Bellek, Deprem ve Dans

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Alan Antakya'dan Didem Koban ve Süleyman Demirkol ile 6 Şubat depremlerinin ikinci yıl dönümünde Antakya'daki ‘Bellek’ performansını ve bu performans ile eş zamanlı ortaya çıkan "Hayatta Kalma Sanatı" adlı kısa filmi; bu iki eserin zeminini hazırlayan, Apaçık Radyo programcısı Rahmi Öğdül’ün ‘Kentin Kapıları’ adlı metnini konuşuyor.

""
Bellek, Deprem ve Dans
 

Bellek, Deprem ve Dans

podcast servisi: iTunes / RSS

A.T.A.: Merhaba, Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 5 Şubat 2025 Çarşamba. 6 Şubat depremlerinin ikinci yıl dönümüne bir gün kala bir kez daha Antakya'ya uzanacağız ama depremin o yıkıcı, karanlık gündeminin dışında bir konumuz var, böyle konular da olabiliyor iyi ki. Konuklarım Süleyman Demirkol ve Didem Koban. Kendilerini Alan Antakya ekibi diye anlatayım. Süleyman, Didem hoş geldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Didem Koban: Hoş bulduk, teşekkürler. İyiyiz, sizler?

Süleyman Demirkol: Hoş bulduk, teşekkürler.

A.T.A.: Daha yeni sizi Mersin'de gördük, daha da iyi olduk aslında, detaylara geleceğiz. Programda benim bir ilk sorum var, sabit, ikinize de soruyorum. Didem Koban kimdir, Süleyman Demirkol kimdir? Ne yapmışlardır bugüne kadar ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da belirtir misiniz?

D.K.: Didem Koban, İstanbul doğumlu. Çağdaş Dans ve Performans sanatçısı. 2019 itibariyle Süleyman Demirkol ile hayatı birleştirdikten sonra, bir gecede alınmış bir kararla Antakya'ya yerleşen ve Antakya'da kendi alanında, dans alanında üretimlere devam etmeye çalışan bir koreograf, eğitmen, performans sanatçısı, dans sanatçısı. Alanım, Yıldız Teknik Üniversitesi müzik ve sanat sanatları, dans programı, Burada da 2019'dan bu yana Süleyman ile beraber üretimlerimize devam ediyoruz.

A.T.A.: Sakatlığın var mı Didem senin?

D.K.: Şöyle söyleyeyim; sahne esnasında, prova sırasında küçük bir rahatsızlık geçirdim ama sonrasında toparladım.

A.T.A.: Kısa dönemli de olsa sakatlık deneyimin var o zaman diyebiliriz aslında.

D.K.: Evet, var. Metatarsal ayak kemiği kırılmış, daha doğrusu çatlamış ve ben o şekilde performans yaptım bundan yıllar önce bir Antalya turnesinde ve sonrasında bir ay kadar, belki bir aydan daha fazla süre bir dönem geçirdim. O biraz sıkıntılı bir dönemdi ama toparladım.

A.T.A.: Süleyman, sen ne yaptın bugüne kadar ve senin sakatlığın var mı?

S.D.: Ben doğma büyüme Antakyalıyım. Üniversite sonrası uzun bir dönem İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalıştım. Geçirdiğim bir sakatlık ise burkulmalar, bunlar dışında ciddi bir sakatlığım yok.

6 Şubat Depremleri ve Alan Antakya

A.T.A.: Biz nasıl tanıştık, ona da gireyim en başında. 2023 Circular; Mersin'deki bir ekoloji, çevre, sanat performans etkinliği diyeyim. Orada beraberdik biz ve temamız da ‘su’ idi. Orada sizin ikinizin bir performansı vardı, benim de masal performansım vardı. Öyle bir tanışmamız vardı ama şimdi bu sene ‘Bellek’ var ama ‘Bellek’ konusuna isterseniz müzik arasından sonra girelim. Alan Antakya, sizin oradaki kurumsal adınız. Alan Antakya nasıl başladı? Didem çok az girdi ama detaylarını alalım ve tabii önce 6 Şubat 2023 - 5 Şubat 2025; bu iki senede neler oldu, sanatçı olarak neler gözlemlediniz Antakya için?

S.D.: Alan Antakya, 6 Şubat depreminden sonra Didem ile birlikte karar alıp oluşturduğumuz bir inisiyatif. Burada, aynı zamanda 2019'dan beri bizim resmi bir kurumumuz, dans ve sanat kurumumuz var Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı. Biz, 6 Şubat sonrası daha bağımsız hareket edebilmek için kurum dışında bir inisiyatif oluşturmak istedik, o da Alan Antakya oldu yani depremin ilk zamanları, bireysel, bağımsız, hiçbir yerden destek almadan, tamamen gönüllü olarak. Bazı bölgelere gidip hareket çalışmaları, dans çalışmaları yaptık. Sonra yavaş yavaş kültür-sanat fonlarını araştırdık ve Alan Antakya'yı biraz daha geliştirelim, biraz daha görünür olsun, biraz daha görünür olalım, daha fazla ulaşalım istedik. Alan Antakya üzerinden ilk projemiz de Saha olmuştu.

D.K.: Öncesinde de, deprem'den hemen sonra film çektik. Koreograf bir arkadaşımız Michael, Nisan'da, o seçim zamanı geldi. Bir kısa film yaptık ve tamamen spontan gelişti yani hiç kurgulanmadı. Biz zaten Antakya'daydık, o da dedi ki ‘Ben de geliyorum Antakya'ya. Deprem çok yeniydi ve şehir gerçekten kötü bir durumdaydı. Bir performans işi çıkardık ve sonrasında sevgili Veli Mert hocamız ile, Circular ile bağlantımız oldu. Sonrasında buradaki Güzel Sanatlar Lisesi - orası da yıkılmıştı – için, o arkadaşlar için sahne performansı aldık. Böyle böyle başladı Alan Antakya. 

Bizim inisiyatif olarak bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Resmi kurum olduğunuz zaman işler yürümüyor - hele ki depremden sonra… Bizim işimiz gençlerle, çocuklarla olduğu için sonuçta şehirdeki herkes göç etmek zorunda kaldı. O dönem, yedi-sekiz ay binalara giremiyorduk, zaten yasaktı. Bizim de tam anlamıyla üretimimiz durdu. Ne yapabiliriz diye düşündükten sonra Antakya'da da olduğumuz için sivil inisiyatif olalım dedik. Henüz daha dernekleşme yoluna gitmedik ve Alan Antakya adı ile insanlara alan açmak istedik sahne sanatları üzerinden. Tiyatro olsun, dans olsun, performans olsun bir şeyler yapmak, bir şeyler üretmek istedik. Görsel sanat alanındaki birçok dostumuz ‘O zaman sivil inisiyatif olmanız gerekiyor’ dediler ve oradan yola çıkarak Alan Antakya'yı oluşturduk.

A.T.A.: Deprem, yıkım, ölümler, kayıplar, sakatlıklar... Siz gidiyorsunuz ve ‘Hadi dans edelim’ diyorsunuz. Dışarıdan bakınca, ‘Ya bu nasıl bir şey!!!’ deniyor ama oradaki, içerideki insanlara nasıl yansıdı bu, nasıl tepkiler aldınız?

D.K.: Biz depremden yaklaşık dört-beş ay sonra buradaki köylerde ve merkezde bulabildiğimiz alanlarda gençlerle ve yetişkinlerle gönüllü olarak bir araya gelip hareket atölyeleri düzenledik. Bu onların kendilerini daha iyi hissetmelerine sebep oldu. Çok ciddi bir şekilde bir alan açıldı. İnsanlar artık iyileşmek için bir şeyler arıyorlar, şehirde sosyalleşebilecek hiçbir alan yok, büyük bir yıkım var. Haftada iki gün bir araya gelmek istedik. O süreçte bizim de evimiz olmadığı için burada mecbur kaldık ve Mersin'de iki ay, çok kısa bir süreliğine bir yer kiraladık ve oradan git geller yaptık Antakya'ya ki o süreç de çok zordu, yol çok yorucuydu. Ama burada olup destek olmak istedik, beraber yaralarımızı sarmak istedik aslında çünkü hareket her anlamda çok iyi geliyor, hem mental olarak, hem de bedene inanılmaz iyi geliyor. Mesela açık havada, dağın tepesinde çocuklarla ve yetişkinlerle bir araya gelmek suretiyle hareket ve nefes çalışmaları, bazen açma-germe, bazen konuşma çalışmaları gerçekleştirdik. 

S.D.: Bazen durma.

D.K.: Bazen durma. Bir araya geldik ve bu bize gerçekten çok iyi geldi. Sonrasında da zaten Ağustos sonrasında da binalara girme yasağı kalktıktan sonra ve binamız da sağlam olduğu için başladık ve iyi ki başladık, iyi ki de buradayız çünkü buranın kültürü ve sanat faktörü üretim yapıyor ve insanlara da gerçekten iyi geliyor. Şehir yeniden inşa edilirken, kültürel anlamda, sanatsal anlamında, düşünsel anlamda bizlere de ihtiyaç var ve bu iyileşmenin en güzel aracı da sanat. Temel ihtiyaçların dışında ruhun ve kalbin iyileşebilmesi için üretimlerimize devam etmemiz gerekiyordu. 

A.T.A.: O da temel bir ihtiyaç ama öyle algılanmıyor. Sanat da yemek gibi temel bir ihtiyaç.

D.K.: Çok talihliyiz.

A.T.A.: Hareket deyince, Türkçe'de çok güzel bir atasözü var; ‘Harekette bereket vardır’. Gerçekten de o var. 

Şimdi müzik arasına geldik. Ben müzik arasında konuklara soruyorum ne istersiniz diye, ne çalalım şu an sizler için dinleyicilere?

D.K.: Mercan'dan seçelim.

S.D.: Mercan'dan seçelim. Mercan Dede'nin ‘Vefaname’ şarkısı olsun.
 

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor ve konuklarım da Alan Antakya'dan Süleyman Demirkol ile Didem Koban. Onların tiyatro ve dans performanslarıyla ve Bellek ile alakalı bir kısa filmleri Hayatta Kalma Sanatı’nı konuşacağız. Mersin'e de geldiler dedim ve onun da bilgisini vereyim ben. 

Kültürhane’de 24 Ocak tarihinde kısa film gösterimi ve söyleyişi oldu. 31 Ocak Cuma günü de Mezitli Kültür Merkezi'nde de dans tiyatrosu oldu. Şimdi dinleyenler arasından, ‘Alper, Sakat Muhabbet’i artık biraz abarttın mı, sakatlığa giriyor mu bu konu?’ diyecekler olacaktır. Şöyle bağlayayım ben; söyleşide Süleyman bir yerde dedi ki, ‘Masanın bir ayağı kopunca atmayalım, yeniden onu kullanalım, onun formunu bulalım’. Orada bende bu ışık yandı. Zaten ben sakatlığın hayatın her anında olduğunu iddia ediyorum ve programlarla aslında bunu ispatlıyorum biraz da. Şimdi Bellek’i, bu performansı, bu projeyi konuşalım isterim.

‘Bellek’ Dans Performansı ve Hayatta Kalma Sanatı Kısa Filmi

S.D.: Dediğim gibi, Nisan'da başladı Bellek provaları. Kültür İçin Alan Ortak Üretim Fonu'na başvurduk. Berlin'den bir partnerimiz oldu; Michael Maurissens. 1 Nisan itibariyle başladı projemiz ve 28 Temmuz'a kadar da devam edecekti. Nisan ve Haziran arası haftanın belirli günleri düzenli çalışmalar oldu.; çağdaş dans dersleri, bale dersleri, teknik anlamda bir hazırlık oldu. Metnin sahnelere bölünmesi - dans performansından bahsediyorum - dramaturjisi, ışıkları vs. her şey ayarlandı. Son ay, Temmuz ayında hafta içi her gün sabah 09:00'dan akşam 19:00'a kadar, bazen 20:00’ye kadar uzayabiliyordu çalışmalar. Çocuklar altı-yedi saat provaya geliyordu, yemeklerimizi prova yaptığımız yerde yiyorduk hep birlikte.

D.K.: Tabii ben sabahları 07:00'de kalkıyordum, öğlen mamalarımızı hazırlıyordum. Hep beraber yorulduk, hep beraber hazırlayıp, hep beraber toplayıp ve kolektif bir şekilde projeyi yorumlamaya çalıştık.

A.T.A.: Genç bedenlerin isimlerini tek tek okuyayım ben, afişte de var, onların da adı geçsin programda; Bade Kerik, Bade Yaylacı, Duru Karasalih, Elvin Biçer, Hazal Aydın, Masal Aydın, Nevra Atahan, Sare Yaylacı, Sude Cengiz, Turna Ekmekçi, Umut Yaşam Bizim -  bu isim çok hoşuma gitti benim bu arada belirteyim - ve Zeynep Defne Aktuğ. İsimleri girdim araya ama devam edelim kaldığımız yerden.

Video file


Rahmi Öğdül’ün ‘Kentin Kapıları’ Metni ve Mercan Dede’nin Müziği

S.D.: Tamam. Bizden sonra film çekimine gidiyordu Michael. Antakya sokaklarında çekildi film. Çocukları alıyorduk ve çekime gidiyorduk, o da ortalama iki saat sürüyordu ve sonra evlere dağılıyorduk. Bu süreç dört hafta sürdü ve dört haftanın sonunda iki gösterim olacaktı; bir tanesi Antakya'da, bir tanesi de Arsuz'da. 26 - 27 Temmuz’da Antakya'da gösterime girdi. Dans Tiyatrosu’nda Michael da bize sürpriz yaptı, filmin fragmanını hazırlamıştı, seyirci ile paylaştı. 27 Temmuz'da Arsuz'da gösterime girdi ve proje sona erdi. Tabii burada bence en önemli proje de nokta müzikler ve metin aslında. Çünkü metin Rahmi hocamızın, Rahmi Öğdül’ün, kendisi BirGün gazetesinde yazar.

A.T.A.: Apaçık Radyo’nun da en başından beri içinde olan bir insan. Sakat Muhabbet’e de konuk olmuştu. Kendisinin Yolgeçen programı vardır. Ben de Yolgeçen’i değiştirip, Sakatgeçen başlığını uydurup kendisini konuk almıştım. Buradan Rahmi Öğdül’e de bir selam gönderelim.

D.K.: Sevgiler, selamlar canımız hocamız.

A.T.A.: Onun metinlerinden türetildi bu oyun ve bu film, onu da söyleyelim.

S.D.: Evet. 2022’de İzmir'den bir sanat inisiyatifi olan Mahal Aura, Antakya'da bir proje yaptı. 2022'nin Eylül ya da Ağustos ayındaydık. 

D.K.: Ben bir performans sanatçısı olarak - Süleyman da aynı şekilde - projenin bir paydaşı olduk.

S.D.: O proje için yazılan ‘Kentin Kapıları’ isimli bir metindi. Biz Didem ile metni okuduğumuzda çok duygulandık.

D.K.: Dedim ki, ‘Bu metin çok şehirsel ve Antakya çok güzel anlatılmış. Kesinlikle koreografiye dönüştürülmeli, bu dansla anlatılmalı’. Kendi kendimizle konuşuyoruz hem iç sesimizle, hem de bir dansçı gözüyle, iki koreograf olarak. Sonra altı ay sonra deprem oldu ve depremden bir altı ay daha sonra, neredeyse bir yıl sonra biz projeye başlarken dedim ki, ‘Biz bu metni kullanmalıyız. Rahmi Hoca'ya sorsak ne der acaba?’ Aradık Rahmi Hoca'yı, değil mi Süleyman, ne dedi?

S.D.: ‘İstediğiniz gibi kullanabilirsiniz tabii ki’ dedi. Hemen ardından müzik yapacak bir zamanımız yoktu, açıkçası o kadar doluyduk ki yani yeni bir şey mi yazsak, yeni bir metin mi olsa dedik. Biz, var olan şeyleri değerlendirmek istedik - müziklere de oradan gireceğim. Mercan Dede, sağolsun onunla da sosyal medya üzerinden iletişime geçtik ve dedim ki, ‘Müzikleriniz projemize renk katıyor, örtüşüyor, şahane bir şey çıkacağına eminim’. Sağolsun, o da, ‘Dilediğiniz gibi kullanın dostlar’ dedi. Yaklaşık altı parçasını kullandık ve 26-27 Temmuz'da Rahmi Hoca'yı davet ettik Antakya'ya. Eşiyle beraber geldi ve gelip izledikten sonra tabii ki çok duygulandı.

D.K.: Çok duygulandı çünkü Antakya'nın eski halini de biliyor. Sadece bir yıl önce geldi, proje yaptı ve projenin de küratörüydü aynı zamanda Rahmi Hoca. Farklı disiplinlerden sanatçılar, heykeltıraşlar, ressamlar, yazarlar, dans performans sanatçıları ile bir araya gelip, atölyelere girip, kolektif üretim yaptı doğaçlama, hiçbir şey kurgulanmadan. Şehrin deprem sonrası o halini görmek ve çocukların sahnede o performansları ve kendi metninin bedenlere dönüşmüş olduğunu görmek, dans tiyatrosu ile anlatıldığını görmek onu çok fazlasıyla mutlu etti ve biraz da duygulandırdı, hüzünlendirdi, ‘Metnim ete kemiğe bürünmüş çocuklar, ne yapmışsınız’ dedi.

A.T.A.: Hatta yeni bir metin daha yazmış galiba.

D.K.: Sonra o mutlulukla İstanbul'a gitmiş bir metin daha yazmış. Bir hafta sonra, ‘Çocuklar ben bir şey daha yazdım’ dedi. Hatta onu da yine BirGün gazetesinden paylaştı.

A.T.A.: Onun başlığı neydi?

S.D.: 'Bir Kenti Geri Çağırmak’.

A.T.A.: ‘Antakya, hadi geri dön’ deniyor. Bir anlamda belki öyle bir şey olabilir, bende öyle tınladı.

S.D.: Evet, aslında geri çağırmaya çalışıyor. Zaten metinde de çok güzel izah etmiş.

‘Bellek’ Dans Tiyatrosunun Sahneleri ve Anlamı

A.T.A.:  Ben de bir izleyen olarak şöyle diyeyim; bir yazılı metnin böyle hareketli dans figürü olacağı aklımın ucundan geçmezdi, onu gördüm. Yani aslında sanat böyle bir şey, yazılı şeyler de hareketlenebilir ve hareketli şeyler de yazılı olabilir. Bu bende uyandı ve çok hoşuma gitti. Bu arada ‘Bellek’ dans tiyatrosunun bölümleri vardı. Ben şimdi bölümleri de okuyayım ve bölümler ne anlama geliyor onu sizden alacağım şimdi; Sahne 1 – Antakya; Sahne 2 – Kaos; Sahne 3 – Yüzey; Sahne 4 – Bekleyiş; Sahne 5 – Göç; Sahne 6 - Umut. Sahne 7 - Şehre Dönüş ve Sahne 8 - Kendini Üreten Şehir. Genç bedenler bu sahnelerle aslında bize Antakya'nın yaşadığını ve yaşayacağını bize gösterdiler. Size veriyorum şimdi sözü; sahneler ve bu oyun ne anlatıyor bize?

D.K.: Biz stüdyoya girdik, çalışmalara başlayacağız. Önce oturduk ve çocuklara dedim ki, ‘Çocuklar, hikaye kendi hikayemiz. Hikaye sizin Antakya'mız. Herkesin kendi Antakyası. Sizde ne ifade ediyor Antakya?’ Sorular sordum bir takım. Kimisi dedi ki, ‘Öğretmenim, Saray Caddesi'ndeki simit kokusu, Antakya simidi.’ Kimisi dedi ki, ‘İnsanların coşkuları, eğlenceli bir Antakyamız var ya, çok sever Antakya insanı müziği, sanatı’. Kimisi de dedi ki ‘Öğretmenim kahve kokusu’,  ‘Çan sesi, kilisenin sesi’....  Yani o kadar farklı şeyleri var ki çocukların hafızalarında, belleklerinde. Ne ise onu çok güzel dile getiriyorlar. Dedim ki, ‘Hah işte, tamam, hiçbir şeyi oynamıyoruz, sadece kendimizi var ediyoruz, sahnede herkes kendi oluyor, kendi Antakyamızı, kendi bedenimizi, kendi olarak hiçbir şeyi kurgulamıyor’. 

Bazen, zaman zaman dansları çıkartırken çoğunlukla doğaçlamalar üstünden çıkıp o bedenlerden bir şeyler çıkartarak, onların bedenlerinden bir şey çıkartarak yönlendirmek suretiyle sadece liderlik yaparak işleri çıkardık. Özellikle mesela Kaos sahnesinde o hareketlerin her biri bir dansçıya ait. Dedim ki ‘Bunu bu sefer siz yapacaksınız, ben size hazır hareket vermeyeceğim. Kaos deyince aklınızda ne oluşuyor, bedeniniz nasıl dile geliyor? Bana gösterin’. Tek tek hepsi bir şey yaptı, bir tane ekledik, iki tane ekledik, üç tane ekledik ve baktık ki dans çıktı. O dans bu süreçte, o bir aylık süreçte en kolay çıkan dans oldu. Bir günde çıkardık, bir günde çıktı. Kendileri de çok mutlu oldu, ‘Öğretmenim, biz yaptık, ne kadar güzel oldu, en güzel dans da bizim yaptığımız oldu’ diye kendi aralarında konuşuyorlardı. Çocukların o tepkileri o kadar samimi ve doğaldı ki... Kendi yaptıkları, yarattıkları bir şeyi sahnede yapmak daha başka bir şey hissettiriyor onlara herhalde. Böyle çıktı iş yani zaman zaman tabi zorlandık çünkü çok sıcaktı, yaz mevsimindeydik. Takdir edersiniz ki çocuklar sonuç itibariyle de bütün çocuklar dışarıda gezerken, eğlenirken onlar ise o stüdyoda sabahtan akşama büyük bir özveriyle yorularak ama çok emek vererek ve çok güzel bir yaratım süreci gerçekleştirdiler.  

Çok şey öğrendik. Bir kere kolektif olarak beraber çalışmayı öyle güzel öğrendiler ki... Bazen kendi aralarında böyle küçük küçük, ‘Sen güzel yaptın, ben daha iyi yaptım. şöyle yaparsak nasıl olur’ diyorlardı. Bazen de aralarında küsüyorlar, geri barışıyorlar, kendi içlerinde çözüyorlardı. Bir de küçük yaş grubuyla büyük yaş grubunu bir araya getirip çalışmak gerçekten çok ciddi bir mesele .ünkü dansçıların içinde dokuz yaş var, 16 yaş var ve bu yaş aralığındaki çocukların çalışması kolay bir şey değil. Büyükler öyle güzel sarıp sarmaladı ki küçükleri, öyle güzel idare ettiler ki, birçok yükü de aldılar aslında. Küçüklerle çalışmak böyle kolay bir şey değil, çok enerjikler. Çok yoruldukları zamanlar da oldu. Mesela hep beraber çok yorulduğumuzda yarım saat aralar veriyorduk. Stüdyoda herkes yerde, gözünü kapamış, yorulmuş, uyuyorduk yarım saat, kestiriyorduk. Çok keyifli bir ay geçti bizde süreç. 

A.T.A.:  Mersin'e de geldi. Seyahat ilk Mersin mi yoksa daha önce de oldu mu? İstanbul'a, Almanya'ya da sesleniyorum, dinleyin, bu arkadaşları çağırın - nasıl çağıracaksanız artık. Bütün şeyleri yapın, ulaşın Süleyman'a, Didem'e, Alan Antakya'ya. Proje bitti ama Mersin ilk adım oldu dediniz. Bundan sonra plan var mı, bir şey mi bekliyorsunuz, size mi ulaşsınlar, siz mi başvuracaksınız?

S.D.: Projenin süresi bu arada bir saat. Projeyi hem yurt dışında, hem de yurt dışında sahneye taşımak istiyoruz. Gidemediğimiz yerlere de ‘Hayatta Kalma Sanatı’ filmini gönderip orada gösterime sunmak istiyoruz. O da yarım saatlik bir film. Eğer erişebileceğimiz bir yer ise ve sahneye çıkabileceğimiz şartlar uygun ise tabii ki gitmek isteriz. Bu süreci de bence sponsorluklarla ya da bir fonla ilerletmek daha doğru olabilir diye düşünüyorum çünkü turneyi biz kendi imkanlarımız çerçevesinde belediyeden destek alarak, çevredeki dostlardan destek alarak planladık.  En büyük desteği zaten başta Kültürhane verdi, sağolsun, tanıtım ve bilet kısmı ile çok ilgilendi. Aslında içimizde organize ettik.

A.T.A.: Bir de Mersin nispeten yakın aslında Antakya’ya.

S.D.: Ulaşım olarak yakın. Uzak bir mesafe olsa, mesela İstanbul'a gittiğimizde mecburen yatılı olacaktır. O daha teferruatlı, daha kapsamlı, daha prodüksiyon gerektiren bir süreç olacak. Bu süreçte tabii ki bir destek şart olabilir çünkü Türkiye'de zaten sahneye bir iş koyduğumuzda eğer arkanızda bir destek yok ise, bir sponsor yok ise bilet satmak zorunda kalıyorsunuz. Sahne kiraları zaten çok fahiş rakamlarda şu an ve bilet satmak zorunda kalıyorsunuz. Fakat popüler kültür olmadığı için ve bilet satışı da az olduğunda da bu sefer hem madden, hem manen yoruluyorsunuz. Biz daha çok üretim kısmındayız aslında yani o sürece bakan kesinlikle birilerinin olması çok kıymetli olacaktır bizim için.

Pina Bausch, Bellek ve Antakyalı Genç Dansçılar

A.T.A.: Şunu da söyleyeyim; dün bir ablamız dedi ki, ‘Ben bu kadar iyi olacağını beklemiyordum’. Türkiye'de öyle bir algı var yani çocuklar var ise müsamere gibidir herhalde diyorlar ama öyle değil. Profesyonel bir dans gösterisi seyrettim ben tabii eğer benim sözüme itibar ediyorsa dinleyenler. Ben bunun sözünü verebilirim, çok şaşıracaklar. Pina Bausch’u izleyemedim canlı olarak, sizin dans tiyatronuzu izlerken aklıma hep o geldi. Demin de dansçıların isimlerini okurken şöyle bir şey de düşündüm kendimce; ileride içlerinden biri dansçı olarak ünlü olursa, işte ben o gün onun adını söylemiştim diye övüneceğim, bundan da eminim. Son sözlerinizi alayım. 

D.K.: Çok güzel. Ben dans bölümüne girdiğimde çok uçsuz bucaksız bir alan olduğunu bölüme girdikten sonra anladım ve çok şanslıyım. Çok iyi eğitmenlerle, koreograflarla çalışmışım ki bunu 26 yıl sonra idrak edebiliyorum. Bölüm kurucumuz sevgili Geyvan McMillen - kendisini geçtiğimiz ay kaybettik -,  Carlotta Leni ve Kaya İlhan, bizim bale hocalamız bizi Pina Bausch ile tanıştırmışlardı ve bizi Almanya'ya götürmüşlerdi. Sonrasında Pina Bausch bizim stüdyomuza gelmişti ve bizimle çalışmıştı. Öyle güzel deneyimler kazandık ve öyle ufkumuzu açan deneyimler bize sundu ki bireysel çalışmalarıyla. Daha o zamanlardan, gençlik yıllarından dans tiyatrosu yapacağım demiştim çünkü başka bir alan, başka bir keyif, uçsuz bucaksız, sınırı limiti olmayan, her şeyi dahil edebildiğiniz, yaşama dair çok samimi, çok gerçekçi bir alan dans tiyatrosu alanı. Ciddi anlamda algıları kırıyoruz çünkü dediğiniz gibi, insanların algıları, bilinç altlarındaki dans anlayışı çok farklı bir anlayış ve hayatımda ilk kez dans tiyatrosu izleyen insanlar oldu. Bize gelip, ‘Bu izlediğimiz neydi, çok değişikti, çok güzeldi. Biz müsamereye geldik sanıyorduk ama bu çocuklar, bu metin, bu müzikler... Çok acayip bir şeymiş, devamı gelecek mi, bir daha nerede çıkacaksınız?’ diye sormaya başladılar. Ben kendi adıma doğru bir yol kat etmişim diye düşünüyorum 26 yıllık meslek hayatımda. İlk kez içime sinen çünkü bu süreçte, bu ülke şartlarında istediğin gibi bir iş yapmak o kadar da kolay bir şey değil yani her anlamda, maddi ve manevi. Bu çocuklarla kendi hayal ettiğim, kendi içimden samimi bir şekilde kalbime koyarak kendi durumumu anlatabildiğim bir dans tiyatrosu işi yapabilmiş olmak beni o kadar mutlu ediyor, o kadar iyileşiyorum ki yaşadığımız bu şeyden sonra ve devam da edecektir diye de düşünüyorum çünkü çok kıymetli bir şey insanın sevdiği şeyi bütün zorluklarına rağmen yapabiliyor olması. Ama işte 26 yıl almış demek ki bu sürece gelebilmek. Önümüz de çok açık diye düşünüyorum çünkü insanlar dans tiyatrosunu sevdiler, Türkiye'de daha yeni yeni gelişen bir şey. İyi ki Pina Bausch'u tanımışız, onu izlemişiz, onun dansçılarını izlemişiz gençlik yıllarında, onunla çalışabilme imkanını bulmuşuz. Bizim için hocalarımızın bize açtığı o kapıdan girebilmiş olmak da büyük bir şansmış, şimdi anlıyorum bunu. Tam da bizi anlatan bir şey dans tiyatrosu.

A.T.A.: Süleyman, senin son sözlerin var mı?

S.D.: Ben teşekkür etmek istiyorum. Her şeyi anlattı zaten Didem. Son zamanlarda, özellikle Mersin turnesinden sonra son iki günde Bellek konusu açılınca artık sadece duraksıyorum ve içimde yaşıyorum. Yani tutuluyorum, duygulanıyorum. Teşekkür ederim.

A.T.A.: Heyecanın, mutluluğun yansıması. Oradaki kelime bulamamak bile bir şey aktarıyor dinleyenlere, aktaracaktır diye de inanıyorum ben. Çok çok sağolun konuk olduğunuz için. Alan Antakya’dan Süleyman Demirkol ve Didem Koban idi bu hafta konuklarımız. Bellek dans tiyatrosunu ve Hayatta Kalma Sanatı kısa filmini konuştuk. Rahmi Öğdül'ü ve Michael Maurissens’i de konuştuk. Yani birçok şey konuştuk. Sakat Muhabbet’in son bir sloganı da var; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum bitirirken. Eğleşmek için dans etmek de gerekiyor - ‘Dans ederek eğleşin’ diyeyim size özel, böyle bir son yapayım ben. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.

S.D.: Sadece bir konuyu atladık ama.

A.T.A.: Hangisi?

S.D.: Sakatlarla dans...

A.T.A.: Ona girsek yer kalmayacaktı ki aklımdaydı benim. Bir dahakine sırf bunu konuşuruz sizinle, öyle yaparız.

S.D.: Tamam. 

D.K.: Çok teşekkür ediyoruz, kendinize dikkat edin, sevgiler.