Nasa, 2015 yılının Eylül ayında Mars'ta su bulunduğunu açıkladı. Fakat dünya bu tarihî habere sevinemeyecek kadar kendi dertlerine gömülmüş bir haldeydi.
Ayın Sözü:
“Göçmenler gelecekteki eşlerimiz, en yakın arkadaşlarımız, ya da ruh eşlerimiz, çocuğumuzun müzik grubundaki davulcu, bir sonraki iş arkadaşlarımız, 2022 Miss İzlanda Güzellik yarışması birincisi, banyomuzu tamir eden ustamız, kafeterya’da aşçımız, itfaiyecimiz, bilgisayar dehamız ya da televizyon programı sunucularımız.”
İzlanda’da hükümetin sadece 50 Suriyeli mülteciyi ülkeye kabul edeceğini açıklamasının ardından Facebook üzerinden hükümetin daha fazla mülteci kabul etmesini isteyen kişilere çağrıda bulunan yazar Bryndis Bjorgvinsdottir, gelecek tahayyülünü anlatıyor.
(The Guardian)
***
İndirmek için: mp3, 19.4 Mb.
Nasa, 2015 yılının Eylül ayında Mars'ta su bulunduğunu açıkladı. Fakat dünya bu tarihî habere sevinemeyecek kadar kendi dertlerine gömülmüş bir haldeydi.
Dünya adlı gezegenin sıradan insanların yaşadığı, sıradan bir ülkesi olan Türkiye'nin derdi bir buzdolabına sığacak kadar küçük, bütün ülkeyi içine alacak kadar da büyüktü.
Sokağa çıkma yasağının sürdüğü Cizre'de zırhlı bir araçtan ateş açılması sonucu hayatını kaybeden 10 yaşındaki Cemile Cizir Çağırga'nın cenazesi, sokağa çıkılamadığı için evlerindeki derin dondurucuda bekliyordu.
Ambulanslara müsaade edilmeyen sokağa çıkma yasağında 10 yaşındaki küçük çocuk kan kaybından ölmüştü. Evin derin dondurucusunda bekletilen küçük Cemile'nin cenazesi, yasağa rağmen, yüzlerce Cizreli tarafından taşındı.
Bu acı bu topraklara ne coğrafya, ne de zaman olarak uzaktı. Cemile'nin babası Ramazan Çağırga 1992'de evlerine düşen havan topunun infilakıyla babasını, annesini, erkek kardeşini, kız kardeşini, yengesini ve yeğenini kaybetmişti. Cenaze katarında sıra, bir buzdolabına sığacak kadar küçük olan Cemile'deydi şimdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu 10 Eylül’de katıldığı televizyon programında Cizre’de hiçbir sivilin öldürülmediğini iddia edecek kadar bihaber görünüyordu.
Açık olduğu söylenen fırınlarda un kalmadığından ekmek çıkmıyor, fırıncılar devletin güvenlik görevlileri tarafından basılıp dağıtılan dükkânlarının hikâyelerini anlatıyor, çalıştıkları fırının önünde öldürülen 15 ve 16 yaşındaki iki çocuğun hikâyesi akıllardan çıkmıyordu.
Cizre'deki yakınlarından haber alamadıklarını söyleyerek, Kuzey Irak sınırında kaçak olarak Hezil Çayı'nı yüzerek geçmeye çalışan kamyon şoförlerine jandarma tarafından ateş açılıyor, Diyarbakır'da PKK'lıların açtığı ateş sonucu doktor Abdullah Biroğul hayatını kaybediyordu.
Beytüşşebap’ta vurulan ambulansın şoförünün ölümü Sağlık bakanı tarafından, "Maalesef ambulans şoförümüzü şehit etmişler. Allah bunları kahretsin" bedduasıyla açıklanırken, şoför Şeyhmus Dursun’un kardeşi, ölümden devleti sorumlu tutuyordu.
Türkiye 8 Eylül'de çatışmaların en şiddetli hallerinden birini gördü. Genelkurmay tarafından yapılan açıklamada PKK'nın Dağlıca'da düzenlediği saldırıda 16 askerin hayatını kaybettiği söylendi. Tek oğullarını kaybetmiş analar, bir yılda ikinci evladını kaybetmiş babalar, daha yeni göreve başlayan askerler, 3 cenazenin birden geldiği şehirler ve saldırılara cevaben düzenlenen hava bombardımanları… Iğdır'da 13 polisin hayatını kaybettiği saldırı için tam 1 tonluk bombanın kullanıldığı açıklandı!
Bu olaylarından ardından öfke, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle yaptığı açıklamasında 'bir kez daha çağrıda bulunuyoruz, sorunlarımız siyasidir, çözüm yolları da demokratik siyaset alanında yaratılmalıdır… Akan kan dursun, silahlar sussun' deme günüdür"' çağrısını yineleyen HDP'ye döndü.
Sadece 1 gün içerisinde 128 HDP binasına saldırı düzenlendi. Binalar taşlandı, dükkânlar yakıldı, eşyalar yağmalandı, linç girişimlerinde bulunuldu. İnternette paylaştığı fotoğraflar yüzünden insanlar öldüresiye dövüldü. Saldırgan güruh, 'Kürt' diye kendi arasındaki arkadaşlarını bile dövdü.
Kırşehir’de 'Teröre Lanet Yürüyüşü'nün ardından dört işyeri ve HDP binası ateşe verildi. Kırşehir'de yakılan Gül Kitapevi davası sanıkları "öfkeyle hareket ettiklerini" ve "şehitlerin üzüntüsünden" taş attıklarını, işyeri yanan dükkan sahibinin "ne yapıyorsunuz?" sorusuyla tacize uğradıklarını ifade ettiler.
Saldırılar Cumhurbaşkanı tarafından tasvip edilmedi, MHP tarafından sahiplenilmedi. O zaman kimdi bu saldırganlar sahi?
Savaş rüzgârları Ortadoğu’da esip duruyordu. Yıllardır ABD'nin insansız hava araçlarına hedef olan Yemen düğünlerini artık Suudilerin insanli hava araçları paramparça ediyordu. Suudi liderliğindeki koalisyon Eylül ayı sonunda bir düğünü vurmuş, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 131 insanı öldürmüştü.
BM, saldırının sorumluluğunu kabul etmeyen Suudi koalisyonu ve Şii Husi militanları arasındaki savaşta Mart ayından 24 Eylül'e kadar bölgede öldürüldüğü bildirilen 4 bin 500 kişiden en az 2 bin 355'inin sivil olduğunu duyurdu.
İslam dinine inanlar için kutsal bir görev olan Hac farizesinde yaşananlar, Suudi Arabistan'ın kanla hatırlanan bir diğer olayı olarak hafızalara kazındı. Önce âniden çıkan fırtınada, Kabe’yi genişletme çalışmaları inşaatında bulunan devasa vinçlerden birine yıldırım düştü. Hacı adaylarının üzerine düşen vinç 107 kişiyi öldürdü, 238 kişiyi yaraladı. Bu olayın yaraları henüz sarılmadan, şeytan taşlama ritüeli sırasında çıkan izdihamda resmî kaynaklara göre 769, başka kaynaklara göre 2236 kişi ezilerek öldü.
Daha sonra bu rakam, bağımsız kaynaklarca iki katına kadar çıkarılacaktı.
Felakette Hacıları disiplinsizlikle suçlayan Suudi yönetimi, hayatını kaybeden her hacının ailesine 300 bin riyal (225 bin TL) tazminat ödeneceğini açıkladı. Yakın tarihi kaza ve ölümlerle dolu Türkiye'nin hac organizasyonuna talip olması nedense pek dikkate alınmadı.
Fransa'nın keşif uçuşlarına başladığı Suriye'den kaçan göçmenler yine Avrupa'nın bir numaralı gündem konusuydu. Daha fazla göçmen alamayacağını söyleyen liderlerin sözleri, yükün altında tek başlarına kaldığını söyleyen liderlerin söylediklerine karışıyor, Finlandiya'dan Polonya'ya, İtalya'dan Kanada'ya kadar birçok ülkede göçmen karşıtı sesler duyuluyor, eylemler görülüyordu.
Ama kısa bir süre için de olsa insanlara kim olduklarını ve dünyanın nereye doğru gittiğini sorgulamalarını sağlayan görüntü, Türkiye'nin seçkin tatil beldesi Bodrum'dan geldi. Yunanistan İstanköy (Kos) adasına hareket eden 16 Suriyeli göçmenin bindiği bot uluslarası sularda batmış, göçmenlerin cesetleri Bodrum sahiline vurmuştu.
Cansız bedeni Bodrum sahillerine vuran 3 yaşındaki Aylan Kürdi, Suriye'deki savaştan ailesi birlikte kaçmış, Avrupa'ya geçmeye çalışyordu. Aylan bebeğin ölüsünün bir asker tarafından kaldırılması sırasında çekilen fotoğraf dünya liderlerinden, sosyal medya kullanıcılarına kadar herkesin üzüntüsünü dile getirdiği bir an olarak hafızalara kazındı.
İngiltere’deki Sheffield Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, Aylan’ın akıllara kazınan o fotoğrafı, 12 saat içinde 20 milyon farklı bilgisayar ekranında görüntülendi, fotoğrafla ilgili saatte 53 bin tweet atıldığı belirtildi. Toplam sayı milyonları geçti.
Liderlerin yaşanmakta olan dramın önüne geçilmesi konusunda daha kararlı sözler vermesine neden olan ölümün ardından geçen 2 ayda, Türkiye'den Yunanistan'a gitmeye çalışırken 70'den fazla çocuğun daha soğuk sularda yaşamını yitirdiği açıklandı. Bazılarının fotoğrafları, videoları bile paylaşıldı. Ama hiçbiri Aylan kadar üzmedi, hiçbiri liderleri bu insani kriz konusunda harekete geçiremedi.
2015 yılında göçmen çocuklar, Ege'nin, Akdeniz'in, Andaman Denizi'nin ve Karayiplerin karanlık sularında hayatlarını her gün art arda kaybetmeye devam etti.
2015 yılının Eylül ayı, Türkiye'de basın özgürlüğü açısından da pek hayırlara vesile olan olaylarla anılmadı.
Türk basınının “amiral gemisi” Hürriyet gazetesi, başlarında AKP kadrolarının olduğu bir güruhun tekbir nidaları ve "Seni Başkan Yaptıracağız" sloganları ile taşlı sopalı saldırılarına hedef oldu. Maddi hasara neden olan ilk saldırıyı, ikincisi izledi.
Gazeteye yapılan saldırıların ardından, Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, İstanbul'daki evinin önünde 4 kişinin saldırısına uğradı. Burnu ve kaburgaları kırılan gazetecinin saldırıya cevabı “Bu tür saldırılardan hiç bir şekilde yılmayacağız. Korkmuyoruz. Bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz” oldu.
Diyarbakır'da yaşanan gelişmeleri haberleştirmek üzere bölgeye gelen Vice News muhabiri Jake Hanrahan, kameraman Philip Pendlebury ile Iraklı tercümanları Muhammed İsmail Resul, Eylül ayına Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gözaltına alınmış bir şekilde girdi.
İki gazeteci ve bir çevirmenin 155 İhbar Hattı’na yapılan bir ihbar sonucu, “IŞİD’li” diye gözaltına alındıkları; Cizre ve Diyarbakır’daki gösterilerde YDG-H üyeleri ile yaptıkları röportajlar ve kaydettikleri görüntülerden ötürü “PKK’lı” diye suçlandıkları ortaya çıktı.
Gazeteciler Hanrahan ve Pendlebury serbest bırakıldıktan sonra Türkiye'den sınır dışı edildi. Tercüman Resul ise, 2015'in geri kalanını terör örgütüne yardım etmek ve terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklanarak gönderdildiği cezaevinde geçirdi.
Eylül ayında cezaevinden serbest bırakılan isim ise, Ankara'daki Gezi protestoları sırasında Ethem Sarısülük'ü öldüren polis Ahmet Şahbaz oldu. Dava yerinin değiştirilmesi için karar alınması, talep, onay gibi tüm bürokratik yazışmalar 1 günde tamamlandı. Şahbaz'ı tahliyeye götüren bu süreçte valiliğin, mahkemenin ve savcılığın metinleri 'kes-yapıştır' yöntemiyle hazırlamış olduğu, haberlere konu oldu.
Eylül’de Alman Otomotiv devi Volkswagen suçüstü yakalandı! Dünyanın en büyük ikinci otomobil pazarı olan ABD'de egzoz emisyonlarını kasıtlı olarak düşük göstermekle suçlandığı bir rapor ortaya çıktı. Durum o kadar ortadaydı ki, Volkswagen için özür dilemekten başka yapacak birşey kalmamıştı. Yine de alt kademe çalışanlar suçlandı.
Das Auto’nun satışları durdu, hisseleri çakıldı, araçlar geri çağrıldı, istifalar geldi.
Skandalın maliyetinin Wolksvagen için milyarlarca dolar olabileceği söylendi.
Ama iyi şeyler de olmuyor değildi.
Yüzlerce “kayaktivist” tarafından minicik kanolar ile devasa petrol platformlarının, sondaj gemilerinin yolları kesilen, buzkıranları tırmanışçılar tarafından durdurulan, dünyanın dört bir tarafında kutuplarda dünyanın sağlığı ile girdiği çarpık ilişki ifşa edilen Petrol Şirketi Royal Dutch Shell sonunda pes etti!
Yüksek maliyeti, keşif çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanması ve Amerika Birleşik Devletleri hükümet düzenlemelerinin değişkenliği gibi mazeretleri öne süren şirket, 7 milyar dolar harcamasına rağmen, Kuzey Kutbu’nda petrol arama programından vazgeçtiğini açıklamak zorunda kaldı. Tabandan yükselen mücadele sonuç vermişti.
Artık herkesin tek bir temennisi vardı: #GüleGüleShell, sakın bir daha geri gelme!