Tezahür'de bu hafta tiyatro çevresinde çokça konuşulan bir makaleyi tartışıyoruz: Unutulmuş Bir Araya Gelme Sanatı.
Tiyatrocu ve yazar Nicholas Berger'in Mimesis Dergi'de Türkçe çevirisi yayınlanan Unutulmuş Bir Araya Gelme Sanatı ya da Tiyatrocular Neden Üretmeyi Bırakmalı? başlıklı yazısı yayınlanır yayınlanmaz Türkiye tiyatro çevresinde ciddi bir yankı buldu.
Malum, COVID-19 pandemisiyle ilk iptal edilen kamusal etkinlikler tiyatro gösterileri ve buluşmalar oldu. Bununla birlikte pandeminin ilk günlerinden itibaren onlarca kumpanya ve sahne dijital arşivlerine erişime açmaya ve online - interaktif - etkinliklere başladılar. Bu etkinliklerin derlemelerini Tezahür'de daha önce sizlere sunmuştuk.
Tiyatronun bu yeni hali hakkında Berger söz konusu yazıda şöyle yazmakta:
Email gelen kutum evlerine hapsolmuş ünlülerin sosyal medya üzerinden yaptıkları oyun okumaları duyurularıyla dolarken bu fikirlerin üzerine ne kadar düşünüldüğünü merak ediyorum. En yakın, en kolay ve en bariz çözümlere tutunmaya çalışmıyor muyuz? ‘Normalde ne yapıyoruz? Aynen onu yapacağız, ama Facebook Live’dan.’ Bu girişimler son derece hüzünlü geliyor bana. Bunlar en iyi ihtimalle dikkatimizi pencerelerimizin dışında büyüyen, hayal bile edemediğimiz yıkımdan geçici olarak uzaklaştıran ama en kötü ihtimalle ve çoğunlukla çaresizce yeniden yaratmaya çalıştığımız sanat biçiminin üstünlüğünü ve vazgeçilmezliğini bizlere sürekli hatırlatan girişimler.
Yetenekli bir yazarın apar topar İnstagram için yazdığı beşinci monoloğu izlerken düşünmeye başlıyorum: Bu kimin için? Bu girişimlerin seyircisi kim? Bunlar için kendi camiamız dışından gelen bir talep var mı? Peki o seyirci bunlarda teselli buluyor mu acaba? Ben şahsen bulamıyorum. Merak ediyorum, bunu gerçekten modern tarihte görülmemiş koşullar altında korku içinde yaşayan bir kitle için mi yoksa aslında kendimiz için mi yapıyoruz? Kendimize hatırlatmak ya da kendimizi inandırmak için: Hala sanatçıyız, küresel bir salgında bile üretmeye devam edebiliriz, sanatımıza ihtiyaç var ve her şey normal. Sanatçılar yaratmaya bağımlıdır, ama tüm hayatımız internete taşınırken, internetin biraz kalabalıklaşmaya başladığını hissediyorum.
Berger'in yazısı - esas itibariyle - bir tiyatrocu tarafından tiyatroculara hitaben kaleme alınmış; yine de, sürekli üretim ve üretme hallerine, neo-liberal koşullarda sanat üretiminin performans cetvelleri ile olan ilişkisine temas ettiği için çok daha geniş bir ufuk çizgisine yerleştirilebilir. Hele bu anestezik pandemi günlerinde...
Bu tür acil dijital performanslara şüpheyle yaklaşmam kötümser ya da bozguncu bir tavır olarak görünür diye çekiniyorum. Öyle değil, gerçekten. Bu, daha çok, derin ve karmaşık bir aşktan doğan bir tavır. Sara Holdren, tiyatroyla ilişkisini tanımlarken onu çok sevdiği bir insana benzetiyor: ‘eşit derece kaygı, absürtlük ve şiddetli bir sadakatle. Tiyatro acayip sinirimi bozuyor. Gün geliyor o aptal suratına bir yumruk vurup onunla bir daha konuşmak istemiyorum. Öte yandan hayatımın geri kalanını onunla geçirmek istiyorum.’ Tiyatronun adım adım bir TikTok’a dönüşmesini gördükçe içimin ezilmesi işte bu aşktan.
Metni Türkçe'ye kazandırarak, önemli bir tartışmaya vesile olan Fatih Gençkal'la Tezahür'de bir araya geliyoruz. Gençkal, uzun yıllardır takip ettiğimiz A Corner In The World festivalinin de kurucularından ve "sahnenin içinden" birisi. Berger'in eleştirisini değerlendirip, tiyatro sanatının ahvali hakkında düşünüyoruz.