Trump'ın eğitime yönelik saldırısı, tüm otoriter rejimlerin kullandığı ders kitabından alınmadır.

Kolej ve üniversitelere yönelik saldırıların – Donald Trump yönetimi 60 kadar üniversiteyi kampüslerini Yahudi öğrenciler için güvenli hale getirmemeleri halinde federal ödeneklerini kaybedebilecekleri konusunda uyardı ve daha şimdiden Columbia Üniversitesi'nden 400 milyon doları çekmiş durumda – antisemitizmle mücadele ile hiçbir ilgisi yok. Antisemitizm bir sis perdesi, çok daha geniş çaplı ve sinsi bir gündemin örtüsüdür. Eğitim Bakanlığının lağvedilmesini ve tüm çeşitlilik-eşitlik-kapsayıcılık (DEI) programlarının sona erdirilmesi planlarını içeren ana hedef, anaokulundan yüksek lisansa kadar tüm eğitim sistemini bir beyin yıkama (endoktrinasyon) makinesine dönüştürmektir.
Totaliter rejimler, fikirleri yeniden üreten kurumlar üzerinde, özellikle de medya ve eğitim üzerinde mutlak kontrol sağlamayı hedefler. Mutlak iktidarı meşrulaştırmak için kullanılan efsanelere (mitlere) meydan okuyan anlatılar – bizim durumumuzda beyaz erkek üstünlüğünün, kapitalizmin ve Hristiyan köktenciliğinin kutsallığını lekeleyen tarihsel gerçekler – silinip atılır. Ortada paylaşılan bir gerçeklik olmayacaktır. Başka hiçbir meşru bakış açısı olmayacaktır. Tarih durağan olmalıdır. Yeniden yorumlanmaya ya da araştırılmaya açık olmamalıdır. Tarih egemen bir ideolojiyi ve hüküm süren siyasi ve sosyal hiyerarşiyi desteklemek için efsaneye (mitosa) dönüştürülecektir. Başka herhangi bir iktidar ve toplumsal etkileşim anlayışı ihanetle eşdeğerdir.
“Bir sınıf hiyerarşisinin karşılaşabileceği en önemli tehditlerden biri, evrensel olarak erişilebilir ve mükemmel bir kamusal eğitim sistemidir,” diye yazıyor Jason Stanley Tarihi Silmek: Faşistler Geleceği Kontrol Etmek İçin Geçmişi Nasıl Yeniden Yazıyor? adlı kitabında. Ve şöyle devam ediyor:
Bu tehdidi en şiddetli hisseden - ve kamu eğitimine karşı düşmanlığı sınıf hiyerarşisine destekle birleştiren - siyasi felsefe, serbest piyasaları insan özgürlüğünün kaynağı olarak gören bir ideoloji olan sağ kanat libertaryanizmin belirli bir biçimidir. Bu tür libertaryenler hükümet düzenlemelerine ve kamu eğitimi de dahil olmak üzere neredeyse her türlü kamu malına karşıdır. Libertaryen ideolojinin bu versiyonunun siyasi hedefi kamu mallarını ortadan kaldırmaktır. Kamu eğitiminin tasfiyesi, demokrasiyi güçlerine, kamu harcamaları için gereken vergileri de zenginliklerine bir tehdit olarak gören oligarklar ve iş dünyasının elitleri tarafından desteklenmektedir. Devlet okulları en temel demokratik kamu mallarıdır. Bu nedenle, faşist ve faşist eğilimli hareketler de dahil olmak üzere demokrasiye karşı olanların, kamu eğitim kurumlarının altını oymak için sağcı libertaryenlerle güçlerini birleştirmeleri son derece mantıklıdır.
Howard Zinn'in A People's History of the United States (“ABD Halk Tarihi”) kitabını New Jersey'deki bir hapishane sınıfında okuttum. Zinn'in kitabı aşırı sağın başlıca hedeflerinden biridir. Trump 2020 yılında Beyaz Saray'da düzenlenen Amerikan Tarihi Konferansı'nda Zinn'i kınamış ve “Çocuklarımız, Howard Zinn'in kitabı gibi, öğrencileri kendi tarihlerinden utandırmaya çalışan propaganda kitapları ile eğitim görüyor” demişti.
Zinn, Amerika'nın fethini yüceltmek için kullanılan yalanları yerle bir eder. Okurların Amerika Birleşik Devletleri'ni, Amerikan yerlileri, göçmenler, köleleştirilenler, kadınlar, sendika liderleri, zulüm gören sosyalistler, anarşistler ve komünistler, kölelik karşıtları, savaş karşıtı aktivistler, sivil haklar liderleri ve yoksulların gözünden görmelerini sağlar. Zinn, Sojourner Truth, Chief Joseph, Henry David Thoreau, Frederick Douglass, W.E.B. Du Bois, Randolph Bourne, Malcolm X ve Martin Luther King Jr.’ın tanıklıklarına dayanır. Derslerimi verirken öğrencilerin “Lanet olsun” ya da “Bize yalan söylenmiş” diye mırıldandıklarını duyardım.
Zinn, örgütlü militan güçlerin Amerikan toplumunda demokratik bir alan açtığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu demokratik hakların hiçbiri - köleliğin kaldırılması, grev hakkı, kadınlar için eşitlik, Sosyal Güvenlik, sekiz saatlik iş günü, medeni haklar - bize hayırsever bir yönetici sınıf tarafından verilmedi. [Bu haklar] mücadele ve özveri gerektiriyordu. Kısacası Zinn, demokrasinin nasıl işlediğini açıklamaktadır.
Zinn'in kitabı benim tıkış tıkış dolu hapishane sınıfımda saygı görüyordu. Kitaba saygı duyuluyordu çünkü öğrencilerim beyaz ayrıcalığının, ırkçılığın, kapitalizmin, yoksulluğun, polisin, mahkemelerin ve güçlüler tarafından yayılan yalanların toplumlarını ve hayatlarını nasıl yozlaştırdığını yakından anlıyorlardı. Zinn, onların atalarının seslerini ilk kez duymalarını sağladı. O tarih yazdı, efsane değil.
Öğrencilerimi sadece eğitmekle kalmadı, aynı zamanda onları güçlendirdi. Zinn'e her zaman hayranlık duymuştum. O dersten sonra ben de ona derin saygı duydum.
Zinn, Atlanta'da tarihi bir Siyah kadınlar yüksek okulu olan Spelman College'da öğretmenlik yaparken sivil haklar hareketine dahil oldu. Şiddet İçermeyen Öğrenci Koordinasyon Komitesi'nde (SNCC) görev aldı.
Öğrencileriyle birlikte sivil haklar talebiyle yürüyüşler yaptı. Ancak Spelman'ın rektörü bundan hiç hoşlanmadı. “İtaatsizlikten kovuldum,” diye hatırlıyor Zinn. “Ki bu doğruydu.”
Eğitimin yıkıcı olması gerekir. Eğitim öğrencilere egemen varsayımlar ve fikirler hakkında soru sorma becerisi ve dili kazandırır. Dogmayı ve ideolojiyi sorgular. Zinn'in yazdığı gibi, “hükûmetin gücünü meşru kılan aldatmacaya karşı koyabilir.” Çoklu bakış açılarını ve deneyimleri onurlandırmak için ötekileştirilenlerin ve ezilenlerin seslerini yükseltir. Bu durum, eğitim işe yaradığında empati ve anlayışa, tarihsel yanlışları düzeltme ve toplumu daha iyi hale getirme arzusuna yol açar. Ortak iyiliği teşvik eder.
Eğitim sadece bilgiyle değil, ilhamla da ilgilidir. Tutkuyla ilgilidir. Hayatta yaptıklarımızın önemli olduğuna dair inançla ilgilidir. James Baldwin'in “Yaratıcı Süreç” (“The Creative Process”) adlı makalesinde yazdığı gibi, “her cevabın özüne inme ve cevabın gizlediği soruyu ortaya çıkarma” yeteneğiyle ilgilidir.
Stanley'in kitabında belirttiği gibi, eleştirel ırk teorisi veya DEI1 gibi programlara yönelik sağcı saldırılar, “bu programları kasıtlı olarak çarpıtarak, bakış açıları nihayet dahil edilenlerin - örneğin Siyah Amerikalılar gibi - bir tür yasadışı fayda veya haksız avantaj elde ettikleri izlenimini yaratmaktadır. Böylece güç ve nüfuz sahibi konumlara yükselmiş olan Siyah Amerikalıları hedef almakta ve onları hak etmedikleri şekilde itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Nihai amaç, kurumları ele geçirmeyi meşrulaştırmak ve onları çok ırklı demokrasi fikrine karşı savaşta bir silaha dönüştürmektir.”
Ellen Schrecker'in “The Lost Promise: American Universities in the 1960s” (“Yitik Vaat: 1960'larda Amerikan Üniversiteleri”) adlı kitabında belgelediği üzere, Amerika'daki kamusal yükseköğretimin bütünlüğü ve kalitesi on yıllardır saldırı altında.
Schrecker, 1960'larda üniversite kampüslerinde yaşanan protestolarda “liberal akademinin düşmanlarının” akademinin “ideolojik ve mali temellerine” saldırdığına dikkat çekmektedir.
Bir zamanlar parasız olmasa da düşük olan öğrenim ücretleri ve beraberinde muazzam öğrenci borçları artmıştır. Eyalet yasa koyucuları ve federal hükümet, devlet üniversitelerinin fonlarını keserek onları şirketlerden destek almaya zorlamış ve öğretim üyelerinin çoğunu, genellikle sosyal haklardan ve iş güvencesinden yoksun, düşük maaşlı ek görevli statüsüne indirgemiştir. Amerikan Öğretmenler Federasyonu'na göre, yüksekokul ve üniversitelerdeki eğitimin yaklaşık yüzde 75'i, kadro alma umudu olmayan ek görevliler, yarı zamanlı öğretim görevlileri ve kadrolu olmayan tam zamanlı öğretim üyelerinin elindedir.
Ülkedeki öğrencilerin yüzde 80'ine hizmet veren kamu kurumları kronik bir şekilde finansman ve temel kaynak sıkıntısı çekmektedir. Yüksek öğrenim, büyük araştırma üniversitelerinde bile mesleki eğitime dönüşerek; artık bir öğrenme aracı değil, ekonomik hareketlilik aracı haline gelmiştir. Saldırı, harçların yılda 80.000 doların üzerine çıkabildiği elit okulların, zenginlere ve ayrıcalıklılara hitap etmesine, yoksulları ve işçi sınıfını dışarıda bırakmasına neden olmaktadır.
Schrecker şöyle yazar: “Mevcut akademi, öncelikle giderek daha adaletsiz hale gelen bir statükoyu tekrarlamak için işlev görmekte. [Akademinin], evrensel ücretsiz yüksek öğrenim gibi bir şey için dış baskı olmadan daha demokratik bir amaca hizmet edecek şekilde nasıl yeniden yapılandırılabileceğini hayal etmek zor.”
Totaliter toplumlar öğrencilere nasıl düşüneceklerini değil, ne düşüneceklerini öğretir. Zorunlu bir tarihsel hafıza kaybı (amnezi) ile körleştirilmiş, tarihsel ve siyasi açıdan cahil öğrencileri seri bir şekilde yetiştirirler. Eleştirmenler ve isyancılar değil, uyumlu hizmetkârlar ve taraftarlar üretmeye çalışırlar. Bu nedenle serbest meslek yüksekokulları (teknik becerilerden ziyade genel entelektüel yetenek gerektiren ve geliştiren öğrenme alanları; beşeri bilimler) totaliter devletlerde mevcut değildir.
PEN Amerika, 2021'den bu yana ülke çapında devlet okullarında yaklaşık 16.000 kitabın yasaklandığını belgeledi; PEN'e göre bu sayı “1950'lerdeki Kızıl Korku diye adlandırılan McCarthy döneminden bu yana” görülmedi. Bu kitaplar arasında Toni Morrison'ın “The Bluest Eye”, Alice Walker'ın “The Color Purple” ve Art Spiegelman'ın Soykırım (Holokost) konulu grafik romanı “Maus” gibi eserler de yer almaktadır.
Sokrates ve Platon'un bize hatırlattığı üzere, en önemli insan faaliyeti eylem değil, doğu felsefesinde yüceltilen bilgeliği yansıtan derinlemesine düşünmektir. Eğer dünyayı anlayamazsak, onu değiştiremeyiz. Geçmişin filozoflarını ve gerçeklerini sindirerek ve eleştirerek, bugünün bağımsız düşünürleri haline geliriz ancak. Kendi değerlerimizi ve inançlarımızı, çoğu zaman bu eski filozofların savunduklarına zıt bir şekilde ifade edebiliriz. Düşünme ve doğru soruları sorma yetisi ise, otoriteye körü körüne itaati telkin etmeye çalışan totaliter rejimler için bir tehdittir.
Bilinçsiz medeniyetler totaliter çorak topraklardır. José Clemente Orozco'nun “Amerikan Uygarlığının Destanı” adlı duvar resminde betimlediği akademik cübbeler içindeki iskeletlerin bebek iskeletler doğurduğu gibi ölü fikirleri çoğaltır ve kucaklarlar.
“İktidarı ele geçirmeden ve kendi öğretilerine uygun bir dünya kurmadan önce, totaliter hareketler, insan zihninin ihtiyaçlarına gerçekliğin kendisinden daha uygun olan tutarlı bir yalan dünya yaratırlar. Bu dünyada, tamamen hayal gücü aracılığıyla, köklerinden koparılmış kitleler, kendilerini evlerinde hissedebilir ve gerçek hayatın ve gerçek deneyimlerin insanlara ve onların beklentilerine yaşattığı sonu gelmez şoklardan kurtulurlar” diye yazmaktadır Hannah Arendt Totalitarizmin Kökenleri adlı kitabında. “Totaliter propagandanın sahip olduğu güç - hareketlerin, tamamen hayali bir dünyanın dehşet verici sessizliğini en ufak bir gerçeklikle kimsenin rahatsız etmesini önlemek için demir perdeleri indirme gücüne sahip olmasından önce - kitleleri gerçek dünyadan koparma becerisinde yatmaktadır.”
İşler halen ne kadar kötüyse, bundan sonra daha da kötüye gitmek üzere. Ülkenin eğitim sistemi, parçalanacağı ve özelleştirileceği bir mezbahaya doğru sürüklenmekte. Temel kaygıları kesinlikle sadece eğitim ve öğretimle ilgili olmayan sözleşmeli okullar sisteminden ve çevrimiçi yüksek okullardan kâr elde eden şirketler, gerçek öğretmenlerin yerine sendikasız, yetersiz eğitim almış eğitmenleri getirmekte. Öğrenciler, eğitilmekten ziyade, ezberletilen bilgiler ve otoriter oyun (strateji) kitaplarının tanıdık kalıpları (klişeleri) - beyaz üstünlüğüne, ulusal saflığa, ataerkilliğe ve ulusun kendi “erdemlerini” diğerlerine zorla kabul ettirme görevine övgüler - ile beslenecekler. Bu kitlesel beyin yıkama sadece cehaleti değil, itaati de sağlayacak. Ve asıl mesele de bu zaten.
1 Ç.N.Amerika Birleşik Devletleri'nde çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (Diversity, Equity, Inclusion-DEI), özellikle tarihsel olarak yeterince temsil edilmemiş, kimlik veya engelliliğe dayalı ayrımcılığa maruz kalmış gruplar olmak üzere tüm insanların adil muamele görmesini ve toplumsal hayata tam katılımını teşvik etmeyi amaçlayan örgütsel çerçevelerdir.
* Chris Hedges'in 'Trump’s War on Education' adlı makalesi Bahar Özay tarafından çevrilmiş, Ömer Madra tarafından çeviri editörü yapılmıştır.