Konumuz: Sorumluluk
Birdenbire bir billurlaşma oluyor sanki. Saflaşma...
Türkiye, yakın tarihinin gördüğü en büyük felâketin, 17 Ağustos’un ardından, en büyük sivil silkinmesini yaşamıştı. Sessiz sedasız, ağır başlı, ama yadsınamayacak belirginlikte bir yükseliş. O zaman artçı deprem dalgalarının ve yabancı kurtarma ekiplerinin olanca modern donanımları ve köpekleri arasından pek farkedilemeyen şey şuydu: Bütün o olmayan toplumsal örgütlenmeye rağmen onbinlerce ölü ve yaralıyı çıplak elleriyle, incecik bedenlerinin zorlu gayreti ile kurtaran, yarıkları ekmek ve sütle dolduran sivil insanların kalkışı idi bu. “Yaralar sarılacaktır” sayhalarını bilmemkaçıncı kez bir daha semalara salmaya hazırlanan devleti bu kez beklemeden, o lâfları daha ağızdan çıkmadan gırtlaklara geri gönderen, aslında bu kez hiçbir yerden ve kurumdan hiçbir komut beklemeden, hiçbir emir-komuta zincirine aldırış etmeden fırlayıp cehennemin ortasına dalıveren insanların beklenmedik kalkışı. Uzun saçlı, tişörtlü, blucinli, küpeli delikanlıların, kısacık saçlı hızmalı kızların, genç kurumların genç çalışanlarının... O büyük felaket günlerinin içinden böyle bir ışıltı çıktı. Aynı yıl, birbuçuk ay sonra, Türkiye, yakın tarihinin gördüğü en büyük sivil söz’e de tanık olacaktı: Her türlü eğilimden her türlü kuruluşun bir araya gelerek “devlet birey içindir” dediği, “biz de varız, burdayız” dediği 101 kuruluş imzalı bir bildiri yayınlandı.
1999’da yankılanan bu taze ses, zaman içinde solup gitti sanıldı belki. Ama, bak ey okur, hiçbir şeyin solup gittiği yok aslında:
Daha üç yıl geçmeden bir bildiri daha patladı işte: 175 kuruluştan Sivil Toplum Deklarasyonu: “Sorumluluk Bekliyoruz”.
Bütün o absürditenin (Ta Çin-i mâçin’den koşulan koşullar, casuslanan e-mailler, Orta Asya’ya ve Turan’a uzanan yollar, İran-Rusya-Türkiye hayır mihverleri, gümrük birliği şantajları, muhalefetsiz muhalefetler, iktidarsız iktidarlar vesaire) tam ortasında, bütün o milliyetçilik yavelerini, vatanseverlik palavralarını, kasaba politikacısı numaralarını, ayak oyunlarını, cinayet ve soygunları, jeopolitik ayakları, yatak-yorgan sohbetlerini yemeyen, sorumluluk alan, partileri ve asker-sivil diğer kurumları sorumluluğa çağıran sivil söz geldi işte. Toplum kendi geleceğini belirlemek için söz alıyor. Kendi kaderini.
Cumhurbaşkanı’nın inisiyatifi ile Türkiye’nin geleceğinin tartışılacağı bir toplantı yapılıyor yarın.
Türkiye’de büyük medya, önüne gelen her toplantıya “tarihî” sıfatını takma fırsatını hiç kaçırmadı, tarihî özellikteki herhangi bir durumu saptama fırsatını pek yakalayamadı bugüne kadar.
Bakalım yarını nasıl değerlendirecek?
Devamı yarın...