Bu sene iklim müzakerelerinde ileriye doğru iki önemli adım atıldı. Tabii ikisi de sivil toplum ve iklim hareketinin çabasından kaynaklanıyor: Kömürden çıkış ve 1,5 derece.
Bildiğiniz gibi mevcut iklim rejiminin temelleri 2009’daki Kopenhag faciasından sonra atılmıştı. Kopenhag’da yapılan COP 15’de dönen dolaplar sonucunda anlaşmaya varılamamış, ancak hemen ardından Paris’in temelini teşkil eden kararlar alınmıştı. Böylece iklim rejimi Kopenhag sonrasında tersine dönmüş oldu. Yukarıdan ülkelere verilen bağlayıcı hedeflere dayalı Kyoto sistemi yerine, aşağından, ülkelerin kendi hedeflerini belirledikleri neredeyse gönüllü denilebilecek bir sisteme geçildi. Bu değişiklik bir yandan rejimin iklim değişikliğini önleme anlamındaki gücünü zayıflatırken (zira Paris hedefleri tutulsa bile en az 3 derce ısınma garanti), bir yandan da gelişmekte olan ülkelerin ve klasik yan çizicilerin Paris’e evet demesini sağlayarak kapsayıcılığı genişletti (İmzasını çekeceğini açıklayan ABD dışında bütün ülkeler Paris’i imzalamış oldu, şu ana kadar 169 ülke de onayladı ve taraf oldu).
Ancak Kyoto’dan Paris’e bir şey değişmedi: En başından, 1990’lardan bu yana iklim müzakereleri aslında “talebi düşürmeyi” hedefliyor. Bu da anlaşmalarda emisyon indirimi olarak ifade ediliyor. Yapılan kısaca şu: Ülkeler ekonomik faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazları emisyonunu belli bir tarihe kadar belli bir oranda düşürme hedefi veriyorlar, bunu da yenilenebilir enerji yatırımlarını artırma ve enerji yoğunluğunu düşürme gibi hedeflerle birleştiriyorlar. Yani hangi yolla olursa, sera gazı salımına neden olan uygulamalara olan talebi düşürmeyi ve alternatifleri artırmayı hedefliyorlar. Artık ister vergi koysunlar ister teşvik versinler, o kendilerine kalıyor. İşin özü talebi azaltarak kirliliği azaltmak, bir de kirleten öder prensibiyle kirleteni caydırmak. Bu nedenle ne Paris’te ne de önceki metinlerde fosil yakıt, kömür vb. lafları geçmiyor. Oysa herkes biliyor ki, kömür ve diğer fosil yakıtlar serbestçe çıkartılmaya devam ettiği sürece, onu yakacak birileri bulunuyor. Hatta değil mevcut fosil yakıt rezervlerini çıkarmaya devam etmek, sürekli yeni kuyular, yeni maden sahaları açılıyor. Bir zamanlar kömür ve petrol nasılsa tükenecek diye bekleyenler avucunu yalıyor. Dokunulmamış rezervler tükenmek bilmiyor, hatta katran kumulları, kaya gazı gibi konvansiyonel olmayan yeni fosil yakıtlar devreye giriyor.
Birkaç yıl önceye kadar “emisyonları bırakın, kömüre moratoryum uygulamayı gündeme alın” diyenler müzakerelerin ruhunu anlamayan uçuk radikaller olarak görülüyordu. Oysa birkaç yıldır kömürden, uzun vadede de bütün fosil yakıtlardan çıkmanın (phase-out) tek yol olduğunu herkes görmeye başladı. Karşı tarafın stratejisi şimdi bunu olabildiğince yavaşlatmak.
Üstelik bu “talep” yerine “arz” temelli politikanın temellerini bu konudan hiç bahsetmeyen Paris anlaşması atıyor. Çünkü anlaşmanın uzun vadeli hedefin tanımlandığı 4. maddesinde “bu yüzyılın ikinci yarısında sera gazlarının kaynaklar temelinde insan kaynaklı emisyonları ile yutaklar temelinde uzaklaştırmaları arasında dengeyi” sağlamanın amaçlandığı yazılı. Bu karmaşık ifade “net emisyonların sıfırlanması” olarak basitleştiriliyor. Zaman hedefi muğlak verilmiş de olsa, aslında bunun 2050’lerde başarılması gerektiği açık. Ayrıca o zamana kadar yutakların kapasitesini artırmak pek mümkün olmadığına göre (ki ormanlar vb. zaten azalıyor) geriye kaynağı kurutmak kalıyor. Yani anlaşma muğlak bir ifadeyle de olsa 40 yıl içinde fosil yakıt “arzını” durdurmayı öngörüyor. İşte COP23, bu gerçeğin daha fazla gündeme getirildiği bir zirve oldu.
Üstelik bunun yanına 2 derece yanılsamasından kurtulmamız gerektiği vurgusu da ekleniyor. Paris Anlaşması aslında küresel sıcaklık artışını herkesin sandığı gibi 2 derecede durdurmayı hedeflemiyor. O hedef AB’nin eski hedefiydi ve müzakerelerde Cancun’da, hatta Kopenhag’da dile getirilmişti. Oysa Paris özellikle ada ülkelerinin büyük çabasıyla (burada bu yıl kaybettiğimiz Tony de Brum’un çabasını saygıyla analım) hedefi çok daha aşağı çekti ve “ortalama sıcaklıktaki artışı endüstri öncesi düzeylerin 2 derece üstünün çok aşağısında tutarak ve sıcaklık artışını endüstri öncesi düzeylerin 1,5 derece üstüyle sınırlamak yönünde çaba göstererek” gibi yine ustaca kurulmuş bir muğlak ifadeyle de olsa 1,5 derece olarak koydu. Şu anda elimizdeki bütün karbon bütçesi (en fazla ne kadar daha sera gazı salabiliriz) hesapları 2 dereceye göre yapılmış. Ancak Pazartesi günkü açılışta IPCC Başkanı Hoesung Lee, 1,5 derece özel raporunun 2018 COP’undan önce yayınlanmış olacağını açıkladı. Yani seneye elimizde 1,5 derece için gerekli karbon bütçesi vb. de olacak, üstelik en güncel haliyle. Yani artık Pasifik adalarını sular altında bırakacak, Afrika’yı kuraklıktan yaşanmaz hale getirecek, aşırı hava felaketlerini iyice şiddetlendirecek 2 dereceyi hedefmiş gibi dillendirmekten vazgeçmemiz, hâlihazırda ortalama 1 dereceyi geçen küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmayı hedeflediğimizi daha sık dillendirmemiz gerekiyor.
Bu da fosil yakıtları 40 yılda, ama önce çok hızlı, kalanını (onlar da az gelişmiş ülkelerde kullanılmak şartıyla) biraz daha yavaş bir hızla terk etmemiz anlamına geliyor. Gereken emisyonları düşürme hızı için şu grafik bir fikir verebilir (turuncu çizgi 1,5 derece, yani Paris hedefi):
Bu hızlı azaltımda aslan payını elektrik sektörü alıyor ve öncelikli ve en hızlı olarak kömürden elektrik üretimini terk etmek gerekiyor. Bunun için de Climate Analytics’in önceki gün Bonn’da yaptığı sunuma göre, AB ülkelerinin 2030’a kadar, tüm dünyanın ise 2050’ye kadar kömürü elektrik üretiminde kullanmayı tamamen bırakması gerekiyor. Türkiye’de hâlâ ekonomik ömrü en az 40-50 sene olan yeni kömürlü termik santrallar yapıldığını düşünürseniz, mevcut politikaların iklim koruma hedeflerine ne kadar ters düştüğünü rahatça görebilirsiniz. Zira rezervlerdeki kömürün en az %80’ini yerin altında bırakmadan ısınmayı 2 dereceyle sınırlamak bile mümkün değil. Bu oran 1,5 derece için çok daha yüksek. Aslında yapılması gereken şey bir daha hiç kömürlü santral yapmayıp, ömür uzatacak yenileme işlerini de bir yana bırakıp, hızla termik santralları ve kömür madenlerini kapatmak. Bu size gerçekçi gelmiyorsa iklim değişikliği konusunda kaygılanmayı bırakabilirsiniz. Olacağına varır.
***
Bonn’da bu konuda yeni raporlar açıklanıp duruyor. Örneğin Urgewald’ın açıkladığı Küresel Kömürden Çıkış Listesi madencilikten kömürden elektrik üretimine, kömür ticaretinden termik santral tasarımına kadar her türlü kömür işi yapan dünya çapındaki 770 şirketi listeliyor. Bu listedeki şirketler en büyükleri ve dünya kömür üretiminin %88’ini, kömürden enerji üretiminin %86’sını temsil ediyor. Dünya çapındaki bütün bankalar ve yatırımcılar yatırımlarını bu şirketlerden çekmeye çağrılıyor. Oysa bu şirketlerden 225’i yeni kömür madenleri açmayı, 282’si (kimileri aynı şirketler tabii) yeni kömürlü termik santrallar yapmayı planlıyor. Bu hedefler gerçekleşirse dünya çapında 1600 yeni kömürlü termik santral yapılmış, kömürden elektrik üretim kapasitesi yüzde 40’ın üzerinde artmış olacak. İşte bu “kara” listeyi yeşillerin ve iklim-ekoloji hareketinin de çok iyi bilmesi gerekiyor. Çünkü aralarında çok sayıda Türkiye kökenli şirket de bulunan bu liste mücadelenin hedefini de gösteriyor. Onları ve onlara yolu açanları durdurmazsak iklim değişikliğini durdurmak hayalden ibaret kalır.
Bonn’da elbette pek çok başka konu tartışılıyor, onlardan biri de Türkiye’nin Paris’ten beri devam eden Yeşil İklim Fonu’nda yararlanma talebi. Müzakerelerde neler olduğunu ve Türkiye’nin neler yaptığını bir sonraki yazıya bırakıp Bonn’dan çıkarmamız gerektiğini düşündüğüm temel mesajı tekrar not ediyorum: Isınmayı 1,5 derecede durdurmak ve kömürden derhal çıkış! Radikalse radikal!