Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Devrim Deniz İnce'den sakat olarak bir süreliğine deneyimlemek zorunda kaldığı hapishane süreci hakkında bilgi alırken, aynı zamanda Konya Ereğli'de başlayan engelli hakları çalışmalarına da kulak veriyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 29 Ocak 2025 Çarşamba. Bu hafta 2024'ün son programında sözünü verdiğim ve sizinle paylaştığım bir konukla karşınızdayım. Hemen hatırlatayım; 25 Aralık Çarşamba günü yılın son programında, Elif Gamze Bozo'yu konuk almıştım, 26 Aralık onun doğum günüydü ve hem Elif Gamze'nin doğum gününü, hem de yeni yılın başlangıcına binaen ‘Mutlu Yıllar’ başlıklı bir bölüm yayınlamıştık, keyifli bir bölümdü. Orada Elif Gamze, Ayten Alpman'dan “Ben Varım” şarkısını istemişti ve bu şarkıyı da erkek arkadaşı Deniz Devrim İnce ile beraber seçtiklerini söylemişti. Ben de o zaman demiştim ki yakın zamanda Devrim Bey'i de konuk alacağız. Şimdi tam bir ay sonra o sözümü yerine getiriyorum ve bu hafta konuğumuz Devrim Deniz İnce. Devrim Bey hoş geldiniz Sakat Muhabbet’e. Nasılsınız, iyi misiniz?
Devrim Deniz İnce: Merhabalar Alper Bey, hoş bulduk, teşekkür ederim. Sizler nasılsınız?
A.T.A.: Bizler de iyiyiz, çok sağolun. Elif Gamze’den hep duyuyordum methinizi, hep bahsediyordu sizden ve tanışmıştık olduk. Bu arada Deniz mi, Devrim mi, nasıl hitap edeyim ben size, hangisini kullanıyorsunuz?
D.D.İ.: Normalde Devrim diye hitap ediyorlar. Devrim Deniz İnce olarak.
A.T.A.: Tamam, ben tersten söylemişim, pardon. Devrim Deniz İnce olarak düzeltiyorum şimdi. Bizim ilk sorumuz sabit; Devrim Deniz İnce kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da bizimle paylaşır mısınız?
Skolyoz ve Osteomiyelit
D.D.İ: Devrim Deniz İnce, 1989 Konya Ereğli doğumlu. Çocukluk yaşlarında zaten ateşli hastalıklarla ilgili bu hikayem başlamıştı, altı-yedi yaşına kadar ateşli hastalıklar ufak tefek devam etti; Skolyoz rahatsızlığı. Bu hastalık 2001 yıllarına kadar devam etti ve bu süreç içerisinde altı kez ameliyat oldum. Ben biraz hareketli, heyecanlı biri olduğum için futbolu çok seven bir insandım ve kaleciliği çok seviyordum. Düşmeden dolayı dizimde bir ödem başladı ve bu ödem ile birlikte 2024 Haziran ayına kadar toplamında 43 kere ameliyat oldum. Yani 2001 yılından itibaren benim hayat hikayem başladı ve dolu dolu bir serüvenle devam etti. Tabii ki bu süreç içerisinde okul hayatımda biraz sorunlar da yaşadım. Liseyi dışarıdan okudum, ortaokula zor şartlarda geldim. Siyasi hayatım ise ortaokul yıllarında başladı çünkü büyüklerimden, abilerimden de birşeyler yaptığımız zaman siyasi hayata biraz daha ağırlık verdim. Tabii ki bu süreç içerisinde engelliliğimi çok fazla ön plana koymamaya çalışıyordum çünkü toplumun bakış açısı biraz farklıydı yani yapamazsın, edemezsin diyorlardı. Ben bunları, onların bu söylemlerini sürekli yıkmak için mücadele verdim, ‘hayır, ben bu toplumda var olacağım’ diyerek de yıllarca mücadele verdim.
A.T.A.: Sakatlığınız tam olarak ne? Skolyoz diye mi geçiyor ismi?
D.D.İ.: Skolyoz da var ama osteomiyelit olarak da geçiyor yani diz enfeksiyonu ve benim dizim komple alındı, dondurulmuş ve hareketsiz. Hatta diz kapağım kırık, bu şekilde kaynadı. Sağ dizimde de aynı şekilde dizim komple yok, orası dondurulmuş, hareketsiz ve yedi santim kısa.
A.T.A.: Peki, kanadyen mi kullanıyorsunuz, koltuk değneği mi? Nasıl erişim sağlıyorsunuz?
D.D.İ.: Koltuk değneği kullanıyorum şu an zaten, tabanlık ayakkabıyla devam ettiriyorum. Haziran ayında üçüncü ameliyatım oldu. Enfeksiyon tekrar nüks etti ve bu enfeksiyondan dolayı oradaki bazı kemikleri aldılar. Daha sonra da kırıldı. Şimdi tekrar tedavi sürecim devam ediyor. İki-üç gün önce güzel bir haber aldım; üç ayın sonunda kemik enfeksiyondan dolayı kaynamıyordu ama yavaş yavaş, çok hafif şekilde kaynamaya başlamış dördüncü ay itibariyle. Tabii ki bu süreç içerisinde doktorum amputeye kadar gitmişti, ‘olmazsa ampute yapacağız’ demişti.
İki Sakatın Kalecilik Anıları
A.T.A.: Dediniz ya ‘kalecilik yaptım’ diye, o konuda benziyoruz ikimiz. Ben de ortopedik engelliyim ve ben de kaleciydim.
D.D.İ.: Evet.
A.T.A.: Herhalde kalecilik bizim gibilerin kaderi, böyle bir şey de var galiba.
D.D.İ.: Eve geldiğim zaman dizlerim yara bereydi; kollarım, dizlerim yara içinde eve gelirdim. Kendime hiçbir zaman sakınmazdım.
A.T.A.: Aynı. Annem anlatıyor rahmetli, beni kapıdan içeri sokmazmış, alırmış havaya kaldırıp direkt banyoya götürüyormuş çünkü üstüm başım toz, çamur... Ne varsa üzerimdeymiş, o sokağın her şeyi üstümde gelirmişim eve.
D.D.İ.: Yani hiç yabancılık çekmiyorum şu an, kendimi anlatıyormuşum gibi görüyorum sizi karşımda.
A.T.A.: Sen de kendini anlatırken ben öyle hissetmiştim çünkü hayatın içine katılma heyecanı, coşkusu veriyordu o. Bizi maçlara o şartla alıyorlardı, o yüzden kaleciydik, yoksa başka yerde de oynardık. Bir de kaleci olmak istemiyorlardı, kalecilik en isteyemeyen şeydi. En isteyemeyen şeyi yapan sabit biri olunca da hoşlarına gidiyordu, öyle bir durumu da vardı aslında bakarsan.
D.D.İ.: Ama aslında ben kaleciliği seviyordum.
A.T.A.: Tabii ben de alışmıştım. Bir de iyi kaleciydim çünkü yapa yapa artık uzmanlaşıyorsun, öyle bir şey de var.
D.D.İ.: Abdurrahim İlköğretim Okulu’nda okurken Konya bölgesinde ikinci olmuştuk. Okullar arası turnuvada ben okul kalecisiydim.
A.T.A.: Ben İstanbul'da doğdum büyüdüm ama Konya'da dayım oturuyordu. Konya'da da şöyle bir anım var, onu da araya gireyim - böyle bir övünme hoşuma gitti, kalecilik anısı bu; dayımlarla Konya'dayız, maç izliyorum, tanımıyorum da kimseyi. Bir takım bir takımı 10-0 yendi. Sonra bir daha maç yapacaklardı. 10-0 yenilmiş olan takım beni kaleye geçirdi. Dediler ki ‘Kaleye geçer misin?’ Kaleye geçtik ve maçı kazandık biz. 10-0 yenilen takım maçı kazandı ben kaleci olduğum için. Beni mahalle takım kalecisi yapmışlardı o iki hafta süresince, böyle bir anım da var. Benim böyle Peter Schmeichel'lık zamanlarım var. Şimdi, ‘Sen doğru yürüyemiyorsun Alper, ne kaleciliği?’ diyecekler ama... Sende de vardır böyle anılar.
D.D.İ.: O yıllar zaten 1998-99 yıllarıydı. Hafif hafif başlamıştı. Son final maçında eğer ki beden eğitimi öğretmeni beni yedeğe almasaydı o gün kesin şampiyon olurduk.
A.T.A.: Maç uzayınca yoruluyordum ben, performansım düşüyordu. Bende öyle bir şey de vardı, belki sende o yoktur ama bende vardı.
D.D.İ.: Yok Alper Bey, ben de hiç yoktu, çok tehlikeliydim.
A.T.A.: Şimdi ortalara bir yere geldik Devrim Bey. Müzik çalıyoruz ve müziği de konuğa bırakıyoruz. Senin bir seçimin var mı, ne çalalım bugün?
D.D.İ.: Şöyle söyleyeyim Alper Bey; yayın başında Elif Gamze Bozo'dan bahsetmiştik ve benim ona ilk söylediğim şey şuydu, ‘Yoluna yoldaş olmak ve birlikte yol yürümek istiyorum her şeyinle’ Benim her zaman sevdiğim şarkılardan bir tanesi, Moğollar'dan “Yolum Seninle” çalalım.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor ve bu hafta konuğumuz Devrim Deniz İnce. Bu hafta bizim ana temamız ‘sakat mahpus’, böyle bir konumuz var. Devrim Bey bir sakat olarak hapishane deneyimi yaşamış bir insan, aslında onu konuşacağız. İlk bölümde çocukluk, kalecilik üzerine konuştuk çünkü ortak bir geçmişti o bizim ikimiz arasında. Hapishaneye niye girdiniz, nasıl oldu sorularını konuşmayacağız biz; ‘bir sakat insan hapishanede neler yaşıyor?’ sorusunu konuşacağız. Hem kendi deneyimi, hem de başka sakat insanlar var ise onların deneyimi üzerinden bunu konuşacağız. Bu hapishane sürecini özetler misiniz bize Devrim Bey?
Sakat Bir Bireyin Hapishane Deneyimi
D.D.İ.: Bu olay 2010 yıllarında oldu. Bu olay başıma geldiğimde Mersin Silifke'de çok zor şartlar altındaydım çünkü bende o zaman diz protezi vardı ve ayağım tam dondurulmuş değildi, ben tekrar bir diz protezi yaptırmıştım Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'nde. Tabii ki çok dikkat edilmesi gereken bir şeydi çünkü ufak bir gribal enfeksiyonla bile o diz protezi enfeksiyon yapabiliyordu. O dönemde biz, üç kişi yani iki arkadaşım ile tecritte yani hücre dediğimiz tecritte üç ay boyunca kapalı kaldık hiçbir şekilde şeyimiz olmadan ve sürekli müdüriyete dilekçe vermemize rağmen kimse ilgilenmiyordu. O süreç içerisinde çok zor durumlar yaşadık. Yaz sıcağıydı zaten, ben sıcağa hiçbir şekilde gelemem, sürekli kendimi suyla ıslatıyordum sıcaktan bunaldığım için. Özür dileyerek de söylüyorum, yatağıma bastığım zaman, o bazaya bastığım zaman yastıktan ölmüş, çürümüş böcek kokuları geliyordu. O şartlar altında engelli olarak yemeğimizi yerde yiyorduk, masa yoktu. Ayağımı da hareket ettiremediğim için yerde oturarak yemek yiyordum. Sürekli dilekçe veriyordum. O süreçte rahatsızlanmaya başladım, revire götürülüyordum. Revir bir antibiyotik yazıyordu, bir ilaç yazıyordu, gönderiliyordum. Diyordum ki, ‘Böyle böyle bir durumum var, hastaneye gitmem lazım, kan testi yaptırmam lazım’. Yani hissediyorum çünkü vücut ateş almaya başladı, ısınmaya başladı. Birkaç kere bu şekilde revir istedim ama sürekli cezaevi doktoru ilaç yazıyor, gönderiyordu. Olmuyor ve en sonunda dilekçeyi yazdım baş müdüre, zor çıkabildik. Yani dilekçemde sürekli baş gardiyan geliyor, ‘Tamam hallederiz’ deyip gönderiyordu, ‘Senin bir şeyin yok’ diyordu. Diyordum ki, ‘Bak durum bu’ diyordum, gösteriyordum, affedersiniz şort da vardı, şorttan gösteriyordum, ‘Bak, yaralı ameliyat izleri bunlar’ diyordum ama yok, adam anlamıyordu.
A.T.A.: Gözle görünce de anlaşılan şey aslında, bakınca da fark ediliyor.
D.D.İ.: Tabii ki, kesinlikle. Zaten ben şöyle söyleyeyim Alper Bey, X-ray cihazından ilk gectiğim zaman unutmuşum diz protezini, habire girip çıkıyorum. X-ray cihazı habire ses veriyor, sonradan aklıma geldi, ‘Benim ayağımda diz protezi var, ondan olabilir mi’ diye. ‘Ya başında niye söylemedin?’ diyor, ‘Aklıma gelmedi ki’ dedim ben de.
A.T.A.: Ne kadar süre kaldınız hapishanede Devrim Bey?
D.D.İ.: Üç ayını tecritte geçirdim, üç aydan sonrasında normal koğuşa aldılar bizi.
A.T.A.: Altı ay mı, yatma süreniz toplam altı ay mı?
D.D.İ.: Toplamda altı ay.
A.T.A.: Arkadaşlarınız da mı sakattı yoksa sakatlığı bulunmayan kişiler miydi?
D.D.İ.: Onlar normaldi, normal arkadaşlarımızdı.
A.T.A.: Normal derken, sakat olmayanlara normal demeyelim diyorum ben, öyle bir şey var. Biz de normaliz, biz anormal değiliz, onu vurgulayalım. Onlar için sakatlığı bulunmayan kişiler diyorum ben.
D.D.İ.: Aynen öyle, kesinlikle.
A.T.A.: Peki, sakat olduğunuz için sakatlıkla ilgili daha başka bir tedavi var mıydı? Olmadığını gerçi söylediniz ama öyle bir şey mi? Sakat olduğunuz için ayrı bir şey yoktu yani ne bir tedavi, ne de bir bakım. Bu insanın böyle böyle şeyleri var, öyle bir şey olmadı diye anlıyorum ben, doğru mu anlamışım?
D.D.İ.: Kesinlikle. Hapishanedeki revire gittiğimde doktora söylüyordum ki, ‘Bak, diz protezi var, enfeksiyon kapmaması lazım.’ ‘Tamam’ diyordu, ‘Ben sana antibiyotik yazar, gönderirim’. ‘Bu antibiyotik ile olacak bir şey değil, benim bir test yaptırmam, kan testi yaptırmam gerekiyor, en ufak şeyde sıkıntı çekerim’ diyordum. Zaten Alper Bey, ben Kasım ayı gibi galiba, yanlış hatırlamıyorsam, yavaş yavaş zaten hissetmeye başladım ve o diz protezim enfekte olmaya başladı. O süreçten sonra da zaten biraz daha süreç ağırlaştı.
A.T.A.: Peki, yattığınız yer, Mersin Silifke'deki hapishanede mi yattınız?
D.D.İ.: Orada yattım.
A.T.A.: Hapishane oradaydı yani Mersin Silifke'de?
D.D.İ.: Evet, Konya'dan alıp oraya götürdüler.
A.T.A.: Ben de Mersin'de, Mezitli'de yaşıyorum. Buraya yakın bir yerlerdeymişsiniz. Peki, hapishane sürecinde sizden başka sakat mahkum var mıydı, şahit oldunuz mu? Sakatlıkları neydi ve onlar ne yaşadılar?
D.D.İ.: Şöyle söyleyeyim; zaten cezaevi koşulları, şartlar engellilere göre hiçbir şekilde uygun değil Alper Bey. Orada az önceki bahsettiğim, ampute dediğim yani ayağı kesilmiş insan da vardı ve zor şartlar altındaydı. Oradaki arkadaşların yardımıyla kişisel ihtiyaçlarını, çamaşırlarını, temizliğini yapabiliyordu. Zaten dışarıdan görevli olan insanların hiçbir şekilde zaten desteği yok yani kendi başının çaresine bakar hesabıyla çok zor şartlar altında orada kalıyordu. Örnek veriyorum, bizim kaldığımız yer iki katlıydı, üst taraf yatakhaneydi, alt taraf normal koğuştu ve üst tarafa çıkmak zorunda kalıyorduk yani bir kat üste çıkmak zorunda kalıyorduk. Bu ayağı kesik olan yani ampute olmuş arkadaşımız oraya çıkmakta zorlanıyordu. Ben de aynı şekilde, in-çık zor oluyordu. Zaten kalabalık bir ortamdı. Örnek veriyorum, 30 kişi ise biz 70-80 kişi kalıyorduk orada, çoğumuz yerlerde falan yatıyordu.
A.T.A.: Hapishane koşulları sakatlığı olmayanlar için bile çok zor. Benim de bir tanıdığımın böyle bir süreci oldu, oradan biliyorum, o söylüyor. İnanamamıştım. Dediğiniz gibi, 30 kişilik yerde 100 kişi falan kalıyorlardı. ‘Artık ranzayı bırak, yerlerde yer yoktu. Yerde yatıyor insanlar ve orada bile yer yok’ diye anlatıyordu. Aynen böyle galiba değil mi süreç?
D.D.İ.: Aynen Alper Bey. Yani yerde zaten ranza yoktu, ranzalar da doluydu. Biz yerlerde yatıyorduk ve neredeyse birbirimizin nefesini hissediyorduk yatarken.
A.T.A.: Gece bir tuvalet ihtiyacı olsa gitme durumun da yok, milleti ezmeden gidemezsin de... Sakatlığı olmayan gidemez de, sakatlığı olan kişi hiç gidemez.
D.D.İ.: Onu bir kere yaşadım çünkü lavabo da aşağı taraftaydı. Lavaboya giderken birinin üstüne düştüm. O şekilde sıkıntılar çekmiştim ben orada.
A.T.A.: Aşağı dediğiniz, aşağı katta mıydı lavabo?
D.D.İ.: Aşağı katta, evet.
A.T.A.: Hep merdiven, asansör zaten yok da, hep merdiven in, merdiven çık durumları var aslında.
D.D.İ.: Evet yani aşağı katta yemek yediğimiz ve oturduğumuz yer vardı. İkinci katta da yatakhane vardı. Yatakhane demeye de bayağı bir şahit ister ama.
A.T.A.: Peki, oradan çıkınca ya da oradayken sakat mahpuslar için - biliyorum politika ile ilginiz var, Kuşadası'nda CHP Engelliler Komisyonu üyesisiniz ki Engelsizler Komisyonu aslında, ona da girelim biraz - bir çalışma içinde oldunuz mu, bununla ilgili bir bilginiz var mı yani sizin dışınızda başka hapishanelerde neler yaşıyor insanlar konusunda var mı bir bilginiz? Var ise eğer paylaşır mısınız?
Konya Ereğli ve Kuşadası’nda Engelli Hakları Çalışmaları
D.D.İ.: Şöyle söyleyeyim Alper Bey; ben 2010 yılında bu olayı yaşadıktan sonra Konya Ereğli'deydim. O zaman CHP'nin içerisinde görme engelli bir abimiz vardı, Ahmet abi. Onunla beraber Engelliler Komisyonu’nu kurduk, beraber yürüttük.
A.T.A.: Konya'da değil mi, Konya'da kurdunuz?
D.D.İ.: Aynen yani 2011 yıllarında Konya'da kurduk. Daha sonra bu süreç içerisinde tabii ki insanlara ulaştık ve ben orada biraz daha engellileri tanımaya başladım. Sadece kendi üzerimden düşünüyordum ve cezaevi koşullarında da gördükten sonra artık kafamda bazı şeyler yerleşmeye başladı, ‘aslında senden daha zor şartlarda olan insanlar var’ diyerek bir başlangıç adımı attım. 2014 yıllarında Ereğli'de Tüm Engelliler Derneği'ni hayata geçirdik. Ben kurucu başkan yardımcılığı yaptım ve o süreç içerisinde AnkaraBESEM Tiyatro Merkezi’ni Ereğli'ye getirdik ve hatta tiyatro oyunlarında ben de oynamıştım, ardından da beni de işlerine dahil ettiler.
A.T.A.: BESEM'in açılımı nedir?
D.D.İ.: Bedensel Engeller Merkezi.
A.T.A.: Dinleyenler bilmiyorsa diye sordum.
D.D.İ.: Evet, Ankara merkezli zaten kendileri. Cengiz Kızılkaya - buradan kendisine selam olsun - başkanlığını yaptı. Çok güzel şeyler yaptım, birçok aileye ulaştım Ereğil'de. Daha önce eğitim almıştık parti içerisinde ve zaten benim hayalimde bir proje vardı Alper Bey. Az önce bahsettiğiniz Kuşadası Engelsiz Yaşam Komisyonu'na katılıp Kuşadası'nı tekrar yeniden yaşatmamızın nedenlerinden bir tanesi de buydu, istiyorsanız da o hikayemi de anlatabilirim.
A.T.A.: Tabii, dinleyelim, buyurun.
D.D.İ.: Alper Bey, ben Ereğli’deyken birçok aileye ziyarete gittiğimde engelli ailelerin engelli çocuklarını dışarı çıkarmakta zorlandıklarını gördüm. Çoğu aile de çocuklarından utanıyordu, toplumun bakış açılarından korkuyorlardı. Bu hep benim içime yer etmişti, çok üzülüyordum, bununla mücadele veriyordum, ‘hayır’ diyordum, ‘bu çocuklar toplumda var, bizler de bu toplumun bir yeriyiz, hatta hepinizden fazlayız’ diyerek bir hayalim vardı. Sonra projelerim oldu ve en son Kuşadası'na geldiğimde biraz daha imkanlarımız arttı burada yani çalışma ortamlarımız, imkanlarımız da artınca eğitimde bir gruplaşma oldu ve bu grup içerisinde proje üretmemiz gerekiyordu. Ben projemizde şunu anlattım, ‘Arkadaşlar benim bir projem var; engelli aileler var, çocuklarını dışarı çıkarmıyorlar ve çıkarsalar bile çok zor şartlar altında yapıyorlar. Kişisel ihtiyaçları, özel ihtiyaçları için bile yani bir kuaföre dahi gidemiyorlar dedim. Biz gruplar halinde bu projeyi geliştirelim, bu projeyi uygulayalım. Bir kısmımız engelli arkadaşlarımızı alsın, bir kısmımız da aileleri alsın. Engelli arkadaşlarımızı sinemaya, yemeğe götürelim. Diğer arkadaşlar da engelli anneleri, Kuşadası'nda bulunan tarihi yerlere, müzelere, sahilde yemek yedirmeye gibi bu tarz şeylere görtürsün. Bu şekilde yapalım, en azından engelli olan anneleri de biraz rahatlatalım’.
A.T.A.: Engelli çocuğu olan anneler yani engelli anneler değil. Engelli bakımı yüzünden hayatlarını yaşayamayan annelere yönelik aslında bir etkinlik.
D.D.İ.: Daha sonra proje olarak hazırladım da bunu ve şu şekilde hazırlamıştım Alper Bey; Engelli Konuk Evi yani geçici konuk evi. Mesela bir annenin dışarıda işi olduğu zaman çocuğunu ya da evladını oraya bırakıp birkaç saat işlerini halledip sonra tekrar onu alıp evine götürmesi. Zaten bunu sağlamaktı benim bu konuk evi ya da konaklama evi tarzındaki projemde. Hayalim buydu ve zaten hala hedefimde, mücadelesini de veriyorum.
A.T.A.: Hayata geçmedi yani aşamada devam ediyor, doğru mu?
D.D.İ.: Aşamasında, evet.
A.T.A.: Yani engelli çocuğu var, aklı onda kalmasın, kendi zaruri ihtiyacını da giderebilsin anneler diye bir şey yapıyorsunuz.
D.D.İ.: Kesinlikle çünkü o gün o projeyi yaptığımda Alper Bey, bir anneden şöyle bir şey duydum; ‘Ben şimdiye kadar ilk defa bu kadar yer gezebildim, ilk defa bir sanat yeri gördüm, neredeyse ilk defa denizi gördüm’.
A.T.A.: Bir de Kuşadası'nda yaşayan birisi bunu diyen, bunu da vurgulamak gerekiyor. ‘Kuşadası’nda denizi ilk defa gördüm’ diyen bir anne ve bunu özellikle vurguluyorum ki anlasın dinleyenler diye. Engellilerin hayatı zor ama engellilerin bakımını sağlayanların da hayatı zor, bunu da vurgulamak gerekiyor belki de bu aşamada.
D.D.İ.: Kesinlikle Alper Bey, kesinlikle. Ben bazen anlatırken de duygusallaşıyorum.
Çayan Demirel ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği
A.T.A.: Çünkü birebir yaşadınız, gördünüz - benim de annem, sizin de anneniz. Zaten iki hafta önce de 'İhtimam Kültürü' diye bir bölüm yapmış ve buna eğilmiştik. İki tane kadın konuğum vardı, onlar da engelli bakımını sadece kadınlar yapıyor, bunun da dikkatini çekelim demişlerdi. Burada da aslında onun bir versiyonunu yapmış olduk. Çok çok sağolun.
Şunu da vurgulayayım ben; ‘sakat mahpus’ demişken, Çayan Demirel, ünlü bir yönetmenimiz, siz de biliyorsunuzdur Çayan Demirel'i. Hapishanedeyken ağırlaşan bir engellilik durumu var, %99 engellilik durumu var diye biliyorum ve hatta olabilirse ilerideki bölümlerde bir konuk alabilir isem onun durumu hakkında da konuşmak istiyorum. Bu arada Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) diye bir dernek var. Mahkumlarla ilgili bir dernek bu. Belki bir programda oradan da bir konu alıp, tüm Türkiye'deki durumu konuşabiliriz çünkü sakatlık hayatın her alanında var ve sakatlara biz özel bir ihtimam istemiyoruz. Sizin yaşadığınız gibi, dizinizin durumu üzerine oradaki baş gardiyan bunu gördüğü halde ‘bir şeyin yok’ diyor, uğraşmak istemiyor. Zor konular bunlar. Son olarak neler söylemek istersiniz? Çok sağolun konuk olduğunuz için, son sözlerinizi alalım isterseniz.
D.D.İ.: Öncelikle Apaçık Radyo'ya beni davet ettiği için çok çok çok teşekkür ediyorum. Özellikle siz, Alper Bey, size ayrıca teşekkür ediyorum. Biz engelli olarak bu toplumda varız ve her zaman var olacağız, bizi hiçbir zaman kendilerinden ayırt etmesinler çünkü biz engelli olarak farklı bir şey istemiyoruz, toplumda var olmayı hedefliyoruz.
A.T.A.: Çok çok sağolun. Ben de katılıyorum bu düşüncelerinize. Sakat Muhabbet'in son bir sloganı da var; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’. Bir daha ki hafta görüşmek üzere, hoşça kalın diyorum.