Açık Radyo'da iki haftada bir Çarşamba günleri yayınlanan Sudan Gelen’in 135. programında konu sıcak dalgası ve onunla mücadelede kentsel ve bireysel yöntemlerdi. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ender Peker ile sıcak dalgasını konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Akgün İlhan: İnsanlık tarihinde yaşanan en yüksek küresel ortalama sıcaklıklar geçtiğimiz ay, yani Temmuz ayında kaydedildi. Yüzlerce insan hayatını kaybetti, ormanlar yandı ve yanmakta. Ülkemizde de benzer iklim afetleri yaşanıyor. “İklim değişikliğiyle birlikte ortaya çıkan bu afetlerle mücadele için kentsel ölçekte ve bireysel olarak neler yapılması gerekir?” sorusuna Doç. Dr. Ender Peker yanıt verecek. Ender, Sudan Gelen’e ve Açık Radyo’ya tekrar hoş geldin.
Ender Peker: Hoş buldum Akgün.
A.İ.: Öncelikle sıcak dalgası nedir? Sıcak dalgasının afet olarak kabul edilmeye başlanması daha yeni sayılır. Bunun nedeni nedir ve sıcak dalgasının diğer afetlerden farkı nedir?
E.P.: Sıcak dalgası dediğimiz hadise, kentlerde ciddi derecede sağlık sorunları doğuran, hatta ölümlere yol açabilen, doğal çevrede orman yangınlarını tetikleyebilen, tarımsal üretimi sekteye uğratabilen, kısacası yaşama dair çok boyutlu riskler barındıran meteorolojik bir olgu.
Dünya Meteoroloji Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütlerinin tanımlarına baktığımızda, sıcak dalgası oluşumunun bir yörede veya kentteki sıcaklık normallerine bakılarak tanımlandığını görüyoruz. En basit şekliyle, sıcak dalgasının tanımlanabilmesi için geçmiş 30 yıl gibi geniş bir periyottaki sıcaklıklar baz alınıyor. Bu geniş dönemdeki sıcaklık değerlerine göre bugün beklenen sıcaklığın kaç derece olduğu belirleniyor. Beklenen değerin 3 ile 5 derece üzerine çıkıldığı zaman ve bu sıcaklık değeri de en az 3 gün ard arda sürdüğü zaman sıcak dalgası tanımı yapılıyor. Yani bir örnek üzerinden gidecek olursak, diyelim ki son 30 yılın değerlerine bakarak bugün Ankara’da beklenen en yüksek sıcaklık 30 derece olsun. Eğer meteorolojinin sunduğu hava tahminleri önümüzdeki 3 gün boyunca bunun 3 derece üzerinde gösteriyorsa, sıcak dalgası için hazır olmamız gerekiyor. Yani 35 derecenin üzerinde sıcak dalgası olur gibi net bir eşik değerden bahsetmiyoruz burada. Bu değer, kente göre değişiyor. Örneğin, Mardin’de bugün 35 derece, sıcaklık normali olabilecekken, aynı değer aynı gün için Samsun’da sıcak dalgası olabiliyor.
Sıcak dalgası, bir iklim afeti. Sıcak dalgasının diğer iklim afetlerine benzeyen yanı belirli bir coğrafyayı, belirli bir kenti veya bölgeyi etkiliyor olması. Sıcak dalgalarını diğer afetlerden farkı kılan tarafsa, önceden tahmin edilmesinin mümkün olması ve bu sayede de en azından birtakım önlemlerin alınmasına izin vermesi. Diğer taraftan, sıcak dalgasının bir afet olarak algılanması deprem ve sel gibi diğer iklim afetlerine kıyasla çok daha zor. Çünkü gözle görülen ani bir oluşumdan, bir etkiden ziyade; sinsice ortaya çıkan sessiz bir etkiden bahsediyoruz. Tabi, tahmin edilebilir derken şunun da altını çizmek gerekir: Sıcak dalgasının geleceğini bilmek bireysel önlemler almaya izin verecek bir süre tanıyor. Ancak kent ölçeğinde düşündüğümüzde sıcak dalgalarından etkilenmeyi en aza indirgemek için önceden hazırlıklı olmamız gerekiyor. Yani, kentlerimizi, diğer afetlerle birlikte olası sıcak dalgalarına da dirençli hale getirmemiz gerekiyor diyebilirim.
A.İ.: Sıcak dalgası kentleri ve insanları nasıl etkiliyor? Sen bu konuda yıllarca çalışan bir bilim insanı olarak, sıcak dalgalarıyla mücadelede kentsel termal konforun önemini anlatıyorsun. Nedir termal konfor ve neden gereklidir?
E.P.: Termal konforu, en basit tanımıyla bireyin beden ısısıyla mekândaki sıcaklık değeri arasında bir denge noktasının sağlanması olarak tanımlayabiliriz. Termal konfor, sıcaklık, nem, hava hızı gibi faktörlerle ilişkili bir kavram. Bunlar, bireyden bağımsız değişkenler. Bunların yanı sıra, algılanan termal konfor, bireyin metabolik sıcaklığı, giyim tercihi, hareketlilik oranı gibi kişisel faktörlere göre de değişkenlik gösterebiliyor.
Termal konforun sağlanmasında fiziksel mekânın etkisi çok yüksek. Yaşadığımız mekanlar, sıcaklık ve hissettiğimiz termal konfor arasında üçlü bir ilişki var. Dolayısıyla, sıcak kaynaklı risklerin azalması için termal konforun sağlandığı yaşam çevrelerini üretmek zorundayız. Bunu söylerken hem içinde yaşadığımız, çalıştığımız binalardan, yani kapalı mekanlardan bahsediyoruz. Hem de kentte dolaşım alanları olarak tarif ettiğimiz açık ve kamusal alanlardan bahsediyoruz.
Kapalı mekânları düşündüğümüzde, binaların tasarımı, çatı ve duvarların biçimi ve malzemeleri gibi bileşenler, iç mekânda deneyimlediğimiz termal konforun temel belirleyicileri.Bu bileşenler, aynı zamanda konforun sağlanması için tükettiğimiz enerji miktarlarını da belirliyor. Tabi burada konforu sağlamak için ağırlıklı olarak kullanılan klima gibi aktif soğutma cihazlarından ve bunların tükettiği enerjiden bahsediyorum.
Dış mekanlara baktığımızda ise, sıcak dalgalarından etkilenmeye en açık olan mekânlar, yaya deneyiminin yoğun olduğu ve bireylerin doğrudan güneş ışınlarına maruz kalabileceği mekanlar; yani yollar, kaldırımlar, meydanlar, otoparklar diyebiliriz. Bu alanlar, kentsel açık alan yüzeylerinin yaklaşık üçte birini oluşturuyor ve güneşe doğrudan açık olmaları sebebiyle de kentsel ısı adası etkisi dediğimiz oluşumun artmasına neden oluyorlar. Peki kentsel ısı adası etkisi nasıl oluşuyor? Beton, asfalt gibi ısıyı tutma gücü yüksek olan malzemeler gün içinde depoladıkları ısıyı gece geri bırakıyorlar. Bu ısı salımıyla, yapılı çevrelerin yoğun olduğu kentsel alanlar, doğal çevrenin ağırlıklı olduğu kırsal alanlara göre daha fazla ısınıyor. Maalesef, oluşan kentsel ısı adası etkisi de sıcak hava dalgalarının etkilerini kentlerde daha yıkıcı bir hâle dönüştürüyor.
Fotoğraf: Ender Peker
A.İ.: Peki kentsel ısı adası etkisini azaltacak ve termal konforun sağlanmasını sağlayacak yöntemler var mı? Ülkemizde ve dünyada bu etkiyi azaltacak iyi örneklerin bulunduğu kentler var mı? Bu kentlerin serin kalma yöntemleri neler? Biraz anlatır mısın?
E.P.: Aslında sıcaklarla mücadele geçmiş zamanlardan beri insan yerleşimlerinin temel konularından birisiydi. Bugün kullandığımız teknolojik soğutma araçlarının henüz olmadığı dönemlerdeki geleneksel yerleşimler bunun ipuçlarını bize veriyor. Örneğin, geleneksel Mardin kent dokusu yaşayan bir örnek. Avlulu taş konutlar, doğal serinletme ve ısıyı hapsetme kapasitesi sayesinde, aşırı sıcak hava koşullarında bile iç mekânlarda konforlu bir yaşam deneyimi sunuyor. Aynı zamanda, avlu formu, yarattığı gölge fırsatlarıyla açık mekânda zaman geçirmeye olanak sağlıyor. Bu sayede de klima kullanımından kaynaklı enerji tüketiminde büyük oranda tasarruf sağlanıyor.
Yapı formlarının seçimi ve yapıların nasıl bir düzende bir araya geldiği, dış mekanda yaya deneyimini etkileyen bir konu. Örneğin, devamlı bir cephe oluşturacak bir yapı düzeni, yayalar için kesintisiz gölge oluşumu sağlar. Bunun yanında, sokakların genişliği, sokağı tanımlayan yapı yüksekliklerinden fazla olduğunda, güneşe maruz kalma süreleri uzar, gölge oluşumu süresi de kısalır. Yine Mardin’de eski ve yeni kentin sokaklarına baktığımızda, bir tarafta konforlu bir yaya deneyimi varken, yeni kentte özellikle kadınların belirli saatlerde sokağa çıkamadıklarını görüyoruz. Bunda tabi dini inançları gereği giyim tarzı ve güneşe maruz kalmaktan korunma ihtiyacının etkisi büyük. Tabi burada tarihi kentleri kopyalamak gibi bir savım yok, ama geçmişten çıkaracağımız pasif tasarım ilkelerini bugünün teknolojileri ile birleştirmek, sıcaklarla mücadelede etkin çözümler bulmanın temel stratejisi olabilir.
Mekansal dokunun yanı sıra, konforlu bir yaya deneyimi sunmanın bir başka yolu da, sistematik bir ağaçlandırma planlamasından geçiyor. Bildiğimiz gibi ağaçlar buharlaşma ve terleme yoluyla bulundukları çevreyi soğutma etkisine sahip. Kentsel ısı adası etkisini düşürmek ve gölgelik alanlar oluşturmak açısından da kentsel tasarımın aslında en önemli bileşenleri, ağaçlar. Tabi ağaçlandırmanın kenti soğutmada etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, noktasal ağaçlandırma uygulamalarından çok, kentin bütününe yayılan bir yeşil ağ sisteminin oluşturulması önemli. Bu hususta, ‘yeşillendirme planı’, ‘ağaçlandırma planı’, ‘gölge planı’ gibi sistem arayışı içerisinde olan mekânsal çalışmalar yapılıyor. Örneğin, Barselona “Yaşam İçin Ağaçlar” sloganıyla bir Ağaç Master Planı üretti.
Bu plan, kentsel açık yüzeyleri mümkün olan en üst düzeyde ağaçlandırarak, bir yandan çevre kalitesini artırmayı hedefliyor, bir yandan da vatandaşların fiziksel ve mental sağlıklarını korumayı ve iyileştirmeyi hedefliyor. 20 yıl içerisinde kentin %30’unun ağaçlarla örtülü olması planlamış. Aynı zamanda, ilköğretim düzeyinden başlayarak tüm topluma ağaçların ekolojik sistemdeki rolleri ve faydaları üzerine eğitici programlar düzenlemek gibi hedefler var.
Tabi kentlerde tüm sert zeminleri de geçirgen yapamayız. Her yeri ağaçlarla kaplamamız mümkün değil. Bu noktada da asfalt ve beton gibi yine sert, ancak güneşi yansıtan ‘serin’ yüzey kaplama malzemeleri arayışları var. Örneğin Los Angeles’ta, mevcut asfalt kaplamanın üzerine uygulanan su bazlı bir serin yüzey kaplaması geliştirilmiş. Asfalt, emülsifiye edici maddeler, mineral dolgu maddeleri, polimerler ve geri dönüştürülmüş malzemelerden oluşan bir soğutucu tabaka üretmişler. Sonra da bir bölümü bu açık renkli karışım, bir bölümü de bildiğimiz koyu asfaltla kaplanan bir yolun termal kamera görüntülerine bakmışlar. Açık renkli tabakanın bulunduğu bölümün koyu renkli bölümden yaklaşık 17°C daha az ısındığı ölçülmüş.
Yani burada temel vermek istediğim mesaj şu: planlama ölçeğinden mikro-ölçekte tasarım çözümlerine kadar mümkün olan her alanda ısı etkisini azaltıcı kentsel politikaları ve uygulama araçlarını tanımlamamız gerekiyor.
A.İ.: Bu iyi örneklerden ve büyüyen ihtiyaçlarımızdan yola çıkarak, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi metropollerin birer ısı adasına dönüşmesini engellemek için neler yapılmalı? Bunların yapılmasının önündeki zorluklar neler ve bunlar nasıl aşılabilirler?
E.P.: Tabi iklim krizinde ağaçlandırmanın öneminden bahsediyoruz. Yeşil çatıların, yeşil cephelerin uygulanabilirliğini tartışıyoruz. Ülkemizde ne oluyor diye baktığımızda yetişmiş ormanların katledildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu akla ve bilime sığmayan bir durum. Biz kent içi ağaçlandırmaların arttırılması için planlama ve tasarım ilkeleri nasıl geliştirilebilir derken, bir yandan var olan ormanlar katlediliyor. Bir kere, her ne olursa olsun bundan vazgeçmek şart. Bakın deprem oldu, yeniden inşa edilecek alanlar için orman ve mera statülerindeki arazilerde yapılaşmanın yolunu açan bir kararname çıktı. Bir kere şunu kabul etmemiz lazım; afetlere dirençli kentler üretmek için tüm afet tiplerini birlikte ele alan bütüncül bir planlama yapılması gerekiyor. Yani kaş yaparken göz çıkarmamak gerekiyor. Bütüncül bir planlamanın yapılabilmesi için de çok disiplinli ve katılımlı bir planlama anlayışı benimsenmeli.
İklim krizi karşısında kentleri üretme biçimimizi yenilememiz şart. Planlama standartlarımızın güncellenmeye ihtiyacı var. Örneğin artık, plan yaparken kişi başı yeşil alan miktarı belirleyecek bir dönemde yaşamıyoruz. Yeşil alanların kentteki yapılı alanlardan daha fazla yer kaplaması gerekiyor. Mekansal planlarla birlikte üretilecek, iklimlendirme ve soğutma odaklı kente özgü gölge planlara ihtiyacımız var. Planlara çizdiğimiz bloklar inşa edildiğinde nasıl bir çevre oluşturuyor. Gölge yaratıyor mu? Hangi saatlerde nasıl bir gölge sunuyor? Bunları önceden modellemek gerekiyor.Yeni inşaatlarda ruhsat öncesi zorunlu kılınacak ağaçlandırma ve yeşil alan tasarım kodları geliştirilmeli. Sitelerin ortak açık alanlarının kenti soğutmadaki rolü ne olabilir? Bunları çalışmak gerek. Sonra, meydanlar... Zaten sınırlı sayıda meydanımız var kentlerde. Ve bunlar tamamen sert zeminle kaplı. Sıcak dalgasının kentlileri vurması için davetiye niteliğinde meydanlarımız. Meydanlar, gölge veren ağaçlar ve serinletici etkisi olan su elemanları ile yeniden tasarlanmalı. Aşırı sıcaklardan kaçabileceğimiz, kent içi nefes alma mekanları olarak düzenlenmeli. Benzer şekilde, otoparklar, yansıtıcı yüzey alanı çok geniş olan ve kentlerde büyük oranda yer kaplayan kullanımlar. Otoparklar yarı-geçirgen zemin malzemeleri ve gölge veren peyzaj elemanları ile tasarlanarak, ısı tutma güçleri azaltılmalı. Diğer taraftan, kaldırımlar, gölge veren doğal ve yapay elemanlarla kesintisiz konforlu yürüyüş sağlayacak biçimlerde tasarlanmalı. Tabi tüm bunların bir bütünlük içerisinde olabilmesi için yerel yönetimlerin sıcak odaklı kentsel müdahaleleri mevcut mekânsal planlar ve bütçe programlarıyla bütünleştirmesi gerekiyor. Bunun olabilmesi de yöneticilerin sıcak kaynaklı riskleri ciddiye alarak belediyelerin gündemine almalarıyla ilişkili bir konu.
A.İ.: Bu durumda kentleri sıcak dalgalarına hazırlamak uzun vadede gerçekleşecek gibi duruyor. Ancak hemen önümüzdeki günlerde bir sıcak dalgası daha geliyor. Kısa vadede kentlerde yaşayan bireysel olarak sıcak dalgalarından etkilenmemek için nelere dikkat etmeliyiz?
E.P.: Bireysel olarak, iklim krizini ciddiye alan ve kentleri daha yaşanabilir hale getirebilecek yöneticileri seçmekle başlayabiliriz. Tabi yöneticilerden önce kendimizi birey olarak nasıl korumalıyız dersek, ben halk sağlığı uzmanı değilim ama uzman arkadaşlarımın önerileri doğrultusunda bildiklerimi paylaşabilirim.
Kapalı mekanlarda, özellikle güneş gören cephelerde pencere ve perdeleri kapalı tutmak gerekiyor. Ortam sıcaklığını artıracağı için elektrikli aletleri çalıştırmamak, gereksiz aydınlatma ünitelerini açmamak gerek. Evin farklı noktalarında kaplar içerisinde su bulundurmak, buharlaşma ile ortam ısısını azaltma yöntemlerinden biri. Oda sıcaklığımızı aralıklı olarak ölçmek de önemli. İçerideki sıcaklığın gündüz saatlerinde 32°C’yi, geceleri ise 24°C’yi geçmemesi öneriliyor. Gerekirse vantilatör ve klima kullanılabilir. Ancak uzun süreli klima kullanımının iklim değişikliğine daha da fazla katkı yapacağını unutmayalım. Evde hiçbir cihaz yoksa ve tahammül edilemeyecek sıcaklıklar oluşursa, gerekirse klimalı kamu binaları, kütüphaneler ve yaşam merkezlerine gidilebilir.
Dış mekanlarda ise, öncelikle gerekli değilse dışarı çıkmamak lazım. Eğer çıkmak zorunlu ise, mümkün olduğunca gölge alanlarda kalmaya çalışmak lazım. İnce, bol, açık renkli kıyafetler, yüz ve enseyi koruyan şapkalar tercih edilebilir. Bağ, bahçe, tarımla uğraşıyorsak, sıcak dalgaları olduğu günlerde kesinlikle ara vermek gerek. Aşırı fiziksel aktivite riskli durumlar doğurur. Yine bu günlerde, bol su tüketmek, hafif yemek, şeker, kafein ve alkolden uzak durmak da doktorların önerileri arasında.
A.İ.: Ender, çok teşekkürler bu bilgileri bizimle paylaştığın için. Sudan Gelen’de bu haftalık bu kadar olsun. Görüşmek üzere!