"Boykot lafını ettirmeyen ülkelerin çoğu otokratik ülkeler"

Ufuk Turu
-
Aa
+
a
a
a

Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, ABD'de Trump yönetiminin uyguladığı vergi uygulamalarına, İspanya'daki kira artışlarına karşı gerçekleştirilen protesto yürüyüşlerine, dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmaya başlayan boykot kararlarına, Birleşik Krallık'ta yükselişe geçen Reform Partisi'ne ve Almanya'da varlığını gittikçe hissettirmeye başlayan aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi'ne değiniyor.

""
Ufuk Turu: 08 Nisan 2025
 

Ufuk Turu: 08 Nisan 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!

Ahmet İnsel: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.:Ufuk Turu programı giderek güçleşiyor benim açımdan - takip etmem açısından özellikle, tamamen bir soyut romanın içinde dolaşır gibiyiz. Nereden başlayalım Ufuk Turu’na?

A.İ.: İstersen ABD’den başlayalım. ABD’de yakın zamana kadar demokratları destekleyen milyarderlerin bir kısmı dünden beri ‘Ne yaptık biz?’ diye dizlerini dövmeye başlamışlar. Bunlardan bir tanesi Bill Andrews. Büyük bir yatırım fonu, spekülatif bir yatırım fonunun başındaki bir milyarder kendisi ve, “Eğer Trump’ın bu davranışları böyle giderse nükleer iktisadi kış yaşayacağız,” diye telaşlanmaya başlamış. “Benim yaptığım pek rasyonel olmadı, kimse tahmin edemezdi Trump’ın böyle şeyler yapabileceğini, yaptığım seçim pek rasyonel olmadı, yaptıklarımızın cezasını çekeceğiz galiba,” diye bir demeç vermiş dün, BBC’de de vardı. İnsanın biraz ‘Oh olsun!’ diyesi geliyor değil mi?

Ö.M.: Evet, tamamen öyle.

A.İ.: Bütün bunların hepsi kâr hırsıyla yapılan desteklerdi. Gerçi demokrat partiye destekleyenlerde de kâr hırsı eksik değildi büyük ihtimalle ama burada artık göz göre göre kendisini de zarara sokacak bir kâr hırsına geçiyor olmak tam bu antik Yunan klasik mitolojisinde büyük kahramanların en sonunda kendilerini felakete sürükleyen bir davranış gibi; ‘hubris’ olarak tanımlanır biliyorsun.

Ö.M.: Kibir.

A.İ.: Galiba Trump’ta hubris de yok. Trump’ta zaten doğrudan aklı gidip gelen bir tavır var, etrafındakilerin de buna açık ifadeleri var. Tabii bu sadece Trump sorunu değil, ABD’nin ciddi bir toplumsal algı sorunu. Buna karşılık ilk defa, yanılmıyorsam bu Pazar günü ABD’nin birçok kentinde Trump’ın politikalarına - özellikle ABD’deki sağlık, çevre, iklim gibi alanlarda çalışan ajansları neredeyse felce uğratma, faaliyetlerini engelleme ve diğer taraftan da bir dizi konuda artık üniversitelere sansür getirme faaliyetlerine karşı ‘yeter artık’ eylemleri başladı biliyorsunuz. İlk defa geçen hafta sonu ABD’nin çeşitli kentlerinde gösteriler oldu, bu gösteriler Trump’ı zayıflatmak için yeterli olur mu bilmiyoruz ama tabii ki her şey 2026 ara seçimlerinde hem kongre, hem de senato seçimlerinde belli olacak. 100 kişilik senatoda 35 senatörün senato için seçimi yapılacak. Bunların, yanılmıyorsam 22’si cumhuriyetçi dolayısıyla senatoda şimdiki durumda zor da olsa cumhuriyetçilerin çoğunluğu kaybetme ihtimalleri var ki eğer demokratlar etraflarında geniş bir koalisyon oluşturmayı becerebilirlerse kongrede daha da fazla var. Tabii burada demokratların sol kesimi sosyalist demokratların da artık bir faşizme karşı geniş cephe yaklaşımı içinde olmaları beklenir.

Biliyorsunuz, sosyalist demokratlar, 4 Kasım 2024 seçimi sabahı ‘Ne Trump, ne Kamala’ diye seçimi boykot etme, sandığa gitmeme tavrı göstermişlerdi. Bu her yerde değil ama birkaç seçim bölgesinde cumhuriyetçi adayın kazanmasını ve Trump’ın da orada birinci gelmesine neden olmuştu. Herhalde bundan da sol demokratlar ders çıkartırlar diye ümit ediyoruz. Buna tekno faşizm deniyor, tekno feodalizmi deniyor, 21.yüzyılın yeni bir radikal otoriterizmine, ortalığı darmaduman eden, galiba burada kasıtlı olarak Trump’ın etrafındaki stratejistler, kendilerinin dile getirdiği strateji herkesi şaşırtarak davranışları dumura uğratmak ve bu dumura uğratılmış karşı tarafın davranışlarından üstünlük sağlamaya çalışmak. Dün bunun çok somut bir örneğini Trump gösterdi Çin’e karşı. Çin mallarına 30%’un üzerinde gümrük vergisi uygulayacağını ilan ettikten sonra Çin de aynı vergi oranını Amerikan mallarının ithalatı için uygulayacağını söyleyince Trump, “Çin bize aynı şekilde cevap verirse Çin mallarına uygulayacağımız gümrük vergisini 50% daha arttırırız,” dedi. Bu hakikaten artık karşı tarafı şaşkınlığa sevk etmek amacı güden, rasyonel olmayan bir davranış ama karşısında öyle her şeye çok pabuç bırakmayan ve hayatı bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıllık sürelerle değil; uzun, yüzyıllık sürelerle tasarlayan bir Çin geleneği var. Dolayısıyla gayet soğukkanlı bir şekilde bu sabah Çin Ticaret Bakanı, “Aynı şekilde biz de cevap veririz,” dedi. Bakalım iş nereye gidecek?

Ö.Ö.: Çin Komünist Partisi zaten ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet etti. Bu cümleyi böyle kurmak da biraz komik oluyor ama!

A.İ.: Şunu unutmayalım; Dünya Ticaret Örgütü de Birleşmiş Milletler’e ait bir örgüt değil biliyorsunuz. Dünya Ticaret Örgütü uzlaşma üzerine dayalı bir kuruluş ve dolayısıyla Dünya Ticaret Örgütü’nde kararlar ortaklaşa alınıyor 160 civarında üye var ama böyle bir örgütün yönetim kurulunun veya güvenlik konseyi gibi bir kurulu yok. Dolayısıyla şu anda zaten ABD dünya ticaretini tuz buz ettikten sonra artık oradan pek bir şey beklemenin anlamı da yok ama sembolik olarak dediğin doğru; ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet edenin Çin olması tarihin ilginç bir cilvesi çünkü Çin bu örgüte 1990’ların sonunda Clinton yönetimi döneminde ABD’nin diğer ülkelere büyük baskısıyla üye olmuştu hatırlayacaksın. Sonra da ABD dizini çok dövdü bunu yaptığından dolayı. ABD’nin gümrük vergileriyle yönelttiği, herkese farklı gümrük vergisi politikasının ilk sonuçlarından bir tanesi belki bugünlerde İsrail’le ilgili ortaya çıkacak.

Binyamin Netanyahu, ABD ziyaretinde dün İsrail’in ABD ile olan ticaretinde ABD’nin fazla vermesi için elinden gelen her şeyi yapacağını belirtti. ABD’den daha fazla ithal mi edecekler yoksa ABD’ye daha az ihracat mı yapacaklar? Bilmiyorum ama bu da yeni bir davranış, tabii ki Netanyahu’nun buradaki davranışı ticaretten çok daha fazla ABD’nin buna verdiği ve Gazze’deki soykırımsal savaşı, Batı Şeria’nın fiili işgalini, Lübnan’a devam ettirdiği saldırılarının arkasında durmasını sağlamak için verilmiş. ABD’nin ağzına çalınmış bir parmak bal yoksa ABD’nin İsrail ile olan ticaretindeki açık ABD’nin dişinin kovuğuna dolmayacak bir açık olsa gerek.

Ö.Ö.: Tabii, %17.

Ö.M.: Evet, silah vermeye de devam ediyor tabii.

A.İ.: Tabii, zaten silah daha fazla verdikçe açık da azalır böylece.

Ö.Ö.: İsrail’e %17 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Türkiye’ye ise %10. Tabii İsrail’le daha fazla ekonomik ilişkisi olduğu için bir karşılıklılık diyor bu arada, bu yaptığı hesaplar da çok tartışılıyor ama “Bize ne kadar vergi uygulanıyorsa biz de o kadar uygulayacağız,” dedi. İsrail’e şu anda Türkiye’den daha fazla vergi uygulanacakmış, Ukrayna’ya da %10 mesela.

A.İ.: Çoğu ülkeye, Afrika ülkesine %10 ama hiç alakasız olan Afrika ülkelerinden bir tanesine %37 vergi koymuş. Ne için olduğunu anlamakta zorluk çektik ama o ülke de tek bir maden satıyormuş, ihraç ediyormuş. ABD de o madeni alıyormuş. Bir şey ihraç edemiyor ülkeye dolayısıyla elbette açık veriyor ama o madeni de ABD alıyor sonuçta, ihtiyacı olduğu değerli bir maden.

Ö.Ö.: Mesela Norfolk adasına %28 açıklamış, onların da başkanları “Bildiğim kadarıyla ABD’ye hiçbir şey ihraç etmiyoruz,” diye bir açıklama yaptı.

A.İ.: Biliyorsunuz, Avusturya’nın güneyinde Antarktika’ya yakın iki tane küçük adaya da %10 vergi koydular ama orada sadece penguenler yaşıyor. O penguenler isyan etmişler ‘Amerika’yı işgal edeceğiz!’ diye, Trump çok korkmaya başlamış! Buradan isterseniz başka bir boykot hikayesine geçelim.



Türkiye’de boykot konusu tartışıldı ve zannediyorum yanlış okumadıysam savcılık boykot çağrısı yapanlara yönelik soruşturmalarına devam ediyor. Birkaç kişi gözaltına alınmıştı sonra serbest bırakıldı. Bu boykotla ilgili soruşturma, adli soruşturma ve gözaltına almanın hukuki gerekçesini hakikaten anlamakta zorluk çekiyorum ama Türkiye’de zaten ceza hukukçuları artık hukuki gerekçeyi anlamaya çalışmanın süfli bir faaliyet olduğunu söylemeye başladılar. Dolayısıyla burada pek fazla ‘Niye böyle oldu?’ diye düşünmenin anlamı yok.

İspanya’da da Cumartesi günü 40 civarındaki kentte kira artışlarına karşı çok büyük protesto gösterileri yapıldı. Slogan ise ‘Konuk ticaretine son verilmelidir’ idi. İspanyolların sorunlar listesinde ilk defa bu son üç ayda kira, konut ve esas olarak kira bir numaralı sorun haline gelmiş. İşsizlik, enflasyon, vs. değil yani bir numaralı sorun kira-konut sorunu. Şimdi bu sorunun ortaya çıkışında tabii ki kiraların çok ciddi biçimde artması söz konusu. İspanya’da enflasyon %2 civarında iken bir yılda Madrid’de kiralar %17 artmış. Bu son üç ayda da yeniden %15 artmış. İspanya ortalamasında kira artışı bir yılda %14 yani enflasyonun %2 olduğu yerde. Türkiye’de ise enflasyonun %50 olduğu %14 kira artışı - ilişkiyi çıkartmamız için söylüyorum. Kira artışının üç nedeni var; birincisi turizm patlaması yaşayan İspanya’da konutların turizme yönelik kiraya verilir hale gelmesi, çok büyük ölçüde bu büyük kentlerde çok yaygın bir şey. İkincisi nüfus artışı ama İspanya doğumlu nüfus artışı değil, Venezuela başta olmak üzere Latin Amerika’dan gelen büyük göç ama diğer Latin Amerika ülkelerinden yaşanan büyük göç nedeniyle nüfus artışı. Bir de konuta yönelik yatırım alanı, konutu kârlı yatırım alanı olarak gören yatırım fonlarının spekülatif konut almaları ve bunları kısa vadeli yani bir yıldan az süreli, bazen Airbnb gibi birkaç günlük ama esas itibariyle bir yıldan az süreli kira kontratlarına dönüştürmeleri. Kiracılar sendikası buna karşı kiraların %50 azaltılması ve sezonluk kontratlara son verilmesi, diğer taraftan da bu yatırım fonlarının satın aldığı binalarda kira boykotu yapılması çağırısı yaptı geçtiğimiz hafta. Buna karşı İspanyol sosyalist hükümetinin verdiği yanılar ise sınırlı. Bir de şöyle bir sorun var; İspanya’da sosyal konut oranı toplam konutların %3’ünden az, %2,5. Dolayısıyla sosyal konut üzerinden kira regülasyonu yapma imkanına da sahip değil hükümet. O yüzden de gündeme sosyal konut projelerinin hızlandırılmasını getiriyor ama bu kısa vadede tabii çözüm değil. Belki bazı önlemler almak zorunda kalacaklar.

Boykot derken, biliyorsunuz Sırbistan’da ve önce Hırvatistan’da Ocak ayında yüksek gıda fiyatlarındaki aşırı artışlara karşı büyük zincirleri boykot etme kararı alınmıştı. Haftada bir gün düzenli boykot yapılmaya başlanmıştı Hırvatistan’da. Bunu benimseyen diğer Balkan ülkelerinden Bosna Hersek de Ocak ayında başladı bu alışveriş boykotu, arkasından da Makedonya’ya ve Sırbistan’a sıçradı. Mart ayında ise Bulgaristan’da benzer bir alışveriş boykotu kampanyası başladı gıda fiyatlarındaki aşırı artışı protesto etmek için. En sonunda Balkanlar’dan İsveç’e sıçradı, geçtiğimiz günlerde İsveç’te bir gıda boykotu gerçekleşti. Esas itibariyle burada gıda ama galiba İsveç’te bunu genel bir alışveriş boykotuna çevrilmesi söz konusu ama şimdilik gıda üzerinden giden bir boykot yani gıda fiyatlarındaki yüksek artışı alışveriş boykotuyla protesto etmek ve belki orada bir canlanma yaratmak. Tabii buradaki en ciddi sorun, rekabetin çok az olduğu bir alan anlaşılan İsveç’te. İsveç, büyük gıda zincirlerinin denetiminde olan bir alan ve hükümet gıda zincirleriyle masaya oturma kararı aldı. Gördüğünüz gibi, bütün bu ülkelerde savcılık kimse hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa teşvik, düzeni bozma, isyana teşebbüs’ vs. soruşturmaları açmadı. Bildiğim kadarıyla boykot çağrısı nedeniyle yegâne soruşturma açmış olan ülke alışveriş boykotu nedeniyle Türkiye. Sizin var mı başka bildiğimiz?

Ö.M.: Yok galiba, ben de denk gelmedim.

A.İ.: Belki vardır başka otokratik ülkelerde ama zaten çoğunda boykot lafını ettirmeyen ülkeler oluyorlar genellikle. İsterseniz buradan seçimlere geçelim.

2024’te birçok seçim haberi yaptık çünkü 2024, 21.yüzyılın seçim yılıydı ve o seçimler bitince şimdi 2025’e çok seçim kalmadı. Seçim olmasa da seçmen eğilimlerini izlemeye devam edelim ve burada dün Ömer ile konuştuğumuzda ikimizin de saçlarını diken diken eden bazı kamuoyu yoklamaları var. Tabii bunlar kamuoyu yoklaması ve önümüzde yakın tarihte olacak seçimlerle ilgili değil söyleyeceklerimiz ama düşündürücü.



Birleşik Krallık’ta son yapılan kamuoyu yoklamasında Reform Partisi birinci parti gözüküyor, kimi kamuoyu şirketlerinin hesaplarına, tahminlerine göre %28 oy oranı alacak, kimisine göre ise%24 yani %24-28 arasında salınan bir oy alma eğilimi veya deneklerin oy verme eğilimi. Çünkü bu şimdilik eğilim, %24-28 arasında bir oy alma eğilimi gözüküyor. İşçi Partisi’nin %22-24 arasında gözüküyor, muhafazakarların %20-23,, liberal demokratların ise %13 ki orada az bir değişiklik var. İngiltere’de bizdeki belediye başkanı seçimleri gibi dar bölge ve tek turda birinci gelen her şeyi kazanır sistemi uygulandığı için %20 ile de kazanabilirsiniz o bölgedeki milletvekilliğini. Bu oy oranlarından hareketle yapılan projeksiyona göre, Reform Partisi’nin mecliste 2024’te kazandığı beş milletvekilliği gelecek seçimlerde ama 2029’da da normalde seçimler var yani 220’nin üzerinde milletvekili kazanma ihtimali var.

Ö.M.:Beşten 220’ye?

A.İ.: Evet, yani bu oy oranlarıyla hareket edilirse bu tabii temsil sistemi olmadığı için dar bölgede bir milletvekili ve birinci gelen kazanır. Diğerleri %24 alır, 25% alan ise kazanır. Birinci gelmek bu anlamda az farkla da olsa çok büyük bir avantaj sağlıyor. Aynı şekilde İşçi Partisi bundan yararlandı aslında, %33 oy aldı 2024 seçimlerinde, birinci geldi, epey farkla birinci geldi ama 411 milletvekilliği çıkardı yani %60’ın üzerinde milletvekilliği çıkartmıştı bu sayede. Reform Partisi şimdilik tek başına çoğunluk elde edecek bir durumda değil ama muhafazakarların çok önünde milletvekilliği kazanma ihtimali var iş böyle devam ederse. Muhafazakarların 130 civarında milletvekili olmasını bu projeksiyon gösteriyor, İşçi Partisi’nin 410 milletvekilliğinden 180 milletvekilliğine düşer gibi çıkıyor bu hesaba göre.

Ö.M.: Bu arada tabii bir de şunu söylemek lazım; Reform adı altında çalışan parti Brexit’i örgütleyen ve açıkça faşizan eğilimleri çok net görülen bir parti. Britanya’da çok ciddi bir sağ, aşırı sağ egemenliğini ortaya koyan biri Nigel Farage. Kendisiaynı zamanda bilgisayar kullanarak uluslararası operasyonlar düzenleyen birisi olarak da geçiyor.

A.İ.: Nigel Farage, Brexit’in oylanmasında bir numaralı etmen ama hatırlayacaksınız Brexit oylandıktan sonra yani Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden çıktıktan sonra Nigel FarageSiyasetten çekiliyorum’ kararı vermişti.

Ö.M.: Evet, vazgeçmiş.

A.İ.:Evet, sonra vazgeçti. Muhafazakarların o kadar kötü ve beceriksiz bir politika yürütmesi karşısında siyasete dönme kararı aldı ve özellikle de Muhafazakar Parti’nin çöküşünün yarattığı boşluğu kendisine çekmeyi başarmış gibi gözüküyor şimdilik. Tabii burada İşçi Partisi’nin lider kadrosunun da çok yetersiz olmasının getirdiği bir şey var; muhafazakarlara karşı 2024’te olan büyük tepki işçi kökenli bölgelerde İşçi Partisi’nin az farkla yeniden birinci gelmesini ve büyük ara mecliste çoğunluğu elde etmesini sağlamıştı. Fakat İşçi Partisi’nin yönetiminin haldeki durumu muhafazakarların haline düşmüştü, çok büyük bir popülarite kaybı yaşıyorlar. Bu sefer tabii ki hem muhafazakarlardan, hem de İşçi Partisi’nin popüler tabanından bir şekilde ‘yeter’ hareketi gibi Reform’a bir kayma en azından oy verme açısından bu gerçekleşir mi bilmiyoruz ama niyet açısından kendini gösteriyor.

Almanya’da da hâlâ hükümet kurulmadı, hükümet anlaşması yapıldı, protokol imzalandı ama hâlâ hükümet kurulmadı ve bu belirsizlik ortamında AfD’nin oy alma eğilimi giderek artıyor. Şu anda son yapılan kamuoyu yoklamalarına göre AfD birinci parti, kamuoyu yoklamalarında %24 gözüküyor oy alma kapasitesi, eğilimi. Muhafazakar Hristiyan Demokrat ve Sosyal Hristiyan Parti’nin toplam oyu %22 gözüküyor, sosyal demokratların da %16 yani sosyal demokratlarda hiçbir hareket yok, Hristiyan demokratlarda bir düşme var ve AfD’de bir artma var.

 

Ö.M.: Evet, AfD’nin ne olduğunu hatırlatmakta da fayda var.

A.İ.: Hatırlatalım evet, reformun Almancası diyebilir miyiz?

Ö.M.: Evet, aynen öyle ve Nazizmin de eski Almancası.

A.İ.: İçinde Nazi kökenli, Nazi sempatizanı grupların olduğunu biliyoruz, o kadar var ki... Fransa’da aşırı sağ parti lideri Marine Le Pen, bu Nazi kökenli grupların ve bazı parti liderlerinin davranışlarının Fransa siyasetinde kendisine zarar getireceğini hissettiği için Avrupa Parlamentosu de AfD’yi kendi grubundan attı.

Ö.M.: Hakikaten çok acayip ama bir diğer yandan da çok kaygı verici Almanya’da da birinci partiye yükselmesi. Bütün dünyaya 60 milyon insanın ölümüne yol açan Nazizm’in yeniden ihyasını öngören bir parti diyebiliriz.

A.İ.:Oyların bir bölü dördünü alıyor ve dolayısıyla tek başına değil, belki ittifakla bile şu anda hükümet olamaz ama aynı zamanda tabii son derece etkileme kapasitesine sahip. Bu aslında hemen hemen birçok Avrupa ülkesinde gördüğümüz bir vaka haline geldi. Çek Cumhuriyeti’nde de benzer bir gelişme olabilir ki Romanya’daki seçimleri de önümüzdeki haftalarda ele alacağız. Romanya’da da Mayıs’ın ilk haftasında iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimleri yeniden yapılacak. İptal edilen ve birinci gelen adayın adaylığını anayasa mahkemesi engelledi fakat o adayı destekleyen faşizan aşırı sağ partinin lideri Max Simeoni aday oldu ve o da kamuoyu yoklamalarında açık ara birinci turda %35 civarında bir oyla birinci gözüküyor.

Ö.M.: Evet, bunları takip etmek çok ürkütücü olmakla beraber zorunlu tabii. Süreyi de bitirdik burada, çok teşekkür ederiz.

A.İ.: İyi bir hafta dilerim.

Ö.M.: Görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.