Vakayiname’de sosyal psikoloji açısından grup dinamikleri, güç eşitsizliği, ve kutuplaşmayı Prof. Melek Göregenli anlattı.
Güç ilişkilerindeki dengesizlik ve eşitsizlik, grup dinamiklerini nasıl etkiliyor? Kutuplaşma kimin işine yarıyor, siyasette nasıl sonuçlar doğuruyor? Her koşulda "toplumsal uzlaşma" arayışı istenmeli mi, doğru mu, gerekli mi?
Konu hakkında Göregenli şunları söyledi:
“Çok popüler ve gittikçe yaygınlaşan bir tartışma kavramı olarak kutuplaşmaya, sosyal psikoloji alanından bir tanımlama getirmek istiyorum. Sosyal psikolojide, bir grubun dinamiklerini, sürecini anlamak için polarizasyonu kullanırız. Kutuplaşma kavramı görece eşitler arasındaki tartışma süreçlerinde ortaya çıkan bir durumdur. Tartışılan bir konu hakkında ortak, uzlaşılabilen bir noktadan, uçlara kayma biçiminde en genel anlamıyla kavramsallaştırabiliriz.”
“Popüler anlamda sözü edilen, güncel olarak tartıştığımız kutuplaşma böyle değil. Bunu çok önemsiyorum çünkü, sanki eşit koşullarda, eşit imkanlara sahip farklı toplumsal gruplar var ve bu toplumsal grupların gerek bakış açıları, sahip oldukları ve savundukları değerler sistemi, politik görüşleri ya da duyguları açısından farklı uçlara savrulmuşlar ve bu savrulma bir toplumsallaşma için gerekli ortak zeminden uzaklaşmaya yol açmış gibi tartışılabiliyor. Her zaman olmasa bile bazen bu duyguya kapılıyorum ki bu hiç doğru değil. Çok yanıltıcı üstelik şunu gizliyor, hiç eşit olmayan toplumsal gruplardan söz ediyoruz. Bu toplumsal değerler sisteminde neyin savunulabilir, neyin savunulamaz olduğunu birileri belirlemiyor da kendiliğinden oluyormuş gibi kaygı verici bulduğum bir algıya yol açıyor. İktidarlar her zaman kendi iktidarlarını korumak ve sürdürmek için bazı toplumsal grupları dışlarlar, gayri meşrulaştırırlar, değersizleştirirler. Kendi uygulamalarını en azından kendi kitleleri için meşru hale getirmek için bunu yaparlar ve farklı biçim ve dozlarda şiddet de kullanırlar.”
“Kutuplaşma politikaları söylem düzeyinde değil, gerçek politikalar düzeyinde hayata geçiriliyor. Kadrolaşma, ifade özgürlüğünün toplumun sadece belirli gruplarının kullanabildiği bir şey olması, belirli gruplar üzerindeki siyasi ve hukuki baskıları buraya dahil edebiliriz. Kutuplaşmadan çok, ciddi olarak kurumsallaşmış ayrımcılık politikalarını görmemiz gerektiğini söylüyorum. Bu ayrımcılık politikaları nefret söylemine hatta nefret suçuna varan düzeyde iktidar tarafından kullanılıyor. Doğal olarak giderek artan sayıda toplumsal gruba yönelik dışlama politikası var. Böyle bir ortamda sanki kutuplaşmanın iki tarafı var ve bundan eşit düzeyde sorumlular gibi konuşmak, çok önemli bir yönetme pratiğini önemsizleştiriyor ya da görünmez kılıyor. Duyguların ve değerlerin kutuplaşmasını da soyut ve zihniyet düzeyinde görmek yanlış olur. İkisi de gerçek yaşam pratiklerinden ortaya çıkar.”
“Ben yeterince kutuplaşmadığımızı düşünüyorum. Toplumdaki bütün muhalif kesimlere uygulanan gayri meşrulaştırma politikalarını ‘sahiplenip’ bir dış grup olarak iktidar söyleminden daha da uzaklaşmayı gerekli görüyorum. Eğer kutuplaşma ortada bir uzlaşma alanını yok ediyorsa, çok uzun yıllardır sistemik olarak hayata geçiriliyorsa burada yapılacak şey uzlaşma alanına geri gelmeye çalışmak olmamalı. Bu iktidar politikalarını meşrulaştırır. Tam tersine grup kimliğini daha da güçlendirmemiz gerekiyor.”
— / —
"Değerler" ve toplumsal kutuplaşma konusuna gelecek hafta da devam edeceğiz.
Elitlik / Elitistlik ayrımını da masaya yatırarak, Dr. Aysuda Kölemen ve Dr. Ertuğ Tombuş ile
konuya bu kez Siyaset Bilimi açısından yaklaşacağız.