"Herkes dans ederse zaten savaş hiç olmaz"

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, Kınalıadalı koreograf, dansçı, akademisyen Talin Büyükkürkciyan ile dansın özgürleştirici, şifalandırıcı ve birleştirici gücünü konuşuyor.

""
Dünya Dans Günü kutlu olsun
 

Dünya Dans Günü kutlu olsun

podcast servisi: iTunes / RSS

D.T.: Herkese merhaba, Dünya Mirası Adalar programı başladı. Bugün dünya dans gününe rastladığı için programımızı bunun üzerine yapacağız. Ben Derya Tolgay ve bugün Nevin yok ama Nevin'in yaş günü. Buradan onu kutlayalım istedik, nice senelere Nevin'ciğim.

Dünya Dans Günü, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü ve UNESCO ortağı STK Uluslararası Dans Komitesi tarafından 1982 yılından itibaren 29 Nisan'da kutlanmakta. Biz de bugün dansın özgürleştirici, şifalandırıcı ve birleştirici gücünü koreograf, dansçı ve akademisyen arkadaşımız Talin Büyükkürkciyan ile konuşalım istedik. Hoşgeldin Talinciğim.

Talin Büyükkürkciyan: Hoşbulduk.

D.T.: Evet, biraz böyle neşeli başlayalım istedik programa ki Dans Günü deyince nispeten insanın içine neşeli duygular doluyor.

Talin, seni kısacık tanıtarak başlayayım ama geçmiş yaşamını özetlerken eksiklerim olacak, lütfen sen tamamla.

Hollanda'da eğitim aldın. Avrupa Dans Gelişimi Merkezi mezunusun. Bağımsız bir koreografsın. Dans pratiğini, tai chi, meridyen germe ve kontak doğaçlama gibi beden çalışmalarıyla besliyorsun ki programın içerisinde bunları açacaksın tabii. Aynı zamanda eğitmenlik yapıyorsun; 2008'den bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde sahne sanatları bölümünde hareket teknikleri dersleri veriyorsun.

Ayrıca farklı yaştan çocuklara ders veriyor, onlarla doğa temelli performanslar yapıyorsun. Bir de çok emek verilerek ve büyük mücadelelerle günümüze gelmiş bir dernek olan Çatı Derneği'niz var. Bunu da programda anlatmanı isteyeceğim.

Bunun yanı sıra erken yaşta bu çocuklarla idrakını arttırmak konusundaki çalışmaların var ve ayrıca gazetecilik geçmişin de var. Agos’ta 1998'den 2006'ya kadar kültür gazeteciliği yaptın. Ayrıca Feriköy Anılarda… Şimdi adlı bir kitabın, ‘Hemşinlilerde Utanarak ve Gizlenerek Var Olmak’ adlı bir yüksek lisans tezin ve bir kaç tane de makalen bulunmakta.

Şimdi ben klasik bir soruyla başlamak istiyorum; dansa nasıl başladın ve neden doğaçlama dans?

T.K.: Dansa 1994 yılı gibi İstanbul Sanat Merkezi'ni keşfederek başladım. Orada, İsveçli bir dansçı olan Christine Brodbeck ile tanıştım. Bir Türk ile evliydi ve burada dans dersi veriyordu. İstanbul Sanat Merkezi de eski bir Ermeni okulu, her odası farklı sanat dallarından kişilerce kiralanmıştı; altta Kumpanya Sahnesi, yukarıda resim atölyeleri vardı ve ortada da Christine ders veriyordu.

Ben ne yapacağımı düşünüp dolaşırken denk geldim. Sonra bir de Sevi Algan sayesinde Mustafa Kaplan ile tanıştık biz.

D.T.: Ayla Algan'ın kızı Sevi Algan mı?

T.K.: Evet, Ayla Algan'ın kızı. Beklan Algan ve Ayla Algan, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nda Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nı kurmuştu ve Mustafa da orada koreograflık yapıyordu, bizi orada derslere çağırdı, ücretsiz derslere katılıyorduk. Fakat bir kaç yıl sonra Tiyatro Araştırma Laboratuvarı kapandı. Sonra oradaki derslere katılanlar yavaş yavaş yurtdışına gidip, orada eğitimler almaya başladılar. Önce aramızdan Ayşe Orhan, Hollanda'daki European Dance Development Center dediğimiz Arnem'deki okula gitti. İkinci sene de ben gittim, aynı okula Sevi de geldi. Filiz Sızanlı, Fransa'da bir okula gitti. Sonra tabi okullar bitti ve yavaş yavaş dönmeye başladık.

2001 yılında Tiyatro Araştırma Laboratuvarı'
ndan çıkınca bir stüdyo tuttuk yani çalışmaya devam etmek için bunu yaptık ve buranın duvarlarını boyadık fakat çatısını tamir ettirmek gerekiyordu. Bunun için, para toplayabilmek için Fransız Kültür’de Aydın Teker, Mustafa ve birkaç yabancı koreografın katıldığı bir gösteri yaptık ve çatı yaptırdık. Bu yüzden de stüdyonun adını da Çatı koyduk.

2005 yılında dernekleşme sürecimiz başladı. Kurduğumuz bu dernek
ile ‘Hareket’ diye bir proje yaptık. Yurt dışından yedi-sekiz tane çok iyi koreograf ve eğitmen geldi. 2006-2008 arası, burada ücretsiz dersler ve atölyeler verdik. Sonra Çatı devam etti ama bir yangın oldu.

D.T.: 10 yıl kadar o mekanda kaldınız yani değil mi?

T.K.: Evet, orada bayağı kaldık. Sonra önce Karaköy'e daha sonra da Tophane'ye taşındık.

D.T.: Karaköy’den taşınmanız Galataport dönüşümünden kaynaklı değil mi?

T.K.: Tabii. Galataport dönüşümünden dolayı Karaköy'den Tophane'ye taşındık.

D.T.: Bir soylulaşma modeliyle sizi oradan şutladılar.

T.K.: Evet. O günden bu yana da Tophane’deki bu yerimizde atölyelere devam ediyoruz. Bu atölyeleri bizler ya da yurt dışından gelen dansçılar yapıyor ve ayrıca mekana ihtiyacı olan dansçılara alan da açıyoruz. Şimdi Çatı olarak yeni bir projemiz var.

DT: Oraya geçmeden önce bir şey sorabilir miyim? İnsanlar bu yaptığınız proje, performans ya da çalışmaları nasıl takip edecekler mesela?

TK: Bir Instagram sayfamız ve www.cati-dans.org diye bir internet sitemiz var.

DT: Biz de sosyal medyamızda onları duyururuz. Senin paylaştığın çok güzel linkler var, onları da paylaşacağız. İlgili olanlar takip edebilirler.

T.K.: Evet.

D.T.: Sen projeyi anlatıyordun.

T.K.: Şimdi ‘Çatıdan Sahneye’ isimli yeni bir proje başlattık. Genç koreograflara bir çağrı yaptık ve başvurdular. Yedi tane koreograf seçildi, onlar yeni projelerini çıkaracaklar. Biz, eskiler olarak onlara mentorluk yapıyoruz. Cuma günü Çıplak Ayaklar Stüdyosu'nda bir ilk sunum yaptılar bütün koreograflara yani her mentor iki sanatçıyla çalışıyor. Şimdi 25 Mayıs'ta büyük ihtimalle sahnelenecek bu işler.

D.T.: Nerede olacak, Çatı’da mı?

T.K.:Henüz tam net değil, birkaç yerle görüşüyoruz şu anda.

D.T.: Netleşince duyuralım, size katkı verelim lütfen.

T.K.: Zaten Instagram sayfamızdan da görülür.

D.T.: Aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Çağdaş Dans Ana Sanat Dalı desteği ve işbirliğiyle üniversite mekanını da kullanıyor musunuz? Öyle bir bilgi de vardı çünkü.

T.K.: Yok, onu kullanmıyoruz çünkü orası daha çok üniversitenin kullanımına açık, dışarıya değil diye biliyorum. Ama üniversite şimdi her sene 29 Nisan'da Dünya Dans Günü çağdaş dans gösterileri sunuyor ki zaten İstanbul'daki tek dans bölümü. Onların da gösterileri var o akşam saat 20:00’de.

D.T.: Şimdi benim hakikaten merak ettiğim doğaçlama dans ile ilgili sorularım var, sana onları sormak istiyorum. Nasıl oluyor bu doğaçlama? Kafada bir çatı falan var mı önceden yani zihin nasıl hazırlanıyor mesela? İzleyiciyle kurulan bağ? Bu tür merak ettiğim şeyler var, biraz açar mısın?

T.K.: Bu bir sinemacıya nasıl sinema yapılır gibi bir soru aslında. Sonuçta doğaçlama ama bunların da tekniği var; önce dansçıyı rahatlamak için çalışıyoruz çünkü artık günümüzde çok fazla sürekli uyaran var, örneğin telefonla neredeyse yatıp kalkma durumu var. O yüzden sanatçıyı orada olmaya hazırlıyoruz. Sonra bir takım kurallar var, eğer grup doğaçlaması yapılacak ise bunları söylüyor ve buna çalışıyoruz mesela. Seyirci önünde, seyirciye nasıl ulaştığını, dışarıdan nasıl göründüğünü çok da kafaya takmamak ama orada olmayı da unutmamak çok kolay değil, uğraş gerektiriyor.

Ben her sene Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde ikinci sınıflara ders veriyorum,
bütün dönem boyunca çalışıyoruz ve dönem sonuna doğru öğrenciler pişmiş oluyor. Sonunda da hem bir düet gösterisi, hem de bir doğaçlama gösterisiyle dönemi bitiriyoruz. Çok keyifli oluyor ama tabii ki çok kolay değil. Çıktım, doğaçlama yaptım gibi olmuyor, uğraşmak gerekiyor biraz.

D.T.: Evet, onun da bir disiplini var anladığım kadarıyla yani öyle çıktık olmuyor, bunu anlamamız çok önemliydi.



Sizin Çatı Cağdaş Dans Sanatçıları Derneği’nizin sitesine baktığımda, eğitim, atölye gibi etkinlikler olduğunu
da gördüm. Etkinliklerin içinde sorular da soruyorsunuz, ilginç sorular var. Bunların bazılarını aktarmak istiyorum; örneğin, sabah kalktığında yaşam enerjisini yeniden oluşturabilmek için kimisi stretching yapar, kimisi ağırlık çalışır veya pilates yapar. Ben hep bir dansla ve senin demin bahsettiğin şekilde doğaçlama yoluyla, özgür bedeni serbest bırakma, ruhun ne istediğini bulma vb. bir şeyler yapıyordum ama tabii el yordamıyla. Daha sonra seninle birlikte bu programı yapacağım için biraz araştırdım ve ilginç şeyler gördüm. Böyle çok fazla sayıda toplu dans atölylesi var. Hem yurt dışında, hem Türkiye'de de var gibi geldi bana. Demek ki böyle bir ihtiyaç var yani o modern hayatın getirdiği, özellikle Covid ile beraber yaşanan yalnızlıktan sonra bir biz olma, sosyalleşme, birlikte bir şey yapma ama bunu daha özgürce yapma hali gibi bir şeyler hissettim. Senin bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı? Ben, biz, birlikte bu dans eylemi nasıl bir olgu?

T.K.: Evet, zaten şu anda şunu da görüyoruz; ne atölyesi yaparsanız yapın atölyeler patladı gibi bir şey oldu çünkü dediğiniz gibi, insanların birlikte bir şey yapmaya, birlikte yaratmaya, birlikte üretmeye, birlikte bir tatil yerinde birlikte olmaya yani bir amaç için orada olmaya ihtiyacı var. Bu bir yoga kampı da olabilir, bir dans kampı da olabilir ama tabii dans daha birleştirici olabiliyor çünkü dansın içinde temas var. Hem dokunarak, hem dokunmayarak aynı alanı paylaşıyoruz. Yoga biraz kendi matında yapılırken, dansda ise alan ile çok iç içe girilebiliyor yani bütün alanı kullanıyoruz.

D.T.: Bir de ruh daha fazla girmiyor mu? Sanki doğaçlamada ruhun da beden ile daha bütünleştiği bir durum var gibi geliyor bana.

T.K.: Evet, kesinlikle var yani bence mesela sabah kalkıp dans etmeler çok güzel, çok rahatlatıcı bir şey insanı. Bence herkes yapmalı yani ne güzel ki yapıyorsunuz. Kesinlikle ruh giriyor. Biz de sadece ruh ve beden miyiz ayrıca? O anda her şeyle belki de, evrenle bütünleşmek yani bırakmak kendini... Dans şifalandırıcı bir şey bence. Ben özellikle doğaçlama dansı çok seviyorum ama tabii bir koreografi, güzel bir gösteri seyretmek de çok iyi gelebiliyor. Bir konuyu araştırıp, derinleşip, onun üzerinde çalışıp onu sahnelemek de çok güzel. Bence herkes dans eder ise zaten hiç savaş falan olmaz.

D.T.: Evet, çok doğru çünkü enerjimizin düşüren çok zor zamanlar yaşıyoruz. Her sabah yeniden hayat enerjisini üretmemiz gerekiyor. Disiplin de var bir tarafta. Bunun bilinciyle kalkıp yeniden yani bütün olanlara rağmen, ben hayat enerjimi yeniden üreteceğim dediğimizde elimizde çok güzel, kıymetli bir hazine var gibi.

T.K.: Hazine var yani bedenimiz var. Bedenimiz ve ruhumuz ile bir arada olmak. İkisiyle birlikte ya da hepsiyle birlikte... O yüzden çok değerli, bu yüzden kıymetini bilmeliyiz.

D.T.: Biraz böyle Adalılık yaşamına doğru gelelim istiyorum. Sen Kınalıadalısın ve yaz kış oturuyorsun orada.

T.K.: Yazın oturuyorum sadece. 

D.T.: Ben seni kışın da görüyorum

T.K.: Arada gidip geliyorum.

D.T.: Tamam yani birlikte rota yaptığımız zamanı da söyleyecektim çünkü gerçekten duyarlısın Adaya, doğaya. Kınalıada'nında değerlerinin, nispeten korunduğu, kalan kısmının doğasını ve kültürünü koruma konusundaki hassasiyetini biliyorum.



2021 idi sanırım, İstanbul Tasarım Bienali'nde güzel bir performans yapmıştın bize. Arkadaşını ismi Níkolái Galen idi, değil mi? ‘Adaların Şarkı Hatlar
ı’ diye bir bienal etkinliğimiz olmuştu. Biraz ben bunu açmak istedim. Bitkilere, toprağa, böceklere ve kuşlara ev sahipliği yapan Prens Adaları’nı Marmara Denizi'nde seyreden bir yüzer bahçe şeklinde tasarlayıp, bir mavna ile Haliç'ten Büyükada'ya gelinmiş, orada bir süre konaklayarak ve insanlara, hayvanlara etkinlikler ve sohbetler ile ev sahipliği yapılmıştı. Burada sizin de bir etkinliğiniz olmuştu. Tam da Covid ile müsilajın çakıştığı, belki de insanlık tarihinin en önemli ve çok tuhaf zamanlarına denk gelmişti. Oradaki performansınız çok etkileyiciydi ve hatta senin partnerin performansın sonunda müsilaja, denize atlamıştı. Ben bunu tekrar hatırlatmak istedim. Buradan Adalılığa bağlayarak, sana şunu sormak istiyorum; Adada, doğada olmak sanatını etkiliyor mu? Ada yaşamı dansına bir özgürlük ya da bir sınırlama da getiriyor olabilir. Yalnızlık ve sessizlik... Kısacası Adanın doğaçlama dansında nasıl bir rolü var? Var mı, yok mu bilmiyorum tabii.

TK: Evet, o gösterinin adı ‘Yerleşik Bağışıklığın Üstesinden Gelene Kadar Hatırlamayı Sürdürmek’ idi. Biraz uzun bir isim ama bazen böyle ümitsizliğe kapılmak ya da bir şeyler olmayacak, değişmeyecek o şöyle olacak böyle olacak gibi yani benim amacım biraz oydu. Aslında her gün yeni bir gün ve iyi olduğumuzu, yapabileceğimizi, mutlu olduğumuzu dans ettiğimizi hatırlamak.

DT: Evet, biraz önce konuştuğumuza çok denk geliyor, değil mi?

T.K.: Adalı olmanın benim doğaçlamam üzerinde bir etkisi belki de vardır, bunu hiç düşünmemiştim. Evet, doğayı çok seviyorum ama İstanbul da çok güzel. İstanbul dışına çıkabilmek, bir nefes alabilmek çok iyi geliyor insana. Hem de yakın bir yere gidebilmek, zlıca gidip gelebilmek, Adada bir yürüyüş yapmak, denize girmek...Valla doğaçlamayı çok bilemedim, bir katkısı vardır eminim. Sonuçta doğaçlama şöyle bir şey; bunu yapabilmek için özgür bir ruha sahip olabilmek gerekiyor, ben de biraz öyleyim sanırım.

D.T.: Öylesin, kesinlikle her halinden, her şeyinden bunu görüyorum. YouTube'daki linklerde de senin performanların var ve bunu hissediyorum.



Peki, biraz bize Kınalıada'dan bahseder misin? Senin hayatına Kınalıada nasıl girmiş?

T.K.: Ben iki yaşındayken gitmişiz Kınalalı'ya, yazları gidiyorduk ve o zamandan beri gidiyoruz. Orada Rum birinin yaptığı bir evi kiralıyorduk çocukken. Evin gecekondu gibi çatılarının arka arkaya gittiği ilginç bir ev sistemi vardı, derinlemesine giden bir sürü ev vardı arka arkaya. Ben birinin çatısından diğerinin çatısına, evler arasında çatılardan giderdim.

DT: Hala duruyor mu o evler?

T.K.: Yok durmuyor, yıkıldı ama yerine yenisi ed yapılamadı. Sokakta oynadığım, ağaçların üstünden inmediğim, dut topladığım, çatılarda dolaştığım, denize girdiğim bir çocukluk yaşadım. Güzel bir çocukluktu benim için. İstanbul'da kapalı kalmamış oluyorduk, yazları keyifliydi. Seviyorum Adaları, hepsini. Umuyorum, diliyorum ki doğası korunur.

D.T.: Evet, birlikte rota da yaptık, değil mi? Neler yapılıyor, kimler hangi sahilleri kendine kapatmış bunları gözlemledik. Tabii Kınalıada dedik ve Hrant Dink'i anmadan geçmeyelim çünkü senin de Hrant Dink ile ilgili çok güzel bir performansın var. Bunu da paylaşacağız. İstersen Hrant Dink ve senin bu performansını birazcık anlatarak bitirelim programımızı, ne dersin?

TK: Tabii. Şöyle ben 98'de Agos'a girdim. Babam o zaman, ‘Gazete açılıyor, mutlaka girmelisin’ diye beni elimden tutup götürmüştü. Girdim, birkaç ay çalıştım ve sonra okumak için Hollanda'ya gittim. O zaman Hrant Dink ile de tanıştığım için yazları gelip ona ‘Böyle şeyler yapıyorum, sololar yapıyorum. Ermenistan'da bir bienale gittik’ gibi şeyleri anlatırdım. Onlar da benim anlattıklarımı haber yaparlardı. Sonra 2006'da tekrar çalıştım orada. Hollanda'da yaptığım bir solo vardı ve buraya döndüğümde yeniden onun üzerine çalışıyordum. Aslında beni, kendi kültürümü anlattığım bir soloydu. Tam ona çalışırken bu acı olay gerçekleşti. Hrant Dink'in öldürülmesine atıf yaptığım bir bölüm var solomda; ölülerin etrafını çizerler, bir bant yapıştırıyorum kırmızı, onun içine girip, ‘Bir insanın içine kaç insan sığar, bir insan kaç insan tarafından sevilebilir, bir insan kaç insanı sevebilir?’ diyerek, oturarak ya da dans ederek o insanın, içi boş insanın içini doldurmaya çalışıyorum. yle bir bölüm vardı. Hrant Dink tabii benim için de çok önemli, çok özel biriydi. Kendisi çok heyecanlı, barışı seven bir insandı.

D.T.: Hepimiz için yol göstericiydi.

T.K.: Evet, ben de ilk kez 2008’de, anmasının ilk yıl dönümünde, Fransız Kültür Merkezi'nde bu soloyu yapmıştım. Sonra birçok yerde oynadım ama o solo benim için çokça benden bir şeydi.

D.T.: Bir taraftan da travma sonrası iyileştirici tarafı geliyor, değil mi?

T.K.: Evet, biz sanatçılar herhalde bunu hep kullanıyoruz. İster istemez elimizde olmadan sanatımızla kendimizi iyileştirmeye çalışıyoruz çünkü ancak bununla kendimizi ifade ediyoruz.

D.T.: Çok özür dileyerek kesmek istiyorum. Sanırım süremiz bitmiş Talinciğim.

Bugün konuğumuz Talin Büyükkürkciyan'dı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Dans ruhu bedenin hareketiyle özgürleştirirken onu hissetmemize ve anlamımıza da yardımcı oluyor ve neşelendiriyor. Talin bugün bize bunu tekrar hatırlattı, çok teşekkürler.

T.K.: Ben teşekkür ederim.

D.T.: Bizi dinlediğiniz için teşekkürler, hoşçakalın. Adalar hepimizin!