Ahmet İnsel, Ufuk Turu köşesinde Polonya, Fildişi Sahili, Ermenistan’daki gelişmeleri yorumladı.
Polonya’da bir toplumsal hareket olduğunu söyleyen İnsel şöyle devam etti: “22 Ekim’de Anayasa Mahkemesi; kadının sağlığını tehdit eden durumlar dışında belli genetik, fizikî bozuklukları olan ceninlerin de kürtaj iznini yasaklamıştı. Kararın hemen ardından çok büyük bir tepki hareketi başlamıştı. Kadınların liderliğindeki bu karşı hareket, gençlerin katılımıyla özgürlük ve medeniyet yürüyüşüne dönüştü. İktidardaki Özgürlük ve Adalet Partisi’ne gösterilen destek birden %40’tan %30’a düştü. 100 binden fazla gencin katıldığı Varşova’da çok büyük bir yürüyüş düzenlenmişti.”
Hükümetin bu kararı erteleme niyetinde olduğunu, kararın 2 Kasım’a kadar Resmi Gazete’de yayımlanması gerekirken hâlâ yayımlanmadığını, böyle yaparak durumu biraz sürüncemede bırakacaklarını düşündüğünü, bu konuda bir çıkış kapısı bulamadıklarını aktaran İnsel şunları ekledi: “Hükümetin anayasa mahkemesinin kararını uygulamaması ya da Resmi Gazete’de yayımlamaması mümkün değil. Bunun resmileşmesi durumunda da muhalefetin ve toplumun huzursuzlaşmasından korkuyorlar. Kendi attıkları taş kendilerine ciddi bir kurumsal sorun yaratmış durumda. Ama toplumsal muhalefetin bu başarısı aynı zamanda Polonya’nın ikiye bölünmüşlüğünün de bir işareti. Özellikle kiliseye, aşırı muhafazakâr (radikal Katolikçi) çevrelere karşı çok ciddi bir toplumsal tepkinin de ifade edildiğini görüyoruz. Arada bazı kiliseler ayin sırasında gençler tarafından basılarak protesto edilmiş. Ama şu anda ölen, yaralanan ya da gözaltına alınan, tutuklanan da yok. Şimdilik daha medeni bir şekilde bu ihtilaf, kültürel savaş devam ediyor.”
Ahmet İnsel benzer bir durumun 2016’da da yaşandığını, toplumsal tepki alınca vazgeçildiğini, kürtaj sorununu simgesel olarak bizdeki başörtüsü soruna benzeterek bu işlerin hep kadınlar üzerinden olduğunu, erkek egemen kültürün din kisvesi altında tüm dünyada bunu yaptığını, tam tersi bir durumda kadınların erkeklerde neleri engelleyeceklerini merak ettiğini, sorunun aslında bir grubun başka bir grup üzerinde egemenlik hakkını iddia etmesi sorunu olduğunu ifade etti.
Fildişi’nde iktidar değişmedi
Fildişi Sahili’ndeki seçimlerle ilgili bilgi veren İnsel şunları aktardı: “İktidardaki 2010’dan beri cumhurbaşkanı olan Ouattara 3. kez adaylığını ilan etmişti ve muhalefet partileri de bazı adaylarda seçimleri boykot etmişlerdi. Anayasa Mahkemesi dün seçimleri %94,2 oyla Ouattara’nın kazandığını ilan etti resmen ve seçimlerde herhangi bir sorun olmadığını söyledi. 86 yaşındaki muhalefet lideri Bedie’nin desteğinin güçlü olduğu bölgelerde seçim sandıkları basılarak seçim yapılması engellenmişti.” Anayasa Mahkemesi’nin bu durumu bir sorun olarak görmediğini, bu sandıklarda oy verecek olanların seçim dışı tutulduğunu belirten İnsel, “Seçim sonuçlarının ilan edilmesinden sonra muhalefet bir Ulusal Geçiş Konseyi kurduklarını ilan etti. Ama bu konseyin yöneticileri ya tutuklandılar ya da evlerinde abluka altındalar. Resmi seçim ilanından sonra Ouattara, Bedie’yi sorunu çözmek için çağıracağını söyledi. Ama seçimlerin yapıldığı 21 Ekim’den beri 23 kişi ölmüş durumda. Aslında Ouattara mart ayında 3. kez aday olmayacağını ilan etmişti. Ancak ağustos ayında Ouattara’nin halefi Coulibaly vefat etti. Bir ihtimal Covid’den vefat etti. Bu ani ölümün üzerine de Ouattara da aday olacağını ilan etti” dedi.
Dağlık Karabağ’da ateşkes
Son olarak Ermenistan’la ilgili önemli gelişmelere değinen İnsel dün geceden yarısından itibaren Ermenistan’la Azerbaycan arasında kalıcı barış ilan edildiğini, barış anlaşması olmasa da kalıcı ateşkes anlaşması olduğunu, iki tarafın da Rusya’yı üçüncü güç olarak kabul ettiğini, Türkiye’nin bu anlaşmada yer almadığını aktardı ve şöyle devam etti: “Rusya, eski Sovyetler Birliği’nin iki üyesini masaya oturtup Cengiz Aktar’ın bize birkaç aydan beri söylediği ünlü Lavrov Planı’nın harfiyen neredeyse kabul ettirdi. Yani Ermenistan 93’ten beri Dağlık Karabağ’da işgal ettiği 7 bölgeyi Azerbaycan’a iade ediyor. Şu anda Azerbaycan’ın savaşarak geri aldığı bölgeler dışında Ağdam’ı 20 Kasım’da, Kelbecer’i 15 Kasım’da, Laçin Koridoru’nu da 1 Aralık’ta Azerbaycan’a iade ediyor. Buna karşılık Dağlık Karabağ, sınırları Rus askeri polisleri tarafından özerk statüsüne geri dönüyor. Çünkü 93-94’ten önce Dağlık Karabağ Azerbaycan içinde özerk bir bölgeydi. Ermenilerin yönettiği özerk bir bölge hâline geri dönüyor. Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında Laçin Bölgesi’nde 5 km genişliğinde güvenli bağlantı şeridi açılıyor. Bu durumu iki taraf da Rus askeri polislerinin denetimi ve güvencesi altında kabul ediyor. Nahçivan’la Azerbaycan arasında kara bağlantısı yok, arada Ermenistan’ın sahip olduğu topraklar var. Şimdi Nahçivan’la Azerbaycan arasında Rus askeri polislerinin denetimi altında benzer bir güvenli koridor açılıyor. Bu anlaşma 5 yıl geçerli, 5 yılın sonunda Rus askeri varlığını taraflardan biri istemezse anlaşma sona erecek. İki taraf için de yenilenebilir anlaşmalar. Azerbaycan, Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilerin güven içinde geri dönmesi güvenini veriyor. 5 bin-6 bin kişinin öldüğü, yüz binlerce kişinin yerinden olduğu, tarihi binaların yıkıldığı kanlı bir çatışma olmadan da aynı sonuç alınabilirdi. Paşinyan’ın da Aliyev’in de sorumluluğu var. Aliyev’i zaten biliyoruz ama maalesef Paşinyan’ın başarılı bir liderlik gösterdiğini söyleyemeyeceğim. Başarılı liderlik bunu ön görerek, bu duruma düşmeden bu anlaşma yapardı. Son günlerde Paşinyan bu 7 bölge için Ermenistan toprağıdır demeye başlamıştı. Ruslar eksiksiz bir biçimde istediğini elde etti. Türkiye’deki gazetelerin yazdığı gibi Rusya-Türkiye’nin ortak polisi gibi bir durum yok. Türkiye Azerbaycan’ın ittifakı olabilir ama iki ülke arasındaki sorunun çözümü Rusya’nın dikte ettiği çözüm oldu. 93-94’te Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında aldığı beklenmedik ve tekrarlanması mümkün olmayan askeri zafer, çözüm yanlısı bir hamle yapmak için bir ayak bağına dönüştü Ermenistan için. Biri 93-94’te diğeri 2020’de savaş kazanmış iki taraf olarak 93 öncesi konuma dönüyorlar.”
Özdeş Özbay’ın, “Paşinyan’ın bir demokrasi hareketiyle geldiğini, dolayısıyla Kafkaslarda böyle halk hareketlerinin de bir nevi cezalandırıldığını düşünebilir miyiz?” sorusunu, Aliyev’i kaybetmeden Paşinyan’ı kendisine bağlayan Rusya’nın bölgedeki sınır güvenliklerini alarak büyük bir kazanç sağladığını söyleyerek yanıtladı İnsel.
Ömer Madra medyanın yanlı tutumunun demokrasiler üzerinde büyük etkisi olduğunu aktararak uzun süredir cepheden olumlu haber geçilmesinden dolayı insanların Ermenistan medyasına inandığını, bu anlaşmanın büyük bir şok etkisi yarattığını ve insanların parlamento binasını basıp yönetimi istifaya davet ettiğini belirtti. Ahmet İnsel her iki ülkenin de güvenilir, bağımsız medyasının olmadığını ancak demokratikleşme yolunda ilerleyen Ermenistan’da medyanın hoşa gitmeyecek haberleri vermesinin beklendiğini ekleyerek “Hiç olmazsa savaş bitti. Tüm bunlara ihtiyaç olmadan çözülemez miydi? İnsanlığın basiretinin bağlandığı, medeni olabilme kapasitesini yitirdiği yerler buralar” dedi. Son olarak medyanın dördüncü güç olduğu laflarının boşuna olmadığını, milliyetçiliklerin başımıza getirdiği felaketleri teşhir etmenin boynumuzun borcu olduğunun altını çizdi.
(Program özetini hazırlayan gönüllümüz Sehel Oto’ya çok teşekkür ederiz.)