Psikolog Suat Özçağdaş'la afete müdahale çalışmalarını konuşuyor ve 1999 ile 2023 depremlerinin ilk günlerinde yürütülen çalışmaları karşılaştırıyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür:Altın Saatler programı Deprem Özel yayınındayız. Konuğumuz Psikolog Suat Özçağdaş hattımızda. Hoş geldiniz Suat Bey.
Suat Özçağdaş: Hoş bulduk, iyi yayınlar diliyorum.
G.E.: Sağ olunuz, çok teşekkürler. Nuray hocam, Argun Yum, Elvan Cantekin, Yağmur Yıldırım sizler de hoş geldiniz programa.
Katılımcılar: Hoş bulduk, merhabalar.
G.E.: Evet. Elvan söz sende.
Elvan Cantekin: Peki ben hemen Suat'a gene hoş geldin demek istiyorum. Suat sen bölgeden yeni geldin. Bir Ankara'da durak yaptın. Ondan sonra İstanbul'a geldin. O yüzden en güncel bilgileri de senden alabileceğiz. Ama şöyle kısaca şey yaptığımızda, değerlendirdiğimizde sen 17 Ağustos 1999 depremlerinden beri dünyanın, sadece Türkiye değil esasında, dünyanın da çeşitli yerlerinde birçok afet bölgesinde bulundun. Oradaki çalışmaları hem bilfiil katıldın hem de izleme olanağın oldu. Bu bölgedeki yedi gün müydü? O süre içerisinde dolaştığın illerdeki durum bununla ilgili biraz bizi bilgilendirir misin? Bir de bir hani 99 depremleriyle bir karşılaştırma yapmak söz konusu olursa senin açından öne çıkan noktalar hangileridir? Bu konuda senin görüşlerini almak istiyoruz.
S.Ö: Tabii. Öncelikle şunu söylemek gerekir. Gerçekten dünya çapında çok büyük bir afetle karşı karşıyayız. Burası doğru. Bu neden oldu? Bu kadar büyük afet yaşanmayabilir miydi? Önlemler alınabilir miydi? Afet riskleri azaltılabilir miydi? Burada binlerce eleştiriler yapılabilir. Yapılmalı, haklıdır. Ama günün sonunda ortada büyük bir afet var. Ben 99’da senin de söylediğin gibi 17 Ağustos depremiyle birlikte başlayan bir süreçte psikososyal destek alanında çalışmaya başladım. O gün bugündür de neredeyse bütün majör afetlerde arkadaşlarımla birlikte, öncesinde profesyonel olarak uzun yıllar, Kızılay, Kızıl Haç Federasyonu'yla birlikte ve Türkiye Kızılay Derneği'yle. Sonrasında da Psikologlar Derneği'yle birlikte gönüllü olarak çalıştım çok uzun zaman. Bu büyük bir afet. Toplam 11 ili kapsıyor. Bunlardan altı tanesi özellikle çok ciddi etkisi olan bu iller, özellikle Antakya, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya'nın Doğanşehir ilçesi, efendim Gaziantep'in Islahiye ve Nurdağı ilçeleri, Osmaniye Merkez’i gibi Adana'nın belli bölgeleri gibi ciddi şekilde etkilenmiş ve yine Diyarbakır, Urfa'da da belli lokal bölgeler var. Ama özellikle üç şehir yani çok net bir şekilde tamamen neredeyse yıkılmış durumda. Tabii bu durum önemli bir insani sorun da beraberinde getiriyor. Bu tür durumlarda can kaybını azaltan, mal kaybını yaşıyorsunuz ama, can kaybını azaltan önemli şeylerden bir tanesi, ne kadar hazır bulunduğumuz.
Türkiye maalesef bu afet riskinin azaltılması konusunda bir arpa boyu yol alamamış. Türkiye'nin bu meseleye çok kafa yorması lazım.
S.Ö.:Yani afet hazırlık dediğimiz, afet biliyorsunuz birkaç aşaması olan bir döngüsel bir durum. Türkiye'nin afet riskinin azaltılması konusunda akıl almaz bir biçimde yirmi beş yılda hiçbir yere gitmediğini görmüş olduk. Bence depremin birinci sonucu bu. Yani afet, dinleyiciler için belki söylemek gerekir; yani bir halkası afet riskinin azaltılmasıdır, bir halkası afete hazırlık yapılmasıdır, bir diğer aşaması afet müdahalesidir. Sonra da iyileştirme çalışmalarıdır. Türkiye maalesef bu afet riskinin azaltılma konusunda bir arpa boyu yol alamamış. Bunu görüyoruz. Yani bütün bu binaların durumu vesaire, tabii burada çok ciddi sorumluluklar var. Yani gerek siyasilerin sorumluluğu var, kamu kurumlarının sorumluluğu var, yerel yönetimlerin sorumluluğu var. Belki en az sorumluluk sivil toplumda olabilir; hani uyarmaya, bilim insanlarında olabilir ama sonuç itibariyle hepimizin sorumluluğu var. Yurttaşların sorumluluğu var. Herkesin sorumluluğu var. Ben bu meseleyi çok önemli görüyorum. Çünkü Türkiye'nin önümüzdeki günlerde de, yıllarda da, aylarda da afete maruz kalacağı kesin. Neredeyse her yıl majör bir şey oluyor Türkiye'de. Yani işte İzmir depremi oldu. Soma'da maden kazası oldu. Sel felaketleri oluyor, en son Bozkurt'ta oldu. Terörle ilgili konular oluyor. Yani olmayan bir afet yok Türkiye'de. Yani tsunamiyi denemedik ama onun dışında hemen hemen her şey oluyor. O yüzden Türkiye'nin bu meseleye çok kafa yorması lazım. Yani afet riskinin azaltılması meselesinde çok kafa yorması lazım. Antakya yani Hatay kentimiz. Maraş eski Maraş diye bildiğimiz bölüm. Adıyaman kenti tamamen yıkılmış durumda. Yani bir kentin tamamı paralize oluyorsa bir kentin binaları neredeyse önemli bir kısmı, yüzde 90’ından fazlası kullanılamaz hale geliyorsa burada çok ciddi düşünülmesi gereken işler vardır.
Bir ders çıkarmaya da niyetimiz yokmuş gibi gözüküyor. Bilimi dinlemiyoruz. Kaynak, arama kurtarma, lojistik yetersiz
S.Ö.: Tabii bu benim alanım değil bir psikolog olarak.Bu binalar nasıl daha sağlam olabilir? Doğru yerlerde kentleşme yapılabiliyor mu? Vesaire bilmiyorum ama altının çizilmesi gereken mesele bu. Yani biz her seferinde bütün kentlerin yeniden yıkılıp yeniden yapıldığı bir süreç yaşamamalıyız. Bu kadar canı kaybetmemeliyiz. Bu kadar büyük sonuçlara katlanmamalıyız. Birinci söyleyeceğim bu. 99’dan bu yana Türkiye'nin bir arpa boyu yol almadığı en temel mesele budur. Bunu şuradan da görüyoruz. İşte böyle bir afet olunca mesela İstanbul'da okullar bir anda akla geliyor. Yani sanki 99’da İstanbul depremden etkilenmiş bir kent değilmiş gibi “93 okulumuzu acilen boşaltalım falan” deniyor. Iyi ama niye iki ay önce o zaman? İşte benim de oğlum var sekiz yaşında. Yani okula gönderiyorum ben çocuğumu. Yani neden o zaman bu riskler azaltılmıyor ki? Bununla ilgili Dünya Bankası'ndan alınan kaynaklarla yapılan İstanbul'da projeler vesaire vardı falan. Dolayısıyla bu Türkiye'nin bence öncelikli olarak konuşması gereken bir şey, bilimi dinlemesi gereken bir şey. Mesela çok tartışmalı meselelerden biri süratle kalıcı barınmaya yönelik hazırlıklar yapılıyor. İşte Efendim sözleşmeler imzalanıp gidiyoruz filan. Yani bölgede hala sismik faaliyet devam ediyor. Konumlanacak yerlerin, bilimsel olarak doğru seçilmesi lazım. Kentlerin yeniden kurgulanacağı şekillere iyi bakılması lazım falan. Dolayısıyla bir ders çıkarmadık. Bir ders çıkarmaya da niyetimiz yokmuş gibi gözüküyor. Ben bunu çok problemli görüyorum. İkinci söyleyeceğim şey, afete hazırlık aşamasıyla ilgili sorunlar var. Van depreminden sonra işte birçok afetten sonra olduğu gibi Van'dan sonra da ilk ekip olarak gitmiştik arkadaşlarımla orada da bir yıl operasyon yapmıştık. Sonra dönüşte burda bir toplantı oldu İstanbul Valiliği'nde. Bilmiyorum belki sen de vardın Elvan hatırlamıyorum. Orada İstanbul Vali Yardımcısı'na demiştim ki yani AFAD bir hormonlu domatese benziyor. Inanılmaz şişkin ve büyük bir yapı ama etkinliği yok Yani hemen hemen her şeyi bir yerde toplamanın doğru bir koordinasyon olduğunu zanneden bir yapımız var. Bir kere afet müdahale kapasitemizin ne kadar sorunlu olduğunu görmüş olduk. Yani 99 depremi gibi bir depremi yaşamış ülkede geçici barınmaya yönelik hazır ettiğimiz kaynakların yetersizliğini, arama kurtarma ekiplerinin yetersizliğini, lojistik olarak o hatları açacak bütün ekipmanlarımızın yetersizliğini görmüş olduk. Aslında ülkede bunlar var. Fakat doğru koordine edilmiş değiller. Edilebilmiş de değil, tabii burada bir başka sorun var. 99 depremi, görece ülkenin iyi gelişmiş ve çabuk erişilebilen bir bölgesindeydi. Dolayısıyla müdahale çok daha hızlı bir şekilde de olmuştu. Koordinasyon da çok daha fazla vardı. Bugün maalesef bu yaşanamadı. Yani tabii yetkililerin, siyasilerin, işte efendim, buralarda şu kadar sayıda insanımız var, bu kadar arama kurtarma yapıyoruz vesaire filan.
Afetler ülkesinde toplum ve yerelin örgütlenmesi lazım
S.Ö.: Gerçek şu; o kentlerden buraya milyonlarca insan geliyor şimdi. Onlardan bu hikayeleri duyacağız. Bu hikayeler gizlenemez. Ilk iki, üç gün arama kurtarma faaliyetleri tam bir zafiyet içerisindeydi. Efendim arama kurtarma yok muydu? Yok vardı. Cansiperane uykusuzca çalışan, onlarca, yüzlerce grup vardı. Ama sorun şu, yetersizdiler. Çünkü 130 bin binanın, en son gördüğüm rakam oydu, ağır hasarlı ya da yıkılmış olduğu bir coğrafyada bizim çok daha hazırlıklı olmamız lazım. Peki buna cevabımız şu mudur yani? “Ve asrın bir felaketiyle karşı karşıyayız.” Evet. Bu asrın felaketiyle karşı karşıya kaldığımız için ne yapalım? Maalesef böyle oldu. E peki sen de arama kurtarma sürecinin içindesin. Daha önce MAG ile beraber mahalle afet gönüllüleriyle çalıştın. Türkiye'nin bir kere model sorunu var bence. Yani bu da benim kelam edeceğim bir bölüm değil ama bence Türkiye'nin bir model sorunu var. Yani ağır arama kurtarma kuşkusuz çok önemli ama hızlı bir şekilde mahalle örgütlenmeleri ile, yerelde eğitimler vererek insanların birbirini kurtarabilecekleri modellere ihtiyacımız var. Bu önümüzdeki olası umarım olmaz, umarım çok geç olur ama olacağını biliyoruz, İstanbul depremi için de, İzmir için de başka bölgeler için de çok gerekli olan bir şey. Toplumu örgütleme meselesinde 25 yılda hiçbir yol alamadığımızı, hiçbir yani çok küçük anlamında söylüyorum, yol alamadığımızı görüyoruz. Nitekim gördüğümüz öykülerin önemli bir kısmının da aslına bakarsanız yine yereldeki insanların organizasyonuyla yapılmış işler olduğunu biliyoruz. Bence bu afete hazırlık meselesi de özel olarak konuşulması gereken işlerden biri. Örnek olarak söylüyorum. termal kameralar, arama köpekleri, arama kurtarma ekipleri, bunların hepsinde yapılabilecek işler var. Yani ilginç bir örnek olarak söylemiştim. Rakam ne kadar doğru bilmiyorum ama Türkiye'de sertifikalı çok az sayıda köpek olduğunu duymuştum; 10-12 civarında olduğunu duymuştum.Türkiye 99 yılında karar verseydi, yaklaşık 25 yıl ne kadar yararlı olduğunu da gördük bu canlıların. Her yıl her kentte bir tane yetiştirmiş olsaydık 80 tane, 25 yılda iki binin üzerinde arama kurtarma takımımız olurdu böylesi muhteşem bir iş yapacak canlılarla beraber. Demek ki, burada da sorun var. Yani burada bir arpa boyu yol gidememiş görünüyoruz.
Bir kentte bütün binalar yıkılabilir ama en son yıkılması gereken afet idare merkezidir
S.Ö.: Üçüncü olarak da söyleyebileceğim şey şu; ciddi bir koordinasyon meselesi var. Yani örneğin AFAD'ın yıkılmış binası var. Şimdi ben bu alanda çalışmaya başladıktan sonra bir program dahilinde Amerika'da bir programa dahil olmuştum bir ay. Altı tane afet müdahale merkezlerini gezdim. Yani bir kentte bütün binalar yıkılabilir ama en son yıkılması gereken afet idare merkezidir. Yani eğer sizin afet müdahale merkeziniz yıkılıyorsa, afet müdahale merkezleriniz işlevsel pozisyonda değilse sizin orayı koordine etme şansınız yok. Bir başka sorun da bu. Biz buradan bir şey öğrenmemişiz. Ben Van'a gittiğimde AFAD'ın merkezine gitmiştim. Insanların birbirini bulmasına izin vermeyen bir mimari yapı vardır. Labirent gibi. Hiç kimse kimseyi bulamıyordu. Hala o yapıyı kullanıyorlar mı? Bilemem. Aynı şey bugünkü depremde de, yani bizim bu afet koordinasyon meselesini yeniden bilim insanlarıyla birlikte ve dünyadaki örnekleriyle birlikte düşünebilmemiz gerekir açıkçası. Bu bir alan, bu bir bilim alanı. Afet müdahale de böyle bir alan. Ve bence burada birtakım kabullerimiz var. Yine o toplantıda söylemiştim. Biz hep valilerimizle, kaymakamlarımızla hemen hızlı bir şekilde aksiyon alarak yönetmeye çalışıyoruz. Ama bunun dünyadaki standartları var ve bu idarecilerimiz bu standartları bilmiyorlar. Örneğin Van'dan sonra yazdığım raporda “burada çok ciddi bir yangın tehlikesi var, çünkü buradaki çadır kentler kurallarına göre yapılmamış” diye yazmıştım. Çok haber oldu. Ve maalesef çok sayıda çocuğumuzu ve ailemizi Van'da yangınlarda kaybettik, hatırlarsınız. E çünkü bunun kuralları var.
E.C.: Pardon, benzer sorun burada da var. Ben de çok endişe ediyorum ondan.Şu anda gördüğüm bu çadır kentler ve konteyner kentlerinin yerleşimi korkunç. Orada gerçekten büyük problemlerle karşılaşmamız söz konusu olabilir. Burada bir uyarı yapalım ha!
Mülki ve İdari Amirler Afet Konusunda Eğitimli Değil. Türkiye Afetle Mücadelede Yetkin Örgütlü Kurumlarını Kullanmadı
S.Ö.: Aynen öyle. Çünkü mülki, idari amirleri doğal olarak bu konuda eğitilmiş insanlar değil. Yani burada bir kent yönetmiyoruz. Burada bir afet yönetiyoruz. Bu afeti yönetecek olan ekiplerimiz olması lazım. Türkiye'nin şöyle bir karar vermesi lazım; benim 20 ilimde aynı anda afet olabilir, 100 ilçemde aynı anda afet olabilir. Benim yüz tane, orayı yönetecek insanın hazır olması gerekirdi. Ve bu olabilir yani. Bütün bunlar illerdeki yerlerde olabilir. Bunlarla ilgili hazırlıklar yapılabilir. Şimdi buraya bağlanan biri diyebilir ki “ya bizim bütün hazırlıklarımız var.” Bunların hepsi kağıt üstünde bak, gerçekte yok. Kağıt üstünde olan şeyler mış gibi oluyor. Olmuyor. Nitekim burada da bunu yaşadık. Yani insanlarımız organize oldular. Afette arama kurtarma ekiplerimiz organize oldular. Kendi araçlarıyla birlikte afet alanına intikal edemediler. Afet alanına gidenler araçlarına kavuşamadılar. Dolayısıyla buralarda çok düşünmemiz gereken şeyler var. Bunları yeniden kurgulamamız gerekiyor. Bunlar bizim temel sorunlarımız. Ve maalesef 25 yılda buralarda bir ilerleme olmadığı gibi geriye gittiğimiz konular da var. Örneğin, toplumun sonuç itibariyle en örgütlü kurumları, polisler, askerler, yani bunlar sonuçta sürekli aynı yerde yaşayan insanlar. Özellikle askerler, ordu yani her gün aynı mekanda da yaşayan insanlar, yani Türkiye'nin bugünkü sayılar zannediyorum 400 binin üzerinde bir ordusu var. Malatya'da 120 bin kişilik bir ikinci ordusu var. Ve maalesef 99 depreminde en azından ordu hızlı bir şekilde devreye sokulabilmişti. Bu meseleler bütün tartışmaların dışında bir mesele. Çünkü elinizde bir afet, müdahale yapacaksanız. En organize, birlikte yaşayan, başka birini kurtarma derdi yani kendi ailesiyle ilgili sıkıntısı olmayan, vatani görevi için bir araya gelmiş insanlar, eğitimli insanlar var. Onların komutanları var. Süratle asayişi sağlayabilirsiniz. Yol koordinasyonunu sağlayabilirsiniz. Hafif arama kurtarmaya destek verebilirsiniz. E 99’da bu vardı. Bugün yok. Şimdi aradan günler geçtikten sonra, bir hafta, on gün sonra yanılmıyorsam bakanlardan bir tanesi kalktı dedi ki “üç bin kişi var” dedi. Ya Allah aşkına yani! Net olarak etkilenen 40’ın üzerinde ilçe var,40’ın üzerinde. Bu ilçeler büyük ilçeler. Yani bunların içinde kent merkezleri var. Düşünsenize yani bunların her birine bin kişi koysanız, yetmez. Ama 40 bin kişi yapması gerekiyor. Yani üç bin kişiyi büyük bir ekipmiş gibi, “Var ya işte askerlerimiz” gibi. Ve nitekim özellikle Antakya'da güvenlikle ilgili sorunlar yaşandı. Asayişle ilgili sorunlar yaşandı. Aynı zamanda organize bir grubun gelmiş olması. Yani bunlar afet alanında önemlidir. Yani kendi teçhizatları olan başkasına ihtiyaç duymayan, kendi güvenliğini alabilen, işte giydikleri kıyafetleriyle, üniformalarıyla insanlara bir güven veren, “İşte devlet burada, arama kurtarma burada” diyebilecek ve insanlara da moral aşılayabilecek bir fırsatı da kaybettik. 99’dan bu yana önemli konulardan biri budur. Bir başka şeyi söyleyeyim. Mesela biz bir maden ülkesiyiz aynı zamanda. Çok madencimiz var bizim ve biz madenleri sadece kötü olaylarda yaşıyoruz. İşte Soma’da da çalıştık biliyorsunuz bir yıl, o acı olaydan sonra, orada hizmet verdik psikologlar olarak. Fakat madenciler müthiş bir doğal arama kurtarma ekibi. Yani çünkü yerin bin, iki bin, üç bin metre altında her gün tırnak içinde söylüyorum, antrenman yapan, her gün yıkılmaması için birlikte teknikler kullandıkları arama yani bir çalışma yapan bir ekip bu. Ve biz yani madencilerimizi bile sahaya göndermekte zorlandık ve günlerce 70-80 madenci gidebildi ve birçok madenci beklemek zorunda kaldı.
99 depreminde hem coğrafyanın yakınlığı nedeniyle hem de ülkedeki özgür ve özgürleşme ortamı nedeniyle sivil toplum inanılmaz bir hızla müdahale etme şansına sahipti. Yani bugün içinde olduğumuz durumda yardım toplamanız bile yasak
S.Ö.: Bunların her birini oturup tek tek düşünmemiz lazım. Yani bunları niye yapmadık diye. Ben madencilerle 17 Ağustos depreminde de 12 Kasım depreminde de Düzce'de de müthiş bir özveriyle çalıştıklarını gördüm. Yani bizim gibi kentli insanlar oraya gittiğimizde üç saat, beş saat,10 saat, bir gün, iki gün belli bir noktadan sonra tabii ki kondisyon meselesi bu. Ama ya o müthiş madenciler gerçekten yani bir lokma bir şeycik yiyip, yarım saat, bir saat uyuyup tekrar alanlara, o müthiş profesyonel bilgileriyle girdiler. Türkiye bundan da yararlanamadı. Alın size 99 ile kıyaslayabileceğim hani başka bir şeyde bunu söyleyebilirim ve belki sonrasında daha yani uzun da açarız, konuşuruz. 99 depreminde hem coğrafyanın yakınlığı nedeniyle hem de ülkedeki özgür ve özgürleşme ortamı nedeniyle sivil toplum inanılmaz bir hızla müdahale etme şansına sahipti. Yani bugün içinde olduğumuz durumda yardım toplamanız bile yasak. Yani sadece deniyor ki siz şu şu iki kuruma verebilirsiniz yardımı. Üçüncü bir kurum çıktığında o kuruma saldırılar oluyor. Dördüncü bir kurum çıktığında siz bunu toplayamazsınız. Oysa 99 depreminde birçok insan inanılmaz bir dayanışmayla sahaya gitmişti, birçok örgüt öyle kuruldu. Afetlere müdahale ile ilgili STK'lar, dernekler, vakıflar öyle kuruldu. İnsanların en azından müdahale hakları şansları vardı. Yani sahaya gitmek için özel izin almanız gereken prosedürel süreçler yaşandı. Kuşkusuz şuna katılırım. Yani çok dev organize bir şekilde sahaya gitmek, işleri bazen aksatabilir. Ama sizin eğer perspektifiniz, “olabilecek bütün yardımları süratle sahaya intikal ettirelim ve biz orada koordine edelim olursa” burada bir sorun olmaz. O yüzden bunu da çok önemli bir eksiklik olarak not etmek isterim. Ya bütün bunlara baktığınızda yani bu da afet müdahaleyle ilgili bir alan. iyileştirmeyle ilgili alanı göreceğiz. Yani ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama afetin bütün bu süreçleriyle ilgili olarak çok yol almadığımızı gördüm. Açıkçası buna üzüldüm. Şunu da söylemek gerekir. Yani orada çok canla başla çalışan kamu görevlileri var. Mesela şunu çok atlıyoruz. Bir yere deprem vurduğu zaman orada çalışan Kızılaycı’nın, orada çalışan tapu müdürünün, orada çalışan kaymakamın, orada çalışan her kim varsa o insanların da eşleri var, çocukları var, aileleri var. Belki de onların da evleri yıkılıyor. Mesela bazı belediyelerin personelinin yüzde 10-15’i vefat etmiş durumda. Yani dolayısıyla biz şunun kabulüyle hareket etmeliyiz. Bu tür bir afet karşısında süratle önceden hazırlıkları yapılmış ve tatbikatları yapılmış bir şekilde dışarıdan gelerek süreci yönetecek ekiplere ihtiyacımız var. Çünkü orada herkes kendini o insanların yerine koysun. Yani sizin en sevdikleriniz enkazın altında. Ve siz bir şekilde başkaları için hizmet etmek için bekleniyorsunuz. Yaptılar da bu arada sağ olsunlar. Önemli bir kısmı yaptılar. Ama burada sorun var. Bu bir etkinlik sorunu, verimlilik sorunu. Ya buraların hepsi sıkıntılı konular. Ve kentin belki de bazı kilit personelini afetler için ayrı bir bölgede yani bir tür eski lojmanlar sistemiyle, bilemiyorum bunu, süratle oralarda tutmamız lazım, araçlarıyla, edevatlarıyla, aletleriyle vesaire. Yani dolayısıyla üzerinde düşünmemiz gereken çok konu var. Lojistikle ilgili çok sorunlar yaşandı, hepimiz bunları gördük.
E.C.: Şöyle esasında Suat'ın anlattıklarından çıkardığımız sonuç şu; yani bir afete müdahalenin mutlaka zamanında olması, verimli ve etkin olması arzulanır. Bu şekilde bir amacımız vardır afetle müdahalede. Ancak bunun başarılabilmesi için de afet yönetiminin Suat'ın da bahsettiği o ilk iki evresini yani afet risklerin azaltılması ve afete hazırlık evrelerinin başarılı bir şekilde yerine getirilmiş olması lazım. Türkiye'de ne yazık ki bu iki evre yeterli şekilde gerçekleştirilmediği için afete müdahalede bir takım sorunlar yaşadık. Peki bundan sonra erken iyileştirme, iyileştirme gibi şeyler fazlar gelecek. Peki ne yapılmalı burada? Yani en azından o dönemi daha sağlıklı ve verimli geçirebilmek için nelere ihtiyacımız var?
S.Ö.: Şimdi birincisi hala daha geçici barınmayla ilgili sorunlar var. Yani bence akıl almaz bir durum. Evet 360 bin çadır falan söyleniyor ama sonuçta 130 bin evin yıkılmış, ağır hasarlı olduğu ve 13.5 milyon insanın yaşadığı, hala en az 7-8 milyonun bölgede olduğu bir yerde geçici barınma alanlarıyla ilgili çok daha hızlı hareket edilmesi lazım. Bu barınma alanlarının da özellikle aşırı kalabalık durumda bazıları, böyle bir sorun var. Bazı yerlerde bir planlamayla ilgili şeyler var. Dolayısıyla bu barınma meselesi kritik. Barınmayla beraber aynı anda da sanitasyon, hijyen meselesi kritik. Bölgede çok ciddi bir şekilde duş, tuvalet, temiz çamaşır, çamaşırların yıkanması vesaire gibi alanlara ihtiyaç var. Özellikle çocukların, özellikle kadınların burada daha özel ihtiyaçları var. Buraya dikkat çekmek isterim. Evet beslenme için seferber olunuyor. Zaten depremden buraya geçmiş 17 gün, 17 günün sonunda tabii ki orada artık bir kap işte ne bileyim çorba bir kap bir yemek bir şeyler verilecek tabii, veriliyor. Ama bir takım özel ihtiyaçları olan gruplar var. Örneğin nadir hastalıklara sahip olan insanlar var. Buralara dikkat edilmesi gerekiyor. O yüzden bu sanitasyon ve hijyen meselesine dikkat çekmek isterim. İlk iki gün, üç gün, dört gün duş almayabilirsiniz ama zaman içerisinde bu da çok ciddi bir toplum sağlığıyla ilgili mesele haline geliyor. Üçüncüsü bir vaka yönetimine de ihtiyaç var. Yani hala çadır alamayan insanlar var. Bu lojistik hatlarından yararlanamayan insanlar var. Yani bizim nerede kimimiz var? Kim alabiliyor, kim alamıyora daha iyi bakmak lazım. Bu yönlerde talepler var. İyi işler yapılan ilçeler, iller var, daha organize olan yerler var. Biraz daha sıkıntılı olan yerler var. Buralarda daha bir mikro seviyede bakmak gerekiyor. Onu söylemek gerekir. Köylere özel bir gözle bakılması gerekiyor. Köyler, tabii afet çok büyük olduğu için bir an önce kent merkezlerine doğru gidilmeye çalışıldığı için köyler, daha geç yardım alabildiler. Gerek arama kurtarma gerekse lojistik açısından. Köylere bir gözle bakmak lazım. Tabii köylerin önemli bir bir başka boyutu var orada çok ciddi bir canlı hayvan popülasyonu da var işte orada yemle desteklenmeleri gerekiyor. Oradaki belki hayvanların zarar görmesi, ölmüş olması durumunda halk sağlığı tehdidi oluşturmaması gerekiyor. Dolayısıyla köylere bir başka gözle bakılması gerekiyor, bakılıyor
E.C.: Suat köylerle ilgili olarak bir şey sormak istiyorum. Şimdi bir de kentten köylere doğru bir deprem sonrasında bir bir göç var.
S.Ö.: Tam olarak onu söyleyecektim. Şu anda bizim köyü gördüğümüz yerlerin bir kısmı belde ve ilçeleşmeye doğru gitmiş durumda olan yerler var Elvan. Çünkü kentlerin önemli bir kısmı boşalmış durumda yani. Biz bunu ilk Adana'dan başladık biz çalışmamıza, Psikologlar Derneği olarak. Adana, Osmaniye, Hatay, oradan Antep, Adıyaman, Malatya ve Maraş'a doğru böyle bir seyir izledik. İlk Adana'ya girdiğimizde fark etmiştik. Yani bomboş bir kent, hiçbir ışık yanmıyordu. Sonra gittiğimiz her yerde aynısını gördük. Tabii ki doğal olarak insanlar hani bir kurtulma şansı bulduklarında çıkıp başka yerlere doğru göç ettiler. Burada ilk göç ettikleri yerler de genelde köyleri oluyor. İşte yaylalar oluyor gibi ya da büyük şehirlerdeki diğer kentlerdeki akrabaları oluyor. Mesela bu göç meselesi kritik bir mesele. Birazdan psikososyalle ilgili konuşacağımız tarafta da konuşuruz. Şu anda aslında afet bölgesi ikiye ayrılmış durumda; bu 13.5 milyon insanın ya da işte ne kadarsa bunların bir kısmı hali hazırda kendi kentlerindeler. Ama bir o kadar insan da başta Adana, Mersin, Antalya, İzmir, İstanbul ve İç Anadolu'nun bazı kentleri olmak üzere oraya doğru göç etmiş durumdalar. Bu da bence farklı düşünmemizi gerektiren bir durum. Yani bir afet bölgesi var. Sadece orada hizmet etmemiz gerekmiyor. Bu bence bütün operasyonlar için göz önüne alınması gereken bir konu. Başka bir konu kültürel miras meselesi. Başta Antakya olmak üzere bir dünya tarihi var orada. Ona özel bir gözle bakılması gerekiyor. Kurtarılabilecek olanların insanlık tarihi açısından kurtarılması gerekiyor. Bölgede bu göze ihtiyaç var, açıkçası bunu söylemek gerekir. Ve hukuksal süreç meselesi. Yani bu işlerden kim sorumluysa bunların hesabının sorulabilmesi bugün tedbir alınmasıyla mümkün. Yani sadece avukatların bir binanın önünde nöbet beklemesiyle değil, örneklerin doğru alınması vesaire gibi. Tabii bu konuda TMMOB, Mimarlar Odası benden çok daha doğru şeyler söyleyeceklerdir. Ama delillerin karartılmaması lazım. Oradaki hukuksal sürecin doğru yönetilmesi lazım. Burada baroya da meslek odalarına da çok görev düşüyor.
Toplumda güçlü bir dayanışma var. Saraydan bakarak topluma kendisi gibi düşünmeyen insanlara saldırmamak gerekiyor. Yöneticilere düşen temel görev, herkesi bu sürecin bir parçası olarak tutmak
S.Ö.: Ve son olarak da şunu söyleyeyim; toplumun büyük bir dayanışma duygusu var. Bu dayanışma duygusunu toplumu ayrıştırarak bölmemek gerekiyor. Yani bir saraydan bakarak yani topluma kendisi gibi düşünmeyen insanlara saldırmamak gerekiyor. Yöneticilere düşen temel görev, herkesi bu sürecin bir parçası olarak tutmak. Bunu da söylemek gerekiyor. Her kamu kaynağını da bu depremzedelere açmak gerekiyor. Bunu yaparken de başka alanlarda ülkenin geleceğine yönelik eksiklik yapılmaması gerekiyor. Örneğin üniversite öğrencilerinin yaşadığı sorun gibi. Bir yeri düzeltmeye çalışırken diğer tarafları değil, kamunun kaynağı ellerimizde olan kamu binaları, işte ne bileyim saraylar, ne bileyim birtakım boş konutlar vesaire gibi alanları kullanmak gerekiyor. Çünkü milyonlarca insan göç edecek. Ve benim alanım için söyleyeyim. Ciddi bir psikososyal destek sürecine ihtiyaç var. Şöyle hepimiz bundan çok etkilendik. Ben şimdi dün akşam itibariyle İstanbul'a geldim. Buradaki arkadaşlarımla da bugün sabahtan bu yana önce ailem, sonra onlarla görüşüyorum. Müthiş bir etkilenme görüyorum burada. Yani sadece deprem bölgesinde değil buradaki insanlarda. Tabii İstanbul'un özel bir konumu da var,ciddi bir tehditle karşı karşıya, yani geçerken onu da söylemek gerekir. Tehdit alan, tehdit altındaki kentler için de hızlı bir afet riskinin azaltılması sürecinin başlaması lazım. Çok geç kalmış bu sürecin, süratle başlaması lazım açıkçası.
Travmalarımızı toplum temelli çalışmalar ve psikososyal destekle aşabiliriz
S.Ö.: Fakat büyük bir travmayla karşı karşıya kaldık yani resmi rakamlara göre zannediyorum en son 42 bin küsur, 42 bin 310 kişi. Gerçek rakam bunun çok üzerinde olduğunu tahmin ediyorum, düşünüyorum. İnşallah öyle değildir, yanılıyorumdur. Bu kadar kaybın olduğu bir durum. Bu kadar sosyal medyanın, bu kadar televizyonların işlediği bir durumda bütün toplum olarak aslına bakarsanız bu süreçleri yaşıyoruz. Şimdi o yüzden toplumun yeniden işlevsel bir hale gelebilmesi, yeniden kendi yaşamını kurgulayabilmesi açısından bu süreç çok önemli. Biz buna psikososyal destek süreci diyoruz. Çünkü insanlar böylesi afetlere maruz kaldıklarında çok doğal tepkiler veriyorlar. Yani şu anda verdiğimiz tepkiler, hepimiz yaşıyoruzdur bunu. Az ya da çok en azından birçok insan yaşıyordur kendilerinde. Bir aşırı uyarılmışlık halimiz var çünkü, bu yaşantıları yeniden yaşantılıyoruz. kaçınıyoruz belki. Bazılarımız tamamen bunlar olmamış gibi davranıyoruz. Çeşitli belirtileri var, hepimizde. İşte bunların fiziksel olanları var, duyusal olanları var, bilişsel olanları var. Ne bileyim. Bazılarımız aktivitelerimiz azalmış durumda. Hiçbir şey yapasımız yok. Elimizi kolumuzu kaldırasımız yok. İletişim güçlüklerimiz, öfke patlamalarımız, uyuyamamamız, yemek yiyemememiz gibi işe konsantre olamamamız gibi ya da ne bileyim bir takım alkoldür, sigaradır, ilaçtır kullanımında artış gibi içe çekilme gibi birtakım bazı fiziksel belirtiler yaşıyoruz. Ya da efendim işte kafamızı toplayamıyoruz, bir kafa karışıklığı hali var. Bir kavramada yavaşlık hali var, dikkatimizi toplayamıyoruz. Sürekli bu afetle ilgili düşünüyoruz gibi bilişsel süreçler var. Huzursuzluk gibi, üzüntü gibi ki çok normal bunlar. Rahatsız edici rüyalar görmek gibi, suçluluk duymak, umutsuzluk duymak. Bizim örneğimizde çaresizlik duygusu gibi çok fazla sayıda duyusal, duygusal süreçler var. Yine bunların yansıması olarak yani tüm bu tepkilerin yansıması olarak, ailemizden, arkadaşlarımızdan uzaklaşmak gibi, aktivitelerimi azaltmak gibi. Sürekli bu yaşadığımız dinlediğimiz işleri anlatma ihtiyacı içinde olmak gibi. Öfke patlamaları, ağlama nöbetleri gibi. Birçok sayıda da davranışsal ve sosyal tepkilerimiz var. Dolayısıyla bu hepimizin yaşadığı bir süreç. En çok tabii ki afete maruz kalmış, afeti deneyimlemiş, depremi deneyimlemiş kişilerde, tabii ondan sonra onlara hizmet vermiş olan çalışanlar olmak üzere, gönüllüler olmak üzere ve ardından da biz. Yani ikincil bir travmaya maruz kalan diğer büyük toplum kesimleri. Hepimizde az ya da çok etkisi var. Bu tür afetlerde böyle bir şeyle karşılaştığımızda toplumun büyük bir kısmı. Doğru müdahaleler yapıldığında onlara yeterli destek verildiğinde çok önemli bir sonuç yaşamadan tabii ki üzüntülerini yaşayarak, tabii ki sıkıntılarını yaşayarak ama belirli bir vadede bu sıkıntıyı atlatırlar doğru psikososyal destekler olursa, bu toplum temelli çalışmalardan bahsediyorum. Böylesi bir afette doğrudan bireysel bir yaklaşımla yaklaşmamak dünyanın da kabul ettiği bu. Tabii ki bireysel destek alacak olan yurttaşlar da olacaktır. Arama kurtarmacılar olacaktır, çalışanlar olacaktır, sadece burada olup etkilenenler olacaktır ama öncelikle toplum temelli bir psikososyal destek müdahalesi yapmamız lazım. Bunun için de toplumsal dayanışmanın insanlar tarafından hissedilmesi çok önemli. Paylaşımlar çok önemli. Biz de geldik raporumuzu hazırladık, bugün kamuoyuyla paylaşacağız şu saatlerde, yakın bir zaman içinde psikologlar derneğinden yayınlanıyor olacak bizim de raporumuz. Birincisi en temel tespitimiz; iki afet alanımız var, bir tanesi mevcutta yaşanılan yer, bütün bu iller, bir tanesi de göç alan kentler, çünkü bütün bu depreme maruz kalan, depremi yaşayan insanlarımız bu kentlere geldiler ve üçüncü grup olarak tabii ki bizim gibi insanlar. Dolayısıyla bütün kurgumuzu buna göre yapmalıyız. İkincisi; toplum temelli çalışmalar yapmalıyız. Özellikle çocuklar gibi, kadınlar gibi, yaşlılar, ergenler ki çok unutulan bir gruptur afet operasyonlarında. Buna dikkat etmek gerekir. Özel ihtiyacı olan gruplar gibi ve engelliler gibi gruplar için özel ihtiyaçlarını göz önüne alan birtakım destek çalışmalarına ihtiyacımız var. Genellikle afet operasyonları, siz de biliyorsunuz, çok bir genel insan tipine yöneliktir. Oysa örnek olarak söylüyorum. Siz düzenli bakım alan ya da akut tedavide olan bir bireyseniz şu an itibariyle bütün bu tedavi süreciniz durmuş demektir. Oysa sağlık beklemez. Dolayısıyla bu ve bunun gibi meseleleri de göz önüne alan, işte işin sosyal boyutu budur. Bunlar göz önüne alınırsa o zaman psikolojik belirtilerle ilgili olarak daha olumlu bir noktaya gelinir. O nedenle bütün bunları göz önüne alan operasyonlara ihtiyacımız var.
E.C.: Peki bu toplum temelli destek dedin, bunu biraz daha açar mısın? Yani ne yapılabilir? Orada depreme maruz kalmış olan insanların günlük yaşantı içerisine daha fazla katılımları, kendi problemlerini kendi çözebilme yetisinin geliştirilmesi filan gibi birtakım çalışmalardan mı bahsediyoruz yoksa daha başka bir şeyler de mi var?
Ortalama bir tiplemeye değil toplum içindeki farklı ihtiyaçlara cevap verilmeli
S.Ö.: Şimdi öncelikle şu. Temel ihtiyaçların barınma, beslenme temizlik gibi süratle o bölgede tesis edilmesi lazım. En temel ihtiyaç bu. Bunun yapılmasıyla birlikte buradaki gruplara özgü olarak çalışmaların yapılması lazım. Örneğin çocuklar yalnızca kendileri açısından değil aynı zamanda başta anneleri olmak üzere babaları olmak üzere ve diğer yetişkinler olmak üzere ailede çok önemli bir grup. Çocuklara bir an evvel bir tür okullaşma, bir tür belirli bir alanda birlikte zaman geçirme fırsatı yaratılması lazım. Şu anda da çadır kentlerde Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın birkaç tane çadırları var. Biz gördük. Orada bizim meslektaşlarımız psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, psikiyatristler, PDR uzmanları çalışıyorlar. Bunların süratle güçlendirilmesi lazım. Biz de dernek olarak bakanlıkla birlikte çalışıyoruz. Sahaya çok daha fazla sayıda uzman arkadaşımızı göndermeye çalışıyoruz. Çünkü çocuklar rutini sever. Çocuklara bir rutin oluşturulduğunda yetişkinler de biraz daha kendi acılarıyla kendi dertleriyle, kaygılarıyla daha kolay baş edebilirler. Bir dinlenme alanı olabilir. Çünkü böylesi afetlerde özellikle kadınlar bir birey olarak ihtiyaçları olduğu gibi aynı zamanda temel hizmet veren pozisyonuna geldiklerinden bu çok daha yıpratıcı bir süreç olabiliyor. Özellikle annelerin de bu süreci kendilerini deneyimleyebilmeleri, düşünebilmeleri acılarını yaşayabilmeleri açısından da kritik. Dolayısıyla bu altyapının kurulması lazım. Biz Van'da mesela bunu süratle kurmaya çalışmıştık. Çadır kentlerde ve çok etkili oldu. Bu lojistik açısından bile etkilidir. Bu arada çocuklar ailelerle temas kurmak için önemli bir gruptur. Ailelerin içerisinde bir sıkıntı varsa onu anlamak, bir ihtiyaç varsa anlamak. Çünkü her birey eşit derecede kendini ifade edemeyebilir. Anneler babalar kimi çekingen olabilir. Kimisi bir sorunu dışarıya yansıtmayı kültürel nedenlerle doğru görmeyebilir. İstenmeyen şiddet ve benzeri başka meseleler söz konusu olabilir. Yardımlardan yararlanamama durumu söz konusu olabilir. Dolayısıyla bütün bunlar açısından da kıymetlidir bu düzenin sağlanması. Yaşlılar çokça atlanan bir gruptur. Onların mesela şu anda refakatsiz kalmış olan yaşlılar var. Yani bakımından sorumlu olan kişileri kaybettikleri için mesela ya da kendileri normal bir kent yaşamında bir fonksiyon gösterebilirken şu anda o altyapı ortadan kalktığı için çok ciddi sorunlar yaşayanlar olabilir. Özel bir gruptur. Dikkat edilmesi gerekir. Programın başında da söylemiştim zannediyorum. Ergenler özellikle lise çağlarında olanlar bunlarla ilgili olarak birtakım sosyal çalışmalar yapmak, psikososyal destek faaliyetleri yapmak önemlidir. Onları örgütlemek, ufak gönüllü faaliyetler yaptırmak, sosyal dinamiği çok güçlü bir yaş grubudur. O sosyal dinamikten yararlanarak birbirlerinin sağaltım süreçlerine destek vermelerini sağlamak mümkün olabilir. Bunun için grup çalışmaları yapmaya çok müsait bir gruptur. Kendileriyle birlikte topluma da dönüşü olan bir gruptur. Onlarla yapılacak faaliyetler olacaktır. Biraz önce söyledim özel ihtiyaçları olanlar olacaktır. Ve tabii hiç unutmamamız gereken meselelerden bir tanesi engelliler var. Engellilerin doğal olarak kendi engel gruplarına göre ihtiyaçları olan konular var. Onlara dikkat etmemiz gerekir. Ve tabii bir de Türkiye'nin bir gerçeği var. Şu anda çok sayıda milyonlarca mülteci ülkemizde yaşıyor. İkinci bir kez bir travmaya maruz kalıyorlar. Önce ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Şimdi bulundukları yerler, her neresiyse, Hatay, Maraş, Adıyaman vesaire. İkinci kez bunu yaşıyorlar. Ve bu tabii birtakım gerilimler de oluyor. Örneğimiz Hatay'dayken böyle bir gerilim oldu. Bir çadır kent boşaltıldı vesaire mülteciler var, başkaları girdiler içeriye filan. Doğal olarak bu bir gerilim alanına da dönüşüyor. Kentler boşalıyor, kentler boşaldıkça oradaki demografik yapı buna göre değişiyor doğal olarak. O yüzden bu da yine göçle ilgili çalışan kurumların özellikle hassas olması gereken, çalışması gereken bir alan. Özellikle dil bariyeri gibi konularda da desteğe ihtiyaç var. Yani diyeceğim buradaki bütün grupları gören, bütün gruplara bir biçimde destek veren algılayan bir şeye ihtiyacımız var.
S.Ö.: Biz burada ne yapıyoruz? Onu da söyleyeyim. Bir bu merkezlerde yani bu sorunların yaşandığı merkezlerde psikologlar derneği olarak başlangıç olarak sekiz noktada psikolog arkadaşlarımızla beraber yine diğer meslek gruplarındaki arkadaşlarımızla birlikte ben şunu söylemek isterim, yani Türkiye'nin bence mutlu olması gereken, övünmesi gereken işlerden biri; 99 depreminden bu yana bizim sektörümüzdekiler en azından psikologlar, psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları ve PDR çalışanları birlikte afet operasyonları kurduk. Yani bu 17 Ağustos'ta da böyleydi, Van'da da böyleydi, Soma'da da böyleydi, efendim Hatay sel felaketinde de böyleydi. Dolayısıyla bence bu çok önemli bir şey. Başka grupların da buna ihtiyacı var bence. Yani kentleri yeniden tasarlayacak olan meslek gruplarının hasar tespiti yapacak grupların falan gibi. Ama bizim sektörümüzün çok kıymetli bir şey olduğunu düşünüyorum. Yine bu arkadaşlarımızla birlikte oralarda hizmet vereceğiz. Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın çadır kentlerde ve konteyner alanlarda mekanları olacak. Biz buradan gönderdiğimiz arkadaşlarımızla birlikte onları toplu bir alanda tutup Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın kurmuş olduğu alanlarda veya diğer sivil toplum örgütlerinin diğer bakanlık kurumlarının da belki olabilir bunların alanlarına destek vereceğiz. Bizim hesaplarımıza göre bir yıl kadar en azından başlangıç olarak kalınması gerektiğini düşünüyoruz. Dört binin üzerinde psikoloğa ihtiyacımız var. Belki bu sayının daha fazla artması durumu da söz konusu olabilir. Bu sekiz noktada başlangıç olarak yapacağımız ve bunların tabii mobil ekipleri de olacak, yani yalnızca çadır kentlerde değil. İşte çok sayıda köy var. Köylerin bir kısmı olmuş. Büyük konteyner kentleri haline dönüşmüş durumda. Bunları da gezerek, bunların ihtiyaçlarını da görerek topluma, doğru grup müdahaleleri yapmamız lazım. Çünkü bunları yaptığımızda daha sonraki zamanlarda görülebilecek, ilerleyen aylarda, yıllarda görülebilecek birtakım post travmatik sorunları engellememiz mümkün. Dünya literatüründe böyle. Doğru müdahale, doğru destek yapılabilirse bunları sağlamak mümkün. Bizim hedefimiz de bu. Bir ana operasyon ayağımız bu. Diğeri de halihazırda başladı. Bizim psikologlar derneği olarak Ankara'da genel merkezimiz var. İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya, Eskişehir, Samsun şubelerimiz var. Buralarda ve diğer arkadaşlarımız da kendi kentlerinde psikologlar derneğine bağlı olanlar halihazırda göç etmiş olan yurttaşlarımıza yönelik hizmetleri başlatmış durumdayız. Bu ikinci ana alanımız. Yani belki bir psikolog arkadaşımız afet bölgesine işte bir yedi, sekiz gün gidecek ama geri kalan dönemlerinde de kendi kentinde gönüllü olarak hizmet vermeye çalışacak. Bu bizim meslek grubu olarak çok içselleştirdiğimiz bir süreç; afetlerden sonra gönüllü olma meselesi, bunu yapacağız. Üçüncüsü ve çok kritik olan çok organize yapılması gereken işlerden bir tanesi de afet alanında çalışmış olan kamu personeline orada çalışmakta olan afeti yaşamış ve dışarıdan gitmiş, destek olmuş yine kamu personeli ve sivil toplum örgütlerinin ya da inisiyatiflerin ya da işte bağımsız gönüllü insanlarımızın bir psikososyal destek almaları. Çünkü onlar çok acı tablolarla karşılaştılar. Depremin ilk gününden ilk saatlerinden beri orada olan gerek yerelde çalışan, gerek sonradan giden memurlarımız, çalışanlarımız, gönüllülerimiz var. Yurttaşlarımız var. Onlara yönelik olarak da bizim çalışana destek dediğimiz modüllerimiz var. Uzman hocalarımızla birlikte, psikologlarımızla birlikte bunları sağlayabiliriz. Tabii iyi bir haber olarak şunu söyleyebilirim. 99’da biz buna başladığımızda dünya için çok yeni bir alandı. Bir Amerika'da vardı biraz. Afet, psikososyal çalışmaları. Bir Danimarka'da büyük bir gemi kazası olmuştu. Orada biraz bir şeyler vardı. Aslında Türkiye depremi, psikososyal müdahaleleri açısından dünya içinde bir laboratuvar örneği yaşadı. Dolayısıyla Türkiye bu alanda dünyadaki birçok ülkeden bütün meslek grupları için söylüyorum Türkiye'de önde bir durumumuz var. Ben 97 mezunuyum. O zaman dokuz üniversite vardı. Şimdi 100’ün üzerinde sadece psikoloji alanında var. Diğer alanlarda da saydığım meslek gruplarında da çok sayıda alan var. O yüzden bunlar da aslında ileriye gitmiş olduğumuz şeyler. Örneğin eğitim materyallerimiz var. Hazır eğitimler almış arkadaşlarımız var. Kamu kurumlarında zamanında yapmış olduğumuz çalışmalarımız var. Örneğin Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığının birçok personeli bunları önceden aldılar bu hizmetleri ve şu anda da sahada gerçekten iyi işler yapan il müdürlüklerinden arkadaşlar var. Onları görüyoruz. Gezdik, dolaştık hepsini. Hemen o aldıkları eğitimler çerçevesinde eldeki imkanlar çerçevesinde sistemi kuranlar var. Hep birlikte tüm bu yurttaşlarımız için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyor. Burada da beklentimiz sivil toplumun biraz daha özgür bırakılması. İnsanların kendi yardım yapmak istedikleri, kendi destek olmak istedikleri kurumlara desteklerini rahatlıkla sunabilmeleri ve herkesi toplayan, birleştiren, bir araya getiren barışçıl, insancıl, kapsayıcı bir dile ihtiyacımız var. Çünkü toplumlar ancak dayanışmayla kendi yaralarını toplayabiliyorlar. Dolayısıyla hani belki de psikologlar olarak söyleyeceğimiz birbirimizi esirgememiz lazım. Hangi siyasi görüşten olursa olsun birbirimizi esirgememiz lazım ve toplumun dayanışma dinamiklerini ortaya çıkaracak olan her türlü operasyonu, her türlü kurumu desteklememiz lazım. Benim görebildiğim bu.
Çok sayıda kurumla görüşüyoruz. Desteklerini vermek isteyen kurumlar var. Yurttaşlar var. Bunlara minnettarız, çok teşekkür ediyoruz. Eğer bizi desteklemek isteyen, gerek bireyler olursa gerek emeğiyle, gerek bilgisiyle, gerek katkısıyla bizi desteklemek isteyenler olursa lütfen bizim şubelerimizde bulundukları yerlerde genel merkezimizde temasa geçsinler. Bugün bizim Türk psikologlar Derneği'nin Genel Başkanı Cem Şafak hocamız alanda, o da alana gitti. Biz bir öncü ekip olarak süratle bütün bölgeleri gezdik. O da şimdi bir başka ekiple alanda. Dolayısıyla alanı gözlemeye, alandaki yeni bilgileri toplamaya da devam ediyoruz. Bütün Türkiye'ye çağrımız şu; bir ve birlikte olabilirsek bizim gibi kurumları da desteklerlerse, sadece biz değil diğer meslek örgütleri de yani sadece psikologlar derneği yok. Diğer meslek örgütleri de var. Bu meslek örgütleri bilimin ışığında güzel işler yapan örgütler. 25 yıldır kendilerini ispat etmiş olan örgütler. Bu adını saydığım örgütler, psikologlar, psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları, PDR'ciler, çocuk gelişimciler, alanda şu anda hani sayamadıklarım varsa özür dilerim. Bütün bu gruplar sonuçta önemli işler yapıyorlar. Bunlara toplum daha çok destek verirse biz çok daha hızlı bir müdahalede bulunuruz. Meslektaşlarıma çağrım da şudur; afet olduktan sonra en son sayı sekiz bin altı yüzün üzerindeydi. Ben herkese minnettarım. Sekiz bin altı yüz psikolog “ben varım” dediler. Ya bu müthiş bir rakam ki bundan önemli bir kısmı hani daha önce belki dernekle temas etmemiş arkadaşlarımızdı. Biz hep birlikte bu yükü kaldırırız. Çok büyük bir yük.
G.E.: Suat Bey artık kapatmak zorundayız. Çünkü süremizi aştık ama önümüzdeki programlarda mutlaka çalışmalardan tekrar bahsetmemiz gerekecek. Çok Çok teşekkür ederiz size. Sağ olun.