"Otokrasi ötesi bir rejimdeyiz"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, gazetecilere gelen çeşitli baskıların artmakta olduğu bugünleri geçmişte ilan edilen yasakçı düzenlemeler ile karşılaştırıyor.

""
Ekonomi Politik: 10 Şubat 2025
 

Ekonomi Politik: 10 Şubat 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: İyi yayınlar herkese.

Ö.M.: Gene son derece kaotik, karmaşık bir dünya içindeyiz ve Türkiye’de de aynı şekilde yansımaları var bu kaosun, özellikle de gazetecilere gelen çeşitli baskıların da artmakta olduğu gözleniyor. Buna karşılık gazeteciler de mücadele veriyorlar. İsterseniz onlarla başlayalım.

A.B.: Hep söylüyoruz; gazetecilik yapmak çok riskli ve zor bir meslek haline geldi çünkü içinde yaşadığımız otokrasi ötesi rejimin sınırları içinde gazeteciliğe müsaade ediliyor. Rejim, demokrasi olmayınca gazetecilik daralıyor,gazetecilik fiilen ortadan kaldırılıyor.BirGün gazetesindeki arkadaşlar, yayınlanmış bir haberi yayınlamaktan dolayı gözaltına alındılar. Ardından da RTÜK’ün ve diğer iktidar kuruluşlarının uyarıları geldi.

RTÜK uyarısı çok önemli, adeta içinde bulunduğumuz vahim durumun belgesi. Medya kuruluşlarına açıkça ‘İstediğimiz gibi yayın yapmak durumundasınız’ diyor, ‘Çok sayıda olumsuz haber yayınlanarak olumlu olaylar olmadığı algısı yaratıyorsunuz’ diyor. Yayınladığı bildiride, ‘Ülkemizde enerji, savunma sanayi, yerli ve milli teknoloji, sanat, kültür ve spor başta olmak üzere başarılı çalışmalar ortada iken karamsarlık aşılayan yandık, bittik, mahvolduk haberciliğinin kimseye faydası yoktur’ ifadesi ile medyaya göz dağı veriyor.

Enflasyon ve işsizlik insanların hayatını mahvetmiş durumdayken, ülkede özgürlük kalmamışken, Kartalkaya’da otelde insanlar yanarken, ikinci yılı dolan deprem bölgesinde 658 bin insan hala konteynerlarda yaşarken, RTÜK, ‘habercilik yapmayın, olan biteni eleştirmeyin, olumsuz yorumlamayın’ diyor. Sık sık elektrik kesintilerinin yaşandığı ülkede - enerjideki başarı neyse - enerji alt yapısının özelleştirilmesi sonrası hali belliyken, sektörlerde yaşanan gelişmeleri ‘başarılı gösterin’ diyor.

Tüm bunlar beni 19. yüzyıla götürdü. Tarihimizde matbuatla ilgili ilk düzenleme, 1864 yılında oluyor, Matbuat Nizamnamesi yayınlanıyor. Nizamnameler, sonraki yıllarda bazı değişikliklere uğruyor ama genişlemeden çok, daraltılarak değişime uğruyor. ‘Basın özgürdür, yayın yapmak serbesttir’ ifadesi ilk düzenlemede de var, bugün de var. Eski değimiyle ‘gazetecilik kanun dairesinde serbesttir.!’ Nizamnameden ilk darbeyi yiyen Teodor Kasap Efendi oluyor. Yayınladığı Hayal adındaki mizah dergisinde, Hacivat ile Karagöz’ü konuşturup, resmederek nizamnameyi eleştiriyor. Karagöz’ün eli ve ayakları zincire bağlı halde, Hacivat, ‘Nedir bu hal Karagözüm?’ diye soruyor, Karagöz de ‘Kanun dairesinde serbestti Hacivat’ diyor. Biraz İzel Bey’in alanına girdik ama...

Ö.M.: Teodor Kasap’ın karikatüründen bahsetmiştik çeşitli programlarda, çok iyi oldu hatırlattığınız.

Ö.Ö.: Tarihte Bugün’de de bahsediyoruz.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Bu karikatürden dolayı üç yıl hapis cezası alıyor Teodor Kasap. Daha sonraki yıllarda sansür heyeti kuruluyor. Sansür heyeti başkanı ‘ser kâtib-i hazret-i şehriyari’ yani Padişah Hazretleri'nin baş katibi Tahsin Bey isimli zat, Matbuat İdaresi’ne matbuatın uyması gereken dokuz maddelik gizli bir yönetmelik gönderiyor. Bu yönetmelikte de RTÜK bildirisinde olduğu gibi, ‘İyi haberler verilmeli’ diyor. ‘Her şeyden önce, dünya değer Padişah Hazretleri'nin sağlığının iyi olduğundan övgü ile bahsedilmeli, memlekette ticaret ve sanayiinin ilerlediği üzerine havadisler verilmeli’ diye de ekliyor.

Aradan geçmiş 160 yıl ve RTÜK, Hazreti Şehriyari’nin baş katibinin dokuz maddelik tamimi gibi bir bildiri yayınlıyor. RTÜK, haber sunan gazetecilerin yorum yapmaları sakıncalı bulunuyor. 160 yıl önceki tamimde sansür heyetine verilen emir şöyle, ‘Şahsiyata kesinlikle meydan verilmeyecek; vali ya da mutasarrıfların hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin bir iş yapmış oldukları yazıldığı taktirde bunu doğrulanmadığı ifade edilerek bildirilecek ve haber saklanmalı ve yayınlanmasına müsaade edilmemeli.”

Gizli yönetmelik ile ‘Ermenistan’ gibi tarih ve coğrafya ile adların anılması da yasaklanıyor. Sonu ‘tan’ ile biten yer isimleri de kullanılmayacak. 1890’da yapılan düzenlemede bunlar yer alıyor.

Yabancı hükümdarlara yapılan suikast girişimlerinden bahsetmek de yasak. Fransa ihtilalinden bahsedemiyorsun, Kral idam edildi, öldürüldü diyemiyorsun, Emsal teşkil eder endişesi ile bunlar yapılıyor. Yayınlarda bunları sarfınazar edeceksin.

Ö.Ö.: Mesela ne şekilde bahsedilebiliyormuş?

A.B.: Bahsedersen sansür heyeti basılı sayfadan çıkarıyor bunları çünkü gazete, yayın basılmadan önce heyete sunuluyor ve bu nedenle de o devirde çıkan gazete ve dergilerde boş sayfalar ve bölümler oluyordu.

Çok ilginç yasak kelimeler var; mesela ‘tepe’ diyemiyorsun. Neden? Yıldız Sarayı’nı hatırlatıyor tepe - Yıldız Sarayı tepede ya, aman dikkat edin siz de ‘Beştepe’ demeyin! ‘Birader’ diyemiyorsun çünkü şehzade olan Sultan Murat ve Reşat’ı hatırlatıyor.

Ö.M.: Burun diyebiliyor muyuz?

A.B.: Ona da geleceğim! Burun da diyemiyorsun, coğrafya kitaplarından çıkartılmış, karalardan uzanan çıkıntı şeklinde tanımlanmış! ‘İhtilal’, ‘isyan’, ‘suikast’ gibi laflar da tarih kitaplarından çıkartılmış, Sultana emsal olabilir, çağrıştırma olabilir. ‘Sakal’ ve ‘boya’ da çıkarılıyor çünkü Padişah Hazretleri sakalını boyarmış.

Gazete sahibi Ahmet İhsan Tokgöz vardır. Bildiğim kadarıyla Osmanlı’dan Türkiye’ye en uzun süren dergiyi yayımlayan kişidir. Servet-i Fünun dergisini çıkarır 50 küsur yıl. Derginin bir sayısında, çeşme başında dua eden yaşlı bir adam resmi basıyor. Dergi yasaklanıyor ve kapatılıyor. Neden? ‘İşimiz duaya kaldı’ demek istiyorsun deniyor, halbuki edebi bir manzume...

Dergisi, gazetesi kapananlar tekrar açılmasını istediklerinde, örneğin Ahmet İhsan tekrar başvuruyor ve yeniden yayınlamasına izin şu şekilde veriliyor; önce saray Mabeyin-i’ne başvuruluyor - Mabeyin-i’ye Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği diyebiliriz. Mabeyin-i, gazete ve dergi sahiplerinden, Ahmet İhsan’dan sadakat ve kulluk şanına uyacak yolda makaleler yayınlayacağını belirten bir senet alıyor ve ondan sonra müsaade ediliyor.

Yapılan ilk modern Olimpiyatlara Osmanlı katılmaz, Olimpiyatlar hakkında yayın yapılmasına da izin vermez, gerek olmadığı, henüz sıra gelmediği düşünülüyor.

Padişah Abdülhamit’in kardeşleri Sultan Murat ve Reşat’ın Padişah adayları olmaları nedeniyle bu isimler de kullanılmıyor. Murat, ‘Mirat’ oluyor, Reşat da ‘Neşet’ oluyor ve hatta ‘Hamit’ ismini kullanmak bile yasak, Hamit isimleri ‘Hamdi’ oluyor!

Ö.M.: İlginçmiş, üzerinde ayrıntılı olarak bayağı çalışılmış.

A.B.: Halit Ziya’nın, Hüseyin Cahit’in yüzlerce edebi anısında bunlar vardır. Bir de bugüne teşmil edilebilecek türden yasaklar var; ‘israf-ı tevatüren’ yani söylenti yoluyla haber yapmak yasaktır. Hamit’in en büyük korkusu kardeşi Sultan Murat’tır. Ağabeyini dört duvara hapsetmiş, adam korkudan delirmiş zaten. Sultan Murat’tan bahsetmek, şu ya da bu şekilde adını anmak çok tehlikeli. ‘Tevatür yoluyla Sultan Murat’tan bahsediyorsun’ diyerek yazılar yasaklanıyor. Galata’da bulunan Maksudiye Hanı üzerine bir haber yayınlanıyor, “Maksudiye Hanı muvazaadır, maksuddan (istenen) maksat Murattır’ yorumu yapılıyor. ‘Maksudiye Hanı demek, Murat Han demektir. Bunları yazanlar Sultan Murat’ın iktidara getirilmesini istiyorlar’ deniyor ve yasaklıyorlar. ‘Deli’ sözcüğü de Sultan Murat’ı çağrıştırdığı için yasaklanıyor.

Ö.M.: Peki, insanlar nasıl konuşuyor ve yazıyor?

A.B.: Yazılamıyor Ömer Bey. Ahmet Rasim’in hayatını okumuştum, o dönemde gazetelerde çalışanlara patronlar istedikleri zaman para veriyorlar yani yılda bir bile para alan var, gazetecilik o devirde de zor bir meslek.

II. Meşrutiyet öncesinde ‘bu iş yapılamaz, gazetecilik mümkün değil’ diyerek köşelerine çekiliyorlar. Mesela Tevfik Fikret, Aşiyan’a çekiliyor; Halit Ziya, adaya çekiliyor. Galiba daha önce de bir programda anlatmıştım; Servet-i Fünun, Tevfik Fikret yönetimindeyken çok sıkıntı içinde. Servet-i Fünun, ilmi ve sanatsal konuları içeren edebi bir dergi yani edebi ve ilmi yayınlar yapılıyor. Ona bile tahammül edemiyorlar.

Tevfik Fikret ve ekibi bir gün toplanıyor, ‘Artık bizim yapacak işimiz kalmadı bu memlekette, kendimize başka yurtlar bulalım, göçelim’ diyorlar. Bu konu Servet-i Fünunun yazı işlerinde konuşulur, aralarından Mehmet Rauf, ‘Londra’ya gittiğimde bir kartpostal görmüştüm, Yeni Zelanda isimli bir yurt keşfedilmiş, oraya göçelim’ teklifinde bulunur. Ayrıntılara girmeyeyim, ciddi ciddi göç projesi yapıyorlar, ön keşif yapacak arkadaşlarını da seçiyorlar ama para bulamıyorlar. Bu durumlar, 1878 ile 1908 arasındaki yıllarda çokça yaşanıyor. ‘Yıldız böceği’ kelimesi de kullanılamıyor Yıldız Sarayı’nı hatırlatıyor diye.

Ö.Ö.: Az evvel Tevfik Fikret’ten bahsettiniz, onun Abdülhamit’e yönelik inanılmaz bir şiiri var, bir lahza-i teahhur olması lazım.

A.B.: Onlar yayınlanamıyor.

Ö.Ö.: Yakın zamanda Serol Teber ile Şenol Ayla’nın çok iyi bir program serileri vardı, Didik Didik Freud. Programın sonunda Tevfik Fikret’i anlatıyorlardı, orada biraz bahsediyor ama dönemin 1905 suikastının ardından bu şiir tabii yayınlanmamış ama elden ele dolaşmış İstanbul’da yani herkes biliyor.

A.B.: Nazım Hikmet’in şiirleri yasaklanmıştı, elden elde dolaşıyordu.

Ö.Ö.: Bu çok ilginç ama bu anlık duraklamada hiç bu kadar net bir şekilde bir suikast girişimine övgü düzen bir şiiri pek okumamıştım açıkçası.

A.B.: Tevfik Fikret, farkındalığı çok güçlü ve önemli bir adam. Şinasi, Tevfik Fikret ve Beşir Fuat, çok önemli bir kuşak serisidir. Bunlar hakkında bir program yapabiliriz ki yasaklar geldikçe bunları konu edeceğiz herhalde. ‘Tahtakurusu’ diyemiyorsun, yazamıyorsun, tahtın kurusun anlamına geliyor diye yasaklanıyor.

Ö.M.: Tahtakurusu denemiyor öyle mi?

A.B.: Evet, buna daha çok örnek var; mesela ‘saye’ eki var ya...

Ö.M.: Gölge.

A.B.: Hüseyin Cahit anlatıyor, ‘Medeniyet ve İslamiyet’in ezici gücü iyi ahlak sayesinde oluşmuştur’ cümlesini çiziyorlar ve ‘Saye sözcüğü ancak Abdülhamit ile birlikte kullanılır’ diyerek, her şey Abdülhamit sayesinde olur diyerek, ‘Sayeyi şahaneye bağlayacaksın’ deniyor yani yağmuru bile ‘Sayeyi şahane yağdırdı’ diyeceksin!

Bahar’ kelimesi de yasak. Cevdet Kudret, Abdülhamit döneminde sansürü yazmış, saysız örnek sergilenmiş. Üzerinden 160 yıl geçiyor ve 160 yıl sonra bu memlekette RTÜK, 8 Şubat bildirisinde ‘olumsuz haber yapamazsın!’ diyor.

Bu bildiriden hemen sonra Siber Güvenlik Yasası da kanunlaştı. Yasaya göre Cumhurbaşkanlığı Siber Güvenlik Kurulu kuruldu; hakim kararına ihtiyaç duyulmaksızın arama yapabilme, ev ve iş yerlerine girme, kişisel bilgileri toplama yetkilerine sahip. Devlet Denetleme Kurulu’nu geçen hafta anlattım, yetkileri muazzam genişletildi. Devlet Denetleme Kurulu, Siber Güvenlik Kurulu, tüm bunlar otokrasi ötesi bir şey, otokrasi ötesi bir rejimdeyiz.

Ö.M.: Ben de hazır yeri gelmişken ki daha önceki programda da söyledik ama bir kez daha tekrar edelim; RTÜK haber bültenlerini uyarıyor yani Serbestiyet’te çıkan bir haber var, ‘Ülkemizde olumlu olaylar olmadığı algısı yaratılıyor’ diyor, ‘Haber bültenlerinde ülkemizde olumlu olaylar olmadığı algısı yaratılıp vatandaşlarımızın karamsarlığa ve yalnızlığa düşürülmek istendiği görülmektedir. Ülkemizde enerji, savunma sanayi, yerli ve milli teknoloji, sanat, kültür ve spor olmak üzere birçok alanda başarılı çalışmalar ortada iken karamsarlık aşılayan ‘yandık, bittik, mahvolduk’ haberciliğinin kimseye bir faydası yoktur. Kanunun bize verdiği yetki doğrultusunda gerekli yaptırımlar en üst sınırdan uygulanacaktır’ diyor, böyle bir açıklaması var.

A.B.: Ege’de, Santorini’de deprem fırtınası var. Yunan Başbakanı Santorini’ye gidiyor, Yunan hükümeti önlemlerini alıyor, bilim insanları çalışıyor, ada boşaltılıyor, her türlü tatbikat, bilgilendirme gerçekleştiriliyor. Deprem fırtınasının olduğu yerin kıyılarımıza uzaklığı 150 km. Türkiye’de ne yapıldı diye biraz baktım; hepi topu altı sayfalık AFAD ile MTA’nın birlikte hazırladıkları bir rapor var, inanın raporu uzmanı olmayan da oradan buradan toplar ve yazar. Sonuç ise ‘Merak etmeyin, her şey kontrolümüzün altındadır vs.’ diyor, bu kadar! Murat Kurum’un başında bulunduğu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sadece bunu üretiyor, üstelik bütün bunlar depremin ikinci yıl dönümünde oluyor. Şimdi biz bunu konuşamayacak mıyız? Komşuda bir deprem fırtınası var, ‘Türkiye bunu ciddiye almıyor’ yorumunu, eleştirisini yapamayacak mıyız?

Son günlerdeki bir gelişmeden de söz edeyim - bu konu da atlanıyor. Orta Amerika’nın ortak pazarı Mercosur ile Avrupa Birliği, yıllar süren çalışmalar sonunda geçen hafta çok kapsamlı ve önemli bir anlaşma yaptı. Bu, Türkiye’yi de dış ticaret ve gümrükler üzerinden çok ciddi etkileyebilecek bir anlaşma. Türkiye de malum Avrupa Birliği Gümrük Birliği’ne dahil yani bu nedenle işin içinde.

Bundan böyle Mercosur ülkeleri Türkiye’ye rahatlıkla gümrüksüz ihracat yapabilecek ama Türkiye’nin bu ülkelere ihracatında bu rahatlığı yok. Bu başlı başına bir konu, zaten 30 yıllık eskimiş Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği başlı başına bir konu. Mercosur ile Avrupa Birliği anlaşmasını herkesin, devletin oturup harıl harıl çalışması lazım. Bu anlaşma, esas Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne olan ihracatını etkileyecek. Latin ülkelerinin Avrupa Birliği’ne gümrüksüz rahatlıkla ihracat yapması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihracatında rekabet etme imkanını etkiliyor, ortadan kaldırıyor. Türkiye’nin dış ticarette, ihracatta en büyük partneri Avrupa. Süreç, Türkiye’nin zararına işliyor, 17 yıldır devam eden bir görüşme sonucu bu anlaşma imzandı. Kaç kez ikazlar edildi, ‘anlaşma olur ise Türkiye buradan çok zarar görür, ikili anlaşmalar yapın’ dendi. Türk burjuvazisi de zarar görüyor, emekçisi de zarar görüyor , bilhassa tekstil etkileniyor, bitiyor.

Şimdi gazeteci olarak bu durumu, bu konuyu gündeme getiremeyecek miyiz?

Ö.M.: Ben de buna bizim de sürekli olarak, daha kuruluş günlerimizden başlayarak, 30 yıldan beri giderek artan, ağırlıkla bu dünyanın en büyük sorunu, gezegenin en büyük sorunu dediğimiz şeye bir ekleme yapayım; mesela RTÜK başkanı açıklamasında ‘Ülkemizde enerji, savunma sanayi, yerli ve milli teknoloji...’ diye başlayıp, ‘...karamsarlık aşılayan, yandık, bittik, mahvolduk haberciliğinin bize bir faydası yok’ diyor. Bunlara ne kadar olumlu olaylar gözüyle bakabiliriz bilmiyorum ama aynı tarihte RTÜK başkanıyla ilgili Serbestiyet gazetesinde okuduğumuz haber ile aynı tarihte The Guardian gazetesinde de çevre editörü Fiona Harvey, çok önemli bir araştırmadan bahsetti, ‘İklim krizinin aciliyeti ne kadar artarsa artsın dünyadaki hükümetlerin, ülkelerin büyük bir kısmının COP30 zirvesi yaklaşırken en önemli iklim hedefini tutturamayacakları anlaşıldı, geri kayma var. Bütün ülkelerde, en büyük kirletici ülkelerde Beyaz Saray’a Trump’ın dönmesiyle beraber muazzam bir jeopolitik kargaşa varken, gelişme yolundaki ülkelerden de bir uyarı var. En büyük kirleticileri uyarıyorlar ve ‘bunu mutlaka durmamız gerekiyor, iklim hedeflerinin tutturulması gerekiyor’ diyorlar’ demiş. Türkiye’de de çok ciddi bir şekilde bu hedeflerin tutturulamaması hatta bakanların da bizzat söylemesi yani mesela Meclis’te de bir toplantı, konuşma yapıldı - tam hatırlamıyorum kimdi ama - Yeniden Refah Partisi’nin sözcüsü ‘Bunu Meclis’e getirmek bile suçtur. İklim krizi diye bir şey yoktur, Türkiye iklim krizini çözme yolunda zaten harika adımlar atıyor, ekstra bir şey yapmak gerekmiyor’ diye bir konuşma yaptı.

Ö.Ö.: Ömer Bey, belki petrol koklayarak Ahmet Hakan’ı örnek alabiliriz? Gabar petrolü; yerli ve milli petrol.

A.B.: Gabar petrolünü abartacaksın, Karadeniz’de ve Doğu Akdeniz’de doğal gaz bulduk deyip, köpürteceksin.

Ö.Ö.: Sürpriz, müjde neydi?

A.B.: Türkiye, 13 senedir Suriye’ye yağdırdı, ‘Esed sınırlarını koruyamıyor, terör yuvası oldu, terör yuvasında askerlerimiz, devletimiz her yerde bulunuyor, vatan toprağından farkı yok ama kimsenin de toprağında gözümüz yok’ dedi. Tamam o zaman, çıkma zamanı değil mi, Suriye’de yönetim değişmedi mi? Ama biz hala oradayız.

Türkiye’nin Suriye ile bir serbest ticaret anlaşması vardı; gümrükler çok düşüktü, mallar gümrüksüz gidiyordu ki zaten Türkiye orada bulunuyor. Suriye’de yönetim değişti ve yeni Suriye yönetimi kapılarda uyguladıkları gümrük vergilerini arttırdılar. Türkiye bir anda üç-dört kat gümrük vergisiyle karşılaştı. Yıllardır para harcadığı, yatırım yaptığı ve desteklediği Suriye yönetimi gümrüğü döşedi. Şimdi biz bunu konu etmeyecek miyiz, eleştirmeyecek miyiz? Binlerce kamyon kapıda sıra bekliyor. Ahmet Şara geldiğinde bu sorunu hallettiler mi bilmiyorum.

Ö.M.: Süremiz bitti ama bir dinleyicimizden gelen bir soruyu size sorarak bitirmek istiyorum; ‘Bahar’ kelimesi de yasaklanmış dediniz değil mi? Peki, niye yasaklıymış?

A.B.: Sanıyorum baharın gelmesi Sultan/iktidar değişikliği anlamına geliyor.

Ö.M.: Anlaşıldı.

A.B.:2025’te, 1864’teki ilk Osmanlı Matbuat Nizamnamesi’ni arar duruma geldik.

Ö.M.: Evet, inanılmaz. Peki, çok teşekkürler.

A.B.: Tespit ettiğimiz ana konularımızı işleyemedik bugün.

Ö.M.: Ana konumuz buydu Ali Bey, çok teşekkür ederiz.

A.B.: Gündemde CHP ve Öcalan açıklaması vardı. Kolay gelsin size.

Ö.M.: Çok teşekkürler.

A.B.: Hoşça kalın.