biyoçeşitlilik ve iklim söyleşileri ile Antroposen Sohbetler devam edecek. Hoşçakalın, iyi akşamlar…