Dalgalarla Düşünmek: Nâzım Hikmet Kampı’nın 10. Yılına Notlar

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, 27 Temmuz – 04 Ağustos tarihleri arasında Büyükada’da bu yıl 10’uncusu düzenlenen Nâzım Hikmet Yaz Kampı üzerine konuşuyor.

""
Dalgalarla Düşünmek: Nâzım Hikmet Kampı’nın 10. Yılına Notlar
 

Dalgalarla Düşünmek: Nâzım Hikmet Kampı’nın 10. Yılına Notlar

podcast servisi: iTunes / RSS

Bazı buluşmalar yalnızca bilgi aktarmaz; bir hissi, bir yön duygusunu ve birlikte düşünme halini taşır, düşünmeye özgürlük tanıyan bir atmosfer sunar. Nâzım Hikmet Kampı da tam olarak böyle bir yer oldu benim için. 10 yıldır gençlerin bir araya geldiği; kimliklerin, fikirlerin ve duyguların özgürce karşılaştığı bir düşünce alanı. Bu yıl üçüncü kez aktif olarak katıldım ancak bu defa yalnızca bir eğitmen değil, aynı zamanda bir katılımcı gibiydim de. Biraz daha uzun kaldım bu kez ve bu sayede katılımcı genç arkadaşlarla yaptığımız konuşmalar bana da çok şey kattı. Biyoçeşitlilik ve iklim değişimi üzerine konuşurken, yok oluşlardan bahsederken birlikte düşündük, birlikte merak ettik ve “Bu kampı nasıl tanımlarım?” diye düşünürken bu söyleşiyi gerçekleştirdim. Ardından da bende bıraktığı izler ile bu metin ortaya çıktı. Biraz daha detaylandırayım kendi tanıklığımla…



Kampın bu yılki teması 'Dünya Vatandaşlığı' idi ve bu başlık altında iklim krizini, biyoçeşitlilik kaybını, edebiyatta insan-dışı sesleri, iklim-kurguyu ve üniversitenin geleceğine dair özgürlük ve özerklik meselelerini tartıştık. Elbette daha pek çok konuya da değindik ve sadece anlatarak değil, birlikte düşünerek ilerledik; bilgiyi tek yönlü değil, karşılıklı bir akış halinde kurduk. Gençlerin soruları, yorumları ve eleştirileri sayesinde içerikler genişledi, derinleşti.

Büyükada’da gerçekleşen bu yılki kamp, yurtdışından gelen öğrencilerle daha da çeşitlendi. Sınırların ötesinden gelen katılımcıların yanı sıra, İzmir’den Van’a, Hatay’dan Bursa’ya, Gaziantep’ten İstanbul’a uzanan coğrafi çeşitlilikle buluşan bu kamp; yalnızca bir mekânsal buluşma değil, aynı zamanda kültürel karşılaşmaların, sessiz dayanışmaların ve yeni dostlukların da alanıydı. Bu çeşitlilik, düşünceye kattığı derinlikle daha da anlamlı hâle geldi.

"Nâzım Hikmet Kampı’nı tanımlamak gerekse, belki de en uygun metafor 'denizin içinde olmak' olurdu," diyordu kamp koordinatörlerinden sevgili Nazan Bekiroğlu. “Hem özgür, hem dönüştürücü. İçinde olduğun şeyi tam olarak göremesen de onunla temas hâlindesin, ona uyumlanıyorsun. Dalgalıysa ona göre, durgunsa yine ona göre hareket ediyorsun.” Çok güzel bir tanımlamaydı bence. Dalgalarla birlikte düşünmek, durgunlukta nefeslenmek… Kamp da tıpkı böyle; kendi düşünce ritmini bulduğun, başkalarının ritmine saygıyla kulak verdiğin bir yer.

Bu kampın belki de en kıymetli yanı, katılan herkesin bir iz bırakması ve bir iz ile ayrılması. “Burada söylediklerim yargılanmıyor” diyebildiğin nadir alanlardan biri olması. Kimi zaman yalnızca bir cümle, bazen bir sessizlik bile bir başkasında büyük bir değişimi başlatabiliyor. Kampın içinde eğitmen olarak gözlemlediğim, gençlerin yalnızca bilgiyle değil; özgüvenle, sesle ve cesaretle ayrıldıklarıydı.

Nâzım Hikmet ismiyle doğan bu kamp, artık sadece bir kamp değil; karşılaşmaların, sorgulamaların, özgürce konuşmanın ve yeniden umudu kurmanın adası. Her yıl farklı bir tema ile devam edecek olan bu buluşmalar, gençlerin yalnızca ne düşüneceğini değil, nasıl düşüneceğini de dönüştürmeye devam ediyor. Program kaydında kamp koordinatörlerinden Nazan Bekiroğlu’nun verdiği kıymetli bilgiler yanı sıra, katılımcı arkadaşlarımızın kamp hakkında söyledikleri de gelecek için umut vericiydi. Kampın diğer koordinatörlerinin önceki kamp deneyimleri sonrası kampta görev almak istemeleri, bu umudun geleceğe nasıl aktarıldığını gösteriyor.

Ve kamp sonunda yaptığımız söyleşide altını çizdiği şu söz ile değerli hocam Gündüz Vassaf, kampın ruhunu özetlemişti: “Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için.” (Fransızca özgün hâliyle: “Tous pour un, un pour tous.”)

Bu cümle ilk kez Alexandre Dumas’nın Üç Silahşörler romanında yankılanmıştı ama bugün burada, Nâzım Hikmet Kampı’nda gençler arasında kurulan bağın, dayanışmanın ve düşünsel ortaklığın en sade ve güçlü özeti gibi duruyor ve belki de tam burada, kampın ruhuna bir başka sesi daha katmak gerekir:

En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk: henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.

— Nâzım Hikmet

Bu kamp, henüz gidilmemiş denizlerin kıyısında, henüz yaşanmamış günler için umutla bir araya gelmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor.

Kamptan ayrılırken düşündüğüm bir şey vardı: Bazı alanlar yalnızca konuşulanlarla değil, hissedilenlerle de kuruluyor ve Nâzım Hikmet Kampı da öyle bir yerdi. Bu alanın var olmasına emeğiyle, fikriyle, yüreğiyle katkı sunan herkese en içten teşekkürler. Bu yazı, o ortak emeğin bir yansıması.