Covid-19 sonrası hayat: Hiper tüketim 

-
Aa
+
a
a
a

Tüketmek yerine üreten pozisyonda da olabiliriz. Örneğin bazı yiyeceklerimizi, temizlik ve kozmetik ürünleri, giysileri kendimizin yapması da mümkün.

Covid-19 sonrası hayat: Hiper tüketim
 

Covid-19 sonrası hayat: Hiper tüketim

podcast servisi: iTunes / RSS

Covid-19 pandemisi öncesi ve sonrasında da tüketim alışkanlıklarımızda çok bir fark yaşandığı söyleyemeyiz.Kamusal alandaki tüketim görece daha azalmış olsa da; enerji, su, paketli yiyecek, ilaç, hijyen ürünleri ve genel olarak tek kullanımlık ürünlerin tüketiminde ciddi bir artış olduğunu görüyoruz. Yani sürdürülebilir bir tüketim modelinden bahsedemiyoruz.

 

 

Tüketicinin pasifleştirildiği bu modelde, tek amaçları kar olan firmalar; “müşteri her zaman haklıdır” söyleminin arkasına sığınıyorlar.Bunun bir örneğine, Ocak 2020’de Davos’ta yapılan Dünya Ekonomi Zirvesinde tanık olduk. Business Insider sitesinin haberine göre; dünyadaki çevre kirliliğinde en fazla payı olan bildiğimiz en büyük meşrubat şirketi; kendisine yöneltilen eleştirilere rağmen tek kullanımlık plastik şişe kullanmaya devam edeceğini açıkladı. Bunun sebebi olarak da “Müşterilerin hala plastik şişe istediklerini” ileri sürdü. Aslında buradan da anlıyoruz ki, talep ve boykot gerçekten güçlü araçlar. Talep oluşturarak  veya geri çekerek şirketlerin davranışlarına etki etmemiz mümkün.

Aşırı tüketim meselesindeki bir başka durum da sürekli yeni bir ihtiyacın var edilmesi ve bunun sonucunda insanların mümkün olduğu kadar çok tüketmesini sağlamak. Artık, ihtiyaç kavramının ucu bucağı olmayan ve asla sonunun gelmediği bir çağdayız. Gerçekten ihtiyacımız olan şeyler dışında; bir kere aldıktan sonra belki de bir daha hiç kullanmadığımız bir sürü eşya ile dolu evlerimiz. Bu da tüketim kültürünün medya ve kültürel kodlarla bize yapay ihtiyaçlar yaratmasının bir sonucu. Manipülatif ve her yerde karşımıza çıkan reklamlar; gerçek hayatta ya da sosyal medyadaki karşılaştırma davranışı bize; hayatımızın yeteri kadar iyi olmadığı ve belki x ürünü ya da hizmeti alırsak bu şekilde hayatımızın daha olacağı algısını yaratıyor. O reklamı ya da o Instagram postunu görene kadar, öyle bir ürüne ihtiyacınız yoksa ve bunu alma ihtiyacını bunlara maruz kaldıktan sonra hissediyorsanız; bu büyük ihtimalle yapay bir ihtiyaçtır. Tele satış programlarında zamanında gördüğümüz meyve dilimleme aleti gibi örneğin. Meyveyi dilimlemek için bıçak kullanırsınız ve bu çok elverişli bir metoddur. Ama bu reklamlar size bu aletin, bıçaktan daha iyi olduğunu söyler ve siz de bunu alırsam artık meyve dilimleme sürecim çok daha iyi olacak diye düşünürsünüz. Ama süreçte hiçbir değişiklik olmaz ve muhtemelen aleti 2-3 kullanımdan sonra rafa kaldırırsınız.

Karantina sürecinde toplumun bir bölümü kendini online alışverişe vermişken diğer bir kısmımız belki de gördük ki aslında çok daha azıyla yaşayabilmemiz mümkün. Ya gelirimiz düştüğü için veya geleceğimiz belirsizleştiği için ya da imkanımız olsa bile eve giren her şeyi sabunlu suyla yıkama zorunluluğundan dolayı sizin de alışverişleriniz azaldıysa fark etmişsinizdir; aldığımız bir çok ürüne aslında gerçekten ihtiyacımız olmadan, sırf bulunsun diye alıyoruz. Ancak bu tüketim fazlalığının bedelleri çok ağır. Ekolojik boyutuna baktığımızda doğal kaynakları kullanma hızımız, doğanın kendini yenileme hızının %50 üzerine geçmiş durumda. Yani böyle devam edersek pek yakında temiz su ve gıda kıtlığı bizler için de kapıda olacak. Temiz sudan örnek verirsek, Türkiye’de projeksiyonlara göre, bugün 1.519 m3 olan kişi başına düşen yıllık su miktarının, 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla 1100 m3’e düşmesi ve Türkiye’nin su fakiri bir ülkeye dönüşmesi olası deniyor.  Bu kullanım hızını mutlaka yavaşlatmamız gerekiyor.

Satın alma paternlerinin ve günümüz ihtiyaç hiyerarşisinin toplumdaki yansımalarının yakın zamandan bir örneğine de, geçtiğimiz haftalarda AVM’lerin açılması ile tanık olduk. Bir çok insan virüs riski yüksek olmasına ve bunu bilmelerine rağmen; acil ihtiyaçları dışında sadece “alışveriş” aktivitesini gerçekleştirmek için AVM’lere akın etti. Hatta kapıdaki uzun kuyruklarda insanlarla yapılan röportajlarda; insanların neden buraya geldikleri sorulduğunda: “kızım yeni ayakkabı istedi” ya da “canım sıkıldı vitrinlere bakacağım”, “gezip belki bir şeyler alırım” gibi cevaplar verildi. Yani artık alışveriş aktivitesinin kendisinin bir ihtiyaç olarak tanımlandığı ve hayatımızdaki önceliklerden biri haline geldiğini görüyoruz. Bu zihniyet de maalesef bir çok problemi beraberinde getiriyor.

Tüketimin sonucunda oluşan en önemli meselelerden biri kirlilik; yani gezegeni bir yandan tüketirken diğer yandan da kirletiyoruz. Atık ve kirlilik meselesi artık öyle bir hal aldı ki ekosistemlerin çökmeye başladığını görüyoruz. Okyanuslardaki çöp adaları bunun en büyük göstergelerinden biri; okyanus üstünde yüzen çöp yığınlarının artık neredeyse yeni bir kıta oluşturduğunu biliyoruz: Great Pacific Garbage Patch yani Büyük Pasifik Çöp Alanı diye çevirebileceğimiz okyanus üstünde birikmiş devasa bir çöp kıtası var. Tam 1.6 milyon kilometre karelik bir alandan bahsediyoruz, yani Türkiye yüzölçümünün tam 2 katı kadar bir alan bu, boşuna kıta denmiyor bu yığına. Ve bu yığının içinde tam 1.8 trilyon parça plastik olduğu söyleniyor. Gittikçe de genişlemekte bu çöp kıtası. Daha da önemlisi biz bu çöp adasını birilerinin evinin ortasına yaptık: Deniz canlılarının evlerini plastiğe boğduk ve deniz memelilerinin ve türlerin birinci ölüm sebebi artık besin zannederek yuttukları veya yavrularına yedirdikleri bu atıklar, çoğunlukla da plastikler. Denizlerdeki atıklar her yıl en az 100.000 deniz canlısını öldürüyor: çoğunluğunu aşırı miktarda plastik ve çöp yutan deniz memelileri, su kuşları, ve balık ağları ve plastik atıklar tarafından boğulan deniz kaplumbağaları oluşturuyor. 

Genel olarak atık dediğimizde iki türlü atıktan bahsediyoruz; organik ve inorganik atıklar. İkisinin arasındaki farka kısaca değinmek gerekirse; Organik atıklar, canlı kaynaklı atıklar. Bunlar mikroorganizmalar tarafından parçalanabiliyor ve doğada kolayca çözünüp doğaya geri dönüyor. İnorganik atıklar ise mineral bazlı ve mikroorganizmaların çok az ya da hiç parçalayamadıkları atıklar. Bunlar doğada çok uzun süreler kalırken, parçalanma yaşansa bile, bu süreçte etraflarına zehirli gaz ya da toksik kimyasallar bırakıyorlar. 

Organik atıklara yani çoğunlukla gıda atıklarına baktığımızda ise çarpıcı bir durum var: Üretilen gıdanın çok ciddi bir kısmı israf oluyor. Yani daha sofraya konmadan çöpe gidiyor. Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muharrem Özcan, Türkiye'de her yıl üretilen yaklaşık 44 milyon ton sebze ve meyvenin yüzde 15 ile 50'sinin (en az 6,6 milyon ton) hasat ve hasat sonrası hatalardan, 2,2 milyon tonunun ise tüketilmeden mutfaktan çöpe atıldığını söylüyor. Yani 2.2 milyon ton sebze meyve mutfaklarımıza kadar geliyor ve kullanmadığımız için bozuluyor, çöp oluyor. 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) verilerine göre, dünyada üretilen 4,5 milyar ton gıdanın yaklaşık 1,3 milyar tonu atık ve kayıp olarak ziyan edilmekte, bu miktar 3,3 milyar ton karbondioksit (CO2) salınımına neden olmakta. AB ülkelerinde kişi başına yılda 35,4 kg yaş sebze ve meyve atığı oluşmakta. Bunun 14,2 kg ise önlenebilir atık.

Bir yandan dünyada 821 milyon insan, yani dünya nüfusunun yaklaşık 9da biri, 9 kişiden biri yeterli beslenmeden mahrumken, biz gıdanın 3te birini çöpe atıyoruz.

İnorganik atıklar ise oldukça geniş bir yelpaze. Kimyasal atıktan nükleer atığa, plastik, alüminyum, cam gibi ambalaj atıklarından elektronik atığa kadar ve daha bir çok doğada çözünmeyen, mikroorganizmalar tarafından parçalanmayan veya çevresel kirlenmeye sebep olan bütün atık tipileri bu kategoride.

Bu zararlı atıkları oluşturarak, dünyayı en çok kirleten sektörler için kesin olarak sıralanmış bir liste vermek zor çünkü çok fazla kirletici değişken var.Kimi sektörler çok fazla toksik kimyasal atık çıkarırken, kimisi çok fazla plastik atık çıkararak bu kirliliğe neden olabiliyor. Bununla beraber, genel bir çok kirlilik değişkenini içinde bulunduran sektörler için yayımlanan raporlar var.

Bu sektörel faaliyetlerin; toprağı, havayı, suyu kirletme, temiz su kaynaklarının çoğunu kullanma, ormansızlaştırma, sera ve diğer tehlikeli gazı salınımları, inorganik atık oluşturma gibi pek sonucu var. Eco Expert websitesinde yayımlanan bir makaleye göre; en fazla olumsuz etkisi olan sektörler arasında sırasıyla; yakıt sektörü (özellikle fosil yakıtlar); hayvancılık sektörü, moda sektörü, perakende yiyecek sektörü (inanılmaz bir tek kullanımlık atık oluşturma alanı hem de lojistik faliyetleri), taşımacılık sektörü, inşaat sektörü ve teknoloji sektörü olarak sıralamışlar.

Bu sektörlerin etkilerini daha detaylıca ele alacağımız programlar olacak. Bu sebeple bugün, için bir kaç belgesel tavsiyesi ile sizlere kendi araştırmanızı yapmanızı önereceğim.

Hayvancılığın çevresel etkilerini anlatan “Cowspiracy” yani Türkçe’ye çevirilmiş haliyle “Sürdürülebilirliğin Sırrı” belgeseli; moda sektörünün çevresel etkilerini anlatan “The True Cost” yani “Gerçek Bedel” belgeseli ve plastik ile alakalı olarak “Plastic Ocean” yani “Plastik Okyanusu” belgeselini Youtube üzerinden izleyebilirsiniz. 

Talep oluşturmanın ve seçimlerimizin önemli olduğunu ve çok fazla şeyi değiştirme gücü olduğundan bahsetmiştik. Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirirken bize kılavuz olabilecek 6 R’den bahsetmek istiyorum kısaca. Bu 6 R, genellikle atıksız yaşam için kullanılsa da; genel olarak tüketime de çok kolaylıkla uygulanabilecek prensipler. Zaten ikisi oldukça bağlantılı.

Burada ingilizce kelimelerin baş harfleri R olduğu için 6 R deniyor.

İlk R, en önemli adımlardan biri: “Rethink” yani “Yeniden Düşünmek”. Davranış değişikliğinin ilk adımı farkındalık ve zihniyet değişikliğidir. Bu adımda, tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirebiliriz. Aldığımız tüm ürünleri kullanıyor muyuz? Bunlara gerçekten ihtiyacımız var mı? Ne kadar sıklıkla alım yapıyoruz? Aldıklarımızı azaltmamız mümkün mü? Ne kadar atık oluşturuyoruz? Gibi soruları kendimize sorarak kendi tüketim verimizi çıkartabiliriz.

İkinci adım “Refuse” yani “Reddetmek”. Genel olarak size bir şeyi satın almanız söylendiğinde ya da içinizde gerçekten ihtiyacınız olmadığı halde bir şeyler alma isteği uyandığında bunu reddetmek. Aslında reddettiğiniz her seferde elinizde olanlarla bir şeyler yapma alternatifi için yer açmış oluyorsunuz. Ben eskiden yılda en az iki sezon sürekli yeni bir şeyler alırdım giysi olarak. Son iki senedir hiçbir şey almadım ve aslında elimde olanların her şekilde bana ne kadar yettiğini görme şansım oldu.

Üçüncü adım “Reduce” yani “Azaltma”.  Bu adım birinci ve ikinci adımı uygulayıp yine de almanız gerekenler için. Tüketimde aldığımız şey ve alma davranışı kadar; almak zorunda olduklarımızın miktarı ve sıklığı da önemli. Örneğin yiyecek bir ihtiyaç ve almanız gerekli ancak bunu çok fazla almanız da yine değiştirilmesi gereken bir tüketim davranışı. İhtiyaçlarımızı gerçekçi belirleyerek, neyden ne kadar tükettiğimizi gözlemleyerek bunun verilerini tutabiliriz. Aynı şekilde tüketim atığı oluşturmamak adına da azaltma yoluna gidebilliriz. Paketli ürünleri minimuma indirmek etkili yöntemlerden biri.

Dördüncü adım, “Reuse” yani “Yeniden Kullanmak”. Bunu yapabilmek için, tek kullanımlık ürünleri hayatımızdan çıkartıp, yerine uzun süreli tekrar tekrar kullanabileceğimiz ürünleri hayatımıza katmalıyız. Plastik poşetler yerine bez çantalar, tek kullanımlık pet şişeler yerine su matarası kullanmak gibi. Bununla beraber, aldığımız bir ürünü ya da ambalajını başka amaçlarla kullanabiliriz. Örneğin cam kavanozda aldığımız bir ürünün kavanozunu tekrar kavanoz olarak kullanmak. Bu kavanozu vazo ya da saklama kabı olarak kullandığımızda da örneğin, ileri dönüşüm yapmış oluyoruz.

Beşinci adım “Replace” yani “Yerine Koymak”. Eğer bir şeye gerçekten ihtiyacımız varsa; yeni bir talep yaratmak yerine ürün takas etmek, kullanmadığımız ürünleri ihtiyaç sahiplerine bağışlamak ya da mecbur kaldığımızda en azından ikinci el almak yine yeni bir üretim için kaynak kullanılmaması ve tüm o yıkıcı döngüye katılmamak demek. Piyasada hali hazırda o kadar fazla ikinci el ürün var ki; çoğu şey için yeni talep oluşturmaya gerçekten gerek yok.

Altıncı adım “Recycle” yani “Geri Dönüşüm”. Bu aşama diğer tüm aşamaları uyguladıktan sonra; elimizde kullanmadığımız / değerlendiremediğimiz bir ürün kaldığında uygulanabilir. Özellikle tüketimimiz sonucunda oluşan inorganik ambalaj atıkları, piller, teknolojik aletler, mobilyalar vs hepsi ayrı şekilde ayrıştırılmalı ve organik atıklarla aynı yere asla konmamalıdır.

Bu 6R yöntemi hem sahip olduğumuz hem de almayı düşündüğümüz her bir eşya için kullanılabilir; kaynak yönetimi anlamında çok faydalı bir yöntem. Bunu yapmaya başladığınızda biraz akan nehre karşı gidiyor gibi hissedebilirsiniz çünkü

modern şehir yaşamında alışkanlıklarımız sürekli yeni eşyaları düşünmeden satın alma ve biriktirme üzerine kurulu. Genellikle ailelerden çocuklara aktarılan bu satın alma ve biriktirme alışkanlıkları nesilden nesile geçerek devam ediyor. Yıllardır kullanmadığımız eşyalar, giymediğimiz kıyafetler ve ayakkabılar eşyalarımızın çoğunluğunu oluşturur hale geldiyse bu 6R yöntemini uygulamak, bir yandan da “minimalizm ve sadelik” kavramlarını düşünmeye başlamamız anlamlı olabilir. Bu konuda Minimalizm: Önemli Şeylere Dair Bir Belgesel adındaki belgeseli öneririm; orada da yaşamlarını değiştiren iki kişi merkezinde minimalist yaşam örneklerini görüyoruz ve bir eşyayı tutmak için kriter olarak şu soruyu soruyorlar: “Bu eşya yaşamıma anlamlı bir değer katıyor mu?” Anlamlı bir değer olarak tabii ki neyi kastettiğimiz herkese göre değişebilir. Ama 15-20 tane kazağımız varsa her birine bir anlam bulmanın biraz anlamsız olacağı konusunda çoğumuz hemfikirizdir. 

Sade yaşamı araştırmaya başladığınızda Voluntary simplicity - “Gönüllü Sadelik” diye bir kavramdan bahsediliyor; yani daha fazlasına ulaşma imkanına sahip olunmasına rağmen bunu reddederek -belki 6R’yi de uygulayıp minimal ve olabildiğince az eşyayla yaşama şekli. Daha fazla eşyaya sahip olmanın uzun vadede bir mutluluk getirmediği gerçeğinden yola çıkarak aşırı tüketimi reddeden bir bakış açısı. Her alınan yeni ürünün getirdiği mutluluk oldukça kısa sürüyor ve kısa süre sonra yerini başka eşyalar alma arzusuna bırakıyor. Bu da sonu gelmeyen bir tatminsizlik zinciri yaratıyor, işin kötüsü biz buna alıştıkça çocuklarımızı da bu şekilde yetiştiriyoruz ve onlar da bizden elimizdekiyle mutlu olmamayı, her şeyin yenisini almayı, sürekli tüketmeyi ve biriktirmeyi öğreniyorlar. 

Son olarak bilinçli tüketim adına şu bir kaç öneriden de bahsedelim: Tüketmek yerine üreten pozisyonda da olabiliriz. Örneğin bazı yiyeceklerimizi, temizlik ve kozmetik ürünleri, giysileri kendimizin yapması da mümkün. Buna genel olarak D.I.Y yani açılımı “Do it Yourself”  Türkçesi “kendin yap” deniyor. Bunu yapamıyorsak eğer, en azından etik yöntemlerle üretilmiş, ekolojik, yavaş ve minimum atık felsefesi ile hareket eden firmalardan alışveriş yapabiliriz.

Şu notu da söylemeden geçmeyelim: Bu konuda yardımcı birçok kaynak var fakat ekolojik yaşama geçiş  anlamında kaliteli olmasına rağmen ne yazık ki hepsi insan dışı hayvanların özgür yaşama haklarını ve sömürüsüz yaşamı gözetmeyebiliyor. Sadeleşmeyi ve ekolojik yaşamayı konuşurken tabii ki yapacağımız değişikliklerin vegan ve sömürüsüz olduğuna dikkat etmeliyiz, bu zaten etik bir önkoşul aslında konuştuğumuz her şey için.

Son olarak “herşeyi mükemmel yapamıyorsak hiç yapmayalım” değil; “benim yapabileceklerim neler” bakış açısıyla düşünmek ve bunları hayata geçirmek önemli. Kontrol edebileceğimiz, seçebilecek durumumuz olduğunda daha iyisini alternatifini seçebileceğimiz ve değiştirebileceğimiz gerçekten çok fazla şey var.

 

Kaynaklar:

https://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/679347-her-yil-cope-giden-sebze-meyve-miktari 

https://www.indyturk.com/node/82766/t%C3%BCrkiyeden-sesler/ya%C5%9F-sebze-ve-meyveler-%C3%A7%C3%B6p-oluyor

https://www.yesilist.com/14-maddede-plastik-siseler-icin-cozum-sifir-atik/

https://bemorewithless.com/the-difference-between-simplicity-and-minimalism/

https://www.businessinsider.com/coca-cola-says-it-will-not-ban-plastic-bottles-2020-1