Yirmi beş yılı aşkın bir tarihçenin üzerinde yükselen Artvin maden karşıtı hareketi bu toprakların en uzun soluklu yerel çevre mücadelesi. Zaferler kadar geçici mağlubiyetlere de sahne olan bu çeyrek asır boyunca, Artvin halkı Cerattepe’de maden çıkarmaya niyetlenen yerli ve yabancı birçok şirketi her denemelerinde defetmeyi başardı.
Artvin, ülkede son on yılda kabaran çevre, kent ve ekoloji gündemi için çok kıymetli çıkarımlar, sorular ve tartışma alanları barındırıyor.
Yirmi beş yılı aşkın bir tarihçenin üzerinde yükselen Artvin maden karşıtı hareketi bu toprakların en uzun soluklu yerel çevre mücadelesi. Zaferler kadar geçici mağlubiyetlere de sahne olan bu çeyrek asır boyunca, Artvin halkı Cerattepe’de maden çıkarmaya niyetlenen yerli ve yabancı birçok şirketi her denemelerinde defetmeyi başardı. Bu satırların yazıldığı 2019 yazı itibariyle durum çok iç açıcı görünmese ve Cerattepe’de madencilik faaliyeti devam ediyor olsa da, ne Artvin mücadelesinin tükendiğini ne de bu mücadeleden çıkartılacak derslerin bittiğini söylemek mümkün. Aksine Artvin, ülkede son on yılda kabaran (otoriteryan bir dalga altında kolayca bastırılabilen) çevre, kent ve ekoloji gündemi için çok kıymetli çıkarımlar, sorular ve tartışma alanları barındırıyor. Müşterekler, yaşam alanı, çevre adaleti ve kent hakkı gibi kavramlar aracılığıyla tanımlamaya çalıştığımız mekân merkezli yerel direniş ve siyaset biçimlerini Artvin mücadelesi üzerinden dönüp dolaşıp yeniden tartışmalı, ülkenin bu coğrafi köşesini, onun hikâyesini ve mücadelesini, ufak adımlarla büyüyen yeni aktivizm külliyatının merkezine taşımalıyız.
Bu tartışma alanlarından belki de en değerli olanı Artvin’deki itirazı nasıl adlandıracağımıza dair olanı. Artvin’deki çevre itirazının kaynağında aslında çevresel bir zenginlik ve bu zenginlikle ne yapılması gerektiğine dair bir anlaşmazlık yatıyor. Bu anlaşmazlık bir bakıma bir ölçek sorununa işaret ediyor; ulusal ekonominin varolduğu söylenen ihtiyaçları yerelin yaşam koşullarını tehdit ediyor. Ulusun geneline ait bir doğal kaynağın (bakır, kimilerine göre aslında altın) üzerinde bulunan, lakin bu zenginliğin sefasını değil, ceremesini çekmek zorunda kalan Artvinlilerin yürütmekte olduğu mücadele hareketi bu bağlamıyla bir çevre adaleti mücadelesi. Harekete rengini veren “Artvin’in üstü altından daha değerlidir” sloganı tam olarak doğanın farklı veçhelerine atıfta bulunurken maden zımnen de olsa Artvinliler’den ulusun refahı için özveri yapmalarını istiyor, ancak onları kaldırmakta zorlanacakları bir yükle baş başa bırakıyor. Artvinli bu denklemi “Kimin için?” ve “Ne pahasına?” sorularıyla bozmaya çalışıyor. Bu sorular sorulduğu anda altyapı, enerji ve madenciliğe dayalı hafriyat ekonomisinin mantığını sorgulamak; siyasal iktidar ve altyapı şirketleri arasındaki yakın ilişkileri sorgulamak farz oluyor. Bu noktada mücadele kaçınılmaz olarak güç odaklarını tehdit eden eleştirel bir hüviyete bürünüyor. Öte yandan Artvin’deki itiraz çevresel olduğu kadar kente ve kent yaşamına da dair; dolayısıyla kent hakkı kavramını da aklımıza getiriyor. Keza Cerattepe Artvin şehir merkezinin sadece birkaç yüz metre yukarısında ve 2014’te hazırlanan tarihi bilirkişi raporunda da ifade edildiği gibi Cerattepe’de maden çıkarıldığı müddetçe bugün anladığımız anlamda Artvin kentinden bahsetmek mümkün olamıyor. Söz konusu olan bir kentin bütünüyle yok olması olunca Artvin mücadelesi bir kent hakkı ve çevre adaleti mücadelesi kadar bir yerel miras mücadelesi iddiasını da beraberinde getiriyor; Artvinliler şehirleri ve doğaları ile birlikte kültürlerine, tarihlerine ve belleklerine de sahip çıkmak zorunda hissediyorlar.
Artvin dünün yabancı destekli ekstraksiyon ekonomisi ile bugünün yerli ve milli müşterekler yağmasını bir arada düşünmemizi sağlıyor
Yirmi beş yıllık mücadele Artvin’i konuşurken güncel gelişmelerde boğulmamız, tarihi bir bakış açısına ihtiyacımız olduğu gerçeğini bize hatırlatıyor. Örneğin altyapı dünyasının kötü şöhretli lideri Cengiz Holding Cerattepe’de madencilik faaliyetine girişmek isteyen ilk şirket değil. Artvinliler 1990’lar boyunca Cominco Madencilik, 2000’li yılların ilk yarısında da Kanadalı Inmet Mining’e karşı benzer bir mücadele yürütüyor ve her ikisinde de başarılı oluyorlar. Uzun uğraşların sonunda Kanadalı şirketin bölgeye ait madencilik ruhsatını 2008 yılında Danıştay iptal ediyor ve Artvin rahat bir nefes alıyor. Bu rahatlama hepi topu iki yıl sürüyor ve 2010 yılında çıkan yeni maden kanunuyla bölge yeniden madencilik faaliyetine açılıyor. 2012 yılında ahbap çavuş ilişkisi içerisinde gerçekleşen bir ihalenin ardından Artvin şehrinin üst kotlarına yayılmış 4361 hektar büyüklüğünde devasa iki alanda madencilik hakkı, adı ile müstesna, Özaltın şirketine veriliyor. Artvin Arhavili Özaltın, kısa bir süre sonra bu hakkı –Artvinlilerin de şüphelendiği gibi– daha büyük bir oyuncu olan komşu Rize menşeli Cengiz Holding’e devrediyor. Bu uzun al gülüm ver gülüm hikâyelerinden arta kalan şu: Artvin mücadelesinin birikimi hem bugünün hem de dünün olağan şüphelileri karşısında yükseliyor; Artvin dünün yabancı destekli ekstraksiyon ekonomisi ile bugünün yerli ve milli müşterekler yağmasını bir arada düşünmemizi sağlıyor.
Artvin-Cerattepe hareketini önemli kılan bir başka tartışma alanı yerel çevre hareketlerinin örgütlenme biçimi ve mücadele yöntemine dair. Artvin’deki mücadelenin merkezinde yer alan ve 1995 doğumlu Yeşil Artvin Derneği topyekûn çevrecilik diye adlandırabileceğimiz ve ülkemizde aslında birçok başka örneği de bulunan (Bergama mücadelesi ve Gerze direnişi ilk akla gelenler) bir mücadele tarzının en başarılı temsilcisi. Bir yandan Artvin’de maden karşıtı mücadele, birçok çevre ve kent mücadelesinde olduğu gibi, kadın-erkek, genç-yaşlı, çoluk-çocuk (ve özellikle de esnaf) birçok farklı grubun katılımıyla hep birlikte veriliyor. Öte yandan, dernek mücadeleyi siyasetler üstü konumlandırmaya, bununla birlikte faaliyetlerinde mümkün olduğunca çeşitli kurum, kuruluş ve siyasi parti ile temas içinde olmaya özen gösteriyor. Bu tavrı ile Yeşil Artvin, küçük bir kentin başarılı yerel spor kulübü gibi seviliyor, sayılıyor ve sözünü dinletiyor. Yeşil Artvin Derneği’nin pek çok yönetici ve üyesinin ağırlıklı olarak sol ve sosyal demokrat gelenekten geldiği bir sır olmasa da, Yeşil Artvin kentin tarafsızlığını ve bağımsızlığını korumayı başarıyor. Bununla birlikte siyasetçilikten uzak duran Yeşil Artvin’e apolitik demekse hiç mümkün değil. Yeşil Artvin’in beylik siyasi söylem ve çekişmelerden kendini bir miktar uzak tutabilmesi ona beklenmedik bir siyasi alan açıyor ve saygınlık kazandırıyor. Bu saygınlığın sonucu olarak örneğin mülki idare ve şehir siyaseti birçok meselede derneğe göre tutum almak, derneğin iradesini en azından tanımak zorunda kalabiliyor. Bu siyasetler üstü saygın tutumun ulusal düzleme, makro politik ekonomik taleplere ve nihayetinde çevre hareketinin geneline nasıl transfer edilebileceği (yahut edilmesi gerekip gerekmediği) halen cevap bekleyen sorular olsa da bu hâliyle Yeşil Artvin bir model ortaya koyuyor.
Artvin, üzerindeki baskılara rağmen, ülkede kabaran çevre mücadelesinin en kıymetli ve verimli cephelerinden biri olma özelliğini koruyor
Çevre hareketlerinin en bencil olanları, sadece kendi derdine odaklanıp ötesini görmeyenleri, kendi yerellerinde başına gelen derdin yerel ötesi ağlarda izini sürmeye niyetlenmeyenleri “benim arka bahçemde olmasıncılar” (not in my backyard - NIMBY) olarak adlandırılır ve bu dar bakış açıları yüzünden ayıplanır. Yeşil Artvin Derneği, belki de topyekûn çevreciliğin doğal bir sonucu olarak, yer yer dengeleri gözetecek şekilde temkinli davranıyor gibi görünebilir. Ancak yöntem ve ilişkilenme bakımından Artvin mücadelesini sadece kendi mıntıkasına odaklanan bir hareket olarak görmek, benim arka bahçemde olmasıncı şekilde adlandırmak mümkün değildir. Hukuki bakımdan yeni nesil çevre hareketi avukatları için okul fonsiyonu görmüş olan Artvin, ülkedeki irili ufaklı diğer yerel çevre itirazları için de önemli bir kaynak olagelmiştir. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde Yeşil Artvin’in temas etmediği, hukuki destek sunmadığı mücadele, desteklemediği çevre eylemi ve toplantısı yok gibidir. Bu bağlamıyla Artvin, ülkede kabaran çevre mücadelesinin en kıymetli ve verimli cephelerinden biri olma özelliğini koruyor.
Artvin-Cerattepe’de madencilik faaliyetinin bir süredir yapılıyor oluşu bir hayal kırıklığına neden olmasına rağmen, hareketin hukuki alanda kıymeti ileride anlaşılacak önemli bir tercübe biriktirdiğinin de hakkını teslim etmek gerekiyor. Artvin Cerattepe’deki maden faaliyetine ilişkin hukuki süreç aslında Ocak 2015’te kimbilir kaçıncı kez neticelenmiş, örnek bir kararla davayı yine Artvinliler kazanmıştı. Rize İdare Mahkemesi çevre davalarında eşine az rastlanır bir karar vermiş, bilirkişi raporlarına binaen “Maden faaliyetinin hayata geçirilmesinin Artvin ilini yöre sakinleri açısından yaşam alanı olmaktan çıkaracağı, bu bölgede maden arama projesi ile bu projenin etkisi altında bulunan yaşam alanları ve koruma altındaki alanların bir arada olamayacağı kanaatine varılmıştır” ifadelerini kullanmıştı. “Ya Artvin, ya maden; ikisi bir arada olmaz!” anlamına gelen bu karar, projeye kategorik olarak karşı çıkıyor ve kalıcı bir itiraz anlamına geliyordu. Çevre davalarının ağırlıklı olarak prosedürel gerekçelerle kazanıldığı ve bunun da çevre hukuku zaferlerini geçici kıldığı göz önüne alındığında 2015 Ocak kararı devrim niteliğindeydi. Ancak bu karar da yokmuş gibi davranıldı, bu kitapta ayrıntılarını okuyacağınız gibi şirket birkaç küçük değişiklik yaptığı ÇED raporu ile Bakanlığa başvurdu ve jet hızıyla onay aldı. Alt mahkemenin iptal ettiği ÇED, üst mahkemede hâlâ değerlendirme hâlindeyken, şirket hokus pokus yapıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yeni bir ÇED olumlu kararı ile Artvin’e dönmüş oldu. Tüm bunlar hukukun işlevsizliğine işaret ediyor olabilir. Artvin’de madenciliğe ancak olağanüstü hâl koşullarının verdiği aşırı güvenlikçi tutum sayesinde geçildiğini unutmamak, hukuki süreç boyunca elde edilen kazanımların da bir gün muhakkak kurucu öğeler olarak Artvin mücadelesine yeniden katkı sağlayabileceğini hatırda tutmak gerekir.
Artvin mücadelesinin bir diğer kıymeti de kadınların hareketteki ayırt edici ağırlığı ve rolü. Çevre ve kent mücadelelerinde kadınların ön saflarda olması çok da alışılmadık bir durum değil. Ancak sıkıntı bu ön safın eylem gününden ibaret kalması; kadınların mekân mücadelelerinde yerellik ve meşruiyet artırıcı görsel öğeden öteye geç(iril)ememesi. Görünürlülükleri ile eylem gününe meşruiyet, dinamizm ve sahicilik katan kadınlar çevresel sorunlarla doğrudan muhatap oluyor olsalar da, uzun soluklu mücadelelerin gündelik işleyişinde genellikle geri planda bırakılıyor. Karar alma ve uygulama mekanizmalarındaki yoğun kadın emeği ile Yeşil Artvin Derneği merkezli maden karşıtı mücadele bu tablonun ötesine geçmiş ender örneklerden (bir diğeri için bkz. Gerze termik santral karşıtı mücadele). Hareketin yirmi beş yıllık öncülerinden Nur Neşe Karahan ve onun çizgisi kadınların yerel mücadelelere katabileceklerini anlamak bakımından özellikle önemli.
Artvin, maden mücadelesinin kendisi kadar, neoliberal kalkınmacılığın ülke taşrası ve çeperinde nasıl çalıştığı, ne gibi rıza mekanizmalarıyla hayatta kaldığı, hangi boyutta yıkımlara yol açtığına dair de ipuçları veriyor. Artvin sadece maden yatakları için yatırım çeken bir il değil. Şehir, 2002-2012 arasında on yıllık dönemde, kişi başına düşen kamu yatırımları bakımından açık ara en şanslı olanı. Devlet bu dönemde Türkiye’deki her vatandaşa yıllık ortalama 387 TL yatırım yapmış, Artvinlilerin payına ise yılda tamı tamına 2811 TL düşmüş. Yani, 2002’den beri, Türkiye ortalamasının yedi katı bir ilgiye mazhar olmuş Artvinli... Ne kadar da güzel, değil mi? Ancak Artvin’in Lazı, Hemşini, Gürcüsü, Poşası, Türkü bu yatırımların, bu büyük kalkınma hamlesinin değerini bilememiş olacaklar ki rızklarını İstanbul ve Bursa başta olmak üzere büyük şehirlerde aramaya devam etmişler. Bugün Artvin kütüğünün %64’ü Artvin dışında ikamet ediyor. Kamu yatırımlarının zirve yaptığı dönemde Artvin nüfusunun hem azalmaya hem yaşlanmaya devam ettiğini görüyoruz. Örneğin, 2007-2012 yılları arasında yatırım şampiyonu olan Artvin, yılda ortalama %5,4 nüfus kaybetmeye devam etmiş. Elbette böylesi bir kalkınma hamlesinin olumlu etkilerinin görülmesi zaman alabilir diyenler çıkacaktır. Ancak nedense TÜİK dahi bu iyimser bakış açısına katılamamış; 2023 yılına kadar Türkiye nüfusunun %10 artacağını tahmin ederken, Artvin nüfusunun ise, bu eğilimin tersine, %3 azalacağını öngörmüş.
Kalkınma adaletsiz olunca kentler ve bölgeler ihya olmuyor, aksine feda alanlarına indirgeniyor
Peki bunca yatırım, tüm bu kalkındırma çabası nasıl oluyor da Artvinliyi yerinde tutamıyor? Bu yaman çelişkinin sebebini elbette Artvinlinin kadirbilmezliğinde değil, kamu yatırımının çeşidinde ve Türkiye’de kalkınma olarak adlandırılan şeyin niteliğinde aramamız lazım. Kalkınma adaletsiz olunca kentler ve bölgeler ihya olmuyor, aksine feda alanlarına indirgeniyor. Artvin’in yatırım ve kalkınma listelerinin zirvesinden inmemesinin yegâne sebebi, ona karakterini veren güçlü akarsuları, her köşe başında boy gösteren dereleri, onların aşındırdığı derin vadileri ve altlarında çeşitli cevherler barındıran dağları. Artvin’e akan kamu kaynağının büyük bir bölümü Artvin’in yerel ekonomisine uzun vadede katkısı şüpheli altyapı yatırımlarına (özellikle büyük barajlara, onların yarattığı barajgölleri altında kalan yolların yeniden yapımına) gidiyor. Ama, şu ironiye bakın ki, bu yatırımlar Artvinliyi değil, yatırımcıyı ve yatırımın dolaylı olarak aydınlattıklarını kalkındırıyor, ki ilin göç veren niteliği bir türlü değişmiyor. İşin trajikomik tarafı ise, tüm bu göz kamaştıran enerji yatırımlarının ev sahibi niteliğindeki Artvin’de kişi başına elektrik tüketimi tatbiki Türkiye ortalamasının epeyce altında ve il, ısıtma sistemi kat kaloriferi olan hanehalkı oranı bakımından 81 il arasında sondan 13. sırada.
Bugün maden ve küçük HES yatırımları karşısında tepkisini gösteren Artvinliler, dün büyük barajlar karşısında sessiz kaldıkları için çok pişmanlar. Barajların heybeti, kamu yararı adına yapılıyor oluşu ve işaret ettikleri kalkınma ufku birçoklarını zamanında harekete geçmekten alıkoymuş. Şimdilerde ise bölgede kalkınma söylemine daha fazla şüpheyle bakılıyor, kalkınma sözünün yerele kalıcı yapılar bırakmadığından yakınılıyor. Evet, kamu kaynaklarının düzenli adresi Artvin’i, barajları, viyadükleri, köprüleri, maden sahaları ile Yeni Türkiye’nin bir nevi bir göstergesi olarak görebiliriz. Ancak Artvin, Yeni Türkiye’de de kalkınmanın eşitsiz ve adaletsiz tecelli ettiğinin de göstergesi.
Peki kenti nasıl bir gelecek bekliyor? Bu bağlamda belki de bakılacak ilk adres önümüzdeki dönem Türkiye genelinde daha çok etkili olması beklenen yerel siyaset. Cerattepe’deki olumsuz oldu bitti hâline rağmen, 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimin sonuçları yeni olasılıkları konuşmamızı zorunlu kılıyor. İktidar partisi 2014’te Artvin’de 9’da 7 yaparak büyük bir başarıya imza atmış; hem il merkezini kazanmış hem de sol eğilimli olarak bilinen ilin tamamında hâkimiyet kurmuştu. 31 Mart akşamı tablo tam tersine döndü; Artvin il merkezi dahil olmak üzere Murgul ve Yusufeli ilçeleri hariç tüm Artvin muhalefetin rengine boyandı. Nasıl ki iktidara verilen oylar yıkıcı ve kirletici projelere onay anlamı taşımıyorsa, bu yerel seçimlerdeki değişimi de bütünüyle maden karşıtı hareketin zaferi olarak okumak doğru olmayacaktır. Üstelik maden projesini merkezi iktidar ve yargının desteklediği ve Artvin ölçeğinde hukuki olarak yapılacak çok fazla şeyin olmadığı da söylenebilir. Bunun ötesinde bölgede baskılayıcı yerel aktörün Valilik olduğu, örneğin il genelinde toplumsal muhalefeti susturmayı hedefleyen eylem yasaklarının Valilik emriyle verildiği de hatırlatılabilir. Tüm bunlara rağmen, seçim sandığının getirdiği taze meşruiyet ve moralle yerel yönetimler önümüzdeki süreçte çok daha etkin kullanılabilir ve Cerattepe mücadelesi diri tutulabilir. Belediye kendi yetki ve kurumlarını kullanarak alternatif çevre etki değerlendirme süreçleri örgütleyebilir, denetim mekanizmalarını daha etkin kullanabilir, bünyesinde bir çevre adaleti takip dairesi kurabilir, yahut yaratıcı festival ve eylemleri destekleyerek maden karşıtı itirazın sesi yükseltilebilir. Hukuki sürecin büsbütün sonlanmadığını ve Cerattepe dosyasının Anayasa Mahkemesi önüne çıkacağını, Artvin mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğunu unutmadan, yerel siyaset ile mücadele arasındaki makası kapatmak ve Artvin’in itirazını daha duyulur kılmak önümüzdeki dönemi şekillendirecek önemli dinamiklerden biri olacaktır.
Yazan: Sinan Erensü, Mekanda Adalet Derneği
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Chris Rea | Road to Hell | 3:50 |