Doğal ve doğaüstü unsurların, inanç ve yaşam pratiklerimizde birbirine karıştırılması. Komplo Kurguları serisinin yedincisindeyiz.
Geçen hafta, bilişsel uyumsuzluk tezinden ve duyguların inançlar üzerindeki yönlendirici etkisinden söz ederken, cemaat taraftarlığı psikolojisinden de söz etmiştik.
Bu haftaki program bir anlamda bu programa bir dipnot oluşturacak.
— / —
"Ya Kebikeç", eskiden kitapların ilk sayfalarına, kâğıt veya parşömeni zarar verebilecek böceklerden korumak için konulan bir tılsım.
Kebikeç'in kadim Süryani inancında böceklere hükmeden bir meleğin adı olduğu söyleniyor.
Bu tılsım, böceklere karşı medet umulan bir yardım çağrısı, ümidi.
Öte yandan, Kebikeç'in, böcekleri savacak zehirli bir mürekkep elde edilen bir bitkinin adı olduğu da söyleniyor.
Yani Kebikeç'in görmesi gereken ikili, bir yanda doğal, bir yanda da doğaüstü bir işlevi var.
— / —
Not. Bu bilgileri, Metis Yayınevi’nin 2020 Ajandasından aldım.
Metis her sene özenle hazırlanmış çok güzel ajandalar yayımlıyor.
"Ya Kebikeç", bu senenin ajandasının kapağında yer alıyor.
Yıllar önce Ercan Kesal da Radikal Gazetesi'nde Kebikeç üzerine güzel bir yazı yazmıştı.
Şuradan okunabilir: http://radikal.com.tr/yazarlar/ercan-kesal/olulerini-unutanlarin-ulkesi-1101319/
— / —
Burada, böcekleri kitaplardan uzak tutacak zehirli bir mürekkep kullanarak (bilimsel bile diyebileceğimiz) doğal bir yöntemin, böceklerin meleğinden medet umarak kitaba yerleştirilen bir tılsımla, yani doğaüstü bir unsurla, inanç ve yaşam pratiğinde iç içe geçtiğini görüyoruz.
Doğal olanla doğaüstü olanın bir arada kullanılması, ülkemize özgü bir durum değil.
Örneğin, Bilimsel Devrim ve ardından gelen Aydınlanma dönemlerinin ilk adımı olan Rönesans'ta (15-16. yüzyıl), bilimin hem deneysel bilgiye hem de, örneğin, ruhlara bir arada atıfta bulunması, çok sık rastlanan bir durum.
— / —
Bugün yayınevleri kitapların ilk sayfalarına "Ya Kebikeç" tılsımı yerleştirmiyor.
Ama biz evimizin kapısına hem en güvenli olduğunu düşündüğümüz kilidi takıyoruz, hem de kapının üzerine bir muska asabiliyoruz.
Dünyevi olanla olmayana inançlarımızda bir arada yer açıyoruz.
Bu gözlemden yola çıkarak, geçen haftaki tarikatlar/cemaatler tartışmasına bir dipnot düşebiliriz.
Tezim şu: Cemaatlerin etkisini yalnızca uhrevi unsurlarla ve inanç psikolojisiyle açıklamak, eksik kalmaya mahkum. İç içe geçmiş dünyevi unsurları da hesaba katmamız gerekiyor.
Cemaatler, son derece dünyevi işlevler görüyorlar. Yaptıkları yalnızca uhrevi rehberlikten ibaret değil.
Üyelerine bürokraside, sağlıkta, eğitimde destek sağlıyorlar. Dünya nimetlerinden pay almalarına yardımcı olarak taraftarlık çemberini genişletiyor ve pekiştiriyorlar.
Cemaatlerin üstlendiği bu dünveyi işlevin Tasavvuf tarihinde yeri olmadığı, hatta Tasavvuf düşüncesinin özüne aykırı olduğu düşünülebilir. Öyle de, aslında.
Ama, ülkemizde ana akımı oluşturan büyük cemaatlerin çoğu evrilerek 21. yüzyılda böyle bir biçime bürünmüş durumdalar.
— / —
Bu haftaki programda ana hedefim, bir cemaat analizi yapmak değil.
Dikkat çekmek istediğim konu, dünyevi olanla uhrevi olanı birbirine karıştıran, iç içe aynı inanç sistemi içinde tutan düşünce yapısının doğası ve komplolara inanma eğiliminin temel unsurlarıyla ortak noktaları.
Bu konuya gelecek hafta antropolog Ayşe Çavdar ve siyaset bilimci Aysuda Kölemen'in katkılarıyla, "bir komplo kurgusu olarak Kıyamet anlatıları"nı tartışarak devam edeceğiz.