İbrahim Betil ile depremin ardından çocukların eğitim sürecini konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür: Bugün konuğumuz İbrahim Betil. Açık Radyo programcısı ve tabii birçok başka özelliği de var. Gerektiğinde program içinde onları da sıralamaya başlayacağız. İbrahim, hoş geldin.
İbrahim Betil: Merhaba, hoş bulduk. Teşekkür ederim.
G.E.: Nuray hocam, Elvan Cantekin, sizler de hoş geldiniz programa. İbrahim Betil, ‘99 depremlerinde hem bölgede çalıştı hem İstanbul'da birçok faaliyeti organize etti. Bu faaliyetlerden en önemlisi de özellikle bölgede bir eğitim kurumu oluşturması, bir okul inşaatının gerçekleştirilmesi ve aynı zamanda da İstanbul'daki ENKA okullarında da özellikle depremden etkilenmiş olan, ebeveynlerini kaybetmiş olan çocukların eğitimlerinin sürdürülmesi konusunda önemli destekleri oldu. Ama o kısmına geçmeden önce İbrahim, özellikle bugünü nasıl yorumluyorsun? Belki ‘99’la bir birçoğumuzun yaptığı gibi bazı karşılaştırmalar da yapıyor olabilirsin. İlk değerlendirmelerini, düşüncelerini alabilir miyiz?
İ.B.: ‘99’la bugünü karşılaştırdığımda… bugün sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına önem verilmiyor. Her şeyi devlet ve devlet mekanizmasındaki kuruluşlar yapmaya çalışıyor. O nedenle yetersiz olduğunu düşünüyorum bu dönemde yapılanları. Özetle bu.
G.E.: Bölgeyle hiç ilişkin oldu mu? Ve herhangi bir faaliyet yürütüyor musun?
İ.B.: Şu andaki bölgeyle mi?
G.E.: Evet, şu andaki deprem bölgesi ile tabii.
İ.B.: Tabii. Toplum Gönüllüsü gençler bölgede bütün illerde gönüllü olarak çalışmalar yapıyor ve bu çalışmalarla da ilgili olarak da çeşitli kuruluşlardan bağışlarla, bu çalışmaların gerçekleşmesini ve binlerce insana dokunmasını sağlamış bulunuyoruz.
G.E.: Biz TOG’la da yani Toplum Gönüllüleri Vakfı’yla da bölgedeki çalışmalarıyla ilgili program yapacağız. Ama çok kısaca şu an itibariyle bölgede esas olarak nerede yoğunlaşıyorlar ve hangi destekleri oluşturmaya çalışıyorlar? Bu konuda da biraz bilgi verebilir misin bize?
İ.B.: Tabii, veririm. Hatay'da önemli çalışmalar yapıyor oradaki gençler. Hatay EXPO'da 160, Maraş Pazarcık'ta 70, Adıyaman'daki depoda 20 gönüllü olmak üzere, toplam 250 gönüllümüz var şu anda sahada çalışan. Depoda tır indirme, tasnif, paketleme çalışmaları yapıldı. Depo çalışmalarına ek olarak saha ihtiyaç tespiti yapılıyor. Araçlarla yardımlar ulaştırılıyor. 10 araç devreye girdi bugün itibariyle. Hatay'a gönderilmek üzere 3 adet konteyner alındı. Konteynerlerin ikisinde altı tuvalet ve üç lavabo, birinde dört tuvalet, iki banyo, üç lavabo var. Antep'te çocuklarla çalışma deneyimi olan gönüllülerle İl Milli Eğitim Spor Salonu'nda çocuklarla buluşuldu. Yani 64 gönüllü daha bugün itibarıyla Hatay'a yola çıktı. Daha önce alınan 50 çadıra ek olarak üç çadır, iki jeneratör ve elli kamp yatağı gönderildi. Samsun Atakum Belediyesi düğün salonunun deposuna 50 gönüllü yönlendirildi. Oradan 186 kişilik mont, 162 termal çorap, 34 powerbank ve farklı kıyafetler yola çıktı. Yani bunun gibi 200 uyku tulumu, 50 ısıtıcı, 50 adet katlanabilir kamp yatağı… 40 kadar kamu kurumu ile iletişime geçildi. Yani daha pek çok çalışmalar yaparak devam ediyoruz.
G.E.: Ve oldukça uzun bir süreç olacak herhalde. Yani gene ‘99’la karşılaştırmak gerekirse ilk 60-70 gün içinde esas itibariyle bazı önemli ve öncelikli problemler ortadan kaldırılmıştı. Ama bu konuda sanıyorum özellikle güney ve güneydoğu illerinde gerçekleşen bu depremin iyileştirme çalışmaları oldukça uzun bir dönem alacak. Buna ilişkin bir şeyler söylemek ister misin, gene ‘99 tecrübelerinden hareketle nelerin yapılması, nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda?
İ.B.: Bundan sonrası için hala ders alamıyor devlet yöneticileri. Bence bu denetim sisteminin inşaatlarda ciddi şekilde ele alınması lazım ve bu denetim sistemi olmadığı sürece herhangi bir depremde çok daha fazla büyük kayıplar vereceğiz. Bunun ben çok önemli olduğunu düşünüyorum.
G.E.: Elvan’ın bir sorusu var herhalde.
Elvan Cantekin: Merhabalar İbrahim Bey, nasılsınız?
İ.B.: Merhaba. Hoş geldin sen de. Sağ ol, iyiyim.
E.C: Şimdi esasında konuşmanızın başında bir şey söylediniz. ‘99’la kıyasladığımız zaman bu depremde sivil toplum kuruluşlarının çalışmasına izin verilmiyor veyahut da çok kısıtlı bir çalışma yapıyorlar. Bunu biraz daha açmak mümkün mü acaba? Yani ‘99’da sivil toplum kuruluşları ne yapıyordu da bugün yapamıyor? Bunun sahaya yansımaları ne? Bu konuda biraz daha bilgilendirmek mümkün mü insanları? Çünkü hakikaten biz de bunu günlerdir söylüyoruz, sivil toplum kuruluşları çok fazla sahada etkin olamıyorlar ve bunun da getirdiği birtakım sorunlar var diye. Sizden de bir dinleyebilir miyiz bunu?
İ.B.: ‘99’da benim, yani demin Gürhan da bahsetti, depremden sonra herhangi bir şekilde devlet desteği almadan, bireysel olarak, bırakın yani sivil toplum kuruluşu olarak, bireysel olarak yaptığım önemli şeyler oldu: Adapazarı'nda bir okul kurmak, oradaki işte ailesini kaybetmiş çocuklara tamamen yüzde yüz burslu olarak barınma alanlarını sağlamak, orada pek çok insana çadırlar götürmek. Bunları hep bireysel olarak yaptım, o zaman hiçbir şekilde devletin herhangi bir engeli olmadı. Yani şunu anlatayım size, ilk deprem olduğunda benim Çin'den bir arkadaşım, kendisi Çin Uygur Türkü, çadır göndermek istediğini söyledi. Türk Hava Yolları'yla görüşmüş, tamam dedim, çok iyi olur. Çadırları gönderdi. Kime gönderdi? Bana gönderdi. Ben orada o çadırları almaya gittim. Dediler ki, “Yok, bu doğrudan Kızılay'a gidecek.” “Nasıl Kızılay'a gidecek bu? Bana geldi” dedim. Kızılay ne yapacağını ne biliyor. “Yok, yasal olarak veremeyiz” dediler. Ben de bunun üstüne bir gazeteci arkadaşıma söyledim. Ertesi gün ben dedim, orada oturacağım, bir protestoya gideceğim. Gazeteci de bunu yazdı. Ben kalktım ertesi gün bir tane ufak oturacak iskemle aldım kendime. Kalktım Yeşilköy Havaalanı'na doğru gidiyorum. Giderken beni bakanlıktan aradılar. Gazetede okumuşlar benim protestoya gideceğimi. Dediler ki “Siz nereye gidiyorsunuz?” Dedim “böyle böyle, çadırlar geldi, ben bunları Adapazarı'na götüreceğim, çadırları vermiyorlar. Onun için ben gümrük binasının önünde oturup protesto yapacağım.” Beni bakanlıktan arayan yetkili dedi ki, “Aman” dedi, “Nolur” dedi. “Gümrük şeyinde yapmayın bunu, orası değil ilgili alan. Karşı tarafta afet şeyi var” dedi. “Acil giriş var, orada oturun” dedi. Yani bana yol gösteriyor. Kalktım gittim, orada oturdum. Biraz sonra Kızılay'dan aradılar, ben otururken, başkan aradı. Dediler böyle böyle, “Biz size vereceğiz çadırları. Gelin Gebze'de depomuzdan alın.” Ben dedim “Gebze deposuna gidip alamam. Siz onu buradan aldınız. Tekrar buraya getirin.” Oturdum, iki saat sonra kamyon geldi. İçinde çadırlara baktık. Tamam, dedik. Bunlar bizim çadırlar, Çin'den gelen. “İndirmeyin çadırları, şimdi beni takip edin” dedim. “Adapazarı'na gideceğiz.” O kamyon beni takip ederek Adapazarı'na gitti. Şimdi bütün bunları anlatıyorum. Bu dönemde ben bunu, bugün yapmaya kalksam mümkün değil yapamam. ‘99’dan bu yana o nedenle çok şey geriye gitti. Sivil girişimleri, bu tür yardımları engellemek için her türlü adımları attılar, atmaya da devam ediyorlar.
G.E.: Evet, bölgede de karşılaşılan pek çok problemi biliyoruz. İbrahim’in anlattığı olayın tamamına da şahidim. Çünkü Açık Radyo’dan da bir ekip olarak kalkıp ona destek olmaya gitmiştik. Hakikaten, yani bir tarafıyla komik bir olaydı, bir tarafıyla hakikaten garip bir olaydı. Bir acayip yani. Elvan hattımızdan düşmüştü, onu tekrar aldık. İbrahim biraz da öğrencilerin eğitimlerine devam etmesi konusunda yapılan çalışmalara da değinebilir misin?
İ.B.: Adapazarı'ndaki okul… Orada işte rahmetli Şarık Tara'nın çok büyük desteğiyle bir okul yapalım dedik. Kalktım ben, işte birinci haftada orada Vali’ye gittim. “Benim” dedim, “bir araziye ihtiyacım var. Okul yapacağız.” Vali'nin odası tıklım tıklım dolu, herkes sıkıntısını anlatıyor. “Git” dedi, “Nereye isterseniz yapın” dedi. Yani böyle bir şeye izin vermiyorum falan değil. Kalktık, işte biraz şehrin dışında bir alan bulduk. Orada da bir mahalleye, köye ait bir alan. Orada köyün muhtarıyla konuştum. “Tamam” dedi, “yapın” dedi. Bakın deprem 17 Ağustos'ta oluyor. Ben oraya 24 Ağustos'ta gitmişim okulu yapmak için, araziyi bulmuşuz. 24 Ekim'de biz okulu açtık. 24 Ekim'de! Yani 2 ay sonra. Yani Milli Eğitim'den izin almak yok; Vali’den izin almak, araziyi almak falan, bütün bunlar hiç yok, sıfır. Prefabrik getirdik. Hem eğitim alanları, hem yurtlar; kalacak yerleri, öğrencileri belirledik. Oradaki köylere gidip öğretmenler bulduk. Yani iki ay içinde biz orada okulu açtık. Eş zamanlı olarak da, o zaman ben Eğitim Gönüllüleri Vakfı’ndaydım, Hayat Mahalleleri yaptık. Çeşitli yerde evleri yıkılan insanların barınabilmeleri için orada prefabrik yapılarla oraya mahalleler oluşturduk. Bu da ciddi bir sivil girişim oldu. Yani bugün karavan bile gitmesi için bilmem AFAD'tan, bilmem nereden izin almak gerekiyor. Orada kaç tane mahallede, bölgede Hayat Mahalleleriyle yüzlerce insanın barınabileceği alanlar yarattık.
G.E.: Ve bunlar hala ayakta, değil mi? Yani bunların son durumuna ilişkin de kısa bir bilgi alabilir miyiz senden?
İ.B.: Bunların önemli kısmı tekrardan artık yapıya dönüştü. Yani prefabrik olmaktan çıktı. Ama Hayat Mahalleleri bölgesinde hala onlar devam ediyor.
G.E.: Okulun durumu nedir?
İ.B.: Okul tabii prefabrikten çıktı şimdi. Tamamen yenilendi. Beton binalar oldu. Çok geniş alanda orada devam ediyor. Araziyi de devletten ENKA Vakfı devraldı. Araziyi devretti devlet. Oradan da pek çok genç mezun oldu. Çok başarılı, yani yüzde yüz burslu olarak okuyan, anasını babasını kaybetmiş, barınacak yeri olmayan çocuklar, oradan pırıl pırıl gençler olarak çıktılar. Pek çok önemli üniversitede yüzde yüz burslu okuma imkânı oldu, hatta yurt dışına gidenler bile oldu burslu olarak.
G.E.: Şu andaki durumları sanıyorum, artık hani otuzlu yaşlarına geldiler, değil mi bu gençler?
İ.B.: Tabii, gelmişlerdir.
G.E.: O zamanlar on yaşında olan çocuklar şimdi otuz dört yaşında. Yirmi dört yıl geçti ve anladığım kadarıyla onların gelişmeleriyle de yakından ilgilisin herhalde; kim nerede, ne yapıyor, nasıl?
İ.B.: Yani ben iki sene öncesine kadar, üç sene öncesine kadar yakından ilgiliydim. Sürekli, haftada bir gün en az gidiyordum. O okulun eğitim sistemini çok önemsedik. Uluslararası Bakalorya sertifikasyonu aldı burası. Bir IB okulu haline geldi. Türkiye'de çok az sayıda böyle okul var. Ama ben üç senedir artık devrettim sorumluluklarımı Enka Vakfı'nda, Enka Grubu'nda Sinan Tara'nın kızına, onlar ilgileniyorlar.
G.E.: Sen de dünyanın başka bir coğrafyasında, özellikle Afrika'da, gene çocuklarla çok yakından ilgili projeler yürütüyorsun. Onu da dinleyicilerimize hatırlatmak isterim. Bu faaliyetlerine nereden, nasıl ulaşabiliriz bilmiyorum ama bizi yönlendirebilirsen dinleyicilerimiz de duymuş olacaklardır.
İ.B.: Öncelikle Toplum Gönüllüleri Vakfı’na https://www.tog.org.tr/ sayfasından ulaşabilirler. Yurtdışında en az gelişmiş ülkelerde sürdürülebilir projeler yapan bir derneğimiz var: http://www.sendegel.org.tr/ Ona da bu adresten ulaşmak mümkün.
E.C.: İbrahim Bey, bir şey sormak istiyorum size bu arada. Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG), AFAD’a akredite mi bir gönüllü kuruluş olarak?
İ.B.: Akredite demeyeyim de ona, bir işbirliği yapılıyor orada bizim gençlerimizle. Yani resmi bir akreditasyon yok.
E.C.: Bunu şu amaçla soruyorum. Bu akreditasyon gündeme çok fazla gelen bir konu bugünlerde de. Bu konudaki sizin değerlendirmeniz nedir? Bu akreditasyonun bir şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla, başta AFAD olmak üzere kamu kurumlarının işbirliğini arttırmak ve güçlendirmek amaçlı mı? Yoksa hani birazcık daha böyle sahaya kimler girecek, kimlerle işbirliği yapılacak konusunda kontrol mekanizmalarının daha etkin hale getirilmesi için mi oluşturulduğu gibi bir tartışma söz konusu. Bu konuda sizin bir değerlendirmeniz var mı diye soracaktım.
İ.B.: Bence ikinci söylediğin. Yani sahaya kim girecek kim çıkacak, daha çok o açıdan bakılıyor. Yoksa öyle formal bir şey yok, sözleşme yok aramızda.
E.C.: Bir de sizin geçmişte yaptığınız çalışmalardan söz ederken, ben tabii aynı zamanda Mahalle Afet Gönüllüleri Vakfı’nın da kurucularından birisi olduğunuzu bildiğim için soruyorum. Özellikle bu depremde arama kurtarma çalışmalarının çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olması ve açıkçası arama kurtarma kapasitesinin yetersizliğinin en fazla konuşulan konulardan biri haline gelmesinden hareketle soruyorum. Acaba bu Mahalle Afet Gönüllüleri türü bir yapılanma mevcut olsaydı bu bölgelerde, bu yaşadığımız sorunları bir nebze de olsa azaltmak mümkün olur muydu acaba?
İ.B.: Bence mümkün olurdu. Mahalle Afet Gönüllüleri, o dönemde ‘99’dan sonra çok güzel çalışmalar yaptı senin önderliğinde, aktif çalışmanla. Bence bu dönemde de çok yararlı olurdu ama ne yazık ki o devam etmedi Mahalle Afet Gönüllüleri. İşte tamamen devredilmiş şekilde AFAD, Kızılay, bunlarla uğraşılıyor.
E.C.: Esasında Mahalle Afet Gönüllülerinin bir bölümü hala devam ediyor ve bazıları da bölgede çalıştılar. Onu da ben dinleyicilerimizle paylaşayım. Biz Hüseyin Karadayı da misafir ettik zaten programlarımızda. Orada önemli bir varlık gösterdiler ve de çok sayı da canın kurtarılması konusunda da birebir etkin oldular. Ama ben de onu özellikle belirtmek istiyorum; hakikaten bu kadar büyük afetlerde mahalle bazında oluşturmuş yapılanmaların, o bazda oluşturulmuş bir kapasitenin varlığı çok büyük bir destek olabilirdi çalışmalara. Ama ne yazık ki o bölgede bu tür çalışmalar yoktu. Akreditasyon konusundaki düşüncelerinizi de aldık. Hakikaten akreditasyonun da sınırlayıcı, kimin sahada olup olmayacağını belirleyici olmaktan daha çok, esasında bu sahada çalışmak isteyenleri destekleyen, onları güçlendiren, onların kapasitelerinin arttırılmasına olanak verecek bir sistem olması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu sistem oluşmadı, başka amaçlarla kullanılıyor gibi bir izlenim edindik. Bundan sonrası için neler yapılması gerekiyor? Siz yedinci günde bir okulun oluşmasından bahsettiniz Adapazarı'nda. Bu konuda bölgede şu anda acilen yapılması gerekenler neler sizce?
İ.B.: Acilen en temel yapılması gereken konu, bence barınma ihtiyaçlarını gidermek. Barınmadan sonra, günlük doğal ihtiyaçları, tuvaletti vesaireydi. Yani çok felaket bir durum var orada. Onların çok acil yapılması gereken konular olduğunu düşünüyorum. Tabii ondan sonra eğitim falan devreye girecek bir süre sonra yapılması gerekenler içinde; ama kim yapacak o eğitimi, onu bilemiyorum. Yani devlet orada okul mu yaptıracak, napacak, tam onu kafamda çözebilmiş değilim.
E.C.: Eğitim deyince; üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi ve KYK yurtlarının bir şekilde geçici konut olarak kullanması durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
İ.B.: Onun da yanlış bir adım olduğunu düşünüyorum. Gençlerin yurtlardan çıkartılmasının ve böyle üniversitelerin uzaktan eğitime devredilmesinin doğru bir karar olduğunu düşünmüyorum. Gençlerin çoğu da bunu protesto ediyorlar, tepki gösteriyorlar. Gençlerle de yaptığım görüşmelerde de bunu gençlerin ağzından duyduğum için böyle söylüyorum. Yani kendi yorumum değil bu. Gençlerin çok temel bir ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kalkmış bilmem ne kadar ilerideki bir şehirden gelmiş. Orada bir yurtta iki arkadaş, üç arkadaş bir arada kalırlarken birdenbire aniden devre dışı bırakıldılar, gönderildiler. Ama nedir, yok Suriyeliler oraya gelecek, yok Afganlar gelecek. Yani ben ırkçı bir insan değilim ama gençlerin bu şekilde yönlendirilmesini de doğru bulmuyorum.
G.E.: Bugün YÖK’ün bir toplantısı olacak, belki de şu anda oldu ve açıklama yaptılar. Bilmiyoruz yayında olduğumuz için, orada bakalım YÖK'ün kararı ne doğrultuda olacak? Çünkü Cumhurbaşkanı dün akşam yapmış olduğu açıklamalarda gene ısrarla aynı konuyu vurguladı, üniversitelerin tatil edildiği, uzaktan eğitime geçileceği şeklinde açıklamalar yaptılar.
İbrahim Betil aynı zamanda Açık Radyo’nun programcısı demiştim. Çocuklarla ilgili bir program yapıyordu, “Ağustos Böceği” programın ismi. İbrahim şimdi o programdan bir parça dinleteceğiz. Yanlış hatırlamıyorsam bu seçtiğin parçaların tamamı çocukların seslendirdiği şarkılardı değil mi? Doğru mu hatırlıyorum? Yani bunlar çocuk şarkılarıydı.
İ.B.: Dünyanın Çok farklı sayıda ülkesinden çocuk ninnileri, çocuk şarkıları, oyun şarkıları tamamen çocuklarla ilgiliydi ve bu programı yaparken de her programa bir iki tane ilkokul öğrencisiyle beraber gelip onlarla da yorum, sohbet yapıyorduk.
G.E.: Ben çok kalabalık bir stüdyoda hatırlıyorum. 10 tane, yani sayıyı tam hatırlamam şimdi, ama böyle bütün çocuklar doluşmuştu stüdyoya. Hep beraber hem sohbet ediyordunuz hem de müzikler dinletiyordunuz. Son olarak merak ettiğim bir konu daha var. Bu deprem olduktan sonra daha öncesinde koruma altına aldığınız, eğitim olanaklarını açmış olduğunuz eski öğrencilerden hiç arayanlar ve biz hazırız, bölgeye gideriz, onu da yaparız, bunu da yaparız diyenler oldu mu?
İ.B.: Yok, olmadı. Beni arayan olmadı hiç kimse. Yani onlar hayatlarının devamlılığı için çaba gösteriyorlar. Onun için böyle bir şekilde zaman ayıracak herhalde imkanları yok diye düşünüyorum arayan olmadığı için.
G.E.: Belki de başka kanallardan gene destek olmaya gayret ediyorlardır. İbrahim Betil, çok teşekkür ederiz hem geçmişi biraz hatırlattığın için hem de gündeme ilişkin değerlendirmeler yaptığın için, kolaylıklar diliyoruz.
Altın Saatler programının ikinci bölümündeyiz. Nuray Aydınoğlu, Argun Yum ve Elvan Cantekin'le birlikteyiz. Şimdi kendi aramızda biraz önümüzdeki günlerin programını aktarmak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu ile bir program gerçekleştireceğiz. Haluk Bey ile görüştüğümüzde hangi konular üzerinde duracağız acaba?
Nuray Aydınoğlu: Haluk Bey’in bir televizyon kanalında yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı'nın bir değerlendirmesiyle ilgili yorumu vardı. Cumhurbaşkanı kendi icraat dönemlerinde yapılan binaların %98’inin hasar görmediği, ancak %2’sinin hasar gördüğü tarzında bir iddiada bulundu sanıyorum, emin değilim ama ben dinlemedim o programı çünkü. İşte şartnamenin de 2000 yılından sonra değiştiğini ifade etmiş. Haluk Bey haklı olarak bunun mümkün olmadığını, yani bu rakamın hiç inandırıcı olmadığını ifade etmiş. Çünkü pek çok yeni binanın yıkıldığını, ağır hasar olduğunu biliyoruz ve bu bölgelerde özellikle 2000 yılından sonra yapılan binaların toplam bina stokuna oranı %50’nin üstünde.
Haluk Bey bizim elimizdeki verilere göre, öyle ifade ediliyor en azından basında, bu doğru değil demiş. O verilerin ne olduğunu ben Haluk Bey'e sordum. Yarın da herhalde onları anlatır. İstanbul'da yapılana benzer bir hasar kayıp çalışması, en son Kandilli'nin 2019’da yayınlanan çalışmasına benzer bir çalışmayı Orta Doğu'daki bir grup araştırıcı Gaziantep ve çevresi için yapmış. Oradan elde edilen bilgilermiş bunlar, daha detayını yarın herhalde anlatır. Gerçekten benim de halen sahada bulunan bazı arkadaşlarım var. Onlardan da aldığımız bilgilere göre pek çok yeni bina yerle bir olmuş durumda.
G.E.: Muhakkak önümüzdeki dönemde bunun istatistiki sonuçları da açıklanacaktır. Ama şunu belirtmekte fayda var. Daha önceki bir programımızda da bunu belirttik; özellikle 1990’dan sonra köyden kente göçün oldukça yüksek miktarda olması ve köy nüfusunun azalması, tabii ki kentlerde yeni konut ihtiyaçlarını yarattı ve çok miktarda - biraz önce siz oranını verdiniz - hatta %60’lara varan bazı iller olduğunu gene TÜİK'in raporlarından öğreniyoruz. İnternetten de ulaşmak mümkün. Buna ilişkin bir çalışmayı arkadaşlarımız hazırlıyor. Önümüzdeki günlerde gerçekleştireceğimiz bir programda çok daha net resmi rakamlara dayanan bir açıklamayı, bir programı gerçekleştireceğiz.
Hocam, bir de üzerinde durmamızda fayda gördüğüm bir başka konu var. Şimdi her büyük depremden sonra olduğu gibi deprem bölgelerinin dışında kalan, deprem bölgeleri içinde kalan illerdeki yurttaşlarımız resmî kurumlara ve odalara sürekli başvurarak binalarını inceletmek istiyorlar. Şimdi bu tabii ki çok haklı bir talep ama şu anda oldukça akut bir dönemden geçiyoruz ve bu dönemde bu tür çalışmaların yapılabilmesinin bazı güçlükleri var. Bu konuda biz de bir şeyler söyleyebiliriz diye düşünüyorum, hatta üzerinde yine başka uzman arkadaşlarımızı da alarak programlar yapabiliriz diye düşünüyorum. Ama açıkçası bana bile başvurular oluyor. Bu konuda sorular oluyor. Acaba bu konuda ne diyebiliriz? Yani sizin şimdiden çok kesin şeyler söylemeniz belki mümkün olmayabilir ama dinleyicilerimize ulaştırmak istediğiniz bilgiler neler olabilir? Bunu biraz konuşalım mı aramızda?
N.A.: Konuşalım ama sanıyorum bunun için özel bir program yapsak daha iyi olur. Çünkü bu konu gerçekten gündemde. İnşaat Mühendisleri Odası bir süre önce uzun zamandır yürüttüğü bir komisyon çalışmasının sonucu olarak broşür tarzında bir doküman hazırlamıştı.
Aslında orada bu konunun çeşitli aşamaları inceleniyordu. Çeşitli tür incelemeler daha doğrusu. Şimdi tabii bu konu tekrar hem de çok yoğun bir biçimde gündeme geldi. İnşaat Mühendisleri Odasının telefonları kilitlenmiş. Yani o kadar çok başvuru var. Onlar şimdi basına da dağıttılar dün yanılmıyorsam. O broşürü biraz kısa bir biçimde ifade eden bir sayfalık bir doküman hazırladılar, hani güncel sorulara cevap vermek üzere. Ama tabii o doküman üzerinde biraz ayrıntılı olarak durmamız lazım, o doküman ve tabii o dokümanda bahsedilen birtakım yöntemler ve inceleme aşamalarında. Fakat tabii bu konuda çok da böyle telaş etmenin bir faydasının da olmayacağını şu anda söyleyeyim. Çünkü o kadar çok talep var ki herkese bu konuda tecrübeli mühendislerin cevap vermesi mümkün değil. Haklı tabii vatandaşlarımız da endişelenmekte, çünkü çok kötü manzaralara şahit oluyoruz. Dolayısıyla bir İstanbul depreminde özellikle durum ne olur diye endişelenmek tabii çok normal. Ama yani bütün binaların aynı anda bakılması değil. O detaylara herhalde dediğim gibi özel bir programda yer vermemiz gerekecek.
G.E.: Bu bahsettiğiniz broşürü Açık Radyo’daki arkadaşlardan da rica edelim. Onlar internet sitemize koyabilirler. Onu paylaşacağım arkadaşlarla. Biliyorsunuz Açık Radyo’nun ana internet sayfasında sağ kolonda aşağıda “Yer Yarıldı, İçine Girdik” başlıklı deprem dosyamız var. Bu deprem dosyasının içinde bugüne kadar yapılmış olan programlara ulaşmak mümkün. Ayrıca podcast bölümünden Altın Saatler programlarına ve Altın Saatler’in özellikle deprem özel yayınlarına da ulaşmak mümkün. Bunların hepsinin aynı zamanda deşifreleri de yapılıyor, yazılı hale getiriliyor. Bu konuda gönüllü olarak destek veren arkadaşlarımıza ve Açık Radyo ekibine de çok teşekkür ediyoruz.
Cuma günü 15:30’da İnşaat Mühendisleri Odası Merkez Yönetim Kurulunun ikinci başkanı Nusret Suna konuğumuz olacak. Bu meseleyi ona da danışırız, yani bu incelemeler meselesini. Fakat bir de yani bugün aldığım telefonlardan birindeki detayı aktarmak istiyorum. Google'da arama yapanlar oldukça çok sayıda bina incelemesine ilişkin şirketlerin ilanlarıyla, reklamlarıyla karşılaşıyorlarmış. Ben bir tek şunu sormak istiyorum. Bir yapının bir binanın deprem güvenliğinin incelenmesi konusunda başvurulacak olan uzman veya uzmanlar kimlerdir hocam?
N.A.: Bu konunun İnşaat Mühendisleri Odasının bu dokümanında da gayet güzel açıklandığı gibi iki aşamalı olarak düşünülmesi gerekir. Böyle acil durumlarda ilk aşamada çok ayrıntılı olmayan ve gözleme dayalı veya çok basit testlere dayalı, tahribatsız deneylere dayalı bir değerlendirme yapılması ön görülüyor. Çünkü bütün binaların aslında Türkiye Deprem Yönetmeliği'ndeki ilgili bölüme göre tahriklerinin yapılması çok uzun zaman alan ve biraz da masraflı bir şey. Çünkü bayağı önemli bir mühendislik hizmeti. Ona geçmeden evvel bir nevi eleme mahiyetinde daha basit, büyük ölçüde gözleme dayalı bir ön değerlendirme yöntemi de İnşaat Mühendisleri Odasının o sözünü ettiğimiz dokümanında zaten belirtiliyor. Bunları kimlerin yapacağı konusu ise tabii işin şey tarafı o. Türkiye'de yetkin mühendislik diye bir sistemimiz olmadığı için, halbuki olsa biz şunu söyleyebiliriz, “yetkili mühendislere başvurun”. Onlar bu konuda uzmandır diyeceğiz. Şimdi ise yani İnşaat Mühendisleri Odası tabii taraf tutmak veya belli kişileri, belli grupları belirtmek durumunda değil resmi bir kurum olarak. Onun için sadece proje yapım belgesi olan mühendislere başvurulmasını öngörüyor. Ancak bunların isimlerini veremiyor tarafsız olmak anlamında. Orada bir problem var. Ama ben şunu söylemek istiyorum. Yani dediğim gibi, çok hak veriyorum insanlarımızın endişelerine. Ben de mühendis olmasaydım, ben de çok endişe duyardım. Ama yani yarın deprem olacak değil İstanbul'da. Yani öyle bir ihtimal herhalde çok düşük. Ama her zaman olabilir diyoruz.
G.E.: Beş dakika sonra da olabilir tabii hocam.
N.A.: Dolayısıyla biraz zamana yaymak lazım zaten bu işi. Ama bugün ben Nusret Bey'le uzun bir telefon görüşmesi yaptım bu konuda. Yani Odaların da hakikaten birtakım ilave çalışmalar yapması lazım. Özellikle bu hizmeti verecek mühendislerin belirlenmesi, sınıflandırılması konusunda, sanıyorum onların da zaten düşünceleri var bu konuda. Herhalde bu depremden sonra yapılacak ilk işlerden biri, öyle bir düzenleme olacaktır sanıyorum. Bu özellikle Türkiye Deprem Yönetmeliği'nde, bina deprem yönetmeliğinde ön açıklanan yöntemler oldukça ustalık isteyen, tecrübe isteyen yöntemler. Bunları her mühendis sağlıklı bir biçimde uygulayamaz. Çünkü bir mevcut binanın değerlendirilmesi, belki tuhaf gelecek dinleyenlere ama yeni bir binanın değerlendirilmesinden daha zordur; binanın projelendirilmesinden daha zordur ve daha sofistike yöntemler kullanıyoruz mecburen. Çünkü burada yeni binaları yaparken biz bol bol emniyet faktörleri kullanırız. Onu da kullanmaya kalksak aynı faktörleri hiçbir bina kurtarmaz. Dolayısıyla yani mecburen daha ayrıntıya giden analizler yapmak zorunda oluyoruz. O analizler de biraz tecrübeyle öğrenilen analizler. Yani bütün mühendislerin uygulayamadığı böyle problemlerimiz var. Onun için işte yetkin mühendislik sistemini kurabilseydik, tam şimdi o kadar muazzam ihtiyacımız var ki. Zaten İbrahim Betil Bey de önerilerinde denetim sisteminden bahsetti.
G.E.: İlk ilk bahsettiği bu oldu.
N.A.: Ben müdahale etmek istemedim, ama yalnız denetim sistemi o herhalde İbrahim Bey'in kastettiği inşaat denetimiydi. Proje de çok büyük sorun. Bizim projede de sorunumuz var. İşte bu performans değerlendirmesi, yani durum değerlendirmesi alanında da çok sorunlarımız var. Bu da direkt olarak mühendislik kalitesiyle, mühendisin kalifikasyonu ile ilgili bir sorun. Biz bunu 1999’da da gördük ama 24 yıldır bu alanda en ufak bir ilerleme kaydedemedik. Bu tabii çok esef verici bir durum. Ama maalesef durum bu. Yani bunu başaramamış olmak çok acı. Ben her yerde söylüyorum. Hani kendimizi bile ben suçluyorum. Ben bundan sorumluluk duyuyorum. O kadar uğraştık, beceremedik. Yetkin mühendislik sistemi bu işin temelidir. Yetki sistemini kuramazsak artık bu işin çözümünün olamayacağını
aklı başında herkes görüyor. Umarım buradan da bu sefer bir ders çıkartırsak, ilk yapacağımız iş bu konunun bu tarafına gitmek olur. Çünkü iyi bir denetim sistemini de kuramazsınız, başka iyi bir proje yapım sistemini de mevcut binaların değerlendirilmesi sistemini de, hiçbirisine oturtamazsınız. Çünkü yeni nesil mühendisler çok üzülerek söylüyorum… Anadolu'nun her ilinde, her kasabasında neredeyse bir üniversite açıldı. Bunların hepsine de inşaat mühendisliği bölümü açmalarına izin verilmesi yüzünden gerçekten hiç kaliteli olmayan büyük bir mühendis stokuna sahip olduk son yıllarda. Bu bizim çok büyük problemimiz. Bizim bu mühendisleri, eğer bu işle devam edeceklerse, eğitmemiz lazım, mesleki eğitime tabi tutmamız lazım. Yetkin mühendisliği de teşvik ederek onların gelişmelerine yardımcı olmamız lazım. O bakımdan da zorunlu bu iş.
G.E.: Hocam, bu son derece önemli, çünkü bir de şunları soracağım. Siz mühendis derken inşaat mühendislerini kastediyorsunuz. Fakat şimdi internete girip bir arama yaptığınız takdirde evimi denetlettirmek istiyorum, depreme karşı mukavemetini ölçtürmek istiyorum, falan gibi bir soru yazdığınız zaman birçok uzman çıkıyor.
N.A.: Bakın, orada neler yapılmaya çalışılıyor? Bunu biliyoruz. Daha ‘99’dan sonra çıktı. Halk arasında da şöyle bir tabir var: “Evimi ölçtürmek.” Nesini ölçüyoruz? İnanın ki bir grup firma eminim işte onların ilanları, sözünü ettiğiniz ilanların bir kısmı odur, sadece gelip binadan birkaç tane karot alıp onları laboratuvarda kırdıktan sonra eviniz sağlam veya değil diyorlar. Yani bu o kadar primitif bir şey ki sadece betonun mukavemetine bakıp evin sağlamlığı veya çürüklüğü anlaşılmaz. Yani bunun o kadar çok başka şeyi de var ki; tabii parametrelerden biri budur ama sadece o değildir. Onların sağlam değil dedikleri evin belki de sağlam olduğu sonucuna varılabilir. Yani illa çok yüksek beton kalitesine sahip olmayabilir bir konut diyelim ama diğer bakımlardan örneğin sargı donatısı yeterlidir, sistemi düzgündür. Başka bir sürü daha faktör vardır. Buna müspet bir not alabilir incelemeden sonra. Çünkü çok ayrıntılı bir inceleme yapıyoruz. Yani tek başına beton mukavemeti bir şey değildir. Ha çok çok aşırı kötüyse beton, o zaman bir sinyal verilir. Ama böyle sadece üç beş tane karotu kırarak bir binanın kaderini belirlemek gibi bir şey var. Buna da binamızı ölçtürmek diyorlar. Üzüntü verici olan şey şu. Birtakım belediyeler bu işi yapıyor. Bunu belki bilmiyor olabilirsiniz, birtakım belediyeler böyle raporlar hazırlıyorlar. Bir de tabii başka başka yöntemlerle aynı sonuca gidenler var. Mesela son günlerde sosyal medyada dolaşan bir duyuru var. Jeofizik mühendisleri, karot da almanıza lüzum yok diyor. Aslında bizim eskiden kubbeli kullandığımız ultrason esaslı aletler vardır. Beton dayanımını indirekt olarak veririz. Çok da güvenilmez ama eğer kalibrasyon yaparsanız güvenebilirsiniz. Onları büyük bir şeymiş gibi, bir mucizevi araç aletmiş gibi sunarak söylüyorlar. Hatta bilmiyorum sahte olabilir ama o ilanda şöyle bir şey deniyor. Biz karot falan almadan o aletlerle, sanki onlar jeofizik aletlermiş gibi, halbuki hiçbir ilgisi yok jeofizikle bu işin, eskiden beri bildiğimiz, bizim yıllardan beri kullandığımız aletler. Bu aletlerle betonun dayanımını ölçüp, ondan sonra ona bağlı olarak binanızın hangi büyüklükteki bir depreme dayanabileceğini söylüyorlarmış.
Hani inanmak mümkün değil ama birtakım vatandaşları belki böylece inandıracaklarını zannediyorlar. Birtakım vatandaşlar inanabilirler de tabii. Çünkü onlara da bu işi iyi bilen jeofizikçiler deniyor. Çok dikkatli olması lazım vatandaşların. Şimdi en azından bu inşaat mühendisleri odasının broşürünü bütün basın yayın organlarına dağıtmışlar. Umarım vatandaşlarımız onları okurlar. Gerçi dediğimiz gibi onlarda da her şeye cevap verilmiyor ama bu işin en azından o kadar basit olmadığını, bu tür incelemelerin özet de olsa nasıl yapılacağını o doküman anlatıyor. O bakımdan herkesin okumasında fayda var.
G.E.: Siz net olarak söylemediniz ama ben söyleyebilirim uzmanı olmadığım bir konuda. Bir yapının kontrolü ve onun deprem dayanıklılığına ilişkin bilgiyi esas itibariyle inşaat mühendislerine danışmak lazım herhalde, değil mi? Bu, mimarların birinci dereceden işi değil, şehir plancılarının işi değil, hatta yer bilimcilerin bile işi değil ama bu tür ilanlarda hepsini görebiliyoruz. Bu konuda deneyimli, tecrübeli inşaat mühendislerinden birine veyahut da bir şirketi tercih etmek gerekir diye de söyleyebiliriz, değil mi Hocam?
N.A.: Evet. Bu, hiçbir zaman böyle jeofizik firmalarının falan işi değil. Bunu özellikle belirtmemiz lazım. Yüksek eğitim planlamasının vaktiyle yarattığı aşırı şişmiş bir jeofizik mühendisliği camiası var, sayıca çok fazla ve maalesef büyük bir işsizlik içinde. O camiaya iş yaratmak için… benim kanaatim odur. Böyle konuları da jeofizik mühendisliğinin kapsamına girecekmiş gibi ifade ediyorlar. Bu eskiden böyle değildi. ‘99’dan sonra bu eğilim başladı. Maalesef çok yanlış bir uygulama. Dünyanın da hiçbir yerinde olmayan bir uygulama.
G.E.: Bu konuda ayrımı, hakikaten çok ciddi hocalarımız çok rahatlıkla yapıyorlar, hatta yer bilimci hocalarımız. Yani onların yetki alanının nerede başlayıp nerede bittiğini, inşaat mühendisliğinin nerede başlayıp nerede bittiğine ilişkin detaylı bilgileri onlardan almamız mümkün oluyor. Biz de mümkün olduğu kadar çok sayıda bu uzman insanlara danışmaya çalışıyoruz ama dediğiniz önemli. Deprem üç dakika sonra da olabilir ve bir saat, bir yıl sonra da olabilir. Zaman belirlemek mümkün değil. Ama şu akut dönemde biraz daha sakin olmak lazım. Belki sizin önerdiğiniz bir konu çok daha önemli; eğer bu binanın tasarımına ilişkin
planına, projesine ilişkin bilgi varsa ve bu bilgi aynı zamanda yapıyla da uyum sağlıyor ise o zaman onların kontrol edilmesi, belki bir ilk ön adım olabilir. Bu arada Argun’un söyleyeceği bir şey var herhalde?
A.Y.: Hocam, daha kaç deprem yaşayacağız böyle? Ömürler geçiyor. Memleket böyle otuz küsur bin kişinin yok olduğu bir depremi yaşamışken, bu konuların çözülmesi için ne yapılması lazım sizce?
N.A.: Vallahi Argun Bey, 17 Ağustos'tan sonra çok çabalar gösterdik. Mühendislik camiası o zaman konuyu anladı. Hatta bir takım olumlu çabalar da gösterildi, bir takım olumlu sonuçlar da alındı. İşte hep söylüyoruz. 2000 yılında iki tane kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Bu yetkin mühendisliğe benzer bir sistemi kuruyordu bir tanesi. Öbürü de etkin bir yapı denetim sistemi kuruyordu. Çok kısa bir süre içinde her iki kanun hükmünde kararname de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Hemen arkasından o zamanki hükümet şimdi yürürlükte olan yapı denetim kanununu çıkardı. Bu kanun, daha başlangıcından itibaren zaten bir nevi ölü doğmuş bir kanundu, defaatle değiştirildi. Ona rağmen bir sonuç vermiyor. Çok az sayıda iyi istisna dışında, işe yaramayan bir kanun. Ama kâğıt üstünde çözüm ona, binaların yapımını denetliyoruz, kağıt üstünde her şey doğru gibi görünüyor fakat aslında gerçek bir denetim yok. Projelerin de denetlenmesi lazım. O hiç yapılmıyorsa, yapılması gereken şey kesinlikle yapılmıyor. İnşaat denetimi ise işte usul yerini bulsun diye yapılıyor.
G.E.: Programımızı artık bitirmek zorundayız. Cuma günü konuğumuz Nusret Sunay olacak. Bugün konuğumuz İbrahim Betil idi. Kendisiyle ‘99 deneyimlerini ve bugünkü durumu konuştuk. Şimdilik hoşçakalın.