Cumhurbaşkanı Erdoğan, salı günü gerçekleşen Birleşmiş Milletler'in 76. Genel Kurul toplantısında Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'nı önümüzdeki ay meclise sunmayı planladığını açıkladı. Bugüne kadar 197 ülke imzacı olmuş fakat aralarında Türkiye'nin de olduğu altı ülke anlaşmayı onaylamamıştı. Açık Yeşil programında Ümit Şahin, Erdoğan'ın konuşmasını yorumladı.
(22 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Yeşil programında yayınlanmıştır.)
Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor. Ben Ümit Şahin ve destekçimiz Nuran Evliyaoğlu’na teşekkür ederiz. Bugün, Ömer Madra yok, biliyorsunuz bu hafta; fakat çok önemli gelişmeler var. Bugün biraz sürpriz, yani dün akşam tabii haberleri duymuş olabilirsiniz ama bugün Açık Yeşil’de sürpriz bir Açık Yeşil yapıyoruz. En azından bana sürpriz çünkü Türkiye altı sene aradan sonra nihayet artık umutlarımızı kesmişken Paris İklim Anlaşmasını onaylıyor, onaylayacağını duyurdu. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta Birleşmiş Milletler genel kurulunda yaptığı konuşmanın müjdesi olarak da bu açıklama yapıldı. Bir ay içerisinde anlaşmanın meclise getirileceği, onaylanmak üzere getirileceği açıklamasını Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı. Bugün de Çevre Bakanı Murat Kurum bir açıklama yaparak bunu bir kez daha doğrulamış oldu. Dolayısıyla bu çok önemli bir gelişme. Gerçekten bunu yorumlamak lazım.
Türkiye’nin iklim politikaları açısından hatta sadece iklim politikaları değil bence siyaset ve ekonomi politikaları açısından da bir dönüm noktası oluşturacak. Hani bu Paris Anlaşmasını kendisine uygulamasından bağımsız olarak özel bir anlam yüklemek anlamına gelmiyor belki ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında çok ilginç, peşine düşülmesi gereken, takip edilmesi gereken noktalar vardı. O yüzden bugün biraz da Açık Yeşil’in böyle tarihi bir programını, Türkiye’nin iklim politikalarının dönüm noktasını yaşıyoruz bugün. O yüzden bu özelliğine uygun olması açısından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının o bölümünün yani iklim değişikliğiyle ilgili bölümünün tamamını dinleterek başlayacağım. Uzun biraz ama sadece Paris’in onaylanacağına dair sonlarda yer alan cümleler değil, öncesinde söyledikleri de ilginç ve onların da yorumlanması gerekiyor. Birlikte dinleyelim şimdi o kaydı, ondan sonra yorumlamaya çalışacağım.
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın BM Genel Kurul’undaki konuşması:
“Değerli delegeler, dünya, üzerindeki milyonlarca canlı türüne kucak açarken bu cömertliğinin karşılığında bizden sadece tabiatın dengesine saygı duymamızı istiyor. İnsanoğlu tarih boyunca sürdürdüğü gelişme ve kalkınma arayışında dünyanın bize sunduğu kaynakları maalesef hoyratça kullanmıştır. Asırlardır devam eden bu sürecin sonunda, tabiatın kendi dengesi dışında, tamamen insanoğlunun yol açtığı tehditlerle karşı karşıya bulunuyoruz. İklim değişikliği, hava kirliliği, su ve gıda güvenliği, biyoçeşitliliğin kaybı gibi başlıklar altında toplayabileceğimiz sorunlar insanlığın geleceğini belirsizliğe atacak boyuta ulaşmıştır. Bu başlıklardan iklim değişikliği, çevre sorunu olmanın ötesinde telafisi imkânsız sonuçlara yol açması bakımından üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Sanayi öncesi döneme kıyasla 50% artış gösteren karbondioksit, metan, azot, oksit gibi sera gazları dünyamızın adeta ateşini yükseltiyor. Nitekim bir süredir dünyanın her tarafında sanayi öncesi döneme göre 1,1 °C artış gösteren sıcaklığın yol açtığı afetler yaşanıyor. Asya ve Avrupa’da seller, Amerika’da kasırgalar, Afrika’da kuraklık, Akdeniz çanağında yangınlar, Grönland’ın zirvesinde yağmur, çöllere kar yağması gibi alışık olmadığımız hadiselerle karşılaşıyoruz. Bu afetler çevreye ve ekosisteme verdiği zararlar yanında insanların can ve mal güvenliğini de tehdit ediyor. Pek çok yerde insanlar toplu olarak başka yerlere gitmeye, göç etmeye hazırlanıyor. Halbuki dünya henüz Suriye ve Afganistan gibi çatışma kaynaklı kriz bölgelerinin yol açtığı mülteci meselesine çözüm bulamadı. Böyle bir dönemde kuraklık, gıda sıkıntısı, hava olayları gibi bu tür sebeplere dayalı yüzlerce milyonluk göçlerle nasıl baş edileceği meçhuldür. İklim değişikliğinin en büyük etkisi büyük şehirlerin merkezinde yaşayan nüfuslar üzerinde görülecektir. Mesela içinde bulunduğumuz New York şehri sadece iki hafta arayla maruz kaldığı dev kasırgaların ve her biri ancak 500 yılda bir görülebilen yağışlar yüzünden zor günler geçirmiştir. Avrupa’nın batısını etkileyen yağışların sebep olduğu yıkımlar hâlâ onarılamamıştır. Türkiye olarak bu konuda en hızlı ve etkin çözümler üreten ülke olmamıza rağmen biz de oldukça sıkıntılı günler yaşadık. Dünyadaki altyapının önemli bir bölümü son iki asrın ürünüdür. İklim değişikliğinin yol açtığı değişimleri bu altyapıyla karşılayabilmek mümkün değildir. Küresel sıcaklık artışının devam etmesi, dolayısıyla daha yoğun yağışların gelecek olması hepimizi yeni arayışlara yöneltmelidir. Mesela şehir planlamalarının artık iklim değişikliğinin yol açtığı sonuçlar göz önünde bulundurularak yapılması zorunlu hale gelmiştir. En önemli karbon yutak alanları arasında yer alan ormanların bir yandan arazi kullanımıyla diğer yandan yangınlarla yok olmaya yüz tutması dünyamızı bekleyen bir diğer tehlikedir. Sıcaklık artışının etkilediği bir diğer alan da denizlerimizdir. Genleşen su ve eriyen buzullar deniz seviyelerini son bir asırda 20 santim yükseltmiştir. Bu rakam dünyanın son üç bin yılındaki en hızlı artışı ifade ediyor. Şayet etkin önlemler alınmaz ve sera gazı emisyonları artmayı sürdürürse yüzyılımızın sonunda deniz seviyelerinin bir metreden fazla yükselmesi bekleniyor. Böyle bir yükseliş kıyı şehirlerinin ve ada devletlerinin önemli bölümünün haritalardan silinmesi demektir. Tabii bu durum beraberinde yeni ve devasa kitlelerden oluşan göç dalgalarını da getirecektir. Dikkatinizi çekmek istiyorum; saydığım tüm bu sorunlar sadece sıcaklıktaki 1,1 °C artışla ortaya çıkmıştır. Bu artış 1,5 °C, 2 °C ve daha fazlasına yükseldiğinde nelerle karşılaşabileceğimizin takdirini sizlere bırakıyorum. Değerli delegeler, işte tüm bu gelişmeler üzerine dünya devletleri olarak iklim değişikliğiyle mücadele için 2015 yılında bir araya gelerek Paris İklim Anlaşması konusunda mutabık kaldık. Anlaşmanın hedefi yüzyılın ortasına kadar küresel sıcaklık artışını 1,5 °C ile sınırlı tutmaktır. Ancak gidişat tedbir alınmadığı takdirde bunun çok da mümkün olmadığına işaret ediyor. Bunun için öncelikle ve en çok da iklim değişikliğine yol açan sorunların ortaya çıkmasında tarihi sorumluluğu olan ülkelerin elini taşın altına koyması şarttır. Koronavirüs salgınının önüne geliştirilen aşılarla geçmek belki mümkün olabilecek ama iklim değişikliği konusunda böyle bir laboratuvar çözümü bulunabilmesi söz konusu değildir. İşte bunun için her fırsatta dile getirdiğimiz “dünya 5’ten büyüktür” tespitini iklim değişikliği hususunda da tekrarlıyorum. Tabiata, havamıza, suyumuza, toprağımıza, yeryüzüne kim en çok zararı verdiyse, doğal kaynakları kim vahşice sömürdüyse iklim değişikliğiyle mücadeleye en büyük katkıyı da onlar yapmalıdır. Geçmişten farklı olarak bu defa kimsenin “ben güçlüyüm, fatura ödemem!” deme hakkı yoktur. Çünkü iklim değişikliği insanoğluna oldukça adil davranıyor. Avrupalı, Asyalı, Amerikalı, Afrikalı, zengin, fakir farkı dinlemeden herkese aynı muameleyi yapıyor. Hepimize düşen görev bu tehdit karşısında hakkaniyete dayalı bir yük paylaşımıyla tedbirlerimizi almak, yükümlülüklerimizi süratle yerine getirmektir. Türkiye olarak bu anlayışla hareket ediyoruz, Paris İklim Anlaşmasına ilk imza atan ülkelerden biriyiz, ancak yükümlerle ilgili adaletsizlikler sebebiyle henüz bu anlaşmayı yürürlüğe koymamıştık. Son dönemde bu çerçevede kaydedilen mesafenin ardından aldığımız kararı buradan BM Genel Kurulu’ndan tüm dünyaya duyurmak istiyorum. Paris İklim Anlaşmasını atılacak yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde önümüzdeki ay meclisimizin onayına sunmayı planlıyoruz. Glasgow’da yapılacak BM İklim Değişikliği Konferansı’ndan önce “karbon nötr”, bu hedefin anlaşmanın onay aşamasını tamamlamayı düşünüyoruz. Yatırım, üretim, istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak kabul ediyoruz.”
ÜŞ: Evet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün New York’ta BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın iklim değişikliğiyle ilgili bölümünü dinledik. Bölümün tamamı buydu. Tamamını dinletmek istedim çünkü gerçekten cümle cümle çözümlemesi yapılabilecek önemde bir konuşma. Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki iklim politikalarını bu konuşma belirleyecek. Bu konuşmanın takipçisi olmak gerekecek. Hatta abarttığımı düşünmezseniz mücadele bugün başlıyor aslında. Türkiye’de iklim mücadelesi bugün başlıyor. Bugüne kadarki yaptıklarımızın bir tür ön hazırlık olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bundan sonra Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması ve bütün bu referansların ardından özellikle 1,5 °C ve karbon nötr hedefi referanslarının ardından Türkiye’nin politikalarının tamamen değişmesi lazım. Bizim de bunu takip etmemiz lazım. Burada artık bir tür samimiyet sorgulaması yapmanın ben çok doğru olmayacağını düşünüyorum. Yani bunların, bu açıklamalar devletin yaptığı açıklamalar, en üst düzeyden yapılmış açıklamalar. Dolayısıyla bizim de bunları takip etmemiz, iklim hareketi açısından, iklim kriziyle mücadele edenler açısından bundan sonraki görevimiz diye düşünüyorum.
Konuşmanın hızlıca bir akışına bakarsak, neredeyse bir IPCC’nin son altıncı raporunun özetiyle başladı Cumhurbaşkanı Erdoğan. Konuşmayı her kim yazdıysa aslında çok başarılı yazılmış bir konuşma. Gerçekten mesela sanayi öncesine kıyasla sera gazlarının %50 artış gösterdiği çok yeni bir durum bu, çok yakından takip ediyor olmak lazım, mesela Açık Radyo’yu takip ediyor olmak lazım. Yani bunları her yerde bulamazsınız, uzmanların yazdığı belli oluyor. Özellikle iklim değişikliğinin ve diğer afetlerin biyoçeşitlilik kaybı gibi tamamen insanın yol açtığı tehditler olduğunu en başta söylemesi çok kritikti. Bu Türkiye’nin öteden beri zaten hiçbir zaman iklim inkarcısı bir pozisyonu olmadı hükümetlerin Türkiye’de ama yine de “tamamen insanın yol açtığı tehditler” cümlesi çok kritik. Çünkü bugün, özellikle bugüne kadar Türkiye’nin Paris’i onaylamadığı durumda iklim hareketinden gelen her türlü eleştiriyi özellikle sosyal medyada hükümetten yana olan bazı kişiler vs. daha böyle şüpheci bir tonla iklim değişikliğine dair şüpheci bir tonla yanıtlamaya başlamışlardı. Türkiye’de daha önce Açık Yeşil’de de konuşmuştuk, bir tür iklim inkarcılığı tehlikesi ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu konuşma en azından iktidara yakın çevreler açısından buna karşı bir kalkan aslında, o açıdan çok kritik. Hem tamamen insanın yol açtığı tehditler olduğunu söylemesi çok kritik. 1,1 °C ısınmasına rağmen dünya seller, kasırgalar, kuraklık, yangınlar gibi afetlerle sarsılıyor. Bunun net bir şekilde söylenmesi yani bu afetlerin, iklim felaketlerinin iklim değişikliğine bağlanması çok önemli. Hatta Grönland’ın zirvesine yağmur yağması gibi hakikaten bu konuyu yakından takip edenler dışında kimsenin pek de haberinin olmadığı çok yeni gelişmelere kadar her şeye yer verilmiş konuşmada.
"Türkiye’de de iklim değişikliği gerekçesiyle yeni bir altyapı planı çıkabilir"
Konuşmanın en kritik vurgularından bir tanesi göç meselesiydi. “Suriye ve Afganistan’daki çatışma kaynaklı mülteci meselesine şimdi kuraklık ve gıda sıkıntısından iklim değişikliğine bağlı göçler eklenecek. Böyle bir tehdit altındayız” dedi ve göç dalgalarından bahsetti. Konuşmada iki kez göçlerden bahsetti. Bu biraz da iç politikaya dönük bir mesaj olabilir ama tabii Türkiye’nin özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerinde göç meselesinin önemini biliyoruz. Burayı bir mesaj olarak okunabilir diye de düşünüyorum. Bu hem iç politikaya hem de AB’ye yönelik bir mesaj olabilir. İşte New York’taki kasırgalardan bile bahsetti, Avrupa’nın batısındaki yani Almanya’daki sellerden bahsetti Almanya demeden fakat ilginç bir şekilde “Türkiye’de de her türlü bu konularda çok ileri durumda olmamıza rağmen sıkıntılı günler yaşadık” dedi. Nedense Türkiye’deki orman yangınlarından ve sellerden bahsetmedi. Onu hızlı geçip çözüme geçti ve çözümde bence çok kritik olan bir ayrıntı var; dünyanın 200 yıldır kurulmuş bir altyapıyla bugüne geldiğini söyledi. Son 200 yılda kurulmuş bir altyapıyla bugüne geldiğini söyledi ki bu işte enerji altyapısı, yollar, vs. “şimdi bunun değişmesi gerekiyor” dedi özellikle şehir planlamasından bahsederek. Şimdi burada muhtemelen ABD’nin altyapı planı adıyla yayınlanan iklim planına bir referans var. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de de yeni bir altyapı planı, iklim değişikliği gerekçesiyle bir altyapı planı çıkabilir gibi bir abartılı okuma yapacağım buradan. Çok da abartılı olmayabilir ama çünkü Türkiye’de özellikle ekonomi politikalarının altyapı yatırımlarına endeksli olduğunu biliyoruz, yani inşaata endeksli olduğunu biliyoruz. Şimdi ‘benzer bir altyapı hamlesi’ diyelim, iklim bağlamında da Paris üzerinden gelebilir. Buna dikkat etmek lazım. Yani doğru yönde yapılması lazım tabii bu altyapı yatırımlarının.
Burada tabii çok önemli üç vurgu var, bu konuşmadan çıkan Türkiye’nin iklim politikaları açısından. Bir tanesi 1,5 ve 2 °C’de kim bilir nelerle karşılaşacağız yani “1,1 °C artışta bunlar oluyorsa” dedi, hani bu senelerdir bizlerin söylediği cümleleri bugün Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında duymak gerçekten çok önemli. Bu cümlenin hemen ardında da şunu söyledi “biz 2015 yılında Paris iklim anlaşması konusunda mutabık kaldık” dedi ve yani dünya ülkeleri olarak, bütün ülkeler olarak ve “anlaşmanın hedefi sıcaklık artışını 1,5 °C sınırlı tutmaktır”. Şimdi bu önemli bir nokta çünkü biliyorsunuz anlaşmada sıcaklık artışının 2 °C çok altında sanayi öncesi döneme göre ve mümkünse 1,5 °C gibi bir cümle var. Son dönemde, son 1 yılda özellikle veya işte 2018’deki IPCC raporundan itibaren diyebiliriz, asıl hedefin 1,5 °C olduğu netleşmeye başlamıştı. Bu bir yorum, asıl 1,5 mudur yoksa 2’nin hemen altı mıdır? Bu bir yorumdu. Özellikle daha gönülsüz ülkeler 2 °C hedefini savunuyorlardı daha çok. Fakat Türkiye’de bugün ABD gibi ve AB gibi 1,5 °C hedefini bu konuşmayla aslında kabul etmiş oldu çünkü “anlaşmanın hedefi sıcaklık artışını 1,5 °C sınırlı tutmaktır” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Hiç 2 °C lafı etmedi, bu çok önemli. Gidişatın bunun mümkün olmadığına işaret ettiğini söyledi ve oradan da işte daha çok tarihi sorumluluğu olan ülkelerin elini taşın altına koyması gerektiği şeyine atladı. Oldukça sert cümlelerle bunu söyledi ama burada yine çok önemli bir şey var; Türkiye’nin son bir yıla yakındır sürdürdüğü Türkiye’nin tarihsel sorumluluğunun neredeyse hiç olmadığı cümlesi yoktu bu sefer. Bu pozisyonun değiştirildiği anlaşılıyor. Zaten bunu söyleyerek Paris’i onaylamak da anlamsız olacağı için bu yanlıştan dönülmüş görünüyor. Bu çok önemli, yani düne kadar Türkiye’nin iklim politikalarında en çok eleştirdiğimiz şey buydu ve bugün bundan bir geri adım atılmış olduğu görünüyor.
Çok kritik bence, hatta “iklim değişikliğinin pandemide olduğu gibi aşısı yok” benzetmesi de çok önemli çünkü bu da, yine “aşırı yorum” demezseniz, bu da birazcık teknolojik çözümle, yani mesela karbondioksiti yerin dibine gömmek ya da işte büyük aletlerle atmosferden emmek gibi büyük teknoloji projelerine itibar etmemek anlamına gelebilir. Bir laboratuvar çözümü yok bu işin. Dolayısıyla Paris Anlaşması’na doğru gidiyor buradan. Bu son derece önemli. Biliyorsunuz Paris Anlaşması’nda hani bir belirsiz negatif emisyon söylemi dışında, daha doğrusu iması dışında bu tür bir teknolojik çözüm vurgusu yoktu.
Buradan da Paris’e geldi ama ona gelmeden önce bence iklim adaleti konusunda bir yanlış tanımlama yaptı, belki de konuşmanın tek yanlış yeri burasıydı: “İklim değişikliği herkese adil davranıyor, bütün yoksul, fakir, zengin bütün ülkeler aynı derecede etkileniyor” dedi ki bu biliyorsunuz böyle değil. Yani daha, buradaki adalet söylemini sadece sera gazlarında değil etkiler konusunda da bir adaletsizlik var; daha hazırlıksız olan, daha yoksul ülkeler, az gelişmiş ülkeler daha fazla etkileniyor. Bunu vurgulaması gerekirdi ama burada bir… Bunun bir siyasi tercih olduğunu sanmıyorum çünkü daha önceki konuşmalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir eşitleme durumu yoktu. Bu biraz eski, 1960’ların, 70’lerin çevreci dilinden sızmış buraya. Yine konuşmanın yazarıyla ilgili bir şey olsa gerek ama burada bir iklim adaleti tanımı hatası yapıldığını söyleyebiliriz.
"Türkiye dünyada 2053’de net 0 hedefi alan ilk ülke olabilir"
Nihayet bir müjde verme tonuyla Cumhurbaşkanı Erdoğan “Paris’e ilk imza atan ülkelerden biri olarak” dedi Türkiye. Öyle gerçekten ama diğer ülkelerle birlikte, hani diğer ülkelerden önce imza atmadı Türkiye Paris Anlaşması’na. “Bugüne kadar yükümlülüklerdeki adaletsizlikler nedeniyle onaylamıyorduk” dedi, “onaylamamıştık ama şimdi bir ay içerisinde onaylamak üzere meclise getiriyoruz Paris Anlaşması’nı” diye müjdeyi verdi. Oradan da aslında şuna bağladı; bu çok önemli, yani “ulusal katkı beyanımız çerçevesinde” dedi ama o normal zaten, bütün ülkeler ulusal katkı beyanı çerçevesinde Paris’i onayladı zaten ama orada “Glasgow’da yapılacak BM İklim Değişikliği Konferansı’ndan önce karbon nötr hedefli anlaşmanın onay aşamasını tamamlamayı planlıyoruz” dedi. Burada bir “karbon nötr” sözcüğünü geçirdi; yani “Türkiye karbon nötr hedefini aldı” demedi, bir tarih vermedi ama aslında o tarihi de ima etti. Çok kritik bir cümle. Bu son cümleyi okumak istiyorum “yatırım, üretim ve istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak kabul ediyoruz” dedi. Türkiye dünyada 2053’de net 0 hedefi alan ilk ülke olabilir, kimi ülkeler 2050, kimi ülkeler 2040, kimi ülkeler, Çin gibi 2060 alırken Türkiye 2053 alacak galiba ama ne olursa olsun yılı çok önemli değil. Türkiye’nin net 0 hedefini, karbon nötr hedefini alarak Paris Anlaşması’nı onaylaması hayati öneme sahip. Tıpkı yine Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi yatırım, üretim ve istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacaksa ki hani şöyle yine bir samimiyet testi yapmak isterseniz, hani Paris Anlaşması’nı onaylarsınız ama hiçbir şeyi yerine getirmezsiniz, getirmeye niyetiniz olmaz, sadece kâğıt üstünde onaylarsınız ama bildiğiniz gibi her şeye devam edersiniz. Böyle bir niyet olsaydı bu cümle kurulur muydu? Ona emin değilim. Dolayısıyla bu artık tamamen bizim takip etmemiz gereken, aktivistlerin, iklim değişikliği mücadelesiyle ilgilenen herkesin takip etmesi gereken bir nokta. Hayırlı olsun! Türkiye’nin Paris süreci evet her şey yeni başlıyor artık.
Türkiye bugüne kadar 16 senelik yaklaşık bir mücadelenin ardından, Türkiye nihayet uluslararası iklim mücadelesinin bir parçası oluyor. Bunun doğru yönde akması için biz de üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Bütün iklim aktivistleri ve uzmanlar olarak. Son bir noktayla bitireceğim programı; dün Türkiye’nin Paris’i onaylaması uluslararası basının, hatta nedense Türkiye’deki basının da çoğunun gözünden kaçmış ama işte TRT, Anadolu Ajansı falan dışında pek bir yerde geçmedi nedense. Henüz gazeteciler bu olayın önemini fark edemediler galiba ama özellikle uluslararası basında şu haber de çıktı ama, bir son dakika haberi olarak; Çin’in özellikle iklim finansmanını, yurt dışına, diğer ülkelere yaptığı iklim finansmanını durdurma kararı. O da dün verilen, yapılan bir açıklama Başkan Şi’nin yaptığı açıklamayla ortaya çıktı. Bu çok kritik. Bu artık yeni kömür yatırımlarının sonunun geldiğine işaret ediyor. Belki gelecek hafta bu konuya biraz daha detaylı değineceğiz. Çünkü bu da dünya iklim hareketini, iklim mücadelesini kökünden değiştirecek bir karar. Çünkü son kalan ülke Çin’di. Dışarıdaki ülkelere iklim finansmanı veren Çin de buradan çıkarsa bu iş çok değişebilir. Türkiye’nin de oyuna girmesi artık çok şeyi değiştirecek gibi görünüyor.
Gelecek hafta görüşmek üzere. Hoşça kalın.