Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı'yla TTB’nin depremin ardından bölgede yürüttüğü çalışmaları konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertürk: Bugün konuğumuz Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı. Hoş geldiniz.
Şebnem Korur Fincancı: Hoş bulduk. İyi yayınlar diliyorum.
G.E.: Çok teşekkürler. Arkadaşlar siz de hoş geldiniz, Elvan, Yağmur ve İsmail.
Hocam öncelikle dün Merkez Konseyi’nin görevden alınmasına ilişkin bir duruşmanız vardı. Onun sonucuyla başlayalım. Duruşmada ne oldu?
Ş.K.F.: Aslında oldukça ilginç ve dört senelik hukuk fakültesini dahi bitirdiklerinden kuşku duyduğumuz hukukçuların yaptığı yanlış bir düzenleme, bir davanameyle karşı karşıya kalmıştık. Bu davanmeye göre beni ayrı, Merkez Konseyi üyelerini ayrı görevden alma talebi söz konusuydu. Oysa biz hep birlikte Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi’ne seçiliyoruz. Ve Merkez Konseyi kendi içinde görev paylaşımı yapıyor. Dolayısıyla başkanın görevden alınması diye ayrı bir düzenleme olmaması gerekir. Davanamenin böyle bir usul eksikliği vardı. Ayrıca şunu öğrendik. Bu mahkemede savcının da taraf olarak orada bulunması gerekiyormuş. Ama biz savcıyı göremedik, katılmadı. Bu arada davanameyi hazırlayan savcı da ilginç bir savcı. Şöyle hatırlatma yapayım; benim evimdeki gözlatı işlemi sırasında canlı yayın yapılmasını olanak sağlayan, sonrasında da tanığın tanı kavramlarını birbirine karıştıran bir savcı. Ardından Sibel Tekin'i tutuklamıştı hatırlarsanız. Ve onda da özellikle yaz saati uygulamasının ve karanlıkta işe gitmenin, okula gitmenin, insanlar üzerindeki etkisine dair belgeselde karanlıkta belgesel çekilemeyeceği kanısında olan bir savcı. Dolayısıyla zaten savcımız oldukça ilginç. Usule aykırı bir davanameyi kabul eden hakimin de taraflı olduğu düşüncesi ister istemez avukatlarımızı hakimin de reddedilmesi başvurusu yapmaya itmişti. Hakim istinaftan henüz bu başvurunun sonucu gelmediği için, kararının tartışmalı olmasını istemediği için, istinaf reddederse zor durumda kalmayayım diyerek 6 Nisan’a erteledi. Bu görevden almayı yeniden görüşeceğiz.
G.E.: Duruşma 6 Nisan'da Ankara'da yapılacak. Dün itibariyle bir güncel haberimiz daha vardı. Biz bunu Altın Saatler Deprem Özel Yayını’nda da ele aldık. Antakya Sevgi Parkı'nın boşaltılmasına ilişkin Hatay Valiliği'ne bir yazınız oldu. Bu yazının yanıtını alabildiniz mi hocam?
Ş.K.F.: Dün akşama kadar herhangi bir yanıt almamıştık. Dün akşam ben Ankara'dan ayrıldım. Ama bugün de çalışan arkadaşlarımız geldiğine dair bir bilgi paylaşmadı. Sadece Hatay Valiliği'ne değil tabii İçişleri Bakanlığına da yazmıştık. Çünkü sizler de biliyorsunuz, gerçekten bu deprem süreci yalnızca bir doğal felaket değil, insan eliyle gerçekleştirilmiş bir felakete dönüştü. Hem müdahalelerdeki gecikmeler hem de deprem bölgesinde özellikle hiç yıkılmaması gereken binalar arasında olan sağlık kurumlarının yıkılması ya da zarar görmesi nedeniyle sağlık hizmetine erişimle ilgili çok ciddi sorun vardı. Ve Türk Tabipleri Birliği depremin ilk günü hemen koordinasyonlarını oluşturdu. İllerdeki koordinasyonlar aracılığıyla da oradaki durumu saptamaya ve bazen de aslında bizim görevimiz olmamasına rağmen kamunun görevini üstlenen bir yol izlemek zorunda kaldı. En azından birinci basamak sağlık hizmetlerini, koruyucu sağlık hizmetlerini bir organize etmek, zaman zaman meslektaşlarımıza destek vermek ile karşı karşıya kaldık. Hatay bunun en organize örneklerinden birisi. Neden? Çünkü orası zaten deprem toplanma alanı olan Sevgi Parkı var. Ve orada Yalnızca Türk Tabipleri Birliği değil Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Türkiye Psikiyatri Derneği aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Veteriner İşleri de orada bir yandan da olası sorunları ortadan kaldırabilmek amacıyla çaba gösteriyordu. En son olarak Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası'yla birlikte kadın sağlığı için de bir çalışma yürüttük ve kadın sağlığını açısından özellikle üreme ve cinsel sağlık ürünlerinin de sağlanmasıyla bir çaba içine girilmişti ve bunların hepsi bir arada olan birimler. Yerleşim özelliği itibariyle hem toplumun, oradaki halkın kolayca ulaşabilmesine olanak sağlıyor. Hem de şehrin merkezinde olması nedeniyle insanlar burada bulunabiliyorlar. Sevgi Parkı’nın daha güvenli olduğunu düşündükleri bir yerleşim alanı var. Ne yazık ki biz yanıt alamadık. Özellikle hekim milletvekillerimizle görüştük. Onlar girişimde bulundular. Bize şehrin on kilometre ötesinde bir yer gösterildi. Deprem bölgesinde gittiğimizde gördüğümüz tablo şuydu. Sadece evler yıkılmamış, evlerin altında araçlar da kalmış. Dolayısıyla insanların bir yerden bir yere ulaşabilecekleri araçları da yok. Var olanlar son derece sınırlı. Dolayısıyla şehrin on kilometre ötesinde bir yer gösterilirse oraya kimsenin ulaşma olanağı maalesef olmayacak. Bugün itibariyle bizim Türk Tabipleri Birliği Deprem İl Koordinasyonu'ndaki arkadaşlarımız ve diğer sağlık kurumlarının oradaki koordinasyonlarını yürüten arkadaşlar şehrin merkezinde, parkın diğer tarafında bir başka yeri kullanım kolaylığı açısından önermişler. Şunu da hatırlatmak isterim. Bu koordinasyon birimi ve sağlık birimleri altyapılarını kendi olanaklarıyla gerçekleştirdiler. Bu altyapıların yeniden, yeni taşınacak yerde düzenlenmesi gerekiyor. İkinci bir iş olacak. Altyapı derken de temiz suya erişim, özellikle atık sulardan arındırma gibi birtakım çabaları da gözetmek gerekiyor. Bu önemli, böyle sıkıntılar ne yazık ki halen devam ediyor. Doğrusu Sağlık Bakanı'nın reklam filmini izleyince gerçekten çok üzüldüm. Yaptığım ziyaretteki ki gözlemler sonucunda oradaki insanların acısını reklam yapmak için kullanmak insanlık dışı diye düşünüyorum.
G.E.: Dediğiniz gibi Antakya Sevgi Parkı'nda Türk Tabipleri Birliği ve onun dışındaki sağlık kuruluşlarının çok ciddi bir yerleşimi var. Fotoğraflardan orada sağlamış olduğunuz düzeni de gördük. Altı konteynırınız var. Bunların taşınması bile çok büyük bir problem. Sağlık Bakanı'ndan bahsettiniz. İlk günden itibaren Sağlık Bakanlığı'ndan randevu istiyorsunuz ve dünkü bir açıklamanızda bunun tekrarlandığını belirtiyorsunuz. Randevu mu verilmiyor? Bir ilişki mi kurulmuyor? Bu konuda bir kısa bilgi alabilir miyiz sizden?
Ş.K.F.: Sekiz konteynırımız var. Hatay Tabip Odamız da maalesef yıkıldı. Sağlık hizmeti sunmak üzere değil ama ilde bulunan meslektaşlarımızın çalışmalarında yardımcı olmak üzere Hatay Tabip Odası konteynerı da kuruldu. Gönüllü çalışanlarına barınma olanağı da sağlanıyor. O yüzden sekiz konteyner. Sağlık Bakanı'na gelince Gürhan Hocam siz de gayet iyi biliyorsunuz Covid-19 pandemi süreci yaşadık. Ve biz pandemi süreci boyunca neredeyse her gün randevu talebini yineledik. Hatta bir numaratör koymuştuk ve web sitemizde randevu taleplerimizin üzerinden kaç gün geçtiğini de hatırlatıyorduk. Sonunda iki yıl oldu ve kaldırdık numaratörü. İki yıl boyunca randevu alamamıştık. Depremle birlikte yeniden bir numaratör koysak mı acaba bir sayısını belirlesek mi dedik? Sonra vazgeçtik. Gerçekten çok üzücü. Bu kadar meslektaşımızı, sağlık emekçilerini yitirmişiz. Dört yüzün üzerinde sağlık emekçisinin yitirildiği ifade ediliyor. Bizim doğrulayabildiğimiz kaynaklarla yüzün üzerinde hekim kaybetmişiz. Bu aynı zamanda orada sağlık hizmeti sunmak durumunda kalan depremzede sağlık emekçileri, hekimlerle ilgili de bir süreç. Biz ilk günden itibaren Sağlık Bakanlığı'ndan sadece randevu istemedik. Depremzede olan sağlık emekçilerinin çalışmaması gerektiğini, onların geriye çekilerek gönüllü ağıyla bu sürecin yönetilmesi gerektiğini hatırlattık. Her gün, bazen günde dört beş telefon araması gerçekleştiriyorduk. Bırakın randevuyu, telefonla bir görevliye daha iyi ulaşamadık. Ancak dördüncü günü Sağlık Bakanlığı'ndan bir üst düzey yetkiliye ulaştık. Bana ilk söylediği telefon numaramı size kim verdi oldu? Ben de kendisine meslektaş olduğumuzu ve bu görüşmenin iki meslektaş arasında görüşme olduğunu ifade ettim. Ve bu bütün yazdıklarımızı da hatırlattım. Biz her şeyi düzenliyoruz dedi. Depremin dördüncü günüydü ve daha henüz ortada hiçbir düzenleme yoktu. Depremzede hekimler sağlık hizmeti sunmaya devam ediyorlardı. Barınacak evleri, yatıp dinlenme olanakları yoktu. Depremde üzerlerindekilerle çıkmış, giyecek ikinci bir giysileri ya da ayakkabıları yoktu. Hatta bazısının hiç ayakkabısı yoktu, evlerinden terlikle çıkmışlardı. Biz ilk gün gönüllü çağrısı yapmıştık ve ilk günden itibaren yanıtlar gelmişti. Bakanlığa da ulaştırmıştık. Ancak dördüncü günden gönüllülerden görevlendirmeler başladı. Bize başvurmayıp doğrudan bakanlığa başvuranlar da oldu. Hatta sonra gönüllü başvurular için kendileri de web sitelerine bir sistem koydular. Ama biz söyledikten sonra yani hep her şey bir gün sonra gerçekleşiyordu. Hatta biz bölgede dolaşırken Adıyaman'dayken, koordinatör valiliğinin tehditvari bir yazışma yaptığını gördük. Koordinatör valiliğinin yazısında sağlık emekçilerinin, özellikle depremzede sağlık emekçilerinin çalışmak istememesini vicdansızlıkla tanımlayan, suçlayıcı, aşağılayıcı, son derece yakışıksız bir ifade vardı. Ancak Sağlık Bakanı da o günlerde Adıyaman'a geldi. Ve ardından böyle bir yazışma yapılmamasını, depremzede hekimlerin ve tüm sağlık emekçilerinin idari izinli sayılmasını o da ifade etti. Bunların bir uyarı olarak Sağlık Bakanlığına yöneltilmesi gerekmiyordu, Sağlık Bakanı kendisi bir hekim zaten ve bunu düşünmesi, depremzede olan insanların işlevselliğiyle ilgili sıkıntılar olduğunu gözeterek bir düzenleme yapılması gerektiği de muhakkaktır. Biz hala randevu alamadık ama randevu önemli değil. Ben şunu görüyorum. Bizi izliyorlar ve en azından söylediklerimizi bir gün sonra da olsa yerine getirmeye de gayret ediyorlar. Bu da bir olumluluk diye düşünüyorum.
G.E.: Şebnem Hocam siz adli tıp uzmanısınız. Özellikle bu hayatını kaybeden ve molozların altında kalan insanlarla ilgili olarak ve aynı zamanda uzunca bir süre cenazelerin ortalıkta kalmasıyla ilgili problemler de yaşandı. Ne yapılabilirdi? Nasıl bir düzenleme olabilirdi? Özellikle ilk başta sorduğum soru halen önemli bir problem olarak devam ediyor diye düşünüyorum. Bilmiyorum sizin gözlemleriniz nelerdir?
Ş.K.F.: Hepimizin tanıklık ettiği üzere arama kurtarma çalışmaları da gecikmeli başladı ve maalesef çok da organize, hızlı yürüyemedi. Enkaz kaldırma çalışmalarının o enkazların altında da cenazelerin olabileceği düşünülerek yürütülmesi gerekiyor. Ancak ne kadar bunu yapabildikleri konusunda kuşkular olduğunu ifade etmeliyim. Bölgede dolaşırken enkazların kaldırılmadığı, hala yerinde durduğu ve onun ötesinde yaşayanlar için de risk oluşturabilecek ve ağır hasarlı binaların hiç etrafını koruyucu herhangi bir düzenleme getirmeden, orada öylece bırakıldığını gözledim. Bu gerçekten çok ciddi bir sorun. Cenazelerin çıkarılması bir yana, canlılar için de herhangi bir önlem alınmış değil. O enkazlar, o molozlar, üstelik asbest gibi bir takım risklerin varlığı da düşünüldüğünde ciddi bir sorun. Öncelikle yaşayanlar için bir halk sağlığı sorunu olduğunu ifade etmeliyiz. Hem etrafını çevirmemeleri ve oraya girişin olanaklı olması nedeniyle, hem de enkaz kaldırma çalışmalarının hızlı etkili bir şekilde olmaması, enkaz kaldırma çalışmalarında görev birtakım kişisel koruyucu malzemelerden yoksun çalışmaya devam etmesi nedeniyle. Ama bir de enkazlarda cenazelerimiz vardır. Çok fazla enkaz var. Hiç dokunulmamış enkaz var. Ne yapılabilir? 99 depreminde Türkiye'de adli tıp uzmanı sayısı bir avuçtu. Ona rağmen biz hızla organize olmuştuk. Daha depremin ilk gününden deprem bölgesine gidip görev almıştık. Ve bunu uzmanlık derneği aracılığıyla yapmıştık. Uzmanlık derneği olarak adli tıp kurumunu bilgilendirmiştik. Bölgeye gittiğimizde de yetkililer bize sorumluluğu devretmişti. Örneğin Mezarlıklar Müdürlüğü buradaki ölüm muayenelerini, kimliklendirme çalışmalarını buyrun siz yapın, demişti. Biz ölüm muayenelerini yapmıştık. Hatta zaman zaman ihtiyaç olduğunda, kuşkulu bir tablo ortaya çıktığı düşünüldüğünde otopsilerimizi de yapmıştık. Soğuk hava depoları getirilmişti. Bu kez uzmanlık derneği başvurusunda, bu görevlendirmenin yapılmadığını gördük. Görevlendirme yapılmadığı gibi oraya giden, çalışmak isteyen meslektaşlarımızla işbirliği içinde de olunmaması söz konusuydu. Çünkü biliyorsunuz artık ne yazık ki Türkiye'de, merkezi yönetim sistemine dönüşmüş bir devlet yapılanması var. Ve o devlet yapılanması içinde kurumlar kendi inisiyatifleri ile insan sağlığı için gerekli adımları atmakta bile çekinik davranıyorlar. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Kurumlar işbirliği konusunda özellikle meslek örgütleriyle işbirliği konusunda geride duruyor, geride durma ihtiyacı hissediyor. Çünkü işte örneği var; bizim görevden alınma davamız, malum onun öncesi var. Türkiye'nin en büyük meslek örgütlerinden birinin başkanı olarak, yurt dışından gelmiş olmama rağmen kaçma şüphem olduğu iddiasıyla evim sabaha karşı basılıyor. Ve evimden canlı yayın yapılıyor. Babamın eskiden kalmış silah mermileri yayında cephanelik diye sunuluyor ve tutuklanıyorum. Bu durumda kamu kurumlarının yöneticilerinin meslek örgütleriyle işbirliği içinde olabilmesi çok olanaklı değil. Elbette yapılabilecekler vardı. Örneğin tıp fakültelerinde pek çok öğretim üyesi meslektaşımız, genç meslektaşlarımız var. Hepsi sahaya gitmeye ve görev almaya, kimliklendirmede, ölü muayenesinde görev almaya hazırlardı. Ama ne yazık ki olmadı. Yapılabilenlerle başlangıçta parmak iziyle kimliklendirme, sonrasında örnek alma başladı. Ama bizimle başlangıçta örnek almalarda da bir takım sınırlılıklar olduğu bilgisi paylaşıldı.
İsmail Başöz: Küçük bir tıbbi benzetmeyle konuya gireceğim. Bir uzvun, diyelim ki elin parmak uçları ateşteyken, normalde refleks göstermesi gerekirken yukarıya dönüp, bakıp beyinden emir bekleyen bir nöroplastisite oluşmuş. Yani o refleksi gösteremiyor, ille yukarıdan gelecek emirle hareket ediyor ve tabii ki yanıyor. Birçok sivil toplum kuruluşuyla beraber tabipler odası, meslek odalarından bahsedersek, eczacılar odası, diğer gruplar hep birlikte bu refleksi göstermeye çalıştılar ve göstermeye çalıştık. Bildiğim kadarıyla başta diğer meslek odalarıyla beraber bir eş güdümünüz oldu. Bu birliktelikten ve planlamadan bize bahsedebilir misiniz?
Ş.K.F.: Meslek örgütleri, özellikle sağlık meslek örgütleri ve sağlık emek örgütleri olarak platformlarımız var. Dolayısıyla bu platformlarda illerdeki gönüllüler, biz, hiç yerel yöneticilerden ya da merkezi yönetimden bir icazet beklemedik. İlk gün hep beraber bu platformda ki tartışmalar çerçevesinde bir deprem kriz masası oluşturduk ve orada il koordinasyonlarını da gözeten bir yerden çalışmaları yürüttük. Türk Eczacıları Birliği deprem bölgesinde hızlıca örneğin 28 mobil eczane kurdu ve ilaç temini için çok büyük bir gayret sarf etti. Çünkü eczaneler de ne yazık ki enkaz altında kalmış ya da eczacılar bu depremde yaşamını yitirmişti. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası bizimle birlikte çalışmaları yürüttü ve özellikle ihtiyaç olan yerlerde birinci basamak sağlık hizmeti sunumu da dahil revirler şeklinde birimler oluşturulmaya çalışıldı. Her gün beş gezici ekip mesela Hatay'da çıkıyor, köyleri dolaşıyor, köylerdeki sağlık sorunlarını gözetiyor. Temizlik, barınma sorunlarına ilişkin çözümler üretmeye çalışıyor. Böyle bir düzenlemeyle birlikte çalışıldı. Tabii TMMOB da özellikle hasar tespit çalışmalarında, hasar tespiti ardından tazmin boyutu açısından da barolar birliğiyle birlikte çalışmalar yürüttü. Dolayısıyla bize ihtiyaç olan her yerde, hangi alanda ihtiyaç varsa çalışma yürüttük. Koruyucu sağlık hizmetleri, bazen tedavi edici sağlık hizmetleri, mesela bir revirle basit birtakım tıbbi işlemleri yapmak gibi, aşılama çalışmaları gibi. Hatta biliyorsunuz bebekler doğmaya devam ediyor. Gebe takipleri, yapılabildiği yerlerde gebe takiplerini gerçekleştirmek hatta topuk kanı alarak özellikle merkeze uzak yerlerde bunları gözetmek, tetanos aşılaması gibi pek çok çalışmayı hep birlikte yürüttük.
Psikologlarlar derneği TODAP, Toplum İçin Dayanışma aslında adını yanlış söyledim. Beni affetsinler lütfen. Psikologlar, hemşireler, çevre sağlığı teknisyenleri, sosyal hizmet uzmanları, hekimler, olması gerektiği gibi sahada koruyucu sağlık hizmetleri alanında neye gereksinim var, neler eksik, bir yandan tespit, hem de bir yandan da gerektiğinde sağlık hizmeti sunumu da dahil çalışmaları yürüttü. Biz zaten cumartesi günü de İstanbul Tabip Odası'nda Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi olarak Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri kolumuz koordinasyonunda hazırlanan birinci ay raporunu sunacağız. Gözlemlerimizi ve yapılanları paylaşacağız.
İ.B.: Ben tekrar vurgulamak istiyorum. Normalde bunun için örgütlenmiş olan daha büyük bir organizasyonun yerine, meslek odaları ve gönüllüler çok daha hızlı bir refleks gösterebildiler, bir araya geldiler. Üyesi olmaktan gurur duyduğumuz odamız, diğer meslek odaları o refleksi göstermek için inisiyatif alındığında, bu işlerin ne kadar da hızlıca ve olabildiğince doğru çözüldüğünün örneklerini verdi.
Bundan sonra artık bu süreden sonra bölgede, sağlık açısından, ilk akut dönem geçtiğine göre, koruyucu sağlık hizmetlerinin daha çok ön plana çıkması gerektiğini biliyoruz. Birçok problemle karşılaşma ihtimalimiz olduğunu da biliyoruz. Ve buna göre örgütleniyor arkadaşlarımız. Sadece hekimler değil, diş hekimleri de, eczacılar da, TODAP da, Sağlık Emekçileri Sendikası da diğer bütün sağlık çalışanlarıyla beraber planlamalar yapılıyordur herhalde diye düşünüyorum. Sizden bilgi alalım biraz.
Ş.K.F.: Zaten ilk günden itibaren koruyucu sağlık hizmetlerine ilişkin planlamalar yapılmıştı. Hem de uzmanlık derneklerimizin de katkılarıyla topluma dönük bilgi notları hazırladık. Yaşanabilecek sağlık sorunlarına ilişkin kısa videolar hazırlıyoruz. Tabii öncelikle barınma olanakları önemliydi. Başlangıçta barınmada da ısınma ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Çünkü ilk günler sizler de biliyorsunuz, çok soğuktu. Depremin olduğu bölgeye baktığımızda daha da soğuk olan yerler vardı. Kahramanmaraş, Malatya, Gaziantep, Nurdağı, Islahiye gibi bölgeler vardı. Kaldı ki kış ayları olduğu için görece daha korunaklı olmakla birlikte Hatay'da bile özellikle gece saatlerinde çok soğuk oluyordu. İnsanlar ısınma olanaklarının da olmadığı koşullarda kaldı. Üst solunum yolu enfeksiyonları, hatta zaman zaman zatürrelerle karşılaşıldı. Isınma olanakları yaratıldıktan sonra, bu ısınma olanaklarının da başka sağlık sorunlarına yol açtığını gördük. Özellikle sobalar yakılıyordu ve deprem bölgesinde sobalarda ne bulunursa onların yakıldığı gözlediğimiz tablolardan biriydi. Hava kirliliği çok arttı, artmaya da devam ediyor.
İ.B.: Herhalde sobalar yüzünden olduğunu düşünüyoruz.
Ş.K.F.: Evet, maalesef. Zaten ortamda enkazlar ve bu yıkım sürecinde ciddi bir tozlu birikimi var. Aynı zamanda sobaların yanmasıyla da birlikte alerjik birtakım reaksiyonlar, solunum yolları hastalıkları ciddi sorunlardı. Temizlik ve hijyen koşullarının sağlanması, özellikle tuvalet gibi koşulların sağlanmasında gene gecikmeler oldu. Temiz suya erişimle ilgili sorunları oldu. ve örneğin kadınlarda özellikle cinsel sağlık anlamında ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldık. İdrar yolları iltihaplanmaları, cinsel yollarda birtakım iltihaplanmalar, temizliğin yeterince sağlanamaması, aynı zamanda pedlerin hızla ulaşması tabii söz konusu olamadığı için bununla ilgili temiz malzemeleri ulaşmakta sıkıntı yaşadılar. Başlangıçta özellikle tetanoz aşısı eksiği vardı. Zaten aşılarımızda eksiğimiz var. Deprem öncesinde de birinci basamakta aşılamada gecikmeler yaşanıyordu. Çocukluk çağı aşılanmalarında ve tetanoz aşısı her yerde bulunmuyordu. Yaralananlara da aşısı yapılması, gebelerde özellikle tetanoz aşısının yapılması; yenidoğan tetanozlarının önlenmesi için önemliydi ve eksiklikler söz konusuydu. Şimdi peyderpey bu aşıların sağlandığını, deprem bölgesinde dağıtıldığını ve aşılama çalışmalarının yürütüldüğünü gözlüyoruz. Sağlık Bakanlığı birinci basamak sağlık hizmetlerini durduğu durma noktasına geldiği için, aile sağlığı merkezleri de ne yazık ki enkaz altında kaldığı için, konteynırlarda aile sağlığı merkezleri açıp buralarda gönüllü hekimleri görevlendiriyor. Sağlam kalan aile sağlığı merkezlerinde hizmet başladı ve koruyucu sağlık hizmetleri açısından birtakım adımlar atılabildi. Temizliğin sağlanmasıyla ilgili sorunlara bağlı olarak uyuz vakalarında artışlar olduğunu gözledik. Bitlenmeler görüldü, biz de bunlara dönük neler yapılması gerektiğini kısacık anlatan bir takım hem yazılı belgeler ürettik hem de videolar çektik. O yüzden ihtiyaç olan her konuda bu tür hazırlıkları yaptıkları için uzmanlık derneklerimizde emek veren meslektaşlarımızın da yüreğine sağlık diyorum. Sizin de söylediğiniz gibi değerli meslektaşım, bunu yapması gereken aslında Sağlık Bakanlığı, kamu kurumu. Sağlık otoritesi bunları yapacak, yapıp yapmadığını da bizler meslek örgütleri olarak denetleyeceğiz. Ama biz denetlemenin ötesine geçmek zorunda kaldık. Ve bu hizmetleri sunmakla karşı karşıyaydık. Tabii ki bunu sunmakta hiç sıkıntı yok. Ama bizi amaç dış faaliyetten görevden almak istiyorlar ama ister istemez amaç dışı faaliyet yürütüyoruz.
Çünkü halk sağlığını koruma sorumluluğumuz var ve halk sağlığı korunmuyorsa bunu koruma sorumluluğu gereği biz de kendimizi bu tür çalışmaların içinde bulduk.
İ.B.: Birkaç gün önce İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Pınar Özcan'la da konuşmuştuk. Birlikte yaşamalardan kaynaklanan parazit enfeksiyonlarının artması, uyuz gibi, bit gibi, tetanoslu vs. ve hep birlikte bir çalışma olduğunu ondan da dinlemiştik. Ben tekrar tekrar bu birlikteliklerin altını çizme için vurgulamak istiyorum. Ama bir yandan da tabii bu ilginç, normalde denetleyip, biraz da danışmanlık yapacak olan bir organizasyon olan meslek odaları direkt olarak eylemin içinde kendilerini buluyorlar. Hakikaten şahane organizasyonlar da yapıldı ve çok başarılı olunduğuna dair izlenimler alıyoruz.
G.E.: Hocam bu arada tabii ki bölgede kaybettiğiniz meslektaşlarınız var. Bunun için de başsağlığı diliyoruz. Acaba bölgedeki bütün meslektaşlarınıza ulaşma, onların durumunu tespit etme imkanınız oldu mu? Yoksa bu konuda araştırma devam ediyor mu?
Ş.K.F.: Devam ediyor Gürhan Hocam. Çünkü bizim şöyle bir sorunumuz var. Özellikle yıkımın büyük olduğu Maraş, Malatya, Adıyaman, Hatay gibi illerde maalesef tabip odalarımız da yıkıldı. Ve evraklar da o yıkımın altında kaldı. Bütün üyelik dosyaları dahil her şeyimiz şu anda birçok odamız için söylüyorum bunu, enkaz altında. Dolayısıyla böyle bir sınırlılıkla karşı karşıyayız. Burada özellikle kimliklendirmelerin tamamlanması, bunun ardından bizim bunu doğrulama sürecimiz zaman alan işlemler ve devam ediyoruz. Ayrıca bütün illerdeki sağlık kurumlarında çalışma yapan meslektaşlarımızın durumlarını güncellememiş olma olasılığı olabiliyor. Görev yeri değişikliği yapmış olabiliyorlar. Bizler meslek örgütü olarak yer değişiklikleri bildirilmediği için buna vakıf olamıyoruz. Böyle bir sınırlılık da var. Bunun yanı sıra bir de kamu kurumlarında çalışan meslektaşlarımızın üye olma zorunluluğu yok. 1980 Askeri darbesinde yasa değişikliğiyle, bu zorunluluk kaldırılmıştı. Tabloya baktığımızda ne kadar iyi ki, kamuda çalışan meslektaşlarımızın önemli bir kısmı zorunlu olmasalar dahi tabip odalarına üye oluyorlar, böyle bir irade gösteriyorlar. Ama üye olmayan meslektaşlarımız da var. Gerçek rakamlar Sağlık Bakanlığı'nın elinde olmalı ama ne kadarını bizimle paylaşırlar, bilemiyoruz. Biliyorsunuz TÜİK ölüm verilerini daha yeni paylaştı. 2020. Biz o rakamlara baktığımızda da şunu gördük. Covid19 ve fazlalığı ölüm sayıları değerlendirildiğinde hala eksik o rakamlar.
İ.B.: Hocam şunu söyleyeyim, şimdiki ölüm verilerini değil, 2020’den beri olan ölüm verilerini...
Ş.K.F.: Evet 2020, 3 yıl sonra yani. TÜİK ölüm verilerini bir sonraki yılın yaz aylarında paylaşırdı. Ama covid19 sürecinde asla paylaşmadı ve paylaşıldığında da bu rakamların eksik olduğunu görüyoruz. Ölüm rakamları bizim belediyelerle yaptığımız çalışma, belediye ölüm verileriyle karşılaştırmalı yapılan çalışmalar sonucunda ulaştığımız rakamlardan eksik. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı bize gerçek sayıyı verecek midir, ondan da emin olamıyoruz. İnsanın kamu otoritesine güven duymuyor olması aslında geleceğe güven duymama anlamını taşıyor bir yandan da bir belirsizlik ortamı yaratıyor.
Yağmur Yıldırım: Diş Hekimleri Odası ile yaptığımız söyleşilerde deprem bölgesindeki kamu kurumunda çalışmayan diş hekimlerinin, eğer istiyorlarsa başka bölgelerde kamu kurumlarında görevlendirilmeleri için bakanlığa bir talepleri olduğundan bahsetmişlerdi. Hekimlerle ilgili böyle bir çalışmanız var mı? Ya da sizce neler yapılabilir?
Ş.K.F.: Sağlık Bakanlığı'yla neredeyse her gün yazışıyoruz. Hatta tabloyu gördükçe ve sorunları ortaya çıktıkça günde birkaç yazı gönderiyoruz. Burada özellikle deprem bölgesinde kamuda çalışan hekimlerin hem idari izinli sayılması, hem de tayin hakkının tanınması konusunda uyarılarımızı yaptık. Sağlık Bakanlığı da bu tayin hakkıyla ilgili bir düzenleme gerçekleştirdi. Özel sağlık kurumlarında çalışan meslektaşlarımızın da istedikleri takdirde diğer illerdeki özel sağlık kurumlarına geçişleri ya da kamu kurumlarında görev yapmalarıyla ilgili yazışmalar da yaptık. Bununla ilgili gelişmeleri göreceğiz. Bir başka boyutu işin, biliyorsunuz bu illerde tıp fakülteleri var. Aynı şekilde diş hekimliği fakülteleri de var. Ve bu fakültelerin pek çok öğrencileri var. Fakültelerin eğitim almakta olan tıp öğrencileri, mezuniyet sonrası uzmanlık eğitimi almakta olan asistanları, öğretim üyeleri var. Ama bu insanların o illerde barınma olanakları yok. Onların da eğitimlerini sürdürebilecekleri başka illere aktarılmaları, bunda özellikle denklik gözetilmesi konusunda da sadece Sağlık Bakanlığına değil, yüksek öğretim kurumunda da uyarıda bulunduk. Bunlar gözetilerek bu öğrencilerin deprem bölgesi dışındaki illerde var olan tıp fakültelerinde eğitim olanaklarından yararlanması gerektiğini söyledik. Biliyorsunuz aynı zamanda klinik öncesi ilk üç sınıf için çevrim içi eğitim öngörüldü. Biz bunun da yerinde bir uygulama olmadığını bir kez daha sizin aracılığınızla hatırlatmış olalım.
G.E.: Biliyoruz ki bazı hastaneler yıkıldı ve kullanılamaz halde, bazıları ağır hasarlı. Bunlarla ilgili tespitiniz nedir? Aynı zamanda personel ve doktor sorunları da var. O konudaki tespitleriniz ve çözüm konusunda söyleyebilecekleriniz var mı acaba?
Ş.K.F.: Hatay için söyleyeyim. Dörtyol Hastanesi dışındaki hastanelerde hasarlar vardı. Tamamen hasarlı olanlar var. İkinci depremde hasar görenler var. İkinci deprem sonrası hasar tespiti yapılması gerekenler var. Böyle değişik katmanlar oluşmuştu. Dörtyol Hastanesi sismik izolatörü olan bir hastane ve bu nedenle sağlam kalmıştı. Ancak burada da maalesef farklı bölgelerde yaşayıp enkaz altında kalıp, yaşamını yitiren meslektaşlarımız var. Ayrıca kendileri depremzede olan meslektaşlarımızın hizmet sunumuyla ilgili sıkıntılar var. Çünkü barınma olanakları yok, evleri yıkılmış. Enkazdan sağ çıkmışlar ama barınabilecekleri bir evleri yok. Dinlenebilecekleri bir ortamları dahi yok. Bazı hastaneler varsa olanakları hekimleri ve sağlık emekçilerinin tamamını hastanede barındırıyordu. Dörtyol dışındaki hastanelerde hasarlı olanlar vardı. Onarım gerektiren hastaneler vardı. İskenderun da maalesef hasarlı ve hizmet sunumu söz konusu değil. Antakya merkezde gene üniversite hastanesi zarar görmüş durumdaydı. İlk depremde kısmi hizmet sunarken ikinci depremde tamamen hizmet sunamaz duruma geçmişti. Samandağ'daki hastane birinci deprem sonrası kısmi olarak hizmet sunabilirken, ikinci depremde hasar tespiti yapılmadan girilme olanağı yoktu. Çünkü hasar vardı. Ancak kontrol sonrası hasarsız olduğu tespit edilerek birtakım onarımlarla hizmet sunumuna başladılar. Ama biraz gecikmeli başladılar, üçüncü haftayı geçtik, dördüncü haftanın içindeyiz. Örneğin Maraş'ta bir şehir hastanesi var. Bildiğiniz gibi şehir hastaneleri konusunda yıllardır uyarıda bulunuyoruz. Şehir hastanelerinin şehrin dışında olması, devasa yapılar olması, hem hastaneye ulaşım hem de hastane içindeki ulaşım sorunlarını hep dile getirdik. Ödenen kiralar vs. olana ekonomik boyutunu bir yana bırakarak bunu yaptık. Maraş'taki Necip Fazıl Şehir Hastanesi depremde zarar görmüş. Bataklık arazisi üzerine yapılmış. Yapıldığı alan depreme dayanıklı mı, değil mi, kontrol edilmemiş. Fay hattı üzerine yapılmış ve bina zarar görmüş. Ama bu binada meslektaşlarımız hem depremzede olanlar, hem de gönüllü olarak gelenler hizmet sunmaya devam ediyor. Daha kötüsü maalesef burada barındırılıyorlar. Ve çok kaygılılar. Gönüllü gelenler burada barınıyor ama buranın ne sonuçla karşılaşacağını bilmiyorlar. Sürekli de artçı sarsıntılar oluyor. Zaman zaman depremler olmaya devam ediyor. Şehir hastanesi şehir merkezine 17 kilometre mesafede. Yayının başında ifade etmiştim; insanların sadece evleri yıkılmadı, araçları da o evlerin altında kaldı. Bu koşullarda hastaneye insanlar nasıl ulaşacaklar ve sağlık hizmetine erişebilecekler? Maraş’ta Sütçü İmam Üniversite Hastanesi var. Sağlam, dolayısıyla oraya çekilebilir. Daha eski hastaneler var. Çocuk ve kadın doğum hastaneleri sağlam ve şehir merkezinde, yani ulaşımı kolay. Bunları organize etmek hiç zor olmazdı ama ne yazık ki böyle bir tablo var. Ağır etkilenen bölgelerden biri Elbistan’da. Elbistan'daki devlet hastanesi de gittiğimizde kısmi hasarlı görünüyordu ama depreme dayanıklı olduğu düşünülerek hizmet sunumu devam ediyordu ve gene meslektaşlarımız, sağlık emekçileri de hastanede kalıyorlardı. Plansız inşaatlar var. O plansız inşaatların ötesinde, bunlar yıkıldığında da insanların ne başını sokacağı yer, ne de hizmet sunabileceği güvenle hizmet sunabileceği bir yer var. Bölgedeki bu kurumlar hem hastalar için, hem de sağlık emekçileri için risk oluşturuyor. Tüm çalışanlar böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya.
İ.B.: Hocam vaktimiz bitmek üzere, son bir soru sorayım. Net olarak söylemek çok mümkün değil ama meslek odalarının, hekimlerin ve diğer grupların gönüllü çalışmasının ne kadar daha sürmesini ön görebiliyoruz? Bunu planlamanın zor olduğunu tahmin ediyorum ama herhalde daha aylarca devam edilecek gibi gözüküyor.
Ş.K.F: Biz zaten Olağan Dışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolumuzla ilk üç ayı hedeflemiştik. Hem gözlem açısından, hem de uyarıları sürdürüp kamu otoritesinin bu uyarılara uymasını sağlamaya çalışmak açısından. Ama 3 ayla bitmeyecek belli ki, çünkü çok ciddi sorunlar var. Sağlık kurumları önemli ölçüde zarar görmüş. Sağlık çalışanları zarar görmüş. Sadece bedensel zarardan söz etmemek gerekiyor, ruhsal olarak da insanlar çok etkilenmiş. Enkazdan yaralı çıkmış, bedeninin yarası iyileşmiş ama ruhunun yarası çok derinlerde. Dolayısıyla sanıyorum önümüzdeki bir yıl içinde çalışmaları sürdürüp, etkili bir planlama için sağlık otoritesini zorlamamız gerekiyor.
G.E.: Hocam size çok teşekkür ederiz. Programımıza katıldığınız ve bütün bilgilerinizi paylaştığınız için.
İ.B. : Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı'yla görüştüğümüzü de radyosunu geç açanlar için hatırlatalım. Tekrar teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Ş.K.F.: Sevgili meslektaşım aslında öğretim üyesi kimliğimin burada hiçbir önemi yok tabii.
İ.B.: O zaman Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Üyesi Şebnem Korur Fincancı diye düzeltelim.
Ş.K.F.: Teşekkür ediyorum, düzeltme için değil ama o üniversitedeki ünvanım, gündelik hayatımızda hekimliğimiz her zaman baki ama en önemlisi insanlığımızdır. Onun için size teşekkür ediyorum. Bu paylaşıma olanak verdiğiniz için.
İ.B.: Dünkü konuşmanızdan bir cümleyi almadan edemeyeceğim. Dünkü açıklamanızda tıp fakültesinde öğrenciyken de, Tabipler Birliği Merkez Konseyi Üyesi iken de aynı şeyleri yaptık. Aynı şeyleri yapmaya devam edeceğiz ,dediniz. Bunu buradan tekrar hatırlatmak istedim. Çok sağolun.