Şehir ve Bölge Planlama Uzmanı Faruk Göksu ile deprem bölgelerinde yeniden yapılaşmaya ilişkin alınmış olan karar ve uygulamaları konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür: Bugün programımızda konuğumuz Faruk Göksu. Hoşgeldiniz Faruk Bey programımıza, merhabalar.
Faruk Göksu: Hoşbulduk, iyi yayınlar diliyorum.
G.E.: Sağolunuz, çok teşekkürler. Nuray hocam, Muzaffer Tunçağ, Elvan Cantekin, Argun Yum, sizler de hoşgeldiniz programa. Evet, kısaca Faruk Göksu'yu tanıtmak istiyorum programımızda. Programlarımızda birkaç kez konuğumuz oldu. Şehir ve Bölge Planlama uzmanıdır. Ankara Batıkent Projesi, Zafertepe Gecekondu Geliştirme Projesi, Halk Bahçeleri Projesi ile Kent Koop'ta 1984 - 1989 seneleri arasında başlayan iş yaşamı ülkemizin ilk kapsamlı kamu ve özel sektör işbirliği Portakal Çiçeği Vadisi projesi ile devam etti. 2005’den bu yana kamu, özel ve sivil iş birliği yaklaşımını, katılımcı projelerde hayata geçiren ve kentlerin geleceği için yenilikçi yöntemler geliştiren Kentsel Strateji Şirketi’nin kurucu ortağıdır. Kentlerin geleceğinin kurgulanması ve tasarım yoluyla kentsel sorunların çözümü için Tasarım Araştırma Katılım (TAK) Kadıköy ve Kartal ile Vizyon Atölyesi’nin de 2003’den bu yana gönüllü kurucu ortaklığını sürdürmektedir. İmar hakları transferi, kentsel vizyon, uzlaşma yöntemi, stratejik tasarım, sosyal etki, kentsel dönüşüm, koruma sektörü, hafıza planlama, mahalle örgütlenmeleri ve benzeri konularda ulusal ve uluslararası pek çok yazısı bulunmaktadır. Tekrar hoşgeldiniz Faruk Bey.
F.G.: Teşekkür ederim.
G.E.: Efendim, şehir planlama uzmanı ve kentsel projelerde hem uygulayıcı hem de danışmanlık yapmış biri olarak deprem bölgelerinde yeniden yapılaşmaya ilişkin alınmış birtakım kararlar var ve uygulamalar var. Bunlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bize bilgi vermenizi rica ediyoruz. Buyurun efendim.
Depremler birtakım mesajlar veriyor
F.G.: Evet, 99 depreminin ardından biraz önce saymış olduğunuz atölyeleri kurduk. Amacımız şuydu; kentlerimizin, yerleşmelerimizin yeniden kurgulanması, tasarımın ön plana çıkarılması, kentleşme sistemimizi şekillendiren kent politikalarının yeniden irdelenmesi konularını sürekli kamuoyuyla tartıştık ve özellikle de genç tasarımcılarla strateji geliştirilmesi, uygulamaya yönelik 3ada1ada modeli [3 yapı adasının birleştirilerek 1 yapı adası haline getirilmesi] mahalle, kent ölçeğinde birtakım çalışmalar yaptık. Tabii aradan yaklaşık 24 yıl geçtikten, 23 yıl geçtikten sonra 6 Şubat depremini yaşadık. Şimdi geçmişe baktığımızda, geçmişte yaptıklarımız, geçmişte önerdiklerimizin hala geçerli olması bizi hem sevindiriyor, hem de üzüyor. Çünkü aradan geçen bu kadar süre içerisinde fazla yol alınmaması, bizim oturup yeniden kentleşme sistemimizi, politikalarımızı, kullandığımız araçları yeniden sorgulamamız gerektiğini ortaya koyuyor. Bir kere bu sorgulamayı yapmadan bu deprem bölgesi için önerilecek her şeyin, tabii ki değerli olduğuna inanıyorum, ama bütüncül yaklaşımla ele alınmadığı zaman daha ileri zamanlarda farklı sorunlar yaratacağı ortada. Yani yaşadığımız deprem ister 99 olsun, ister 6 Şubat olsun, isterse arada yaşadığımız depremler olsun birtakım mesajlar veriyor. Bu mesajları iyi okumamız lazım. Burada politikacılara verilen mesajlar var, biz tasarımcılara verilen mesajlar var, karar alıcılara verilen mesajlar var. Eğer biz bu mesajları yeniden değerlendirip yeni sistemleri yaratamıyorsak, yine bu sorunlarla karşı karşıya kalacağız demektir. Depremden bugüne kadar, hızla, özellikle tasarım konusunda, yaklaşık 200 bin konutun bir yıl içerisinde yapılacağını, yeni yerleşmelerin yer seçimlerinin yapıldığını, bunları hep basından duyuyoruz. Bu işin sadece tasarım boyutunu ve uygulama boyutunu ele alan çalışmaların yapıldığını biliyoruz. Tabii ki sokakta kalan insanlarımız var, çadır kentte, konteyner kentte kalan insanlarımız var. Acilen bunların yapılması gerekiyor. Ama süreci iyi tasarlamadan, biraz önce söylediğim bu kentleşme sistemi yeniden tartışmadan bunları yapmak, öncelikleri belirlemeden bunları yapmak yeterli değil diye düşünüyorum.
G.E.: Elvan, sen söz istiyorsun sanıyorum.
Elvan Cantekin: Ben son söylediklerini duyamadım Faruk Bey'in esasında, o yüzden bilemiyorum. Faruk Bey şu an yayında mı?
F.G.: Yayındayım, duyuyorum ben sizi.
E.C.: Hah, tamam. O zaman peki Faruk Bey, şimdi ilk başta bir kere bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle birtakım alanların yapılaşmaya açılması söz konusu oldu. Ondan sonra hızla yapılaşma kararları alındı ve ben hatırlıyorum, 99 depreminden sonra bu yer seçimi bile belli bir süreç, belli bir zaman içerisinde gerçekleşmişti. Böyle, bu kadar ani ve hızlı bir uygulama söz konusu değildi. Acaba o zaman Dünya Bankası'nın da dahil olması nedeniyle mi bu süreç daha yavaşladı bilemiyorum ama burada, biraz böyle bir aceleciliğin varlığını hissetmek çok mümkün. Bir de şöyle de bir olay var; bunu, esasında bir bölgeden bahsediyoruz, 11 şehir esasında sanıyorum, üç kent daha ilave edildi buna. Oldukça geniş bir coğrafyada ve oldukça büyük bir nüfusu etkileyen bir deprem ve bunun arkasından yeniden iyileşmek, yeniden ayağa kalkmak için bir takım çalışmalar yapılıyor. Bu bölgenin genel olarak düşünülmesi gerekmiyor mu? Yoksa böyle sadece münferit birtakım inşaat projeleriyle bu işin götürülmesi bizim, sonuçta sizin söylediğiniz o afetleri yaratan kent yapısına geri mi götürecek? Bu konuda, sizin değerlendirmenizle, bir endişem var benim şahsen. Sizin de görüşlerinizi duymak isterim.
Yeniden yerleştirme stratejisinin şeffaf ortamda, karar alıcılarla ve uzmanlarla, bilimsel ortamda yapılması gerekiyor
F.G.: Tabii ki. Şimdi bu deprem, bir bölge depremi. Yani bugüne kadar yaşadığımız depremler kentsel ölçekte bir kenti, birkaç kenti ya da yakın yerleşimleri etkileyen depremlerdi. Ama şu yaşadığımız deprem, bölge bazında 11 ili kapsayan yaklaşık 14 milyon kişiyi etkileyen, 3 - 3,5 milyon kişiyi direkt etkileyen, yaklaşık 250 bin binanın yıkıldığı, 650 binin üzerinde konut biriminin yıkıldığı bir depremden bahsediyoruz. Birincisi rakamlar çok büyük. Etkisi de çok büyük. Yani mekanlar ve yaşam büyük travma içerisinde. Böyle bir olay yaşadık. İkinci boyutta, yaşadığımız depremler çok ayrıcalıklı bir coğrafyada oldu. Bu coğrafyanın en önemli özelliği ki Mezopotamya'nın bir kısmını kapsıyor. Dicle ile Fırat arasındaki coğrafyadaki yerleşimlerimizi etkiledi. Bu ayrıcalıklı coğrafyada, yüzyıllardır, bin yıllardır birtakım yerleşmelerin kurulduğunu, şehir devletlerinin kurulduğunu, yıkıldığını biliyoruz. Şimdi sorunuzun yanıtına gelince, bir kere büyük resme bakmamız gerekiyor. Eğer bu deprem bölge bazında yerleşimleri ve bölge nüfusunu etkilediyse büyük resme bakarak, bölge bazında birtakım politikalar ve stratejiler geliştirilmesi lazım. Yeni yerleşim stratejilerini tartışmamız gerekiyor. Eğer yeni yerleşmeleri yapacaksak ki yeni yerleşmelerin yapılması zorunludur, çünkü yaşadığımız merkezlerde yoğunluğun kamusal alanlardan az olduğunu biliyoruz. Birtakım seyreltmelerin olacağını biliyoruz ama en temel strateji, yeniden yerleştirme stratejinin şeffaf ortamda, karar alıcılarla ve uzmanlarla bilimsel ortamda yapılması gerekiyor. Maalesef bunların nasıl yapıldığını, sonuçların ne olduğunu hepimiz basından izliyoruz. Bilebildiğimiz tek şey 200 bin konutun, merkezlerin dışında yapılacağı. Şimdi rakam o kadar büyük ki çalıştığım Batıkent Projesi'nden karşılaştırma yapayım; Batıkent'te 1000 hektarlık bir alan, 50 bin konut. Bu ne demek? Dört tane Batıkent’in yapılacağı demek. Yani dört tane Batıkent’i yeni yerleşmelerde yaratacağız. Bunları parçalı olarak yaratacağız. Tabii eğer bölge planını yapmazsak, büyük resme bakmazsak bu yeni yerleşimlerin mevcut depremden etkilenen merkezlerle olan ilişkisi, entegrasyonu, ulaşım sistemi, iş gücü, bütün bunları yeniden tasarlayan bir sistemi ortaya koymamız gerekiyor. Maalesef bu sistem üzerinde bir çalışma yok. Yani sistemi kurgulayacaklar tabii politikacılar, karar vericiler. Ama bunun yanında bilim insanları, plancılar, tasarımcılar, orada yaşayanların uzmanlarının katıldığı birtakım ortamların yaratılması lazım. Bu ortamlarda alınacak stratejik kararlarla bunların adım adım hayata geçirilmesi lazım. Yani şu anda ‘yeniden yerleşim stratejisi’ diye bir strateji sadece 200 bin konutun yamaçlarda yapılacağı. Ama basına yansıyanlardan görüyoruz ki bunların ovalarda da yapıldığı, zeytinliklerde de yapıldığı, tarım alanlarında yapıldığı bir şekilde fotoğraflarıyla, bilgileriyle ortaya çıkıyor. O zaman sorun şu; ‘biz yeniden yerleşim stratejisini bilimsel olarak yeniden nasıl kurgulayacağız’ sorusunun yanıtını vermeden yapılacak, atılacak her adımın sorunlar yaratacağını bilmemiz gerekiyor.
G.E. Evet.
E.C.: Bir şey söyleyeceğim ben. Yeniden yerleşim, yani başka alanlarda, siz dediniz ya sırtlara doğru yeni yerleşim alanlarının açılması diye, bu 99 depreminden sonra da bir şekilde belli bölgelerde uygulanan bir yaklaşımdı. Bazı problemlerle karşılaşıldı. Yani Adapazarı mesela, Yalova'da veya, gene benzeri sorunlarla karşılaşıldı. Yani bu stratejinin de geliştirilmesinin de bir takım detayların gözden kaçmaması gerekiyor herhalde değil mi? Sosyal dokuların oluşturması gibi. Bunlar da böyle iki günde yapılacak çalışmalar değil gibi geldi. Bu acelenin sonucu çok olumsuz bir takım gelişmelere gebe gibi bir izlenim ediniyoruz. Ne yapılmalı?
F.G.: Birincisi, adım adım, biraz önce anlattığım şekilde, bölge bazında yeni bir bölgesel sistemin kurgulanması gerekiyor. Bu bölgesel sistemin kurgulanmasının bizde şehir planlamadaki karşılığı, birtakım üst ölçekte nazım planların, çevre düzenli planların çizilmesi gerekiyor. Ama geldiğimiz bu noktada, bunları da bizim sorgulamamız gerekiyor. Benim için en önemli şey, bölgesel ölçekte bir takım stratejik şemalarla, biraz önce sizin de söylediğiniz soruları da dikkate alan, iş gücü dağılımı, yeni yerleşimlerin nerede olacağı, yeni yerleşimlerle mevcut yerleşimler arasındaki entegrasyonun sosyal uyumunun nasıl sağlanacağı gibi soruların tartışıldığı bir mekansal gelişim strateji şeması dediğimiz bir şemanın ortaya konulması gerekiyor. Şimdi en temel soru şu; özellikle depremden etkilenen dört il; Kahramanmaraş, Antakya, Malatya ve Adıyaman. Şimdi bu kentler orta ölçekli kentler, nüfusları 400 ila 500 bin arasındaki kentler. Bu kentlerin kapasitesi yeni konutların yapımını kaldırır mı, kaldırmaz mı? Yani kapasite analizinin yapılması lazım. Bazı kentler yeniden, aynı yerde kurulabilir, bazı kentlerde seyreltme olabilir. Seyreltme olduğu zaman da bu yeni yerleşmelerin nerede olacağı gibi soruları, bu bölgesel şemada yeniden tartışılması gerekiyor. Bu sadece bir mekansal olay da değil bunun sosyolojik, ekonomik boyutlarını da içeren birtakım politikaların, stratejilerin izlenmesi gerekiyor.
E.C.: Bir şey sormak istiyorum bu konuda; bölgede geçmişte uygulanmış kalkınma projeleri var ki Çukurova bölgesi için var, Anadolu için var ve bu projeler sanıyorum depremden etkilenen çoğu ili içerisine alıyor. Bu projelerde h ükümetin elinde herhangi bir çalışma var mı? Bunlardan yararlanarak, bu süreci hızla geçebileceği bir süreç olabilir mi, bir uygulama olabilir mi? Bu konuda bir bilginiz var mı?
F.G.: Bilgim yok ama öngörüm var. Bugüne kadar yapılan, ister kalkınma planları, ister master planlar, ister stratejik planlar, her bölge için, her kent için bugüne kadar pek çok çalışma yapıldı. Ortak akıl şunu ister; bütün bu çalışmaların sistematik şekilde hızla değerlendirilmesi ve bu çalışmalardan yeni bölge planı ya da benim büyük resim dediğim ya da şema dediğim şeye neleri aktarabiliriz, bunu düşünmemiz lazım. Eğer bu yapılan çalışmalardan almış olduğumuz değerlendirmeleri yeni şemaya aktarırsak, doğanın bize vermiş olduğu mesajları bu yeni şemaya aktarırsak, bu şemayı ben sadece mekansal şema olarak düşünmüyorum. Biraz önce de söyledim; ekonomik, sosyal bileşenleriyle birlikte bir bölgesel şemadan bahsediyorum. Mutlaka planlama sistemimizin, planlama araçlarımızın da değişmesi gerektiğine inanıyorum. Yani bu depremde kentleşme politikalarımız, kentleşme araçlarımız da sınıfta kaldı. Artık bizim yeni araçlara, yeni bakış açılarına ve yeni davranış biçimlerine ihtiyacımız var. Bunları da tartışmamız gerekiyor.
E.C.: Evet. Yani mesela daha böyle teknik olmayan terimlerle dile getirmek gerekirse yani bu bölgenin ekonomisi hangi alanda gelişecek tarım mı, sanayi mi? Hangi, nerelerde tarımsal gelişim daha ön plana çıkacak? Hangi bölgelerde sanayinin hangi kolları? Turizm mesela, Antakya olayında o var. Bütün bunları önceden hedeflerin konularak hazırlanması gerekir diye bir düşüncem var, ama bilemiyorum. Böyle bir şey göremedik şu ana kadar. O yüzden bu sorular.
F.G.: Sorular tabii, bu soruların yanıtlarını ister istemez merkezi yönetimden bekliyoruz. Ama bence bunu biz uzmanların, bu konuda görüş sahibi olan kişilerin oturup yeni kent akımlarını, yeni bölge akımlarını tartışması gerekir. Yani biraz önce söylediğimiz. Özetle şunu demek istedim, tekrarlıyorum; büyük resme bakarak bölge ölçeğinde birtakım politikaları ve stratejileri belirlememiz gerekiyor. Maalesef bu bazda bir çalışma yapıldığını bilmiyorum, olmadığını biliyorum. Yapılan tüm çalışmalar değerlendirilmeli. Ama yeni bir bakış açısıyla farklı yaklaşımları geliştirmemiz gerekiyor. Bütün dünya şu anda tematik kentleri tartışıyor. Biraz önce söylendiğim gibi tarım kentleri, kültür kentleri, tasarım kentleri, bilgi kentleri gibi artık depremin vermiş olduğu mesajı dikkate alarak bu bölge içerisinde yeni hikayeleri nasıl yazabiliriz? Yerleşimlerimizi bu yeni temalarla yeniden nasıl şekillendirebiliriz? Bunların üzerinde biraz beyin fırtınası yapmamız gerekiyor.
G.E.: Evet, Argun?
Argun Yum: Şimdi Faruk Bey, benim de takıldığım konu şu; tabii öncelikle konut konuşuluyor, 200 bin konutu en kısa zamanda nasıl yaparız? Ama bu kararları verirken demin değindiğimiz politikalar ve stratejiler olmayınca veya olduğunu biz duymayınca, acaba bunlar doğru kararlar mı oluyor? Nasıl yerleşecek bu insanlar ve geleceğe dönük adımları nasıl atacaklar? Çocuklarını nasıl yetiştirecekler, hangi mekteplere yollayacaklar? Hangi hedeflere doğru ilerlenecek? Merak ediyorum ben.
Bütün bu sorunları çözecek bir süreci hep birlikte tasarlamamız gerekiyor
F.G.: Evet, bunlar o kadar temel yaşamsal sorular ki bunların yanıtları bir kere çok şeffaf ortamda tartışılmalı. Bölge halkının da, bölgedeki uzmanların da işin içine gireceği ortamların tasarlanması gerekiyor. Yani şu anda biz hep şeyi konuşuyoruz. 200 bin konut yapılacak ve bunu 11 - 12 tane ofise verelim. Bu ofisler bunları, hemen bir yılda, 200 bin konutu bitirelim. Bu iş sadece konut yapma işi değil, çok önemli bir adım. Tabii ki orada çadır kentte, konteyner kentte kalan insanlarımızın bir an önce evlerine kavuşması gerekiyor. Ama bunun bir yaşam tasarımı olduğu, biraz önce sizin de söylediğiniz iş olanaklarıyla, yeni yaşam alanlarının tasarımıyla büyük bir proje olduğunu bilmemiz lazım. O nedenle bu süreci çok iyi tasarlayıp bu sürecin adımlarını bir şekilde, biraz önce söylediğim katılımcı ortamlarda tartışmalıyız. Bu maalesef yapılmıyor. Yani bu kentler bir yılda kurulmayacak, üç yılda, beş yılda kurulacak. Aynı yanlışları yaparsak o zaman birbirine benzeyen kentleri yeniden yaratmaya çalışacağız. Yani konuşmamın başında ayrıcalıklı bir coğrafya demiştim. Burada şehir devletlerinin kurulduğunu söylemiştim. Şimdi biz bu eski izleri alıp tasarımımızda yeni çizgilere dönüştürmezsek, özellikle genç tasarımcılara bu sürecin içine katmazsak, sadece belli sayıdaki tasarım ofisleriyle projeleri üretmeye çalışırız. O kadar çok sorun vardı ki... Yani bütün bu sorunları çözecek bir süreci hep birlikte tasarlamamız gerekiyor. Burada herkese rol düşüyor. Yani tasarımcısından politikacısına, strateji tasarım geliştiricisinden uygulamacıya kadar, o kadar çok rol var ki... Önemli olani bu sorumlulukları belirleyen bir eylem planının ortaya konulması lazım. Maalesef bunu göremedik. Hep tersten gidiyoruz. İşte şu kadar konut yapılacak, bunu mimarlar çizer. Peki okullar nasıl yapılacak? Yani Batıkent'te 50 bin konutun olduğu yerde elli tane okul var. Bu şu anlama geliyor; bölgede yeni yerleşimlerde 200 tane okul yapılması lazım. Bu 200 sayısının üzerinde kreş yapılması lazım. Bütün bunlar hep yaşamın örgütlenmesi, bunlar olmadan sadece beton yığınlarından ve projelerden oluşan yeni yerleşimler yaratmış olacağız. Zaten kentlerin, özellikle Antakya'nın, Kahramanmaraş'ın, Adıyaman'ın o yaşam ruhları gitti, kültürel kimlikler gitti, kültürel miras zarar gördü. Bütün bunları yeniden yaratmak bir kişinin, beş kişinin işi değil. Bu, ortak akılla yapılması gereken bir süreç.
G.E.: Evet, Muzaffer’in bir sorusu var.
Muzaffer Tunçağ: Evet, şimdi gördüğümüz kadarıyla bu yeni konutlar kent dışında olacak. Başka sorunlar da var gibi geliyor. Şehrin yıkılan bölgesindeki planlama ve buradaki mülkiyet sorunlarını aşma konusu var. Bu da apayrı bir sorun zannediyorum. Hatay gibi, Antakya gibi tarihi bölgelerin ayrıca planlanması lazım değil mi? Yani konutlar yapılması bir yana, bu bölgelerin nasıl gelişeceği, nasıl olacağını planlamak lazım değil mi?
Depremin mesajı: Yerleşimleri doğayla uyumlu tasarla
F.G.: Aynen, siz de güzel özetlediniz. Yeni yerleşmeler bir strateji. Ama mevcut kentlerin de canlandırılması, ayağa kaldırılması da ikinci strateji. Başlı başına önemli bir şey. Şimdi buradaki ilk adım ne olacak? Yani biz gençlerle çalışıyoruz. Bu kent yerleşmelerin coğrafyasını da dikkate aldığınızda, mavi ve yeşilin, öyle adlandırıyoruz biz, hızla nehirleri, dereleri, yeşilleri havzaları dikkate alan birtakım kentsel şemaların oturtturulması lazım. Bu kentsel şemalar oturtulmadan konutların nereye yapılacağı gibi konuları tartışmanın çok anlamı yok. Yani yeniden mekansal bir kurguya ihtiyacımız var. Bu mekansal kurguyu hızla yaratmamız, tasarlamamız gerekiyor. Bu kentlerin, biraz önce saymış olduğumuz kentlerin koruma alanları yani daha eski yerleşmeleri, tarihi alanları toplam alanının %10’unu oluşturuyor. Yani geriye kalan %90’ı 50 yılda, 60 yılda yapılan, çoğu riskli olduğunu gördüğümüz, derelerin üzerine, havzaların üzerine yapılmış yerleşmeler olduğunu biliyoruz. Şimdi deprem bize bir fırsat verdi. Verdiği mesaj da şu, çok basit bir mesaj; yerleşimlerinizi tasarlarken doğayla uyumlu tasarlayın. Binaları tabii ki mühendislik hizmetlerinden alacaksınız, doğru bina yapacaksınız. Ama bizim yerleşim sistemlerimiz çöktü. %10’u tarihi ve kültürel alan olan dört ilimizde %90’ı hızlı kentleşmeyle, gecekonduların apartmanlaşmaya dönüşmesiyle herhangi bir yerleşim sistematiği olmayan, kamusal alanların çok az olduğu yerleşmelerdi. Bunları biz düzeltecektik, deprem düzeltti. Şimdi yeniden bizim oturup, bunun bölgesel ölçekte şemalarını çizip stratejilerini oluşturmamız, kentsel ölçekte de Muzaffer Bey'in biraz önce söylediği konuları içeren kentsel şemaları çizip, bunlar üzerinde tartışmamız gerekiyor. Ondan sonra hangi adımları atacaksak bu adımları atmamız gerekiyor
G.E.: Argun?
A.Y.: Benim de takıldığım mevzu, benzer bir mevzuydu açıkçası. Yani şimdi böyle bir kentleşme isteği, arzusu var mı? Türkiye'de vatandaşın, ‘aman, benim gecekonduma hemen bir apartman yapayım’ gibi duygusunun dışında bir şey gelişebilir mi? Ne düşünüyorsunuz? Sizin çok tecrübeniz var bu alanlarda.
F.G.: Bu kentler kurulmuş ya da depremden zarar gören kentlerin kapasitelerinin bir kere çok iyi irdelenmesi lazım. Biz bu çalışmaları yapıyoruz. İşte ortalama bu saymış olduğum dört tane il, 400 ile 500 bin nüfuslu merkezlerden bahsediyorum. Şimdi bu merkezlerin kiminde %20’si, kiminde %40’ı, kiminde %60’ı depremden etkilendi, mekansal olarak etkilendi. Tabii ki şöyle bir sorunumuz var; hiç kimse bulunduğu, yıllarca yaşadığı yerden de gitmek istemiyor. Bu insanların yüzde kaçı bilmiyorum. Belli bir yüzdesi, göçlerle bu yerleşmelere geldi, bir takım iş olanakları için geldi. Ama ‘aidiyet’ diye de bir mesele var. Yani yaşanmışlıklar var, bellek var. Şimdi bu gibi projelerde nüfusun %20’si, %25’i bir şekilde göç ediyor. Farklı alanlara gidiyor çeşitli gerekçelerle. Ama %75’inde, %80’inde olabildiğince aynı yerde kalma beklentisi var. Şimdi bunu çözmek çok zor. Yani bu beklentileri, aynı alan içinde mi çözeceğiz? Bu beklentilerin bir kısmını adına ‘yeni yerleşme’ dediğimiz yerlerde mi çözeceğiz? Ya da bizim var olan kent lekeleri içerisinde birtakım gelişme odakları, gelişme koridorları yaratarak, buralarda mı çözeceğiz? Benim şahsi görüşüm, çok genel konuşuyorum, çok detaylı incelemedim ama ben Kahramanmaraş'ın, Adıyaman'ın, Antakya'nın merkezlerindeki bu yapılaşmanın kendi lekesi içinde çözülebileceğine inananlardanım. Neden? Şöyle de bir görüşüm var; bu kentleşme lekelerini, yapılaşma lekelerini aldığımız zaman, zaten doğaya yeterince zarar vermişiz. Yerleşmeler öyle büyümüş ki doğadan yemeye başlamış. Şimdi temel soru şu; buraya bir kırmızı çizgi çizdiğimizde, bu kent yerleşmesinin kırmızı çizgisine gelişme alanlarını da çizdiğimizde birinci strateji ‘doğaya yeterince zarar verdik, bu kırmızı çizginin içerisinde yeniden yapılaşalım,’ birinci bir tercih bu. İkinci tercih, hükümetin tercihi, ‘hayır, yarısını ya da üçte birini yeni yerleşmelerde yapalım.’ İşte bu konunun tartışılması lazım.
G.E.: Evet Elvan?
E.C.: Şimdi Faruk Bey'in söylediği esasında bu konuyla bir şekilde ilgilenen kişilerin gerçekten desteklediği yaklaşım. Yani bunun önceden planlanması, stratejilerin çizilmesi, birtakım bölgesel ölçekte bazı şeylerin yapılması, kentsel ölçeğe inilmesi, bütün bunlar belli bir zaman sınırlamasını da getiriyor bize. O noktada şöyle de bir karşı görüş var; burada insanlar çok zor günler geçiriyorlar, bir an önce kalıcı konutların yapılması çok önemli. Çünkü hakikaten bu insanların şu anda yaşadıkları zorlukların en azından azaltılması açısından birinci derecede öncelik taşıyan bir şey bu. Bu sizin anlattığınız süreci hayata geçirmek ne kadar zaman alabilir? Bunu nasıl planlayabiliriz ve nasıl insanları da çok zor durumda bırakmadan, o depremden etkilenmiş olan yüz binleri, milyonları da belirli ölçüde en azından rahata kavuşturacak bir uygulamaya geçebilir miyiz acaba?
Bir iş bölümüne, bir güç birliğine ihtiyacımız var
F.G.: Şimdi bu söylemiş olduğunuz şey, yani ortada büyük bir sorun var. Rakamsal boyutlarıyla özellikle şu anda çadır kentlerde, konteyner kentlerde yaşayanların bir ev beklentisi. Bunlar büyük sorunlar. Şimdi bu sorunların çözümünde, çözüm tek değil. Çok alternatifli çözümleri ortaya koymamız lazım. Yeni yerleşmeler olacaktır. Tamamen yeni yerleşme stratejisini yok etmek doğru değil. Kentlerin kapasitesi incelenecek ama çok dikkatli olmamız gerekiyor. Saymış olduğumuz sosyal uyum, ekonomik bileşenleri dikkate aldığımızda ama eş zamanlı olarak bu yerleşim alanlarında biraz önce söylediğim bilimsel kurallara uygun, şehir planlama ilkelerine uygun birtakım gelişme akslarının ve odaklarının hızla belirlenmesi lazım. Eş zamanlı yeni yerleşim alanlarında, atıyorum, 200 bin değil 100 bin konut yaparsınız, 100 bin konutu da var olan merkezlerde, şehirlerde, yerleşmelerde kendi içerisindeki birtakım omurgalarda yaratabilirsiniz. Önemli olan, o kentsel ölçekte maviyi, yeşili dikkate alan kentsel kurguyu kurduğunuzda kent içindeki yeni dinamikleri ortaya çıkarabilirsiniz. Tabii kolay bir şey değil. Bunları söylerken çok kolay söylüyoruz ama bunun bir sistem olduğunu düşünüyorum. Bakın bu programda da hep mimariyi konuştuk, konutu konuştuk. Sistemin en önemli konusu finansman. Şimdi bu finansmanı kim tasarlayacak? 100 - 150 milyar dolarlık yeniden yapılanma finansmanına ihtiyacımız var. Bu finansman nasıl sağlanacak? Sağlandığı takdirde bu finansman nasıl dağıtılacak? Sadece merkezi yönetim, şu anda bakın merkezi yönetim hızla bir müteahhit gibi 200 bin konutu ben yapacağım diyor. Peki diğer sektörleri bu işin içine sokmayacak mıyız? Madem hızlı üretim olacak, sadece merkezi yönetimin karar almasıyla ya da bu konutları yapmasıyla olacak bir iş değil. Bir iş bölümüne, bir güç birliğine ihtiyacımız var. Şimdi finans sistemini hiç konuşmuyoruz. Bu çok önemli bir konu. İkincisi kaybolan mesela, şu anda biz üzerinde çalışıyoruz, orada meslektaşlarımız ofislerini kaybetti, evlerini kaybetti ve işsiz kaldı. Sayılarını bilmiyorum ama dört, beş bine yakın şehir plancısı, mimar, mühendis bölgede işsiz. Peki bu insanları bu sürece nasıl katacağız? Yani sadece 11 tane mimari ofisin oturup 200 bin konutu tasarlaması mı değerli yoksa burada işsiz kalan, bölgeyi çok iyi bilen tasarımcıları bu sürece dahil ederek bunların tasarlanması mı iyi? Mesela bu konular hiç tartışılmıyor. Bizim hızla oradaki meslektaşlarımızı, o bölgedeki uzmanlarımızı bu sürecin içine dahil etmemiz lazım. Bunların da bir şekilde örgütlenmesi gerekiyor.
G.E.: Evet Muzaffer?
M.T.: Tabii bu arada mevcut sanayi siteleri de var. Organize sanayi, onları da harekete geçirecek bir planlama olması lazım. Çünkü oralarda özellikle bu sanayi bölgelerinde, büyük üretim yapan bölgeleri, bunları da düşünmek lazım herhalde değil mi?
F.G.: Tabii ki. Sanayinin de yer seçimi çok önemli. Yeni sanayi sitelerinin, Organize Sanayi Bölgelerinin (OSB) kurulacağını duyuyoruz basından. Bunların nerelerde olacağı, kentlerde mi yoksa? Yani bu bölgenin bir özelliği var. Çok iyi çalıştığımız için biliyorum. Bu kentler Fırat Havzası'ndan birbirine iki saat uzaklıkta kentler. Yani burada yapılması gereken en önemli konu, bölgesel ölçekte kentler arasındaki ittifaklar. Nasıl kurulacak? Malatya ile Adıyaman 45 dakika, Gaziantep ile Adıyaman bir buçuk saat yani Gaziantep’le Kahramanmaraş 45 dakika. Şimdi bu mesafelerin de çok kısa olduğu bu coğrafyada, bizim sanayinin yer seçimini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Özellikle bu fay hatlarını düşündüğümüzde yeni yerleşmeler stratejisi kadar sizin söylediğiniz yeni sanayi alanlarının yer seçimi stratejisi de çok önemli bir konu olarak tartışılması gerekiyor.
G.E.: Evet, Faruk Bey. Aslında bilinmeyenler oldukça fazla. Örneğin kayıplarımızın sayısının ne olduğunu daha kesin olarak bilmiyoruz. Hatta son dönemde artık 50 binin üstünde bir rakam açıklandı, Türkiye'deki Suriyelilerin de dahil olduğu bir rakam. Fakat sonrasında o rakamlar da artık açıklanmaz hale geldi. İkincisi, sürprizlerle karşılaşıyoruz. Yeni iller eklendi. Altı il daha eklendi. Bu neden eklendi? Bingöl, Kayseri, Mardin, Tunceli, Niğde ve Batman illeri de eklendi. Yani 11 ile altı il daha eklenip işin çapı çok daha genişletildi. Bu hangi ihtiyaçtan ve nasıl oldu? Doğrusu bunu da bilmiyoruz. Bütün bunlardan hareketle kentleri, deprem yaşamış olan kentleri terk eden insanlar var. Bunların ne kadarı geri dönecek, ne kadarı dönmeyecek? Bu da belli değil. Yani bir yandan nüfus hareketi konusunda bile bir yığın bilinmeyenle karşı karşıyayız. Bütün bunları bir tarafa bırakırsak siz anladığım kadarıyla bazı çalışmaların içindesiniz. Mesela 11 mimari ofisten bahsettiniz. Bu 11 mimari ofis nedir? Siz ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz? Bu konuda da programımızın son dakikalarında ki daha bir dokuz dakikamız var, bu konuda da bizi bilgilendirirseniz çok seviniriz.
F.G.: Evet, biz biliyorsunuz siz de söylediniz. Birtakım atölyeler kurduk. Burada gençlerle birlikte çalışıyoruz. Bu atölyeleri biz pandemi öncesinde Anadolu Tasarım Atölyesi (ATA) adı altında toplamıştık. Amacımız, bilgi birikimimizi, deneyimimizi, Anadolu'daki genç tasarımcılarla paylaşmaktı. Şimdi biz bunları duyunca, yani 11 tasarımcıya verilmesini duyunca bugün bir program başlatmaya karar verdik. Onların hazırlıklarını yaptık. Burada genç tasarımcıları, özellikle bölgedeki genç tasarımcıları, üniversite öğrencileri olabilir, mezunlar olabilir, depremden etkilenen ve ulusal ölçekteki genç tasarımcıları işin içine sokacak bir çağrı yapıyoruz. Adı da ‘Eski İzler Yeni Çizgiler’. Amacımız şu; burada 11 tasarım ofisinin 200 bin konutu çizmesi. Ne kadar ünlü mimar olursa olsun, ne kadar iyi mimar olursa olsun, çeşitliliğin olmayacağı projelerin olacağını gösteriyor. Bizim bu coğrafyada gelecek nesilleri de düşünerek tasarım çeşitliliğini sağlamak üzere gençlerden bir takım tasarım önerileri alacağız. İki aylık bir süre içerisinde bunu alacağız. Bunları merkezi yönetime ve yerel yönetimlere sunacağız. Yani bunun amacı, burada gençler de var. Yani, ‘buranın geleceğini tasarlıyorsanız buranın geleceği gençlerindir’, çalışması yapıyoruz. Birinci şeyimiz bu. Tasarım boyutunda ikincisi, biraz önce konuştuğumuz bölgesel ve kentsel ölçekte yeni şemalar çizmek. Biliyorsunuz bizim Yeşil Yol gibi, Yeşil Kuşak gibi özellikle İstanbul için önerdiğimiz birtakım çalışmalarımız vardı Bütün bunları dikkate alarak bu kentler için yeni yeşil kuşaklara, yeni yollara ihtiyacımız var. Neden var? Bunlar yaşamsal alan olarak kullanılacak. Bakın, tahliye koridorlarının olmadığını, çadır kuracak yerlerin, konteyner kurulacak alan yerlerinin olmadığını, bunların kavşaklara konulduğunu, yol kenarına kurulduğunu gördük. Buradan da ders alarak bu kuşakları, suları dikkate alarak, dereleri dikkate alarak mavi yeşil örtüler tasarlayacağız üst ölçekte. Bizim gençlerle birlikte yapacağımız şey de bu. Yani oturup orada plan çizecek halimiz yok, yetkimiz de yok. Ama farklı bir bakış açısıyla bu kentlerin mavi ve yeşil kuşaklara, örtülere ihtiyacı var. Bunlar biraz önce söylediğim yaşamsal alanlar da olabilir diye biraz mekansal ve bölgesel şemalar çalışacağız. Yani bir üst bakış bir de tasarım ölçeğinde alt bakış. Bir başka şeyimiz de özellikle bu köylerin yeniden canlandırılması bir fırsat, köylere geri dönüş. Gençlerin köylere geri dönmesini sağlamak üzere kırsal odaklı birtakım programların da çağrılarını yakın zamanda yapacağız.
G.E.: Elvan ?
E.C.: Bu çağrıları kim yapacak, muhatabınız kim? Hükümet mi, belediyeler mi? Bazen hükümet, bazen belediye mi, nasıl yürüyecek bu işler? Buyurun.
F.G.: Biz bu çalışmaları, bu çağrıları yapıp çalıştaylarda bunların ürünlerini çıkardıktan sonra bunları hemen sosyal medyada yayınlayacağız. Ulaşabildiğimiz merkezi yönetimlere, ulaşabildiğimiz bakanlıklara bir şekilde anlatmaya çalışacağız. Özellikle yerel yönetimlere ve bölgedeki sivil toplum örgütlerine ‘özellikle’ harekete geçirmek için. Mesela bölgede bir çok kadın kooperatifi var tarımsal alanda. Bu kadın kooperatiflerini yeniden harekete, ortak harekete geçirmemiz lazım, ürün alımı odaklı, garantili. Bunların çok örnekleri var, çok güzel örnekleri var. İşte Muzaffer Bey bilir, İzmir'de çok güzel örnekleri var, bölgede çok güzel örnekler var. Biraz ekonominin canlanmasına yönelik de farkındalık programı olarak düşünün. Yani bizim yetkimiz yok. Kimse bizden bir şey istemiyor. Ama bizim en büyük gücümüz gençlerin o fikirlerini, düşüncelerini bir şekilde programlara, projelere aktarılmasını isteyeceğiz. Zamanı geldiğince de isteyenler bunları bir şekilde kullanacak diye umut ediyoruz.
G.E.: Elvan?
E.C.: Evet, son dakikalara geldik. Ben Faruk Bey’in kişisel görüşünü de merak ediyorum. Esasında biraz önce biraz söz etti. “Ben,” dedi, “Kentlerin eski lekelerinin üzerinde kurulması yanındayım, o şekilde düşünüyorum,” diye. Antakya özelinde bir tartışma var. Antakya'da mevcut lekenin kentin bulunduğu yerin altında da eski tarihi birtakım bir şeyler var, bir doku var. O dokunun da ortaya çıkarılıp çıkarılmaması gibi bir tartışma var. Sizin bu konuda kişisel görüşünüz ne? Yani eski ve bu yıkılmış mesela kiliseler, sinagoglar ve benzeri yapılar var. Bunlar aynı şekilde yapılmalı mı yoksa biraz daha değişik bir mimariyle, biraz daha çağdaş bir mimariyle ama gene de o kentin sosyal dokusunu zarar vermeden yeniden planlanmalı mı? Eski Roma kentinin alttan çıkmasına izin verilip mevcut kenti birazcık daha başka noktalara mı taşımalı? Siz bu konuda ne düşünürsünüz?
F.G.: Vallahi bunların tartışılması lazım. Yani tek çözüm yok. Saymış olduğunuz, üç dört tane şeyi söylediniz. Önemli bir konu söylediniz. Bunların her birinin olabilirliği var ama bunlara hep büyük resmin sonucunda ya da yaratılacak sistemin sonucunda karar verilmesi gerekir. Bizim en çok ilgimiz bu saymış olduğunuz koruma alanları, özellikle dört kentte %10’unu oluşturuyor bu yerleşmenin. Buraya çok hassas davranılmalı, bir kere değil birkaç kere düşünülmeli. Tarihi miras alanlarında acele edilmemeli, kesinlikle acele edilmemeli. Bugün yaşadığımız bir sorun var biliyorsunuz. Enkazlar kaldırılıyor yani buralarda çok hassas olunması lazım. Bizim %90’lık dediğimiz alanlar zaten 50 yılda çok kötü yapılaşmış ki deprem bunu gösterdi. O alanlarda biz, yeni yerleşim stratejilerini, şemalarımızı nasıl uygularız? Biz onun üzerinde daha çok duruyoruz.
G.E.: Evet, son bir sorumuz var Faruk Bey, arkasından kapatacağız. Sizin çalışmalarınızı nereden izleyebiliriz? Bir internet sayfası kullanacak mısınız?
F.G.: Var. Sosyal medya olarak, Anadolu Tasarım Atölyesi sosyal medyamız var. Kentsel Strateji web sitemiz var. Birtakım basın toplantıları yapacağız, birtakım çalıştaylar yapacağız. Bunları hep sosyal medyayla, aynı Tasarım Atölyesi Kadıköy'de yaptığımız gibi, Vizyon Atölyesi’nde yapmış olduğumuz gibi. Bunları bir şekilde duyurmaya çalışacağız.
E.C.: Bu sözü edilen 11 atölye yahut mimari büro kim tayin etti onları, hükümet mi?
F.G.: Yani basından ben de izliyorum. Evet yatırımcılar belirlenmiş. Yatırımcıları bir şekilde merkezi yönetimde daha önce çalışılmış mimari tasarım ofisleri.
G.E.: Evet, Faruk Bey çok teşekkür ederiz size. Verdiğiniz bilgiler için, programımıza katıldığınız için. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
F.G.: Çok teşekkür ediyorum, desteklerinizi bekliyoruz.
G.E.: Muhakkak. Gelişmeler oldukça yeni programlar yapabiliriz. Duyurularınız olduğu zaman programımızdan yayınlayabiliriz. Çok teşekkürler.
F.G.: Ben teşekkür ederim.